LEVHA: 1 Nisan 1989… CAĞALOĞLU yokuşundan BİSİKLET’le iniyorum… ISLIK’la eski bir MELODİ’yi çalıyorum ama, tam yakalayamadım. (…) Deniz kirli olmasına rağmen, SAHİL’de hiç boşluk kalmayacak şekilde kalabalık… Oturmuşlar… Çocuklar suya giriyorlar… Yaşlı bir kadın, “BEDREDDİN Dalan da gitti, hadi bakalım şimdi ne yapacaklarsa yapsınlar!” diyor… Yeni BELEDİYE başkanı NUREDDİN Sözen’in, Bedreddin Dalan’ı aratacağı kasdıyla… “PROPAGANDA desen, seçim bitti!” diye esprili düşünüyorum!..
*
CAĞALOĞLU: Rumeli yakasında, Bâbı-âlî yokuşu. (Bu tib Lûgat karşılığı, kelimenin mânâsını boş bırakmamak için - bu belli. Belki de bu yüzden, lûgatta karşılığını bulamadım. Ama, CAĞ EL OĞLU, yahud aynı mânâya gelebilecek ÇAĞ EL OĞLU, veya ÇAĞ EL-OĞLU gibi söyleyişlerin “Çağaloğlu” diye tekerlenişi niyetine anlarsak, mantıklı bir karşılık çıkarabiliriz… CAĞ: Parmaklık. Araba tekeri parmaklığı. Tekerin etrafında döndüğü şiş, merkez… EL OĞLU: Yabancı, ayrı… OĞUL: Erkek evlâd. Nesil. Yavru. Netice. Hânedan-Osmanoğlu gibi. Bir ana arıyla beraber, kovandan ayrılan arı topluluğu - Şehzade ile beraber etrafı. Halef olan ve topluluğu. Oğul arıların yaptığı beyaz, dolgun betekli bal-akbal… EL-OĞUL: Oğul’u özel, ismi tarif yapan niyetine böyle böldüm ki, hem EL, hem de OĞUL mânâsı bir arada… ÇAĞ: Zamanın bir bölümü veya bir asır. Yaş, yaş devresi. Devir, dönem, değişen. Çağlayan. Su deliği. Baluat: Hadis, sonradan olanlar. Baba bir kardeşler… Kelime mânâlarına dikkatli bir göz atış, sanıyorum CAĞALOĞLU’na bir tarif keyfiyeti veriyor… CAĞALOĞLU – “Bab-ı Ali” yokuşu… BAB-I ÂLİ: Yüksek kapı. Tanzimat (1839-1876) öncesi Sadrazam kapılarının, daha sonra da hükümet dairelerinin çoğunun içinde toplandığı bina. OSMANLI HÜKÜMETİ… BAB: Kapı. Kısım. Mevzu. Fasıl. Kitab. Hususi madde. Sığınacak yer. İş. ŞEKİL. Tövbe… CAĞALOĞLU, BAB-I ALİ, 1980-1990 arası tasfiyeye kadar MATBUAT’ın bütün nevileriyle göründüğü bir merkez idi… ÜSTADIM’ın, davamız adına eleştiriye tâbi tuttuğu ve menfilikleri NEFY ederken, kendini buluş çilesi yaşadığı BABIÂLİ iklimini tasviri, malûm olduğu üzere bu isimli eserinde.): 2047.
İlâhî: İlâhla ilgili, İlâha mensub: 47.
Ula: Birinci, ilk evvel. (YEVMİYE: …cins kafa, çok sıkıntılı bir gidiş, ULÂ’ya gidecektir!): 47.
Hatime: Son söz. Son. Ahir. Nihayet: 1046= 47.
Haim: Hayrette kalan: 47.
İdma’: KAN alma. Kanatma. “Alak”: 47.
BEHM: Çok siyah olan şey. “Nefs. Ulu”: 47.
AGMA: Yıldız. Yıldız akması. Allah Resûlü hakkında, bir sıfat olarak Kur’ân’da geçer: 47.
Bile: Yanak. Yan. Kayık küreği. Ada. “Hindu, ben”: 47.
Valî: Malik. “Ruh. Emr”. (İşleri yürüten mânâsında Allah’ın 99 isminden biri.): 47.
*
CAĞALOĞLU: 2047: 1048.
BOLÎ: Bolu: 48.
Humme: “Tamam oldu” mânâsında fiil: 48.
Magz: Beyin. Öz. Lübb: 1047= 48.
Bihima: O ikisi, o ikisiyle: 48.
Amug: Uzun boylu adam. “Ebedd”: 1047= 48.
Dümac: Çok sağlam olan NESNE. Gizli, örtülü olan şey: 48.
Hayl: Kuvvet. Havl. (Hayla’-Sırtlan. Korku. Cin taifesinden bir nesne. Gizli.): 48.
Hüzul: Bitkinlik. “Kesel. Kusto”: 48.
Mehab: Dehşetli ve heybetli yerler: 48.
Mehabb: Rüzgârın estiği yerler: 48.
Piyale: Kadeh. “Beden. Nefs”: 48.
Üvam: Susuzluk. (GAYN-Susuzluk: 1060: İNSAN: Büyük Doğu… GAYN harfi: 1000: ELF.): 48.
*
CAĞALOĞLU: 2047= 49.
Mehd: Beşik. Yeryüzü. Beslenip büyüyecek yer. Kâr kazanmak. Hazırlanmak: 49.
Tım: Deniz. “İlim. Lûgat. Kâinat nizâmı”: 49.
Giya. (Kürtçe): Ot. “Serab. Hayâl. Rüyâ”: 49.
Levha: Üzerinde yazı veya resim bulunan nesne. “Kâinat ve beden-nefs, Emr’in hakkedilmiş resim veya yazısıdır; aynada… Ve kendi ayna, Emr’e”: 49.
İbham: Mübhem: 49.
Lehîd: Götürdüğü yük ağır olduğundan eziyet çeken deve. “Çektiğimiz çile insan olduğumuzdan”: 49.
*
BAB-I ALÎ: 116.
Masiva: O’ndan (Allah’tan) gayrı. Dünya ile alâkalı şeyler: 116.
Muhasebe: Hesablaşmak, hesab görmek: 116.
Sülûk: Bir tarikate girmek. Belli bir gruba girmek: 116.
Süyum: Emin, mahfuz: 116.
Nevin: Yeni, yepyeni şey: 116.
İ’dam: İdame ettirmek, devam ettirmek: 116.
Tesvir: Derin ve gizli mânâyı araştırmak: 1116.
Müzemmil: Yükü yüklenen: 117= 1116.
Nühust: İlk gelen, evvelki olan: 1116.
Sünbe: Suret: 117= 1116.
Nuyan: Şehzâde. “Halife”: 117= 1116.
*
Bi: Kelimenin başına getirilerek, o kelime olumsuz yapılır. (Nefy: Olumsuzluk edatı. Arabça’da LÂ, Farsça’da NA gibi olumsuzluk bildiren edat… LÂ İlâhe İllallah; Allah’tan başka İlâh yoktur derken, Allah’tan başka mabudlar nefyedilmektedir… NEFY-İ Ebed: Bir daha dönmemek üzere hâli-şimdiyi NEFY’dir ki, bir bakıma EZEL’den de uzaklaşma mânâsına onun nefyidir. EBED NEFY’i o. Aynı zamanda, ezelin isbatının onun olumsuzlanması olduğu gibi, EBED Nefyi, EBED’in de olumsuzlanmasıdır; gidilen yolda geride kalanın, “geçmiş kılınan gelecek-ti” olması gibi… EBEDD: İri vücud… Zaman ileriye doğrudur… Allah’tan gayrının nefyedilmesi: “Allah’tan başka herşey bâtıldır!”… Bu bir HADÎS… ŞAH-I Nakşibend Hazretleri: “Varlıktan sana ne gelirse, yokluğa sal!”… Allah, kulunun zannı içinde olduğunu söylemiştir; NEFY, her zannın-teşbih’in, tenzih edilmesidir… Her ân yeni olmak memuriyeti; hissimiz, LÂ İLAHE ……’de sabit olmak üzere, yakınîye getirmek için hep NEFY’de olma mecburiyeti… HEYLELE-“Lâ İlâhe İllallah” demek: 80: FE-Bir harf. “Sonra, hemen” mânâlarını ifâde etmek için fiillerin başına getirilen edat harfi. Bazen mecaz olarak VAV yerine de kullanılır: SEG-Köpek. Basiret. Feraset: MÜTEHAYYİL-Hayâl kuran. Bir şeyi görüp gözetici, idrak edici olan: VASITA-İki şeyi birbirine ulaştıran. Vasıtalık eden. “Vücud”: KES-İnsan. Ezelle Ebedi onun vücudu birleştirdi: İNKÂH-Nikâh etme veya edilme, neticesi çocuk; safiyet ve faal kuvvetleri Allah’ın rahmeti olarak ACZ’inden kendine baktıran - “İDRAK’ın aczini idrak bir ilimdir!”… B.D+İBDA: 15: DAVUD-Ebedd. İri vücud. Nefs… İslâm Tasavvufu ile Batı tefekkürü arasında kanatlarını açan İBDA, Batı tefekkürünü hesaba çekerken, onu Tasavvufa nisbetle NEFY etmektedir. İmân, zıddının nefyidir, nefy edilmesidir… ŞEMS-İ BÂTIN: İnsanın bâtını ki, Allah’ın kendi sureti üzere yarattığı… GÜNEŞ, mecazî olarak Allah’a, AY ise Resûller Resûlü’ne benzetilir; Güneş’in doğumu insanın bâtın aydınlığına, batışı ise karanlığa benzetilirse, bu iki keyfiyet - gündüz ve gece, onun dünya hayatına gelmesi ile, nefsinin “ruh ve beden, ruh ve akıl” ciheti, güneşin doğudan batıya seyri, bâtının nefyi süreci gibidir… Bu hikmet, bizim Batı ile hesablaşmamıza da benziyor… Gece ve gündüz, GÜN’ün safhaları; EZEL ile EBED arasında, GÜN’ü andıran İNSAN - bu nikâhtan doğan çocuk gibi… İçiçe giren mânâlar yanında, bizim de tertib imkânımızın az olması bakımından, ufak tefek tertibi düşünürseniz, izâhımız daha vazıh olur.): 12.
Bud: Varlık. Mevcud: 12.
Hubub: Su üzerinde kabarcıklar. “Habib. Suret. Sureler”: 12.
Habl: Bir şeyin nefyi, bozulması. Delinmek. “Nüfuz edilmek. Nefs”: 12.
*
SIKLET: Ağırlık. Mânevî sıkıntı: 930.
Zıll: Gölge. Perde. Sahib çıkma. İrcâ edilen: 930.
Erzel: Daha rezil. “Sırtlan. Ezel”: 931= 1930.
Dafen: İri gövdeli adam. Akılsız. (Muk: Gözpınarı. “İdrak pınarı. Gönül pınarı.” Akılsızlık. Kanatlı karınca… EBEDD: İri gövdeli adam. Nefs.): 930.
Murahhas: İzin verilen. Talimat verilen: 930.
Rahman Sûresi 19-20. âyetler ve Furkan Sûresi 53. âyet: 8928= 6930.
*
BİSİKLET: İki tekerlekli vasıta. (Vasıta: Her türlü canlı cansız nakil aracı… Bisiklet, kalbin iki kutbundan biri önde, EZEL ve EBED arasında kimliği taşımaya ne güzel bir misâl.): 941.
Za’m: Kelâm, söz. (Her şeyden evvel kelâm vardı.): 941.
Zımar: Irz, namus. (Söz namustur!): 941.
Şamih: Âlî şey, yüksek: 941.
Te’sil: Sermaye vermek. “İbda’-Birisine, kârı tamamen kendisine kalmak üzere sermaye vermek”: 941.
Müsebbit: Tesbit eden, sabit kılan: 942= 1941.
*
SEFİR: Islık çalmak. ELÇİ. “Halife”. (SEFR: Süpürmek. Ortaya çıkarmak. Tekrar-Yazı yazmak. Yüzünü açmak. Sayı.): 350.
Makdur: Evvelden takdir olunmuş. Allah’ın takdiri. Güç. Kuvvet: 350.
Şekil: Biçim, dış görünüş. Çehre. Tarih. Formül. Bir adamın tab’ına muvafık şey. Bir şeyin gerek hissedilen, gerek mevhum-hayâlî sureti. (ŞEKİL-Suret, Allah’ın EL-HAKÎM ismi ile ilgili ve ebced değeri 600 olan HI harfi… Bu harfin en küçük ebcedi, sıfır; suretin kendisinde yok olduğu suret, Allah Sevgilisi’ni hatırlayın - ve bir isminin de HAKÎM olduğunu… Aynı harfin büyük ebced değeri: 601: “Allah hiçbir nefse takatinden fazlasını yüklemez!”… HADÎS: “Benim çektiğim yükü, hiçbir Peygamber çekmedi!”… Aynı harfin en büyük ebced değeri: 512: ZUHURAT-Birden oluveren şeyler. Hesabta olmayan umulmadık hâdiseler: TECSİM-Vücud, vücud gösterme: MEHDÎ Salih Mirzabeyoğlu.): 350.
Karn: Zaman, devre. Asır. Boynuz. Helezon: 350.
*
MUKA: Islık çalmak: 62.
Beyn: İki şeyin arası. İkisinin ortası. “Berzah”: 62.
Hevn-Xevn. (Kürtçe): Rüya: 62.
Zaden: Doğmak, doğurmak: 62.
Beyin: Magza. Lübb. Öz. (Duyu verileri ile kalb’ten gelenler arasında): 62.
İHTİLÂL: Nefsin, müsbet ve menfi, ruh ve sair zıd kutupları arasında gerçekleşme kargaşası ve bunun içtimaî tezahürü ki, varılacak gaye inkılâbtır. Herkesin hakikatinin kendisine olması ayrı mesele, ama kâinat çapında bir izahtan gelen NEFS Muhasebesi olmayan yerde, bu kargaşa kendi kendinden ibaret bir fasa-fiso kıymetinde davranıştan başka birşey ifâde etmez: 62.
*
MUKA: Islık çalmak…
Muk: Göz pınarı. “Gönül, idrak pınarı”. Kanatlı karınca. “ANA kraliçeler ve erkek karıncaların, üreme ve Kraliçe’nin yeni yuva kurması evveli”. Mest üzerine giyilen çizme. “İlerleyişte sıfat üzerine bürünülen sıfat”: Merec-el Bahreyn; salınmış iki denizin birbirine ilerleyişi…
Muk: Diken. Meyve. “Nur”: 66: Allah: Seha-Büyük vücud: VÎN-İrâde: ELİF: NEVÎ-Yenilik: HİLÂL: KEHAM-Pir. İhtiyar. Ezel: HEYAKİL-İnsan bedenleri. Suretler: ECNEBÎ-Garib. Yabancı. “Âlem’de Müslüman”: NEVEY-Çekirdekler: NEDÎB-Yara izi kalan âzâ. “Kelimeler”: VESS-Suya dalmak. “İlme dalmak. Olurlar, olabilirler, olacak olanlar, isbat ve nefy çilesi, vesvesesi, tâ idrakin aczini idrak edene”…
*
HELKAM: Yaşlı kadın, acuze. (ACUZE: Çok yaşlı kadın. Kılıç. “Zaman. Ömür.” Şarab. “Ruh”. Sırtlan. “Ezel”… ACÜZ: Her nesnenin dibi, kökü, sonu… ACZ: İktidarsızlık. Güçsüzlük. Her nesnenin geride kalan kısmı… İradenin geriye yürüyememesi yanında, ileriye doğru giden zamanda geriyi düşünme ve ileriyi düşünme, EZEL ve EBED arasındaki ŞİMDİ-Hâlihazırda İRADE’nin aczini idrakin, “bildiğim birşey varsa hiçbir şey bilmiyorum!” şeklinde bir ilme mevzu olduğunu hatırlayınız: “İdrakin aczini idrak bir ilimdir”… Büyüdükçe kendini yiyen ve ruhun önünde dize gelen BÜYÜK akıl… ÜSTADIM: “Ölüm döşeğindeki ihtiyarla, kundaktaki çocuk aynı yaşta”… İdraki gereken birlik!): 175.
KUSTO: Topalak otu. (Bu bahis etrafında, Allah’ın rahmetinin, şuurlu ve şuursuz her kusurumuzun varlık’ının sırf rahmetinden dolayı yaratıldığını, rahmetinin bütün mahlûkatı kuşatmasını, tekâmülümüzün de eksikliğimiz-tamamlığa doğru seyir olduğunu, daha önce anlattık. Tükenmez bendeki gizlinin bilinmesi macerası!): 175.
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 1174= 175.
*
BEDREDDİN Dalan: (BEDRE-İçi altun dolu olan kese: 211: DAİRE-Yuvarlak şekil. Sıfır. Sır: MÜSTAHLİF-Kendi yerine geçen: YERA’-Sığır buzağısı… DALAN: 86: BEDİ’: NUL-Kuş gagası: Mehdî Salih Mirzabeyoğlu.): 357.
HAŞİM: Haşmetli, muhteşem: 358= 1357.
Gırnevk: Su kuşu. Telli turna. Kuğu kuşu: 1356= 357.
Kurmay: Hususi surette yetiştirilmiş subay. Becerikli: 357.
Ruz - Efsun: Uzun ömürlü. Muammer: 357.
*
NUREDDİN Sözen: Bedreddin Dalan’ın yerine geçen eski İstanbul Belediye Başkanlarından. (NUREDDİN-Dinin nuru: 321: ÇARENUS-Kader, alınyazısı: GUSTO Müslüman: KURTUBÎ-Halid bin Velid Hazretlerinin kılıcı: MİRZABEYOĞLU… SÖZEN-“Suzan-yakıcı, ateşli. Suzen-iğne”: 114: HETELLA’-Uzun ve iri vücudlu erkek. EBEDD.): 435.
Dülbed: Çınar ağacı. (Rüyâ’da gelen mânâ: Çınar merhamettir… Sınar: Çınar. İşitmek… Sener: Ulu kişi. Kedi. Evine bağlı.): 435.
İlm-i Huruf: (Harflerin mânâları ilmi. İlimler. Kültür. İrfan-bilmeyi bilici kıvam.): 435.
*
PROPAGANDA. (Fransızca): İlân. Reklâm. İyi veya kötüyü tebliğ ve telkin: 270.
Seriyy: NEFİS. Kuvvetli. Reis. Küçük nehir. “Ruh”: 270.
Bi-ser: Başsız: 271= 1270.
*
İKİ TEKER: İki sıfır. İki nokta. İki sır… 10 sayısı, eski yazıda nokta… İki tane 10: 20… Çav. (Kürtçe): GÖZ: 10… İki göz: 20… Deha: 10… İki dehâ: 20… 2 Devr: 422: Kütüb-Kitablar: Tecdid-Yenileme. Yenilenme: HÜVİYET-“Büyük Doğu-İBDA”.
 
20 YIL BERABER
 
LEVHA: 28 Haziran 1984… Kalın ve YUVARLAK bir MERMER sütûnda, AFİŞ büyüklüğünde ÜSTADIM’ın bir KİTABI… Kapakta, “20 Yıl Beraber” diye bir BAŞLIK… Üstadım onu, hapiste iken bir senede yazmış… Galiba 333 ve 33 veli gibi, menkabe-velilerin hayatına dair bir kitab…10 cilt olması plânlanmış ama, “hapisten çıkınca birinci ciltte kalmış!” diye düşünüyorum… Üstadım’ın kitabını okurken, onu hayâl mi ediyorum, yoksa ben okurken sözleri o söylüyor gibi canlı mı görüyorum, yoksa o mu okuyor, kestiremiyorum… Ama onu gördüm… Şöyle bir cümle: “40 senede de erilmez ama, biz erdik!”… Kitabtaki bu yazının HAZRET-İ Hüseyin ile alâkalı olup olmadığını bilmiyorum!
*
MERMER Sütun: (RUHAMÎ-Mermerle ilgili, mermerden: 851: MAZÎ… Aynı ebced’te olanlar… MUHAYYER: Seçilmesi serbest olan. Beğenmece. İlmî şeyler arasında seçim yapabilme… TETİM: Aşkla söylemek… TEYETTÜM: Kulluk etmek. Aşkın insanı hor ve zelil etmesi… KAZZAN: Pire. “Rüyâ’da Muhyiddin-i Arabî’nin ifâdesi ile hakkımda gelen: BİT veya PİRE hakkında en çok yazan odur!”… TAKMİŞ: Cem etmek, toplamak. “Fely: bit toplamak-kamal, şiirin ince mânâlarını çıkarmak, kuvvet toplamak”… ŞEMŞİR: Kılıç. “Kurtubî”… İMHAZ: Doğrulukla yapma… TE’MİT: Tahmin etme. “İstikbâl”… SÜTUN: Direk. Amud. Rükün. Silindir biçiminde, hususen binalarda, taşıyıcı. Gazete ve dergilerde, yukarıdan aşağıya, tahsis edilen kısmı doldurma: 516: MÜSTEVİ-Her tarafı bir, doğru. Müzekker ve müennesi bir olan isim. Sıfat… Ebcedleri bir olanlar… Kürtçe, DESTANE: Eldiven… HEME OST: Hepsi O’dur… PİŞDAR: Kumandan. Öncü… MÜBTEDİ’: Yeni birşey icâd eden. Aslında yokken, yeni çıkmış olan… DASİTAN: Destan, sergüzeşt… TEVSİM: İsimlendirme, isim verme. “Münşeat”… MU’TERİZE: Parantez… TAKAVVİ: Kuvvetlenme… MÜTEABBİD: Kulluk eden. İbadet eden… TAKVA: Tilki yavrusu, gönül hâli, temizlik, kabul eden… TULUAT: İlhâmlar, hazırlıksız olarak birden kalbe gelen mânâlar… MÜLTEZİM: Bir şeyi kendi üzerine lâzım eden. “Takva. Nafile.”…): 798.
Guşetmek: İşitmek. Dinlemek. (LEMS: Dokunmak, el ile tutmak. Beş hasse-duyudan biri. İmâm-ı Gazalî Hazretleri’ne göre, insanda ilk görünen… SEM’: İşitmek. Kulakla dinlemek. KURT’un SIRTLAN’dan olan eniği… EZELL… Dokunmak, histir, hissetmedir; duyu verilerine-hasselere idrak ihsasları gitmeden, onların hissedebileceği birşey yoktur. LEMS, nesneye temasla HİS ederken, diğer uzuvlar da hususiyetlerine göre idrak ederler. LEMS ile diğerleri, HİS-İDRAK bahsinde müşterek bir mânâdadır… SEMSEM: Tilki. Gönül, kalb. Kabul edici… İç ve dışımıza doğru, his bulur, akıl sorar; sorucu aklın bulduğuna, bulucu HİS şâhitlik eder… Bu terkibde HİSSİN, hem duyu verilerinden gelen, hem de duyu dışı mânevîlerin, bir bütün olarak açıklaması var… Allah, bir şeyin olmasını dileyince, “KÜN-Ol” der ve o şey “OLUR” - OL, OLUR, aynı ânda… Olunması istenen şeyin, EMRİ duyması ve yokluktan varlığa çıkması…): 798.
Menbuz: Piç. (Piç: Aslına benzemeyen. Ağacın kökünden biten. Evveli bilinmeyen hâl. Nefs. Kıvrım kıvrım dolaşık. Münkalib-bir başka şekle giren, dönmüş, değişen, gönlün hâli. Sarmaşık. Helezon. N’idüğü bilinmeyen. Sır… TELEGRAM’ın PİÇ vasfından bahsederken, şu ânda hakaret kasdında olmadığı, üstteki bahisle ilgisi içinde görülecek ki şu: Telegram, uzaktan yapılan zihin kontrolu ve yönlendirme. Hem zihin kontrolu, hem de yönlendirmenin, bazen içiçe görünmek üzere, biri doğrudan cihaz marifeti, diğeri de cihazla gönderilenlerin ikna ve kandırma, yahud şantaj niyetli olarak icra ettiği tesir… Cihaz marifeti, görmede zihin aldatma şeklinde hemen hemen yok denecek kadar zayıf –bunu uyanık durum için ve hırpalanmamışlık için söylüyorum–, koklamada zihni telkin de olabilir çok zayıf, tad alma da aynı şekilde; beden temasına gelince, vücudun hiçbir yeri onun tesirinden masun değil - belkiden ziyade, doğrudan beyinde bunların merkezine tesirle olduğunu biliyorum… İşitme, hüner sergilemeleri deminde, koğuşta bana 1 metreden daha yakından da, uzak ses hâlinde de, normal bir işitmeyle olmayacak şekilde uzak mesafelerden de sağlandı - bu son durum, doğrudan beyinde gerçekleşen sese dönme veya kafan bir video da, görüntü eşliğinde konuşmalar dinletildi… Böyle konuşmaları ve neticesini gördüklerimi, yanımda salınanlara çok anlattım ama, kime ne kaldı bilmem: Takdir edersiniz ki, apaçık yazamadığım birçok şey gibi, bunları gerçek örnekler olarak veremiyorum… Başa dönelim: Telegram, beş duyuya nisbetini anlattım, dış dünyadan duyu yoluyla alınan nakiller hâlinde… DOKTOR Hakkı, TELEGRAM hakkında anlattıklarımla-yazdıklarımla ilgili olarak, İMDAT niyetine bilgilerini dergilerde yazarken, işi TELVİZYON hafızasına benzetti ve orada “kulak merceği” diye bir lâf da geçti… KULAK Merceği: Gözün idrak ve mercekin göz olması niyetine baktığım bu husus, yine idrak, ama meseleyi anlatmaya bir adım daha, ben onun “dokunma” hissinin genelliğine bir mânâsı içine koyuyorum ve idrakin, mesajlar hariç, doğrudan 5 duyu dünyasından gelen kısmına alıyorum… TELEGRAM-Uzaktan zihin kontrolü, yönlendirme. N’idiğü belirsiz, n’ittiğinden belli. Elektrik: Onu, ısı, ışık, haberleşme, frekans, elektromanyetik, atomaltı parçalar, çeşitli ışınlar - görünür, görünmez çeşitleri, yer çekimi gibi tesirinden bildiğimiz ama kendisi bilinmez hâlleri, bilmem neleri, dalga hâlinde yayılışı, paket hâlinde neşri, “cyber-ayarlama, yönleme” tekniği, ölçülemez derecelere varana küçük değerlerde olan enerji “çeşitleri” olarak görüneni, daha bilmem ne. Anlat anlatabildiğin kadar, ortada sır oluşu gittikçe kavileşen “elektrik ne?” kalıyor. SİBER, lügat anlamı, serbest, zevk ve eğlence. TELEGRAM’ın, ana hedefi, mevzu ne olursa olsun, sonunda SEKS’e bağlanan söz, beden etkisi ve sözlü telkin; ve bunun uzuvları. TELEGRAM’ı anlatabildim mi? Anlaşılmaz bir iş içinde olduğumu anlatırken, en azın dan benim için anlaşılmaz olduğunu anlatırken, bu işi icra edenler dahil onların da anlamadığını anlatırken, galiba dünyada işi metafizik buuduyla da en iyi kurcalayan olduğumu göstermiş bulunuyorum. KOMİK. Şu eziyet altında yazdıklarına bakın hikmet tacirinin: Sanki mahkûmda tıbbî tecrübe yapar gibi konuşan, kendi kendine nazır. Beden benim bedenim ve tabiî olmayan bir işe maruzken, hem tesir hem tesir edici ile bunun üzerinde ayrı bir kişiymişim gibi konuşuyorum.): 798.
*
Mermer Amid: (MER, Fransızca “deniz” demek… MER-MER: İki deniz… Aynı ebcedle MARMARA: 482: TEBİ’-Sığır yavrusu… Aynı ebcedle devam… TEZAFÜR: Birbirine yardımcı olma. Bir yere toplanma… FİRBAR: Azamet, ululuk. Peşinden gelme… BİAT: Bağlılığını, itimadını bildirmek. Bağlılığını alenen izhâr etmek… SALİH İzzet Mirzabeyoğlu: 2480= 482: FİRBAR-Ululuk, azamet. Peşinden gelmek… TEHAFÜT: Sözü gizlice söyleşmek… İTFA: Fetva vermek… İMAMET: Halifelik: 482: CÜFT-Tek olmayan. Çift. “O ve Ben”… AMED: Sütunlar. Bir işe devam etmek. Mazi fiili olarak-gelmek, geliş: 114: HETELLÂ-Uzun ve iri vücudlu erkek. EBEDD. “Nefs”… Aynı ebced’te olanlar… NEDİS: Akıllı kişi… DAM’: Helâk olmak. “Allah’ta tükenmek”. Gözyaşı. “Üstadım: Gözyaşı olmasaydı ne olurdu hâlimiz!”. Batı. “Nefy”… ADEM: Yokluk. “Üstadım: Gelsin beni yokluk akrebi soksun!”… SAL-DİDE: Pîr. “Gün görmüş”… NASİC: Dokuyan. Düzenliyen, tertib eden… CANDANE: Beyin… MUHAKEME: Zihinde incelemek. Hüküm vermek… HAVK: Süpürmek. İhata etmek, kuşatmak… HIYASA: Kulak halkası. “Kulağına küpe olsun!”… ÜL’UBE: Piyes, oyun… ÜLÜBAN-Oyuncu, aktör. “Fikir Kahramanı”: 154: MEHDİ MUHAMMED: KADİM-Başlangıcı olmayan. Bâki. Evveli bilinmeyen hâl ve keyfiyet… ADİL-Eş, denk, akran: 114: DEYSEM-Köpek olmuş kurt yavrusu. Bir ot. “Serabın, basirete dönüşmesi”… DOMANİÇ: Kambur. Tümsekli. Fırlak. “Zürafa ve sırtlan sırtı, deve hörgücü. EZEL. Nefs”… AMD: Niyet. Kasıd. İstek. Direk koymak… AMİDE-Direkler. Büyük kimseler. Temeller: 120: MU’CİZ… Aynı ebced’te olanlar… YÜMKİN: Olabilir, mümkün. “İhtimâl. İstikbâl. Ahir. Ebed”… KESİL: Tembel kimse. “Sahil. Hayâl. Fikir adamı. Sırtlan, kuvvetli adam. Kusto”… LÜKA: Ufak çocuk. Hor ve hakir kimse. “Ezel”. At. “Sahil”… LÜSS: Hırsız. “Gaibden kıvılcım çalan. İlma’… ILK: Sakız. “Alak. Oku. Kan”… SÜBHAN: Allah… SEMMAK: Balıkçı. “Kul”… HASNA: Güzel kadın. “Güzel nefs. Güzel insan. Fevkinde kimse olmayan yüce Padişâh”… AMİD-Aşk hastası. Başlıca nokta. Önder, komutan. Rehber. Haraç alan. “Harec-Siyah ve beyazdan meydana gelen renk ki, Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin tercihi. Mânâda, dünya ve ahiret bir arada”: 124: MA’DUD-Hesab edilen. Muayyen, belli. “Tasavvufta, mahsub, hesabı görülmüş ve kaydedilmiş olan”… SÜNUH: Çok düşünmeden akla ve kalbe gelen mânâ. Vâki olmak. Sözü kinaye ve tariz ile söylemek… CESSAS: Gizli şeyleri araştırma. Tecessüs sahibi. Hafiye… İCFİL: Yaşlı kadın. “Ezel. Sırtlan. Kuvvetli adam”. Korkak adam. “endişe, vehim, fikir”… Üstadım’dan bir mısra: “Suda ezel fikri, ebed duygusu”… EZEL ve EBED arasında İNSAN; herhâlde Rahman Sûresi 19 ve 20. âyetlerin, hır hır demek olan “tır ve dırlara” düşmeden nerelerde nasıl sırrını verdiği de anlaşılıyor… ÂMİD-Diyarbakır’ın önceki ismi: 45: GAYLE-Şişman kadın. “Gayn. Elif. Nefs.”… Aynı ebced’te olanlar… ADAM: Erkek. İnsan. “Âdem-İlk insan ve İlk Peygamber”… BECİL: Şişman. Büyük, muhterem, itibarlı… MAİC: Dalgalı deniz… HİMM: Suyu çok olan deniz. “Fırat”… MEH: Ay, kamer… HEM: Birlikte, beraber. “Ümmet”… Hizmet: İş görme. Yardım etme.): 606.
İKTİSADÎ: İktisadla alâkalı. (Yevmiye: Tasarruf, bayılırım bu kelimeye… Bu da Arabça’nın en güzel kelimelerinden biridir… Tasarrufu iktisat diye alırız kâh… Değil o; hâkim olmak, yakalamaktır!): 606.
Kurkur: Büyük gemi. “Deve. Nefs”: 606.
Mütekavvis: Yay gibi eğri. Kavislenme. “Ezel”, “nefs muhasebesi”: 606.
Şarıka:Nur, ziya, aydınlanma: 606.
Tare: Defa. Kerre. Tekrar tekrar: 606.
Tedebbür: Bir şeyin sonunu, ahirini düşünme, tefekkür etmek. Tedbirli olmak. Arkasını dönmek. “İstikbâl”. (Yevmiye: Arkamı dönüp dizine yatabileceğim bir dost aradım hep, çok şükür buldum… Bir genç geçti elime, PÎR geçti!): 606.
Ulase: Yağ. Birbirine karışmış olan iki şey. (O ve Ben… Büyük Doğu-İBDA.): 606.
Vitr: Tek. Yatsı namazından sonra kılınan üç rekâtlık namaz. Kurban Bayramından bir önceki gün: 606.
*
MERMER AMİD: 606= 1605.
RAHMAN Suresi, 19. âyet. (Noktalı): 605.
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 605.
*
KİTAB: Risale. Kur’ân. Levh-i Mahfuz: 423= 1422.
Dûpişk. (Kürtçe): Akreb. “Hayvan. Hayat. Zâhir. En yakın, ziyâde yakın”: 422.
İctiyah: Öldürme: 423= 1422.
EHADİYET: Allah’ın her şeyde kendine mahsus birlik tecellisi. (Üstadım’ın ÇİLE şiirinden: Akreb nokta nokta ruhumu sokmuş, — Mevsimden mevsime girdim böylece.): 423= 1422.
*
YİRMİ: (TABS-İnsan: 71: SİVAD-Gizli söz. Sır.): 20.
Rahman Suresi, 20. âyet: (Meâl: … Aralarında birleşmelerine engel perde var… NOT: Bâtın ile Zâhir arasında BERZAH-İNSAN… Hasse-duyu verilerinden gelen ilimle, ruhtan gelen bilgi arasında NEFS-İNSAN… NEFS ile Allah arasında RUH… Nefs ile Ruh arasında, nefsin kabul edici yönü dişi ruh.): 20.
Vatıd: Sabit. HAKİKAT: 20.
Ebza: Göğsü çıkık. “Ezel”: 20.
Vaha: Çöl ortasında suyu ve yeşilliği olan yer. “Serab görme”: 20.
Bahzec: Yaban sığırının buzağısı. “Nefs”: 20.
Div: Dev. Ebedd. “Şeytan ve cinlerin nefsi”: 20.
Haya: Hicab. “Hayat. Haya, imândandır: Hadîs”: 20.
İhriz: Bitkin. Dermansız. “Kusto”: 20.
Céwî. (İkizler): 20.
Havz: Cem etmek: 20.
Atvad: Dağlar: 20.
İha: Sevketme. Gönderme. (Âyet: Siz dağları sabit görürsünüz, ama onlar bulutlar gibi geçerler.): 20.
*
BİST: Yirmi. (BİST: Yavrusu ile birlikte dişi deve: 71: HAYZUM-Göğüs tahtası. Halk arasında “iman tahtası” da denir… Aynı ebced’te olanlar… MÜSELLES: Üç, üçlü, üçleştiren. “Allah’ın Zât, Kudret ve İrâdesi. Kulun, Allah’ın OL emrini işiten Zâtı, irâdesi ve ortaya çıkması.”… MÜSTEŞ’AR: Bildirilen, haberli. “Halife”… HASÎB: Hesab eden. Allah’ın 99 güzel isminden biri… MESLES: Üçer üçer olmak.): 472.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 2470= 472.
Tehaddüs: Bilmediği ve duymadığı ihbar ve havadisi idrak eylemek. Zan ve tahmin etmek. Süratle intikâl etmek: 472.
*
20 YIL BERABER: (YIL: 41: YEL… Aynı ebced’te olanlar… YÂL: Kuvvet. Boyun, gerdan. “Mürşid”… MANZUME: Şiir. Sıra. Sistem… TAHAYYÜL: Hayâlde canlandırmak… TERTİL: Yerli yerinde güzel konuşmak. Düşüne düşüne okumak. Beyân eylemek ve âşikâr kılmak… VALİD: Doğurtan. Baba. “Ruh”… VEHEL: Vehim… VELEHU: Bu da onun… VALİD: Doğuran… CELECE: Kafa, baş… HATIM: Yüzük. Son. Sıfır. Boş… MARIZ: Hasta, alil… ÜMM: Ana, anne. Nine. Asıl şey. Başlıca olan şey. “Vücud”… İLÂHE: Suret. Put… BELDE: Memleket. Şehir. Yer, arz. Göğüs, sadr… MUG: Mecusî. Zerdüşt. Şaman. “Telegram’da zuhurat benzeri şeylerin, ŞAMAN ritlerinin bir nevî cihazla nakli olduğunu defaatle anlattım. Keza, SUN’İ TELEPATİ, adı üstünde SUN’İ ve kesiksiz tesir ve karşılıklı konuşmayı. Yine, tasarruf cihetinden, ŞAMAN sahte kerametleri gibi oluşunu. Bu satırları, bedenime elektrikî tesir ve lâflarla bunu telkin ve destekleme şeklinde sıkıntı içinde, karşılıklı KÖTÜ sözler söylenirken, NYMPHALAR’ın hatırlattığı bir hâdisenin benzerini yaşatma tehdidi altında yazıyorum. Hatırlayanlar hatırlar: “Gerçek hayatın aynı bir hâlette araba sürerken, birden kontrolü kaybettim, araba kullanan biri olarak söylüyorum, araba tam devrilecek şoku ile uyandım. Şimdi TELEGRAM’dan mı, yoksa havalandırma kapısından mı unuttum, biri TÜH KURTULDU dedi. Yemin billâh, kaza olsa ölmüştüm. Bunun daha hafif gerçeği, KARTAL’da kalbim üstüne vurulan bıçakla, –elbette görünmüyor!– birkaç gün fiziki tesiri ile yaşamam. Kaza veya bıçak işi; bunların gerçeği insana ne yaşatırsa, elektromanyetik dalga ile o gönderiliyor. Tehdide gelince: Kaza hatırlatılarak, beni tabanca ile vuracaklarını söylüyorlar. Şimdi hiçbir sersem, benim şuuraltımda böyle bir şey olduğunu filân söylemesin. Böyle bir şey olabilir mi? TELEGRAM altında bir insan böyle kurşunla öldürülse, elbette iz miz yok, yapılan kontrolde meselâ KALB’ten gitti. İnsan ölünce zaten kalbi durur. Siz, böyle bir vaka itiraf olmazsa nasıl anlaşılır, ondan haber verin. Şunu da ekleyeyim: “Zaten yok, ama bu bir imdat çağrısı değildir!”… DIMAR: Sonraya bırakılan vâde. Müddeti hudutsuz borç. Gizli… BERABER-Birlikte bulunan. Eşit. Bir hizada olan. Refakat: 405: NASRULLAH-Allah’ın yardımı.): 466.
Men’uş: Tabuta konulmuş. Hayırla yadedilen ölü. Yukarı kaldırılmış: 466.
Üstad: 466.
Nüütî: Gemi kaptanı. “Ruh. Vali”: 466.
Vetin: Kalb damarı. Şâh damar. Bel kemiği iliği. (DAMAR: İstidad. Huy. İnat. Kanın dolaştığı yollar. Toprağın içindeki maden filizleri, su tabakası. Mermer ve ona benzer şeylerdeki dalgalı çizgiler… DIMAR: Bir daha sahibinin eline geçmesi umulmayan mal. Sonraya bırakılan vâde. Müddeti hudutsuz borç. “Can”. Gizli… YEVMİYE: Senin gibisini dün bulamadım, yarın da bulamam!): 466.
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 466.
*
YİRMİ YIL BERABER: 716.
Takvir: Bir şeyi yuvarlak kesmek. “Teker”. (TEKVİR-Yuvarlaklaştırmak. Kıvırmak. Sarmak. Cem olmak. Başa sarık sarmak: 636: HİLV-Boş oluş. Boşluk… Aynı ebced’te olanlar… HAVEL: Mülk. Haşmet… HALACA: Helâ. Halâ. Şimdi… SALİH ERDİŞ: 635: HALİD-Sonsuz, ebedî. Daimî: HULLE-Dostluk.): 716.
HALİFE: Çadır direği: 716.
HALİFE: Gebe deve: 716.
Şehriyar: Hükümdar: 716.
Tasrah: Karınca. Bit: 716.
*
 “40 Senede de erilmez ama, biz erdik!”: 747= 1746.
İstirdaf: Beraber olmayı istemek, beraber gitmeyi istemek: 746.
İstifrad: Ayırma, tek tek yapma. Tek başına: 746.
Me’sere: Eskiden kalma güzel eser. Güzel hareket ve fiil: 746.
Hayfane: Ayakları uzun at: 746.   
*
 “Kırk senede de erilmez ama, biz erdik!”: 1107.
İstihdam: Bir hizmette kullanmak. Birçok mânâsı olan bir kelimenin her mânâsına muvafık kelime söylemek. (Said-i Nursî Hazretleri, böyle bir lûgat tertib edebilmeyi istediğini söylemiştir.): 107.
Müsevveg: Razı olunmuş, rıza gösterilmiş: 1106= 107.
Sevvam: Akreb ve yılan gibi zehirli hayvanlar: 107.
Mu-sa(y): Ustura. Bıçak: 107.
Dolunay: Bedr. Büyümüş çocuk: 107.
Gamus: Şiddetli emir. Süngü ile vurup ucunu öbür tarafından çıkarmak. “Delmek. Nüfuz etmek”: 107.
Hibla’: Yiyen, yiyici. İt, köpek. “Basiret. Feraset”: 107.
Hîs: Ürkmek. Kaçmak, firar. Kurtuluş. “Korku. Düşünce”: 108= 1107.
Ziman. (Kürtçe): Dil. “Fuzulî: Aşk imiş her ne var [ise] âlemde, ­— İlim bir kıl-ü kal imiş ancak”: 108= 1107.
*
EBU HUSAYN: Tilki. “Kalb. Gönül. Temiz. Takva”: 198.
Mıhkan: Şırınga. Tenkıye âleti. (SEYYİD Abdülhakîm Arvasî: 566= 1565: SÜRÜŞ-Cebrail. Melek… Aynı ebced’te olanlar… KAPTAN Kusto Müslüman: TENKIYE-Temizleme âleti… İSTİBKA-Devamını istemek… SENİYYE: Sarp ve yokuş yerde olan yol. “Sade”…): 198.
Menkub: Delinmiş. Oyulmuş. “HÂL edilmiş mesele”. (Abdülhakîm Koltuğu.): 198.
AYASOFYA: 199= 1198.
 
1984 ÖNCESİ VE SONRASI
 
“20 Yıl Beraber”, geriye doğru 1965’den başlar… Üstadım’ın “Yolumuz, Hâlimiz, Çaremiz” isimli konferansını, ESKİŞEHİR’de verdiği tarih: 1965= 966: PİŞHAYME-Padişah ve vezirlerin divan çadırı… Aynı ebced’te olanlar… ABDÜLHAKÎM Tahtı: 1966… Tesniye: Vasıflandırma. Arabça’da bir kelimenin iki şeye delâlet etmesi… “Seyyid Abdülhakîm Arvasi-Necib Fazıl Kısakürek” + İzzet Mirzabeyoğlu: 1983+983= 2966.
*
 “20 Yıl Beraber”, ileriye doğru: 2005: Alt başlığı “Lûgat-ı Salihun” olan FURKAN isimli eserimin çıktığı tarih… HİKÂYECİ Zeynel Abidin’in dikkatini işaretlemem, küskünlüğümü söylemekten daha uygun… Bu eserin kıymeti, onun Arabça Lûgat’tan yolladığı EBCEDİYAT kelimesinde açık-TEMEL, ASIL: 421: HÜVİYYET-Asıl. Mahiyyet. Birisinin kimliği, kökü, ne olduğu. Allah’ın VARLIK sıfatı: TECDİD-Yenileme. Yenilenme. Tazelenme… Topyekün varlık, kelimeler hâlinde LÛGAT’ta toplu; bu eser de, onun EBCED formu ve bu formda görünen benim HÜVİYETİM. Geriye doğru birikimim, bu tarih boyunca benzeri olmayan esere vücud verici olarak mevcut, ileriye doğru da bütün eserlerimde TEMEL yardımcı, ayna. Bu aynayı bana yaptıranlar malûm. Şu “tatsız, tuzsuz”, 6 Ciltlik TİLKİ GÜNLÜĞÜ’nü istifade buluşlarını, ayna gibi, aynadan ifşâ işi de bana düştü. 2005 ertesi eserlerimde görünen bir yana, hususen ESATİR VE MİTOLOJİ ve hâlen süren ÖLÜM odası böyle. Bu tarih, KARTAL Cezaevi’nde 2000-2001 yıllarında bütün şiddetiyle yaşanışının ardından, 2007’ye kadar süren ikinci şiddetin başlangıcıdır da. Eserin yayınevinden gelen ilk tashihinin ardından ikinci tashihi ben yaptım; TELEGRAM’ın linç sarhoşu icrası altında. Üstadım, bir şiirinde, “Belâ, belâ, bende yakıcı şehvet!” der… Samimi bir itiraf: Ondan yardım hiç istemedim, isteyemiyorum. Böyle bir durumda, onun gururlu bir heyecan ve tebessüm hâli canlanıyor gözümde. “Allah sana o yükü çekebildiğin için veriyor, sevinmelisin!”… Uçurumdan aşağı kakılmışlık hissini yaşadığım dönemlerde bile, onu böyle düşündüm. “Ne yardım, ne bir şey!”; kendi çilesini anlatırken, BABIALİ isimli eserinin bir yerinde, böyle bir serzeniş. Aynen; ama kontrol altında olduğumu biliyorum ve yardım diye bildiklerim o yoldan şuurum, sökülemez bir şey. Bunu sökmek için TELEGRAMCILAR, Kartal’da hususi bir mevzu yaptılar. Kendimi sol bilek ve dirsek içi eklem yerimden, bıçak ve paslı jilet ile kesmem, damarın zarını zedelememe rağmen kayması yüzünden koparamamam, hapları toptan yutmam, kendimi asma denemelerim, nihayet yanıma verilenin de benden akisle TELEGRAM’a alınacağı korkusu, benden başlayan ve bütün arkadaşlara sirayet bir sürecin zaten devamlı işlenen kurgusu, başka örgüt mensublarının benim vasıtamla zedelenmesi görüntülerinin film gibi kafamda gösterilmesi, aile yakınlarıma âit yine görüntü ve sözlü telkinlerine eşlik eden görüntü göndermeleri ve buna inandırıcı bir takım dış tertibleri, velhasıl TELEGRAM bahsinde anlattıklarım bir arada, kendimi asma kararımın icrası. Kendisini benim gibi olmaması için astığım yanımda kalan, bu iş havalandırmada oluyor, üst katta yatıyor sanıyordum, birden beni altımdan kaldırmaya çalışan oldu. Benim ısrarım üzerine, içerden bıçak almaya koştu. İpi kesmiş. Kafamı duvara çarptığımı hatırlıyorum. İkimiz de yerde. Hoş: Kafam patladıktan sonra Hastahâne’ye götürülürken, Duran’ın bana, “naz yapma, naz yapma!” diye alaylı konuşmaları, yeni kurgular. Kafama dikiş atıldıktan sonra, yanımdaki uzun zaman koğuşta olmadığında, devamlı olarak “senin kafana gelin teliyle dikiş atıldı!” diye alaylı taciz. Öyle mi değil mi diye soramıyorum, büyük ihtimâlle değil, sorsam, kimsenin işitmediği ve görmediği konuşma görüntüleri - bu meseleyi anlamıyorlar; neticede, bu safhaya gelene kadar olanlar, kimin umurunda kimin değil ayrı mesele, yine “kafayı üşüttüğüme” verilebilir. Soramadım. Kafam patladığı için Hastahâne’ye gittiğimde, kafamın  röntgenini çekecekler, Mahkeme’ye çıkarılıyorum kurgusunun devamı - etrafım hâliyle eşlik eden 40’a yakın asker, daktilo yazan hemşire bana adımı vesaire sorarken, benim için gerçek oldu. Sonra, hayır Hastahânedeyim. Röntgen cihazına 2-3 metre mesafede, “seni kadın yapacaklar, ameliyat için röntgenin çekiliyor!” telkini ve oradakilerin gözüme onların ekibi diye gösterilişi. Direnip direnmemede kararsızım. Öyle değil ümidi ve tevekkül. Röntgen çekildikten sonra, oraya toplananların arasından geçmek için yol açılırken, bilmem kapı yakınında mıydı, fakir kılıklı ihtiyarca bir kadın ve yanında kızı, “tüh Allah belânı versin ırz düşmanı!” diye, önüme yakın mesafeden bağırıyor. Sanıyorum yolu açanlardan bir sivil polisin tahriki ile oldu… Şimdi: Meğerse o gün anlattıklarımdan hiçbir şey anlamayanların bir kısmı, TELEGRAM’a tâbi tutulmuş(!)... İtibarlıya ya, karizmalarına bir artış… Anlattıklarım dün öyle silinirken, süreç içinde hayâllemelerle böyle… Bana gelince: Gerek 2005’e gelene kadar, gerekse 2005 ertesi bugüne kadar, alt başlığı “Zihin Kontrolü ve Yönlendirme” olan TELEGRAM isimli eserim, gerek onun alt yapısı SEFİNE isimli eserim, gerek BOLU’da yazdığım BERZAH ve yarı yarıya temasla geçen alt başlığı “Büyük Doğu-İBDA” olan İNSAN isimli eserim, gerek temel eser ve alt başlığı “Bir Kadın ve Bir Erkek” isimli İNSAN, derken MİTOLOJİ VE ESATİR ve asl olarak elinizdeki tefrika, o günden bugüne eserlerimde iz hâlinde gelenlerin bütününe doğru nefs muhasebemin temel sütunlarıdır… BEN KİMİM? Lokomotif, kendi hünerimle ve varlık sebebimden malzeme inşâ olunmuş, rayın üstüne konulmuştur. “Kaptan Kusto Müslüman”, bir şifre, çözülmüş ve yolculuk seyrinde bir devrin ifşâı hâlinde çözülmektedir. Bitimsiz… TELEGRAM mı? Söyledim ya; ben, zehir yese onu şifâya tahvil etme sırrını, en zehir zıkkım bir süreçten geçmiş ve “kaşarlanmış” bir hâlde geçmekte olarak gösterenim. O soydan; ve ne oluyorsa, O ve onun yüzü suyu onlardan. Galiba, NYMPHALAR’ı bile hayran edenim… Geçirdiği trafik kazasından sonra, onun fizikî ve ruhî tesirinin bunalımında muazzam bir nefs muhasebesine girişen bir adam düşünün; bu misâl bile ne… İşte TELEGRAM altında, hem onu hem bildik hayatını yaşayan adamın, müessiri dört başı mamur gösteremese bile, ESERDE MÜESSİRİ GÖRMEK neymiş anlayanlara, bunu ifşâ ediyorum. “Sözüm sened” bir mânâda mıyım değil miyim? TELEGRAM’ın varlığı hakkında, şahsiyetimi delil gösteriyorum. Bu kadar… Şu, Üstadım’ın vereceğini söylediği TAKDİM ediliş yazımın arayışından başlayan “ben kimim?” davasının, bulunduktan sonra onun üzerine bitmezliği, bu şekilde devir devir ve eserlerimi sere sere ilerleyişi malûm: Şayet KARTAL’da o cihetten ufacık bir işaret gelseydi, kendimi asıp kesmelerim olmazdı. Allah biliyor, o olanları hep kendi kabul eksikliğime yordum. Sonra ne göreyim? Meğer isbatım yolunda bir “olması gerekenmiş!”… Bunu, bir kadere tevekkül mânâsında söylemediğim belli. Elbette kader. Ama İŞÂN buyurdukları onlardan ve zaten didiklediğim nefsimi, MUHASEBE LÂVAZIMI, büsbütün hırpalamak içinmiş. Ateşte yanan adamı kıyasen anlarsın, ama can derdi “aman aman!” yanışı içinde bir de onu tefekküre alanı?
*
TARİH: 2005.
Ad: İsim: 5.
Salih Mirzabeyoğlu: 2003= 5.
Çağ: Zaman, vakit, esna, hengâm, mevsim. Yaş. Boy, kamed, tenasub, lüzumu derecede semizlik. NEFS. Bir asırlık devir. (Tımtım-Uzun boylu iri adam: 98: Zaman… Tale-Hikâye, masal. Yalan. “Dünya”… Tall: Uzun boylu… Tela: Beyin zarı… Tely: Görmek. İdrak… Tell: Söylemek. Nakletmek… Tell: Telegram. Telefon.): 1005.
İhsas: Sırrı açıklama, yayma: 1004= 5.
Bâb: Lâyık, uygun, münasib. Hayır, uğur: 5.
İdd: Büyük, acîb şey. Belâ, dahiye. Yalan. “Telegram’la şuur süzgecinden kurulmak istenen dünya”: 5.
Cebb: Hadım etmek. Devenin hörgücünü kesmek. Kökünden kesmek. “Şuurun tâbiî gıdasını, hafızasını iptal etmek işi olan Telegram”: 5.
Gaib: Göz önünde olmayan âlem: 1004= 5.
İdrab: Ekmeğin pişmesi. (Ers: Ekmek… Ers: Gözyaşı… Er’es: Kocakafa.): 5.
*
SENE: 2006.
VAV: Bir harf, ebced değeri: 6.
Dahr: Kaplumbağa. “Dehr. İnsan”: 6.
Dağ: Kızgın demirle vurulan mühür. (Üstadım’dan bir mısra: Kızgın demirle kalbin mühürlü, — Bizim köyde ara pörsümeyeni.): 1005= 6.
Gaden: Yarın. “İstikbâl”: 1005= 6.
Şerşere: Ateş üstüne koyunca cızlamak, ötmek. Yarmak. Kesmek. Mülk. Ağırlık. “Beden, nefs”: 1005: 6.
*
SENE: 2007.
EGO: Ben. Ene. “Men Ene? - BEN KİMİM?”: 1007.
EBEDD: İri gövdeli kimse. (KUNAİS-İri cüsseli kimse: 281: NAKA-İ SALİH… TIMTIM-İri Cüsseli adam: 98: HELEZON: DİMNE-Tilki: ZAMAN.): 7.
Ebed: (Güzel isimlerinden biri EL-ÂHİR olan Allah’ı kuşatamaz sonsuzluk.): 7.
Dahir: Dağbaşı. Dere, vadi: 1006= 7.
Vakz: Sıklet, ağırlık: 1006=7.
Bed’en: Başlangıçta, ilk önce, ilkin. “Vücud”: (Şahaser-Üstün değerde olan. Mucize: 8: Havat-Ses, seda… Aynı ebced’te olanlar… Beda’: Fikir ve rey. Çöle çıkmak… Ezz: Koparmak. Aldatmak. Doğruya göre eğri, doğru çizgiye göre kavis. “Rezil”… Cevv: Yer ile gök arası. Gök boşluğu. Fezâ. Kâinat. Mülk… EZEL, bâtın bilişinde zorluğundan ve ayak kaymasına - hataya sebep olduğundan, kambur, kavse benzetilmiştir ve kelime bu yüzden “zelle-yanılma, suç” kökünden türetilmiştir… Kâinat’ın, Kur’ân’da “sefillerin en sefili” diye nitelenişi malûm… ZAMAN olarak, geçmişler ve önceler mânâsına, O’nun Allah’a nisbeti, bizim zaman içinde olma nisbetimiz değildir… Güzel isimlerinden biri de EL-EVVEL olan Allah’la Eşref-i Mahlûk olan ve bütün mahlûkatı kendinde toplayan insan arasında, EZEL’den daha güzel bir tâbir de yoktur… EZELÎ ve EBEDÎ İNSAN’la, O’nun yaradılışı ve Dünya’ya indirilişi de dahil, daima Allah’ın kendi suretinden yarattığı O’nun bâtınî hakikati arasındaki fark, HAKK ve HALK olarak mahfuzdur.): 8= 1007.


Baran Dergisi 243. Sayı