LEVHA: 15 Mart 1986… 40 yaşlarında çingene bir kadın şarkıcı, evinin sokağa bakan küçük bahçesinde bana, güftesi benim için yazılmış bir şarkıyı okuduğunu söylüyor… Ve güftenin sözlerini okuyor… O şarkıyı başkaları da okuyormuş… Sonra bir grup kadın-erkek, beni düğün-balo gibi bir eğlenceye götürüyorlar… Yolda bir genç kadınla genç erkek, bana nasıl dans edileceğini gösteriyorlar… "Kolay! İdare ederiz!" diyorum ve o figürleri yapabileceğimi söylüyorum!
*
GÜFT-Dedi, söyledi. Söz, kelâm. (Kul kelâmı, harf, lâfız, ses ve zaman aralıkları ihtiva etmesiyle, Allah  kelâmına benzemez, aslına benzemez; bir şeyin aslına benzemezliği de, iyi veya kötü olmasıdır ki, ona nisbetle ZANN keyfiyetine girer. Zann, aslına nisbetle ARİZÎ, insan da Allah'ın kulu olmakla durumu bu, nasıl "doğmaz ve doğurmaz" Allah'a nisbetle "piç-a-piç", kelâmı da öyle; İmâm-ı Rabbanî Hazretleri, Allah'la kulu arasında hiçbir "benzerlik, tecelli, nisbet, alâka kurulamayacağını" söylerken kasıd budur. Zaruret icabı kullanılan kelimelerden kıyasla kuru mantıkla çelişki bulmaya çıkmadan önce, anlatılan meseleyi kavramak lâzım; meselâ "ses başka, renk başka" dedikten sonra, "sesin rengi" diye bir ifâde kullanmak gibi - buna dikkat. Allah'ın insanı kendi marifetine erişmesi için yarattığını Peygamber ağzından beyanının, onun "Allah olması" mânâsına gelmemesi ve insanın kul haddi içinde marifetinin de yine O'nun vergisi ile gerçekleşmesi, ZANN keyfiyetini bozmaz. "Yere göğe sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım!"; başta Allah Sevgilisi, "mümin kulun kalbinden" bahis, Allah'ın insanın bâtınını kendi bilinmez Zâtî sıfatlarından "kendi sureti üzere yaratması" hikmeti, mutlak meçhul olması, Velâyet mertebesinden itibaren diye anlaşılırsa, Mürşidi Allah olan Allah Sevgilisi'nin "Kur'an'ı O'ndan öğrendikten - Kur'ân ahlâkı ile ahlâklandıktan" sonra, bunun bir olmuş-bitmiş iş bilinmemesi esas… Allah Sevgilisi hakkında, "Kul plânında mutlak O, kul plânında mutlak kelâm O'nun" diyoruz; O Allah'ın İNSAN'dan muradı, -insan O- olmakla, kul olmaktan çıkıyor değil. Allah'ın mutlak hıfzında ve kelâmı da mutlak doğru olmakla beraber, "kul-zann'dan kasdımız" dışında değil; ki Zann'ın bu mertesi, söylediklerimizi tekrarlamaya lüzum yok, Allah'ın kelâm sıfatıyla vahyettiklerinin O'nun ağzından dökülesiye yarattığı İNSAN… Üzerinde durduğumuz husus, zâhir kelâmından, Allah'tan sessiz ve savtsız dinleme yolunda olanların ağzından dökülenlere bakışımız bakımından mühim; ve kelimelere ayak takımı idraksizliği içinde daim edeb dışı bakılmaması için… ZANNI "Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanmış" velinin Allah ve Resûlü "Arizî-sunum"u hâline kadar böylece belirttikten sonra, ne kadar alelâde ve saçmasapana kadar düştüğünü misâllendirmeye gerek yok): 500: SAHABET-Sahib olma. Sahib çıkma. Sohbetinde bulunmuş olma. Yardım etmek, korumak, sahib çıkmak. (Bütün bu vasıfların aslı, sahabî ahlâkında… SAHABE-Tek bulut: 76: AHENK-Düzgün tarz ve gidiş. Seslerden müteşekkil hoş bir suret meydana getirme mânâsında onların uyumu ki, mecazî mânâda "nizâm ve uyum"… M-Oğul: Allah Sevgilisi ve ümmeti: 76: Saye-Gölge. Himaye, arka çıkma. Yardım)… MAHZUMOĞULLARI-(Sahabî Halid bin Velid Hazretleri'nin mensub olduğu bu Kureyş kolu, Sahabî'nin Allah Sevgilisi'nin zâhirini göstermesi ve "zâhir"in Allah'ın "Zahir" isminin "zâhir"inin genel olarak mânâsını tevafuklarında işaretlemek için bir temsilci): 945: MÜŞTEHİR-İştihar eden. Şöhretli. Şöhret bulan. (Şehr-Bir şeyi izhar etmek. Teşhir etmek: 505: Erdiş. "İnsan"… Şehir: Zâhir olmuş. Allah Sevgilisi'nin, bütün âlemlerce idrak edilen mânâsında bir ismi… Gayn harfi, Allah'ın "Zâhir" ismine ve kalbte "Küllî Cisim" mertebesine işaret eder)… MÜŞTEHİRE-Müştehir kelimesinin müennesi, nefste: 950: ZANN-Sezgi, sezgi eseri. İzafî, izafetle ilgili. Mutlak'a nisbetle… VAKT-Yağmur suyunun toplandığı çukur. (Yağmur suyu: Rahmet. Nur. Hayat. İlim. Hakikat… Şîr ü şeker: Aslan-darri'nin "huş-nefs" ile birlikte bir terkib ifâdesi diye alınabilir bu ifâde, aslı İslâm olan dünyada iyi ve kötünün karışımında onu bulmak diye düşünülürse, "şarab-ruh"ta "ateş ve suyun imtizacı" gibi bir birlikteliği gösterir): 506= 1505: MUVATTIN-Vatan edinme. Vatan eylemiş. Vatan eyleyen. (Nefs neye yönelirse yönelsin, bilerek bilmeyerek "Arş üstü emirler âlemi"ndeki vatanına hasretin eylemindedir. Bu, misâlde, kadının erkekte aslî vatanına hasreti icâbı meyline benzer)… NAKŞ-BEND: 506= 1505: GÜFTE-Söyleniş. Söylenmiş. Bir musikî eserinin sözleri. (Üstadım'dan bir mısra: Nerde bizim şarkımız, nerde öbür şarkılar!)
*
ÇİNGENE kadın şarkıcı: (Çeng: El. Pençe. Eğri büğrü, piç-a-piç. Bir saz çeşidi… Dest: El, yed. Kudret, kuvvet, fayda, yardım, galebe. Düstur. Tasallut, darrî. İkmâl. Âlî makam. Demet. Tutam… Ene: Ben. Birinci şahıs zamiri… Kadın: Kabul edici insan nefsi… Zen-Kadın: 57: Mevcub-Kendisine birşey vacib kılınmış, zorunlu edilmiş… Kürtçe, "van"-Onlar: 57: Nüvaht-Çalgı çalanlar… Nüvah-t: Nüvah-Ölü için sesli ağlama. "Halid bin Velid Hazretleri vefat ettiğinde kadınların ağlaşmaları üzerine, Hazret-i Ömer: Bırakın onları Ebu Süleyman'a ağlasınlar!"… Te harfi, Da'va Cetveli'nde Allah'ın "Tevvab-Tövbeleri kabul eden", Muhyiddin-i Arabî Hazretleri'ne göre de "Kabz-Kabzeden, tutan" ismine ve "esîr" mertebesine işaret eder: Tutulan, yapışmış.)
*
ŞARK-Doğu. Yarma. Parıldamak. (Haver: Doğu, şark… Haver: İhtiyaç duyan. Yumuşak çukur yer. Denize suyun akıp döküldüğü yer. İlme ruh… Haver: Gözün beyazının çok beyaz ve karasının çok kara olması. "Allah katında bakan bir göz olan insanın idrakinin, kabul edici nefs ve zann hükmünde - hep tekâmül eden oluşu anlaşılıyor!"… Haveran: Doğu ve batı. "Gündüz ve gece"… Havâre: Yiyecek, yiyenin kemirdiği): 600: MÜSENNA-İkili. Kat kat olan. İki noktalı olan. İki bölümden meydana gelen. "Vahîd ve Vâhid, Allah ve Allah'ın kulu, Allah ve Allah Sevgilisi; Kur'ân'ın, kul kelâmı üzerine nâzil olmuş Allah kelâmı oluşunu hatırla". Kur'ân'ın iki defa nâzil olan ilk Sûresi, Fatiha… ŞARKÎ-Şarkla ilgili. Şarka dair. Şark musikisinde, güfte ve beste uyumlu bir tür. (Muzik: Sıkan… Nüfuz edici olarak, sevilen ve sevilmeyen bir sunumdur müzik; değerli veya değersiz tertible, sun'i ahenk… Ses işaretleri, yâni harfle işaretlenenin sesle işaretleneni mevkiindeki notaların taşıdığı ses, "yalın, saf, karışım olmayan" mânâsında "vahşî-yalnız"dır; Do, re, mi, fa, sol, lâ, si… "Yırtıcı hayvan" mânâsındaki "Fovizm" akımında, renklerin "çiğ-asıl" olarak dış dünyanın uyaranlarına bir "tepki-refleks" diye kullanılmasını hatırlayınız; iradî denetimsizlik iddiasında… Oysa "kullanılan" renkler, "hayat" iradesi şeklinde, yine renkleri tanıyan bir iradeye tercüman; böyle bir resim kararı, zaten iradî… "Hayat iradesi"nin her canlı türünde değişik olduğu malûm; İnsanda denetim ve seçim yapan "irade-vâli", "refleks-tepki"lere sızsın sızmasın, neticede "eylem-aksiyon-yapmak-oyun" eseri, iradenin nevilerinden önce İNSAN'ı tarif eden; İnsan'ın yokluktan varlığa çıkışında, Allah'ın "Kün-Ol" emrini işitmesi, buna kudreti ve olması, kudretinde ona mahsus bir husus - "İnsan" olmasındandır. Bu kudret, diğer canlılardan farklı, doğumunda ona üflenen "ruhu-seçim yapabilme iradesi"ni taşıyabilecek istidadıdır… Musikide notaların belirttiği mahiyeti, müntehasında "ateş" ve "suyun" imtizacı ruh bahsine bağlayarak, her çeşit musikinin ahengini ona yaklaştığı nisbette kıymete değer görüyoruz.): 610: İÇTİHAR-Aşikâr olma… KUREYŞ-Allah'ın Sevgilisi'nin Haşimî  kolundan olması sebebiyle hemen akla gelen boyların toplamı: (Türk: 620: Kürt): 610: MÜMESSİL-Aktör. Benzeten. Rol temsil eden, oynayan. Bir şahsı veya şahs-ı mâneviyi temsil eden. Kitab bastıran. Kumandan. (Mükatib: Mektub yazan. Cazz-kat. Nefs. Nesir, manzum. Münşeat-alt başlığı "Önsöz-Bayramlık" olan eserimi hatırlayınız… LEVHA: 3 Mayıs 1991… Elimde "Mektubat" isimli ve alt başlığı "Bayramlık" olan kalın bir kitab var. Benim eserim ve onun ikinci baskısı imiş!)… MÜKATEBETE-Yazışma. Mektublaşma. Azad edilmesi bazı şartlara bağlı köle. (Bizim için hürriyet, hakikatin hakikati üzerinde bilgilenme olduğuna göre, İslâm'a bağlandıktan sonra şartları içinde tekâmül süreci kölelikten kurtuluş ve hürriyettir. Teslim ol ve hür ol!): 869: MEKTUBAT-İmâm-ı Rabbanî Hazretleri'nin baş eseri… Aynı ebcedle, "Necib Fazıl Kısakürek-Salih Mirzabeyoğlu".

ŞERARE (FİKİR KAHRAMANI)

YEVMİYE: (21 Mayıs 1983): Bir eczahânede, her biri 50 gramlık bambaşka ilâçlar taşıyan şişeler arasında biricik vahdet noktası nasıl sadece 50 gramlık kemmiyet ölçüsünden ibaret kalıyorsa… (Havan dibinde cevher.)
*
ZÂT-I hâlime TALİH, bir MATLA' beyit: Olunca dane-i eşkim habab-ı âlem-i âb / Şerâre hirmenin etdim harâb-ı âlem-i âb -(Şeyh Gâlib)… Nur âleminin âb-süvarı (Rahman Sûresi 19-20 ve Furkan Sûresi 53. âyetleri) köpüklerinden gözyaşı daneleri (tohum ve çekirdekleri) olunca, (tıpkı olukta olgulaşan damla misâli, şekil ve muhteva) - ŞERARE (Yangı. Kıvılcım. Fıskiye) harmanı ettim, su âlemi üzüm asmasının mahrum yeşil güzelliğine. (Harab: Perişan. "Har'ab, yeşil üzüm çubuğu, genç ve güzel kadın". Rez: Üzüm asması)… Tam da Üstadım'ın hâli ve mücadelesine yakışan!
*
OLUNCA: 65: NECİB… DANE-İ Eşkim: 422: TAVATU'-Muvafık olmak, uygun. "Meydana okumak. Meydan okumak"… DÜPİŞK. (Kürtçe)-Akreb. "Yakınlık": 422: KÜTÜB-Kitablar… HABAB-I Âlem-i Âb: 147: KAİME-Birinin yerine geçme. Uzun kağıda yazılı ferman… ŞERARE-(Elektrikte artı ve eksi kutublar arasında birbirine yakınlık veya temastan doğan kıvılcım… Şerar-İnsanın yüzüne çarpan ses. Yankı: 701: Fikret… Aynı ebcedle Âl-i Osmanî: Osmanlı… Al-i Osmanlı: 732: Abdülhakîm Koltuğu): 706: FİKİR Kahramanı… AKTÖR-Oyuncu. Oynayan. Eylemek'ten, "eyleyen". Eylemci. Aksiyoncu. Benzer: 706: VARİS-Mirasçı. Halef. Çocuk. (Allah'ın 99 güzel isminden biri, El-Varis: Herşeyin kendisine rücu ettiği, döndüğü)… HARAB-I Âlem-i Âb: 947: HİKMET Üçışık. (Hikmet, üç ışık)… ENES Bin Malik. (Bu sahabî, Ensardan ve Sahabîlerin büyüklerinden olup, Hicret'in başından itibaren 10 sene Allah Sevgilisi'nin hizmetinde bulunmuş; 2630 Hadîs rivayet etmiş ve Hicri 92-94 senelerinde Basra'da vefat etmiştir. En son Sahabî, 100 yaşında vefat eden.): 355= 1354: MAHZUMOĞULLARI-(Halid bin Velid Hazretleri'nin mensubu olduğu Kureyş'in bir kabilesi)… FER'A-Bit. Zirve. Nokta: 355: AREFE-Kurban Bayramı'ndan bir önceki gün. (Bedene: Kurbanlık nefs.)
*
HAZRET-İ Ali: "Nur ve Duhan Sûreleri, çocukların oyunudur!"… BÜRD-Bilmece. Oyun. Hile. Mekr. Eyleme, yapma. Temsil. Arama. Aranma: 206: BİRD-İngilizce'de kuş. (Tayir: Kuş, Uçmak. Çabuk yürümek… Ta'yir: Kabahati yüze vurarak utandırma… Baz: Doğan. Yırtıcı kuş. Av kuşu. Açık. Ayırma. Temyiz etme. İniş… Baz: Yeniden, tekrar oynatan, "geri ve arka tarafa" gibi mânâlara gelir. Kelimelerin sonuna veya baş tarafına getirilen bir ektir… Bazi: Oyun, eğlence… Bazi: Beğenmeyen. Ehemmiyet vermeyen. Naz… Ba'z: Bir şeyin bir kısmı. Bir parça. Hisse.)… ÜLHİYYE-Çocuk oyuncağı, oyuncak: 51= 1050: MEVADD-Fezada, boşlukta yer kaplayan. Yıldızlar. Maddeler. Cisimler. Kısımlar. Kanunlar. Kaideler. İşler. Hususlar. Söz ve beyana sebeb olan mevcudat. Her şeyin aslî mayası. (Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, Allah için: Lâ-teşbih, çocukların oynaması gibi yıldızlarla oynar!)… ÜLHÜVVE-Oyuncak, çocuk oyuncağı. (Yunanca'da makine, "oyuncak" demek; yapma varlık… Oyun-cak… Cak: Caka, fiyaka… Oyuncak: 176: Musi'-Muktedir. Zengin. Ferahlık veren. Genişleyen… Teknik, en geniş mânâsıyla, varlığı kavramaya yarayan yapma varlıktır; her mevzuun kendine mahsus… Mikvel-Dil. Lisân. Kâinat nizamı: 176= 1175: Kusto-Topalak otu. "Aşk". Suadî): 47: ULÎ-Sahib. Ehil. (Musa Aleyhisselâm'da tecelli eden hikmet, "ulvî"; Firavun'un kavmine karşı, "Ben sizin en yüce Rabbinizim" demesine mukabil, Allah'ın "Korkma, sen âlâsın!" meâlindeki ayetiyle "ulviyyet"in kendisi tarafından verilen olduğu… Yevmiye: "Düşünen kafa, ulâ'ya gidecektir. Bu gidişte kafanın hudutlu olması büyük çiledir!"… Ulâ: Şanlı, şerefli kimse… Ulâ: Birinci, ilk, evvel)… ULUHİYYET-İlâhlık. Allah'ın kâinattaki tasarruf ve hâkimiyeti ile herşeyi kendisine ibadet ve itaat ettirmesi. (Musa Aleyhisselâm'da tecelli eden ÇOCUK hikmetinde, "faal kuvvetleri kendinde toplayan, kendine hizmet ettirme mânâsında kendine baktıran, büyükte ve yaşıtında teshir kuvveti", onun oyuncak nevileri icadı-eşyayı tasarrufla ehlileştirmenin nereden başladığını da gösteriyor. Firavun'un büyücülerinin ipleri yılan yapan tekniğine, kudret'in Allah'tan olduğunu gösteren mucizesi de bilinen: Asa'nın ejder kesilerek, büyücülerin yılanlarını yutması!): 452: LAHUTÎ-Uluhiyet âlemi'ne mensub. Sır âlemi. Gayb âlemi'ne âit. Ruhânî âlemle alâkalı… MÜRTEZA-Beğenilmiş, seçilmiş, ihtiyâr olunmuş: 1451: MÜTECEDDİD-Yenilenen, yenilenmiş olan… NAKKAŞ-Nakış yapan. Süsleme sanatkârı: 451: SALİH Mirzabeyoğlu. (Salih bin Şerif Muammer: Salih bin Mahzumoğulları.)
*
NUR-Aydınlık. Parıltı. Parlaklık. Her çeşit zulmeti def'eden. Her çeşit zulmetin zıddı. Kur'an. İmân. İslâmiyet. Peygamber. (Nun harfi, Da'va cetveli'nde Allah'ın En-Nur ismine işaret eder ve ebced değeri 50'dir): 256: NEVR-Tomurcuk. Parlaklık. Ağaç çiçeği (Üstadım'ın ÇOCUK isimli şiirinden: Ağaç içinde ağaç, geliştiren tomurcuk).
*
DUHAN-Tütün. Duman. Kur'ân'ın 44. Sûresi. (Duhan Sûresi'nden: "Kuşkusuz biz onu mübarek gecede indirdik. Çünkü uyarıcı gönderiyorduk"… Mübarek gece: Çoğu müfessire göre, Kadir Gecesi olduğu, bazılarına göre "Şaban Ayı'nın 15. gecesi", Berat Kandili… "Yüceliğime yemin olsun ki, onlardan önce Firavun'un kavmini bir imtihana tabi tuttuk; onlara da yüce bir Peygamber gelmişti"… "Biz onu -Kur'ân'ı-, sadece senin dilinle kolaylaştırdık, yeter ki iyi düşünsünler"… Yevmiye: "15 Şaban'da seninle karşıya geçeriz!"… 15 Şaban, Üstadım'la Neslihan Hanım'ın nikâhını Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri'nin 1943'de kıydığı ay.): 655: CÜNBUH-Büyük bit… HAVN-Hain. Hakk'a zıd. Ayinesi saf olmayan. Felsefe: 656: İDHAN-Tütme. Yanarak dumanı çıkma. (Şer baskınlığına "duhan" denmesi; gaflet ve delâlet dumanı. Kıtlık yılı)… HAVAN-Arslan. Mecazen hakîm sureti: 657: MERVİYYAT-Rivayet olunmuş şeyler. Hadîs. Kulaktan kulağa söylenerek gelen sözler… HAVAN-Ezilmek istenen, toz hâline getirilmek veya ufalanmak istenen bir maddenin küçük bir tokmakla dövülmek üzere içine konulduğu taş, tahta veya madenden derin kab: 62: MEHDÎ.
*
ZÜ'LFİKÂR-Hazret-i Ali'nin, ucu iki sivri dişli kılıcı: 118: ÇOCUK. (Çocuk, mânâda iki bilinenden çıkan hüküm mevkiinde, bir yenidir; tarafları kendisi için olan bir sır-hakikat, şeraredir)… HASAN-Güzel: 118: HÜSN-Güzellik. İyilik. Cemâl ile kemâl arası. Hüseyin… ACEME-Çekirdek. Çekirdekten biten ağaç, hurma ağacı. Sert ve sağlam taş. "Su. Hamd": 118: CUM'A-Perşembeden sonra gelen gün. Toplanma… SAGİR: Bülûğa ermemiş çocuk. Rüşde ermemiş, teklife muhatab olmayan… SAGAR: Ezel… SAGAR: Kadeh. Beden. Kalb. "Cinn"… SİN: Diş. Mecazen kılıç. Vahşi öküz. Amr, ömür. Yaş… SİNN-İ TEKLİF-"Teklif yaşı. Mânâda mükellefiyete muhatab olmak": 650: İBRAHİM Kassar. (Levha: 7 Temmuz 1989… Üstadım'ın elinde, Büyük Doğu'ya benzer bir dergi var. Sâhilde, "Şemsîpaşa'da", bir kanepeye oturmuş, onun gösterdiği bir resme bakıyoruz: Abdülhakîm Arvasî Hazretleri ve yanında duran biri… Üstadım, o resimdeki kişi için "İbrahim Kassaroğlu" diyor!)… HUTM-Her kuşun gagasına, her davarın burnunun ucuna ve ağzının önüne derler. (Mahzum: Burnunun halkasıyla tutulan öküz, deve, nefs. Her delinmiş nesne; kuşatılmış şey. Halledilmiş mesele… Şems: 400… Paşa: 302: Mirzabeyoğlu… 1983 senesi): 650: MEHDÎ Muntazır. (İbrahim Kasaroğlu. "Üstadım'ın Veliler Ordusu'ndan isimli eserinde bahsi geçen bir veli": 691: Salih-Karayılan.)

SAN-Kİ
(RAHMAN SURESİ 19-20.)

LEVHA: 24 Şubat 1988… Parmaklarımla saya saya "Bismillah" çekiyorum ve 240'a tamamlıyorum!
*
İDAD-Sayı. Saymak. Hesab etmek. Ölüm vakti. Fark. Vergi. Bahşiş. Denk, hemtâ. Delilik emaresi. Parmakla hesab etmek: 79: MİLT-Nesebi bilinmeyen. Nefs. "Kadim zaman. Ezel"… LEVH-İ Mahfuz: 1078= 79: VAHDANÎ-Allah'ın birliği ile alâkalı… MİBZEL-Süzgeç. (Fire-Kalburdan elendikten sonra kalan: 285: Fire-İngilizce'de, ateş. Yangı. Şerare. Kapan. Yapışan): 79: NİKÂH-Nikâh, meşru bir şeyin meydana gelmesi için iki şeyin birleşmesidir. Evlenme. (Sahabî Enes bin Mâlik Hazretleri, bir sohbette, Rahman Sûresi'nin 19-20 âyetleri hakkında, "Size o ayetleri tefsir edeyim mi? Onlar, Ali ile Fatıma'nın evlenmesidir; arkasından gelen âyetteki incilerden kasıd da, Hasan ve Hüseyin'dir!" buyuruyor.)
*
ALİ-FATMA: 240: EMR-İş buyurma. Buyurulan şey. Madde, husus, hâdise… MASDUK-Doğruluğu kabul edilmiş, tasdik edilmiş: 240: MAKSUD-Kastedilen, istek, arzu, gaye… MİFSAL-Dil, lisân: 240: MER-Elli sayısı. Nun harfinin ebcedi. Da'va cetveli'nde, Allah'ın En-Nur ismine işaret eder. (Nur: 256: Eren-Veli. Ermiş… Tefsir: 256: Muafese-Tedavi etmek… Nun: Kalem. Beden. Vücud. Bir sûre ismi.)
*
HASAN-İyilik. Güzel muamelede bulunmak. Hasen, güzel, güzellik. Hüsünlü: 118: MESİH-Bir şey üzerinde el yürütmek. Tedavî etmek. İhya etmek… ZÜLFİKÂR-Hazret-i Ali'nin kılıcının ismi: 118: ÇOCUK… HÜSEYİN-Küçük güzel. (Ebu'l Husayn-Tilki: 198: Ebu Süleyman-Horoz): 128: SALİH… HASAN-HÜSEYİN: 246: GÖZ KAPAĞI. (Rüyâda gelen mânâ: Gözkapağı gibi bir kuş gagası ve "Kuş gagasının bir ân yoğunluğunda dudağa benzerliği, topluluktan işarettir!" diye bir yazı görüyorum… Üstadım'ın vefatını, sabahında öğrendiğim gece)… ALİ-FATMA-HASAN-HÜSEYİN. (Ehl-i Beyt): 486: MERMARE-Hilm sahibi nefs. Lâtif nefs. (Hazret-i Ali: Hayatta en hakiki mürşid, hilmdir… H-ilm: He, nefes ve Allah zikri harfi. Aynı zamanda en büyük ebcedi "Fikir Kahramanı"na tevafuk eder.)… EBU Bekir Muhammed bin Ali: (Muhyiddin-i Arabî): 485: KAPTAN GUSTO MÜSLÜMAN. (Sahil-Kişneyen. "Mütefekkir": 126: Vuslat.)
*
FATM-Kesmek. (Hadîs: "Fatım'a benden bir parçadır!"; yâni kâmil bir parça ki, ona "hisse" tâbir ederler, çünkü nur taksim edilebilir birşey olmadığından o bütündür. Güneş'i, ayna ve teneke misâli herşeyin kendi mahiyetine göre bütün aksettirmesi gibi; Hazret-i Fatım'a, Allah Sevgilisi'nin "kâmil" bir parçası, nesli… Sözkonusu Hadîs, söz olmak bakımından Hazret-i Fatıma'nın nefsinden o suretin koparılması, mânâ ciheti ile de Hazret-i Fatıma kimliğinin Allah Sevgilisi'nden kesileni - bunu beyan eden, Allah Sevgilisi'dir… Hazret-i Fatıma ile Hazret-i Ali'nin nikâhı, mânâda Allah Sevgilisi'nin beyt ehli ile Sahabi'nin birbirine kavuşturulması ve birleşmesidir ki, hem Sahabîler'in mânâda "ehl-i beyt"ten olmaları, hem de iki bilinmezden çıkan HÜKÜM mevkiinde Hazret-i Hasan ve Hüseyin'in şahsında tecelli eden SIR olarak, Sahabîler döneminden sonra "seyyid" mânâsıyla devam edendir. Demek ki, sadece o soydan gelenler değil, ümmetin fadılları ve velileri de "seyyid" ve neticede Ehl-i Beyt'tendir… AL-İ ABA; malum, Allah Sevgilisi ile beraber, "örtü altındaki BEŞLİ" diye anılır; İslâm'a muhatab anlayış'ın, fikrin ana vatanı!): 129: SAVLEC-Gümüş. Saliha. Dindar. Faziletli. Misk. Bâtın. Elverişli… SALİH: 129: NAT'-Zâhir olmak, aşikâre olmak, görünmek. Deriden döşek.
*
SANKİ-"N'eyleyelim?" deyişindeki gibi, yapmak. Sunmak. Takdim: 166: RAHMAN Suresi 19-20 âyetler toplamı ebced… ABDÜLHAKÎM Koltuğu-(Ortasındaki yuvarlak boşluğu hatırlayınız. Sıfır-Arabça'da 5 rakamının yazılışı.): 722: ASLAH-Sağır. (Sagr: Kalb. Kadeh. Lâtif. İnce ve derin. Cisimle alâkası olmayan, göze görünmeyen. Allah'ın savtsız ve sessiz kelâmını duyan… Duyu organlarından -hasselerden- geleni işiten, beyindir.)… NAFİLE-Torun. Fazladan. Ganimet. (Ganiye-Çok hoş. Çok lâtif. Kadın şarkıcı. Nefs: 1065: Necib): 166: SERRİŞTE-İp ucu. Emare, delil. Vesile. Başa kakma. Maksad. (Yevmiye: "Hiç serrişte vermiyorsun hâlinden?"… Yangınımdan!)
*
SANKİ: Benzer. Oyun. Aynı… MATLA' Beyit: Eylemiş pîçîde gûy-ı kâkülün gisûlara / Bir sepet gül SANKİ behrem-bestedir şeb-bûlara -(Nedim)… "Eylemiş, kakülün kelâmı kıvamında omuzlara, - Bir sepet gül sanki birlikte bestedir akşam kucaklayanlara!"… Akmış, hayatın sırrını söyleyen kıvamda saçlar omuzlara. (Saç: Sır… Kakül: Yılan. Hayat… Sırr: Şiddetli ateş ve su… Gûy: Söyleme, söyleyen… Gisu: Omuzlara dökülen saçlar… Gişu: Kalb): "Akmış, hayatın ateş ve su yakışması kıvamında sırrı kalblere"… ŞAKA veya argoda, meselâ şık giyinmiş birine iltifat olarak, "aaa! Konuşuyor!" diye beğendiğimizi bildiririz ya; Gûy'un, "yakışma" karşılığı olarak kullanılması bu… İKİNCİ mısra: Bir sepet gül, sanki beraber bestedir gece İBDA'lara. (Berhem: Birlikte, beraber… Berheme: Gözünü kırpmadan bir şeye bakmak… Berhemen-Hakîm. Efsun okuyucu. Büyücü: 252: Kumandan… Berhemen bestedir: 918: Mahda'-Gavs makamında olan evliyanın velilere ve seçkinlere hilâtlarının verildiği, bu hazinenin saklandığı yer… Terşih-Süzme, sızdırma. Besleyip eğitme, terbiye etme. Sözü özlü söyleme. Tezyin etme: 918: Teşrih-Bir kitab veya ibareyi anlaşılır şekilde açıklamak. İnceden inceye araştırmak. Bir cesedi, -meselâ bizim burada yaptığımız edebî ve fikri iş de o soydan-, parçalara ayırarak inceleme… Sübûtî-Müsbet. İsbatlı. Varlığı katiyyen isbat edene bağlı: 918: Salih İzzet Mirzabeyoğlu… "Bu"lar-Kokular, rayihalar: 240: Mer-Elli sayısı. "Havan dibinde cevher!"… Bu-Bir şeyi kucaklayıp çekmek: 78: Hakîm-Varlığın hakikatini muttasıf, uluhiyetle vasıflı, herşeyi yerli yerince eden… Bular: Kucaklayıp çekenler: 321: Kurtubi-Hâlid bin Velid'in kılıcı… Şeb bular-Çiçekleri gece açılan "akşam sefası" kokuları. "Batın kahramanlarının hikmetlerini kucaklayıp, çeken: 543: Rahman Sûresi 19. âyet.)
*
MATLA' Beyt'in toplam ebcedi: 2848: FIRAT ve DİCLE… TETİM-Aşkla söylemek. "Aşkın kanunlarını bilerek": 850: MUHAYYİR-İlmi şeyler arasında seçim yapabilme… RUHAMÎ-Mermer'den yapılmış. Mermerle ilgili. (Silâm: Su. Taş. Hamd… Mer, Fransızca'da "deniz" demek. Mer-mer: İki deniz… Abdülhakîm Koltuğu'nun mermerden oluşunu hatırlayınız!): 850: KAZZAN-Pire. "Zirve. Sıçrayan."… MATLA' Beyt'in ikinci mısraı: 1945: MAHZUMOĞULLARI… MATLA' Beyt'in birinci mısraı: 903= 1902: DEVLET-İ Ebed Müddet. (Devlet-i Âl-i Osmanî)     


Baran Dergisi 301. Sayı