MATLA’ Beyit: Başıma ol hüma benim salmadı sâye n’eyleyim / Bilmedi kadr-i zülfünü verdi Havâya n’eyleyim — (Şeyh Gâlib)

*

MATLA’ Beyt’in Birinci Mısraı — “Başıma o hüma kuşu salmadı gölge n’eyleyim?”: 914: KAZİYE-Hüküm. Bir hükmü ifâde eden kelâm. Fikir. Karar. İfâde. Hüküm-et. “Adlî”… Farsça, FÂ’A-İlgi duydu. Gölgesi yayıldı. Öfkesini, farkedişini bastırdı. Döndü. (Şeyh Gâlib’in mısraında bir ânda teğet geçen bir ilhâm ve “kut”un “tüh be!” dercesine serzenişi varsa da, şâhid olduğu “olağanüstülük”ü ifâdesi de bunu çok yakıcı kılmıyor… İngilizce, Shadow: Gölge. Karanlık. Hüzün. İz, eser. Ayrılmaz arkadaş. Himâye. Ruh… Tîn: Ruh… Romence, Tîne: Çocuk… Romence, Prunc: Çocuk… Birinc: Pirinç. Birinci… Gölge, asılla vardır, bu bakımdan da asla bağlı fikrini kuvvetlendirir… Nasıl ki, Allah’ın sıfatları, Zatı’nın gölgeleridir; aslın gölgeye gölgeden yakın olması hikmetiyle, Allah’ın Zâtı, sıfatlarına onlardan yakındır. Aynı şekilde, Allah’ın sıfatları fiillerine, onların sıfat gölgesi olması husebiyle, onlardan daha yakındır. Allah’ın fiillerinin gölgesi olan âlemlerdeki iş ve fiillere de, Allah’ın fiilleri kendilerinden daha yakın… “Herşeyin Allah’ın vechine karşı helâk oluşu”; herşeyin aslına dönücü olması… Matla’ Beyt’in birinci mısraı ile aynı ebcedde olan, Mazaci’-Kabirler. Mezarlar: 914: İstintac-Netice almak. Netice çıkarmak… Selil: Netice. Yeni doğmuş erkek çocuk. Büyük geniş dere… Tıb’: Nehir… Tıbb’: Gölge… İspanyolca, Sabiduria: Hikmet. Akıllılık. Akıl. Dirayet. Âlimlik. Hakîm… Sabiduria: Çocuk hayatı. Kök. Ömür… Sabido: Bilgili. Hakîm. “Sabit, doğruluğu isbat edilmiş olan”… Duri: Irak, uzak. Kök. Asıl… Topyekün Kâinat baştan sona topyekün varlık ve oluşlarıyla, bir kitabın, Kur’ân’ın gerçekleşmesidir; insan, onun muradını kestirebildiği kadar amellerinin doğruluğuyla, “duygu, düşünce ve iradî” faaliyetleriyle, “Allah’tan geldik, yine O’na dönüyoruz” şuuru bir gölge-de… HAKÎM, “herşeyi yerli yerince eden” Allah’ın bir ismi ve sıfatı; malûm, bu isim ve sıfat, başta Allah Sevgilisi’nde… HAKÎM vasfı, kökleri Allah ve Resûlü ile İslâm Büyüklerinde, ÇOCUK hikmetini haiz ve bahsettiğimiz asla dönük BÜYÜK Doğu’ya “Murad edilenin GÖLGESİ kabul edilebilirsek burdayız!” diye daha ilk sayıda –1975– ilânda bulunan GÖLGE dergisi… YEVMİYE: “Gölge dergisinden elinde bir takım bulunsun!”… Gölgeler: 308: Arvasî… Bedraka-Mürşid. Allah yolu. Delil, kılavuz: 308: Ezrak-Gök renkli, mâvi. Saf ve temiz su): 181: FİAL-Fiiller, yapılan işler… KAF-Bir harf. Ufuk. Bir dağ ismi. (Kaf harfi, Allah’ın “Muhit” ismine “Arş” mertebesine işaret eder. Kürsî, onun altında bir sema tabakası): 181: FAİL-İş yapan. Fiil işleyen… NAKIL-İleten, taşıyan, aktaran, nakleden. İşittiğini anlatan. Tercüme eden: 181: KUSTO… SÂYE-Gölge. Himaye, yardım: 76: AYİNE-Ayna. Mir’at… KEVN-Hudus. Varlık, var olmak. Vücud, âlem, kâinat. Mevcudat: 76: GUN-Tarz, gidiş, sıfat. Renk… SÜBBUH-Tesbih edilen Allah: 76: ABD-Kul, insan. Hizmetçi. (Bir ismi Abdullah olan Allah Sevgilisi hatırda)… SAHABE-Tek bulut: 76: AHENK… SİYAH: 76: SEPİD-Ak, beyaz… CEVN-Siyah. Beyaz: 59: MEHDÎ-Hidayete eren. Hidayete vesile olan… SA’Y-Çalışma. Gayret. Hızlı yürüme. Cüret etme. Ziyaret etme: 140: SAY’-Suyun akması… SAYE-Koyun yatağı. Zenginlik. Nişân için dikilen taş. Yolun tanınması için bir yere yığıp höyük yapılan taş: 516: MÜBTEDİ’-Yeni birşey icâd eden. Bedi’a çıkaran. İhya eden… HÜMÂ-Kafdağı’nda ve daima karlık bölgede yaşadığına inanılan efsanevî bir kuş. “Meser: Sevinç, saadet… Meser: Soğuk”. Boz renkli, kanatları zümrüt yeşili, gölgesi bir kimsenin üzerine düşünce saadete nail olunacağına inanılan, devlet kuşu. Divan edebiyatımızda, mecazî olarak kullanıldığını söylemeye ne hacet: 46: HÜMA-İki kişiye işaret eder. (Hakk’ın Hak üzere kimliği mikyas, Allah ve ihsan ettiği. Sonra…)

*

MATLA’ Beyt’in İkinci Mısraı — “Bilmedi zülfünün kadrini verdi havâya n’eyleyim!”: 974: İBTİAS-Gönderme, ba’s etme. (He harfi, Allah’ın “Bais-Elçi gönderen” ismine ve LEVH-İ Mahfuza işaret eder… Levh-i Mahfuz, “Kitab ve Kur’ân” da demek… He harfinin en büyük ebcedi: 705: Habnâme-Rüyâ kitabı. “Kuşatan hayâl hatırda”… Fikir Kahramanı: 706: Aktör-Temsil eden, oynayan, yapan… Hava’-Hâli olmak, boş olmak. Düşmek: 608: Rütub-Sâbit olmak, kaim olmak, devamlılık… Tahakkuk-Bir şeyin doğruluğunun meydana çıkması. Gerçekleşmek. Delille isbat edilmek: 608: Müstehak-Hak eden, hak etmiş. Kendisi kazanmış… Yevmiye: “Bazı teferruat vardır ki, aslı gösterir. Bu, sinema rejisörlerine kadar bilinir. Bir el düşer böyle, kim olduğunu görmesen de sahibini tanırsın!”… Hava ve su, şekil veren, ama kendi şekil olmayan hebadandır; HEBA, Allah’ın “El-Ahir” ismine de işaret eden HA harfinin mertebesi… Ahir: Sonra, istikbâl… Heba: Kuşatan, nüfuz eden. Açlık. Boşluk. Sureti kabul eden… Hava: Dünyayı çeviren atmosfer. Yer ile gök arası. Hafif yel. “Rih, yel, ruh, galebe, rahmet, devlet, saadet. Güzel koku”… Serçeşme-Çeşme başı. Pîr. Baş: 608: Baharet-Galib olmak)… MAZALLE-Gölgelik: 975= 1974: İSTİHDAS-Bir şeyi sonradan ve yeniden elde etmek. (Levh-i Mahfuz’da, bütün insanlığın kaderi gibi kaderimiz onda bir sabitin bir ân tecellisinde yüz gösteren saadet işaretini, kutu, Şeyh Gâlib’in mânâ tâcını yakaladığı muhakkak. Muhakkak olan bir şey de, onda tecelli etmeseydi, nasiblisi görünene ve göründükten sonra da o “kuşatan”da. “Bir şeyi sonradan ve yeniden elde etmek” tâbiri ile GÖLGE bir arada, Üstadım’ın işaretleriyle onu kaç kez yeniden elde ettiğim de ortada; Gölge’yi!)

*

MATLA’ Beyt’in Toplam Ebcedi: 1888: FAZAH-Boz renkli olmak. (Açık toprak rengi. Kül rengi. Hüma kuşunun rengi. Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin tercih ettiği renk!)… HARFECE-Güzel gıda. (İngilizce, Gustate: Tadılmış. Duyulmuş. Denenmiş. Tadı çıkarılmış. Doya doya yenilmiş… Fransızca, Guut: Tad. Lezzet. İştah. Düşünce. Kam. Zevk. Takdir. Kabiliyet. Tarz. Üslûb… Mi’de: İnsan ve hayvanlarda gıdanın toplanarak sindirildiği yer, torba. Karın. Batn: 124: Adn-Vatan tutmak. Cennette bir makam ismi. “Aden, sahil. Adin, Cuma veya Bayram günü”… Yevmiye: “Maydanoz, mide nüvazdan gelir!”… Mide-nüvaz: Mide okşayan… Allah’ın “Rabb” ismi, bütün makamlarda “rızık veren ve terbiye eden” olarak geçer. Gıda nasıl hiçbir parçası bâki kalmamak üzere sindirildikten sonra bütün vücuda dağılırsa, Allah’ın “ifrad hâlde aşık” hikmetinin kendisinde tecelli ettiği İBRAHİM Aleyhisselâm da bütün makamların kendisinde geçmesi olmakla, Allah’ın RABB ismi tasarrufundadır. HALİL ismi İBRAHİM Aleyhisselâm’da sabit olunca, “Allah dostu ve Allah’tan gayrına müstağni-ihtiyaçsız” bu Peygamber, halka ziyafet çekmeyi adet edindi… Allah’ın El-Bâtın ismi, “Küllî Tabiat” mertebesi; SE harfi işaret ettiği Allah’ın Er-Rezzak ismi de “Bitkiler” mertebesi ile ilgili… SE harfi, Da’va Cetveli’nde Allah’ın “Sabit” ismine işaret ediyor… Batn: Mide. İç-yüz. Soy, nesil… Karın bölgesi, vücudun merkez kümeleri yeridir; bütün hasse organları sinir sistemi hâlinde vücuda yayılmış olarak merkezi beyinde toplu olduğu gibi, kalbi etkileyene “ruh” diyoruz, bütün sinir sistemine yayılmış olarak tesirlerinden anlaşılırken, hemen bütün kültürlerde karın bölgesi şuurua nisbetle ondan evvel hareket ederek faaliyete sebeb olandır; şuur dışı… Rac: Mide… Ra’c: Şimşeklerin birbiri ardınca çakmaları. “Bir, şimşek çakması. Birr, gönül”… Raci: Rica eden. Aç. Boşluk… Raci: Geri dönen. Dair, aid, alâkası olan, dokunur olan. Niyaz eden… Mide’nin çoğulu, Miad: Vadedilen gelecek zaman veya yer. Müsaade edilen zaman. Kıyamet. Vaad. Müddet… Romence, Reca: Soğuk… Romence, Rece: Soğuk. Duyu organlarıyla idrak edilemez olan… Romence, Rac: Istakoz. Yengeç… Piç-pa: Yengeç… Piç-a-piç: Karmakarışık, pek dolaşık, kıvrım kıvrım. Bulut. Aslına benzemeyen. Nur-bat… Romence, Creier: Beyin, dimağ. Kan… Romence, Creion: Kalem. “Akıl”… Akıl, içyüz sıfatlarını ruhtan alır; aklın iliği kalb’tir, kalbin ruha nisbet işi faaliyetleri. Akılda, düşünce zâhir olur. Ruhî sorar, akıl bulur, bulucu akla ruhî şâhid olur… Fransızca, Cesure: Şiirde durak, durulan yer, vezinde karar kılınan yer… “Şiir idrakı” bahsi içinde düşünürseniz, idrakın kesintisiz akışı içinde “dır ve tır”lara yerinde karar verebilmenin bir cesaret ölçüsü olduğunu sezersiniz; zann, tecridte teşhis.): 888: İFAZA-Bereketlendirmek. Bol bol dağıtmak ve akıtmak. Taşıp yayılmak. Feyz vermek. (Farsça, Faz: Feyz. Öldü… İngilizce, Phase: Faz. Safha… İngilizce, Faze: Telaşlandırmak. Safha. “Okunuşu feyz”… Fransızca, Phuse: Faz. Uyum içinde olma. Safha… Faz: Voltaj. Gerilim. Safha. Elektrik üreten… Feyz: Ölmek. Bolluk, bereket. İlim, irfan. Mübareklik. Çok akar su. İçindeki düşüncesini izhar etmek… Farsça, Fazî: Feza ile ilgili. Semaî… Sad harfi, Allah’ın “ölümü yaratan, ölümü veren, helâk eden” anlamına gelen El-Mümit ismi ile ilgili ve kalbte mertebesi Toprak’tır… Sad’ın ebced değeri: 90: Da’va cetvelinde Allah’ın “Malik” ismine işaret eden Mim harfinin sayı değeri… Sad: Göz ağrısı… Sa’d: Kutlu, uğur getiren… Sad’: Yarılmak. Yarmak. Delmek. Göstermek, izhar etmek. Beyan ve meyl etmek… Sad: Bakır.)… EFDAH-Çok rezil, daha rezil. (Bürt: Zelil. Nebat şekeri. Balta… Ezel, “zelil” kökünden… Faal: Balta sapı. Kerem… Teber: Balta… Teberrî: Temiz olma… Bürud: Soğuk… Romence, Rasca: Sarhoş. Soğuk… Rasca, maddî nesne olarak, “ucuz, beş para etmez”… Temel renkler, Kırmızı, Mavi ve Sarı… Mavi, soğuk; ve kırmızı sıcak renk): 889: TEFATUH-Muhakeme olmak. Bir nesneye başlamak. (Fransızca, Sentence: Hikmet. Vecize. Hâkim kararı. Hakem kararı. “Hekim kararı”… Hemze, Allah’ın El-Bedi’ ismine ve “İlk Akıl” mertebesine işaret eder!)

*

ABDÜLKADİR Geylanî Hazretleri’ne âit bir hâdise… Uzun bir riyazette; yâni, nefs tezkiyesinde “açlığın beslenmesi” şeklinde çok az bir gıda ile yetinmek ve tefekkür ve ibadet içinde bulunmakta. Abdülkadir Geylanî Hazretleri gibi veli tabiatler için riyazet hususunda verilen bu izâh çok basitleştirici olsa da, yararlıdır… Evet; Ve nefsinin bir köpek şeklinde ağzından çıkıp bir köşedeki yemek artıklarına doğru süründüğünü görüyor ve haykırıyor: “İyi ettin de içimden çıktın! Seni bir daha içime almayacağım!”… Hitab geliyor: “Onu içine al! Biz seni onunla seviyoruz!”… Açlık, Allah’ın kendisine ihtiyaç için yaratıldı; insan için rahmet. Beden açlığı, o açlığa aslolarak böyle bağlı ve ibadet için yaratılan insana bu cümleden, sabır, şükür ve bütün ibadetlerini yapabilmesi için gerekli unsur… LAS: Köpek, kelb. Adi ipek. Dişi hayvan. “Basiret. İç-güdü. İnsiyak, cinnî sevk. Bir cezbedenle çekilen. Ardı sıra gidilen”… FOAME: Açlık. Arzu. Hırs… LASS: Hırsız… Hırsız’ın kural dışılığı, aklî kategorilerin önünden giden bir sezgiye mecaz… Saye-sin’de: “Ruh ve beden” birliğindeki bir ikilik olarak görülen insiyak, İnsan’da bir gölge, bir sıfat olarak Ruh’a nisbetle görünürken, “nüv’-açlık” ve “nüve-çekirdek, asıl, menba” mânâları çerçevesinde tam da “âlemde iyi veya kötüyü seçme” memuriyetinde olan nefse hizmet edici bir kuvve… İnsiyak, mücerret olarak iyi veya kötü değil, hizmet ettiği gayeye göre değerlenendir; gaye, bir irade işi… Bir insanın takvaya ermesi şartlarında aslı İslâm olmak üzere iyi ve kötü karışık yaratılmış âlemde o, asla bakan yapıp ettiriciliği kadar hakikati kuşatanda olan bir canlılık hareketidir; Bâtın’da, Berzah âleminde.

*

TEMEL Renkler: Kırmızı, mavi, sarı… Yeşil: Mavi ve sarı… Turuncu: Kırmızı ve sarı… Lacivert, mor: Mavi ve kırmızı… Kahverengi: Kırmızı, sarı, mavi… İnsan Bedeni’ne işlemiş ve onu çevreleyen yüksek elektrik yüklü muhite “Aura” denir… İnsanın enerji alanı, insan hayatının derinlikleriyle alemşümûl enerjiyi bir araya getiren bir vakıadır. Bir saye-sin’de olarak fizikî gövdeyi çevreleyen ve ışıklı yapı gösteren “aura”, alemşümul enerjinin insan vücuduna bağlı bir parçasıdır. İnsanın enerji alanının, maddi ve var olan cisimler üzerinde düzenleyici bir etki yaptığı, üç buudtan daha yüksek bir noktada olduğu düşünülür… İNSAN’da başka insanlarla uzaktan irtibat kurmayı sağlayan bir enerji kaynağı… Aura’nın “şakra” denilen bir enerji merkezi, bir girdab, enerji-hareket sağlayan bir merkez olduğu… Kök şakrası: Omurilikte, kuyruk sokumunda yer alır. Rengi kırmızıdır… HARA: Göbekte hafif solda yer alır. Rengi turuncu… Karın şakrası: Mideyle omurga arasındaki boşlukta yer alır. Rengi sarı… Kalb şakrası: Kalb bölgesinde yer alır. Rengi yeşil… Boğaz şakrası: Boğaz hizasında yer alır. Rengi mavi… Alın şakrası: Kaşlar arasında yer alır. Rengi lâcivert… Taç şakrası: Başın en üstündeki bölgesinde yer alır. Rengi mor… Şimdi: Işık, en basit tarifiyle, şekli ve rengi oluşturan bir tür elektromanyetik enerjidir. Güneş tarafından çeşitli dalga boylarında üretilen bu enerji, nesnelerden yansıyıp gözümüz tarafından idrak edildiğinde ışığı görmüş oluruz. Aslında çevremizde bulunan ve görebildiğimiz her şey ışığın yansımasıdır. Düşük frekanstaki ışıklar kırmızı, yüksek frekanstaki ışık dalgaları ise mor renk olarak tanımlanırlar. Işık, bir cisme çarpıp da yansıma yapana kadar, göze hiç görünmez. Işık ışınlarının birbirleriyle karışması, emilmesi ve yansımasının değişik hız ve yoğunluklarda olması, her nesnenin molekül yapısına ve içindeki boya maddesine bağlıdır… Mevzu renk ve mevzu bedende renk enerjisinin tesiri-tıbb… Renlerin insan gözü ile idrakı ve diğer canlılardaki görme ve görmeme ile, görenler arasındaki farkını, onun enerji şeklindeki idrak ve görmeyenleri de kapsayan bu tarafını birbirinden ayırmak gerek… İNSAN’dan ve görme ile ilgisinden başlayalım: “Bir şeyin görünmesi için, onu gören, görünen şey ve ışık unsuru lâzım!”… Görme hâdisesi, insan yönünden gözün saydam tabakasının o şeye mutabık hazır olması, görünen şey bakımından da eş zamanlı durmasıdır; kader sırrı zâhir olması… Karanlıkta herşey birdir; görülmez… Işığın her cismin kimyevî yapısında –ona mahsus yapısında– yansıması ise ayrı ayrı; burada dikkat edilmesi gereken husus, gözden görünene ve görünenden göze bir gelen giden olmamasıdır… Rüyâ görüyoruz: Gözlerimiz kapalı, hâliyle rüyâ ya, “mekân ve zaman” yok ama, “rüyâda geniş bir evdeyim, kırmızı bir koltuk var ve biri bana yarın gelmemi” söylüyor. Bu misâlde, rengin bir sıfat olarak durumu anlaşılıyor. Açık gözle görmeye gelince, “ihsaslar organlara kendinden birşey yollamadan, görme idrakı gerçekleşmez!”… TELEGRAM’ın isbatı hususunda da, bizzat rüyâdaki konuşmayı misâl alıyorum: “Benim rüyâ gördüğüm sırada benimle konuşanı ve konuşulanı, yanımdaki uyanık bir kimse duymuyor diye, ben duymamış oluyor muyum? Bunun isbatı, ancak aynen zuhur ile olabileceğine ve zuhur etse bile, tezahürlerinden anlama diye bir anlayış sahibi yoksa?”… TELEGRAM’da bire bir görüntü yollamayı “sun’i rüyâ”ya benzetsem ve karşılıklı konuşmanın sesli sessiz - zihinden alma ve vermesini de o konuşmaya benzetsem? Hislerin zâhirimde ve duygulaşarak zihnimdeki tesirini de “sun’i telepati” ve ihsaslarıma mukabil düşünce vesaire? Harhâlde isbat diye elektromanyetik dalgayı, “işte bu o, bana da bunu yapıyorlar” diye elimle tutacak hâlim yok… Böyle konuşmaya başlarsam, söyleyeceğim çok ama!.. Şakralar bahsine gelince: Bahsi geçen renklerle ifâdelendirilen insanî enerjiler, çeşitli kültürlerde ve değişik isimlerle tıb ve haberleşmede kullanılırken, hiss-i müşterek hâlinde düşünce ve hissin bir yoğunlaşması ile karşıya iletilmesidir ki, insanın bütün uzuvlarına hâkimiyeti hüneri neticesidir. Bizim “şamanları” örnek göstererek, onların kendi maddî enerjileriyle gerçekleştirdiklerinin bugün teknoloji yoluyla yapıldığını söylememiz hatırlanmalıdır. Bugün onların sadece karikatür tipleri varsa var.


Baran Dergisi 309. Sayı