MATLA’ Beyit: Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana / Mey süzülmüş şîşeden ruhsâr-ı âl olmuş sana — (Nedim)… Süzgeçten geçmiş nezaket boybos endam olmuş sana — Mey süzülmüş şişeden al yanak olmuş sana… HADDE-Madenin süzülerek tel hâline geldiği demir süzgeç. “ZI harfi, Allah’ın El-Aziz ismine ve madenler mertebesine işaret eder”: 18: HAVBA’-Zât, nefs… NEZAKET-Naziklik. Zariflik, incelik. Terbiye. Ehemmiyet. Edeb. (Yevmiye: “Nezaket, en kolay yapılan şeydir!”… Üstadım, uzun cümle hâlinde bir fikrin kıvrım kıvrım ifâde edilmesi hakkında böyle dedi… İçtimâî ritler ve kurallar olarak muaşeret adabı içinde görünmeden önce, zarafet, en dakik davranış hâlinde içtenliğin göründüğü bir tab’, terbiyedir. “Kuvvet mahcubtur!”; “yal ü bâl” tâbiri, boy-bos, endamdaki güçlü ifâdedir!): 1581: HÂLİD Mahzumoğulları. (Halid bin Velid Hazretleri)… RUHSAR-I âl: “Al yanak”: 1092: MUHAMMED. (Ramazan: 91: Malik. “İstikbâl İslamındır: Ramazan eki”… Ramazan, MEVLA’nın ayı. “Mevlâna”, temyiz kabiliyeti olmayan ahmakla, Allah’a yapışan şuur olarak “Allahlık” tâbirinde iki yüzlü kullandığımız bir kelime. Allah’ın türdeki tecellisi “Celâl-Azamet, hışım” ve “Rumî-Anadolu” lâfzı bir arada, bu merkezî ruhun temel temsilcilerinden bir isim: Mevlana Celâleddin-i Rumî, hatırda!)

*

MATLA’ Beyt’in birinci mısraının ebcedi: 1450: AHMED-İ FARUKÎ. (İmâm-ı Rabbanî)… ABDÜLHAKÎM. (En büyük ebcedle): 450: SEYDİ MAHMUD HAYRANİ-Akşehir’de türbesi bulunan veli, Mevlâna Celâleddin-i Rumî çağdaşı… ŞERİF Muammer Erdiş-(Mahzumoğulları: 1945: Şerif Muammer): 451: SALİH Mirzabeyoğlu. (Şeyh’ül Emin-Benden geriye doğru Hâlid bin Velid Hazretlerinden gelen neslin 11. ferdi: 2987: Seyyid Abdülhakîm Arvasî Üçışık. “Büyük ebcedle”… Hıfaz-Vefalılık. Gayretlilik: 989: Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu.)

*

LEVHA: 19 Nisan 1983… Bir bayiin (büfe) önüne geldim… Bayi ve dışarıda duran bir adam… Birden görüyorum ki, özel günlere mahsus büyük puntolar ve siyah başlıklı bir gazete… YENİ DEVİR gazetesine benziyor… Yılana bakarken içimize kurbağa imiş hissi doğması ve o suretin bu mânânın olması gibi, başlıkta içime ŞERİAT doğuyor… Gazeteyi aldım… Bayi, memnun ve mesut… Ben oradan uzaklaşırken, benim hakkımda yanımdaki adama muhabbetle “şunun boyuna bosuna bak; işim olmasa, ben de onunla giderdim!” diyor… Eskişehir’de, sokak aralarında dolaşıyorum! (ŞERİAT: 980: FEZA-Rahîm içinden akan su. “Rahman: Bütün yaratıklara rızıklarını veren Allah… Rahman ve Rahîm, Allah’ın bütün isimlerini kuşatır… Rahman Sûresi 19-20. âyetleri, iki denizin birleşmelerini, ama aralarında birbirlerine karışmalarını engelleyici bir MANİA bulunduğunu anlatır… En uzun yaşayan ve en son vefat eden Sahabî Enes bin Malik, bu âyetleri, Hazret-i Ali ve Fatıma’nın nikâhlanması diye tefsir etmiştir; nikâhı kıyan Allah Sevgilisi… Hammar-Mey veren. Mürşid. Allah Sevgilisi. Evveli bilinmeyen zamanlardan dil ve gönül sultanı. Fevkinde kimse bulunmayan kabul edici nefs: 840: Şefeteyn-İki dudak… Ruham-Mermer. “Fransızca: İki deniz, mer-mer”. Ruhama, rahim olanlar: 840: Harm-Adil olanlar.)

*

MATLA’ Beyt’in ikinci mısraının ebcedi: 2712: AHLAF-Halefler. Arkadan gelenler, halifeler… İBRAHİM Kassaroğlu: (Bütün hayatını, tasavvufa ilgi uyansın diye büyük fedakârlıklarla geçiren veli… Onu rüyada Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin yanında biri tanımama nazaran, bu bölümde yeri, “Halef” keyfiyetini mizacında temsiliyle, Efendi Hazretleri’nin haleflerine de bu babta bir örnek olması, “temel meseleler” halline soyunmuş FİKİR KAHRAMANI’nın “köklere yöneliş” tarafına ve çabasına da tercümanlığı!): 712: BURSA-(Abdülhakîm Koltuğu’nun yan mermerlerinden bir tarafında “Bursa” yazıyordu; ebcedi Yesrib’e tevafuk eder, “Medine’nin eski ismi”… Dımn-Koltuk. Her nesnenin arası. “Dimne, tilki, vavî, kalb, gönül, takva, ışık”: 890: MEHDÎ. “En büyük ebcedle”… ŞERİF Muammer Mahzumoğulları: 3890= 1892: ZUHRUF-Altun. Gümüş. Yaldız. Kur’ân’ın 43. Sûresi… İkinci ve üçüncü âyet meâlleri: “Bu parlak kitabın değerini bilin - Hakikaten biz onu Arabça okunacak bir Kur’ân kıldık ki akıl erdiresiniz”… ZU-HURUF: Harfler, “irfan” sahibi… ZU-Sahib mânasına gelir ve birleşik kelimeler yapılır: 706: FİKİR Kahramanı)… VAHŞET-Yalnızlık. Issızlık. Tehlikeli yer. Şuurdışı insiyaklarla, içgüdülerle tepki, saldırı, savunma. Yırtıcı hayvan: 714: MÜTEDERRİ’-Darri. Zırh giyen, zırhlanan. (Davud Aleyhisselâm’da tecelli eden, “Davud kelimesinde-İnsan”da tecelli eden Vücudî hikmeti hatırlayınız; kâmil hilâfeti. Kuvveti sırasında, demiri eğen ve eriten ilk olma hususiyetini ve “Derra’ ” olmasını; yâni cenkte giyilen ilk demirden yapılan cübbeyi, zırhı yapan O’dur… Davud: 15: BD.-İBDA… Dar’-Men’etmek, engel olmak. Nefyetmek. Ansızın haberli olmak. Eğrilik, dairevî bir dönüş misâli nefsin kuşatanını, “hadd-i zât”ını tanıma işi; muhasebe. “Dar, mekân, yer”: 205: Mirza Mahzumoğulları. “Benden geriye, Musa Bey’in babası 5. ceddim”… Kasım-Ezen, parçalayan, koparan “Havan, aslan”: 231: Ebubekir-En büyük sahabî… Kasım Mahzumoğulları-Benden geriye doğru, 9. ceddim: 2176: Mülâmese-Birbirine dokunmak, yapışmak. Temas etmek… Vasf-Sıfat. Bir şeyin veya kimsenin taşıdığı hâl: 176: Musi’-Muktedir. Zengin. Genişlendiren. Ferahlık veren. “Musa Bey’i hatırla”… Mus-Bıçak. Aynı ebcette, Hâlid bin Velid Hazretleri’nin bir kılıcının ismi olan “edlak”: 2136: Süleyman Mahzumoğulları-Hâlid bin Velid Hazretleri’nin ilk oğlu… Kasım Mahzumoğulları-“Kasım, taksim eden”: 2146: Rahman Sûresi, 19. âyeti. “Allah iki cevelân eden denizi salmış, birbirlerine kavuşuyorlar”; taksimdeki birliği, bunun “dağılma” demek olmadığını, “EHADİYET’e doğru” mânâsında, –gaye bu–, bir zenginleşme için açılma işaretini de anla.)

*

MATLA’ Beyt’in toplam ebcedi: 4162: İNSAN. “Bu”. (Nedim, Divan Edebiyatımız’da genel olarak görülen “masadan bahsederken, içinde hiç masa kelimesi geçmeyen” şâirler arasında, en çok dış yüzünde olanlarla içyüzünde olanları birbirine zıd kendisinde bulunan bir şâirdir; onun şahsiyetinde bulunan zarafet, şiir kılığında açık olan, tüten… Şahsiyeti hakkında gerçek veya değil edilen lâflar, şiirin dış yüzünde o türlü diye bakılabilir nitelikteyse de, içyüze dalındıkta neyin neye döndüğü bana “doğrudan” verdiği imkândan bellidir. Onun müsbet veya menfi görülebilecek ifâdesinde, dili kullanış ustalığı ve zarafeti, zaten tartışılamaz kabul edilen; ben de, o zarif ifâdenin altında “nazik ve dakik” olarak yakalanabilir “benim olanlara-hakikat ve ilhâm”, tutuşabilen. Dünya önümüzde müsbet veya menfiyi kazanabileceğimiz olarak duruyor ya; benim gözümde Nedim, altına doğru acımsı bir hüzün yaşamış karakter. Eğlence dünyasının en süflisine batmış hovardası, dış yüzden o süsün altındakini –hep zarif– yaşarken ve tasvir ederken, derinlerde benim bulduğum buna tam zıd, “mahzun” bir çehredir.)… NİSUN-Kadınlar: 166: HANDİSTAN-Şaka, lâtife… SERRİŞTE-Vesile. İpucu. Emâre, delil. Başa kakma. Darrî, nüfuz eden iyi veya zarar verici. Maksad: 166: NAZİRE-Bir şeye benzemek üzere yapılan. “Toplam”a dair, kerre, rit, adab… MASALE-Sızıntı: 166: RAHMAN Sûresi, 19 ve 20. âyetleri… ALÂADDİN-Benden geriye, 8. nesilden, “Alaaddin Paşa”, Muş ve Diyarbakırda valilik yapmış olan. (Alaaddin Mahzumoğulları: 2114= 116: Süyum-Emin. Mahfuz… İd’am-Direk vurmak. “Darb. Yakalamak. Yapışmak. Nüfuz etmek. Kerre. Devam ettirmek”: 116: Musa-“Allah’la konuşan” ünvanlı Ben-i İsrail Peygamberleri’nden birinin ismi… Alavî - Hazret-i Ali’ye âit ve müteallik: 116: Avn-i Şeriat… Müemmel-Yarış atlarından sekizincisi: 116: Mübdi’-Benzer yaratıcı. Benzersiz icâd eden; “İbda’, ihtira, berat”… Amedî-Geliş. “Diyarbakır”: 55: Penç-Beş… Ali Mahzumoğulları-Benden geriye, “Hacı Ali”, 7. ceddim: 2055: Beban-Yol. Usul. “Neslihan Hanım’ın Babanzadeler’den bir koldan geldiği hatırda”… Aynı ebcedle Necib): 169: USLUC-Yeni belirmeye başlayan ağaç budağı… KIST-Hisse. Nasib. Mizân. Parça parça verilen hediye. Adalet etmek: 169:KUST-Topalak otu. Sûadî. (Hâlil-Karı veya koca, zevce: 78: Nazik-Nezaketli. Zarif. İnce. Ehemmiyet verilmesi gereken… Hakîm: 78: İBDA… Halil-Sadık dost. “İbrahim Aleyhisselâm’ın sıfatı”: 670: Hink-Kır at… Destur-İzin. Müsade: 670: İter-Nesiller. Akrabalar. “Koku”… Halil Mahzumoğulları-Benden geriye, 6. nesil ceddim: 2615: Müsta’liye-İstilâ eden, yükselen, üstün gelen… Terevvü-Tefekkür etmek, düşünmek: 616: Me’şur-Kendini bilen. Tanımak. Bir şeyi iyice idrak eden… Bihter-Daha iyi, en iyi: 617: Tecrid. “Yevmiye: Sende ifrad hâlde tecrid var!”… İzzet Mahzumoğulları-Dedem’in ismi: 2422: Düpişk-Kürtçe “Akreb” demek. “Yakınlık”… İstizlâl-Gölgelenme. Sığınma, himâyesine girme. Gölgede oturma: 423: Ehadiyyet-Allah’ın her şeyde kendine âit birlik tecellisi… Hayyut-Erkek yılan. “Salih, karayılan”: 424: Teke-Bir cild defter… İzzet Mirzabeyoğlu-“Halid bin Velid Hazretleri’nin bir kılıcının ismi, Kurtubi, kalbe giren; Mirzabeyoğlu ile aynı ebcedte”: 800: Kültür Davamız-“Alt başlığı: Temel Meseleler”… Üstadım: Bu kitab Cumhuriyet sonrası kavruk nesiller içinde ilk ciddi fikir sesi ve ilk çileli nefs murakabesi eseridir!)

*

RUHSAR-I ÂL: 1092: MUHAMMED-(Yevmiye: “Efendi Hazretleri’nin yüzünde bir ben gördüm!”… Şeyh Galib, bir matla’ beytinde şöyle der: “Su verir nazar kılıçına gözyaşı saçtıkça ben — Gül yanağın suya kandırır ateş saçınca ben!”… “Ruhsar-ı Âl” ile “Gül-ruh” ve “ben”, kıvılcım saçan olarak, sıfır ve nokta işaretlerinin aynı mânâyı göstermesi gibi, bir… Bile-Ada. Yüzdeki ben. Kürek: 47: Daima-Her vakit, her seviyede. Ûlî, sahib, ehil. “Hâlid”, sonsuz, devamlı.)

TEFE’ÜL (SİYAH GÖZDEN)

MATLA’ Beyit: Tefe’ül eyledim ol âfetin çeşm-i siyâhından / Sevad-ı harf-ı vahşet geldi divân-ı nigâhından —(Şeyh Gâlib)… Çeşm-i siyah: Siyah göz… Sevad: Karaltı. Yazı… Nigâh: Bakış, nazar.

*

TEFE’ÜL-Bir işin hayırlı olup olmadığı, uygun olup olmadığı hususunda, “Allah’a, Resulü’ne büyüklere” sığınarak, Kur’ân veya kalbin tâyin ettiği bir kitaba, gerekli duaları okuyup, dua niyetine, yahud o ânda kalbe doğan bir ihtiyaç hissettirene uyarak yapılan ve piyangodan bilet çekmeye döndürülmeyen, “bilhassa uyulmalı ve oyuncak edilmemeli” kısmeti sorma işi. Mesele, zannı’nın doğru olup olmadığında bir kuvvet arama niyetindeki sağlamlıkta; bir gaibten dileyiş. (Hasbî tefe’ül’ün kıymeti, Allah Sevgilisi’nin sözüyle sabit: “Tefe’ül eden aldanmaz!”; ondaki “iştişare” mânâsının ruhu da, nihayetinde O’nda… “Memduh’tur!” denmiştir; Allah Sevgilisi’nin beğendiği bir iş… Memduh-Devamlılık. Dâim ve sabit olma. Bâki olmak. Ebedîlik. “Gaib’in nefsten kopardığı hayırlı mevcut, en nihaye de kıymetini memduh’tan alır!”… Bu çerçevede tefe’ül, “zann âleminde yaşayan ve tutamak arayan insana”, bir imdattır… Memduh-Medholunmuş, beğenilmiş, Allah Sevgilisi’nin beğendiği iş: 103: Müsbig-Tamamlayıcı): 511: TAVSİYE-Öğüt. Benimsenmesi ve sindirilmesi istenen fikir verme. Ismarlama. Vasiyet. “Vasiyet’in sünnet oluşu hatırda!”… TESYİL-Akıtma. Akıtılma. Sel gibi akıtma. (Tefe’ül ilgisi içinde, herşeyi ihata eden Allah’ın ilminden gelen rahmet): 511: TEKAFİ-Birbirinin dengi. (Sözün hâl ve makama uygun olması şartı, tefe’ül’ün de yakışanına olacağını bildiriyor!)… ÜSTADIM’ın “Kadın” isimli şiirinden, burada yeri “nefsimiz”, bir kıta: “Çölde kaçan bir serab; — Yönü kementli bir mihrab… — Madeni som ıstırab; — Kadın”… Kaderimiz bizden meçhul ve tefe’ül de yapıp yapmamak oluşu ile kaderimizde var; işte topyekün varlığın, çözdükçe çözülen ve çözülecek olan SIRRI da burada, hayat bu… Şeytanla muharebe de, ümid edilecek yer de, nefsimizde; kaderimiz kement, yön Allah’a, gerisi oyun; Japonlar’ın “yapıp etmeyi, oyun diye belirtmesi” ve ölürkeni bile “ölümü oynadı” diye bildirmesi nefis… TEKAFİ-Birbirinin dengi olma: 511: MUAŞIK-Aşık olan. Cezb olunan. Cezb eden… MÜSTATİB-Deva arayan: 511: İSTİHMA’-Himaye isteme, korunmayı arzulama. (Üstadım’ın aynı şiirinde, kendi kendinden ibaret kalan ve Allah’a ve Resûlü’ne bağlanamayan fikrin, nefsimiz hâlinde ifâdesi de var: “Kalıb değil bir fikir… — Elmas sorguçlu fakir; — Açıkta sırrı bâkir; — Kadın!”… Kalıb: Beden, ten… Nefs, o yönüyle bedene, bu yönüyle Allah’a bakan… Fikir, bir suret olmakla, “kalıb değil”, gaibe bakan yönüyle işaretlenmiş nefs; hâni, kendi kendine kaldıkta, “kendi putunu kendi yapar, kendi tapar” hesabı, “benim inancım bu!” diye, nefsini ilâh kılan; bir elmas sorguçlu fakir, zengin görünen bir mahrum… Nefsimiz bir bedahet; ama sırrı, bildikçe bilinmesi gereken olarak hep bâkir; “Kendini bilen, Rabbini de bilir!” - bir ebedî… Nefsimiz, nefsimizle bildiğimiz; kendi kendinden ibaret kalınca, “Kadından, kendisinde olmayanı isteriz, — Hasret yerinde kalır ve biz çeker gideriz!”… Kendisinde olmayan’da, Allah’ı tenzih de var; “yerinde kalan hasret”te de, geride kalan değil, nefsin hakikati, hep ihtiyaç hâlinde oluşu!)… AMMAT-Amcalar. (Amm: Amca… Amme: Hala… İnsan nefsinin içyüzde BİRLİK’i, amm kelimesindeki “umumî” mânâsını, bundan sonra “erkek” ve “dişilik” vasıflardan bahisde “Hala” ve “Amca”nın mecazi “yakın-akraba” niyetine olduğunu, “hâl” ve “hâlat” kelimeleri aracılığıyla işaretlersek; her ikisi de “hâl-ruhî durum”dan çıkmadır, biri “dayı”, öbürü “hala” demek… Amige: Karışık. Hakikat… Amije: Karışık, karışmış. Şâir… ŞEYH Galib, bir Veli şair… Bu durumda onun TEFE’ÜL’ünü, Veli’nin keşfini de bazen tevazu eseri “rüyâ” diye bildirmesi gibi, “belki de rabıta” diye nitelendirebiliriz; zaten o çapta, tefe’ül de keşif ve rabıtadır. Demek ki kelimeleri “hâlet-hâller” mânâsında açmamız yerinde - “şiir idrakı”nın bir idrak buudu olarak bilinmesi, bunu gerektiriyor!): 511: MEHDÎ Salih Mirzabeyoğlu. (Havan-Arslan. Esed. “Yevmiye: Hayatını kurtarmak için, imân mevzuunda zorda kaldıkta benim durumumun ne olacağını sorma cüretini –küstahlığını!– gösterince, Eflâtun Sokrat’ı anlatırken “başı Aslan gibi” der, başını öyle çevirdi ve bana “sen şehîd olursun!” dedi… Çok şükür bana onu da gösterdi!)… MATLA’ BEYT’in birinci mısraının ebcedi: 1657: HAVAN-Arslan. Esed. “Parçalayan, koparan”… HÂZİN-Hazine nazırı. Hazineyi bekleyen. “Hüzün. Sağlam yer”. (Şeyh Gâlib’ten bir matla’ beyit: Gencînen olsam vîrân edersin / Ayînen olsam hayran edersin… “Definen olsam, vîrân edersin — Aynan olsam hayran edersin!”… Vîrân: 267: Şerif Muammer Mirzabeyoğlu. “Rahmetli”… Hayran: 269: Mahmud Ustaosmanoğlu… Bu beyt’in toplam ebcedi: 733= 1732: Abdülhakîm Koltuğu… Şerif Muammer Mahzumoğulları. “Rahmetli babam”: Mehdî. “En büyük ebcedle”… Hadîs: “Oğul, babanın sırrıdır!”; varlık sırrı, onun vasıtasıyla olan. Nesil sırrı. İyilik ve kötülük, kişinin “irade-vâli-ruh”uyla ilgili, şahsîdir; vücud olmadan bundan bahsedilemeyeceğine göre, vesile sırrıdır baba… Hazine nazırının beklediği hazine Allah’ındır; orada “viran” olmaktan kasıd, “gayb-zâhir olmamış”lıktır, yalnız Allah’ın bildiği… “Seni aksettiren aynan olsam”; hayran olurum - bu açık… Şairini hatırlayamadım: “Dil nice takat getürsün pertev-i ruhsarına / Kalıb-ı bir ruh iken aynalar hayretlenür!”… Pertev-i Ruhsar: Çehreden sıçrayan nur, ışık… Abdülhakîm Koltuğu, Allah Sevgilisi’nin nefsinden Abdülhakîm Arvasî Hazretleri olarak alınırsa, madde ve mânâ yolundan HAVAN’da “Mehdî”, sırrı âşikar kimlik bulmuşluktur… ŞEYH Gâlib’in eylediği tefe’ülde, “afet”, hâni “felâket güzel!” deriz, o: 501: Refik-i A’lâ. “En büyük dost, Allah”… “Çeşm-i Siyahından”: 523: Kelime-i Tevhid… Aynı ebcedle Hırka-i Tecrid: Belli ki Şeyh Gâlib, tecrid hırkasına bürünmüş derviş hâliyle tabiî olarak “Kelime-i Tevhid” onda tabiî hâl, tefe’ülden bahsediyor… “Çeşm-i Siyah”, Allah Resûlü mü, yoksa bir tevazu eseri “mürid” kasdında mı belli değil… Medrese eğitimi görmediği için “Ümmî” olduğu söylenen Şeyh Gâlib’in müridi ve arkadaşı Esrar Dede de, “tefe’ülden” bahsediyor: “Her ne dem hâl-i perişanım tefe’ül eylesem / Hande eyler gûyiyâ mecmua-i fâlim bana”… Hande: Okumak. Söylemek… Mecmua-i fâl, bir bahane, vesile!): 657: HUBNE-Kaftan eteği. Koltuk altında getirilmiş. “Allah Sevgilisi’nin ruhaniyet eteğine yapışan velinin Berzah makamından getirdiği!”

*

MATLA BEYT’in ikinci mısraı: 1388: HAFŞ-Cem etmek, toplamak. Cezbetmek. Yeri kazıp oymak, nüfuz eylemek. Birbiri ardınca gelmek. “Tekrar. Fasıl”. (Sevad-Karaltı. Ammat, insanların silüeti. Karye, köy. Yazı karalama. Nefse yazılan: 71: Küna-Çit. Kuşatan. “Kün ve küna’yı hatırla”… Sevad-ı harf-i vahşet: Sevad’ın “şehir”, “zâhir olma” ve şehir’in “bütün âlemlerce meşhur” Allah Sevgilisi’nin bir ismi olduğu hatırda. Demek ki, “yalnızlar köyünün karaltısı”, Şeyh Gâlib’in görebildiği bu, VAHÎD olan Allah’a nisbetle kul plânının VÂHİD’i - O’nun Sevgilisi’ni bildiren ELİF harfi ki, Allah’a işaret diye de kullanılan… O divanın, toplantının Hünkârı O; divan-ı nigâh, nazar divanından. Allah mahlûkuna insanla nazar eder ve İNSAN’dan murad O ya; sonrası malûm, hisseler içinde mümin ve Müslümanlar, insanlar… Divan, “ulular”ın yeri… Üstadım: “Ateşten çubuklarla kalbin mühürlü, bizim köyde ara pörsümeyeni!”… Hamlet: Köy… Shakespeare’in, “Hamlet” isimli piyesinde bu kahramanına söylettiği söz: “Bu dünya baştanbaşa bir aptalın anlattığı masal”… Dünya’nın “oyun bahçesi-yapıp, etme” yeri olduğu tamam; bir de aptal yerine “abdal” olsaydı, daha tamam olurdu. Hele isminin hakikatini, Üstadım’ın bahsettiği köyden görseydi, buna haml-edebilseydi, harika bir tamam olurdu… Her sayıda görülen VÂHİD, her harfte kıvrıla büküle görülen ELİF; Her varlık ve oluşta, O’na mahsus bir tekrar ve fasıl - demek ki Cem eden O… Fasıl: 200: Ebu Süleyman. “Hâlid bin Velid Hazretleri’nin lâkabı”… Ayinen olsam hayran edersin: 837: Halid bin Velid… Mahzumoğulları: 1354= 355: Enes bin Mâlik-En son vefat eden ve çok sayıda hadîs aktaran büyük Sahabî… “Çeşm-i Siyahından”: 523= 1522: Hadîs.)… MUNSARİH: Açık, meydanda, besbelli: 388: FARUK-Hak ile bâtılı birbirinden ayıran.

*

MATLA’ Beyt’in toplam ebcedi: 3045: Amid-Diyarbakır’ın önceki [ismi]. (Amide: Direkler. Sütunlar. Büyük kimseler… Amî-d: Kur’ân dalı)… HABÎKE-Feza, topyekün kâinatın içinde bulunduğu mekânî boşluk. Kehkeşan, samanyolu. Çizgi. (Üstadım’dan bir mısra: “Gökte samanyolu benim olmalı”… Yine: Kehkeşânlara kaçmış eski günleri ân!): 45: YELE-Kuvvetle saldıran. Koşan, seğirten. Bazı hayvanların ense kılları. (İstikbâl sırrı, şiiri, yemişi. Hayâl mahsuru. Tasavvur. Fikir. İdea… İngilizce bir kelime, “identity: Hüviyet… İslâm’da kâinat’a “Kâmil İnsan” teşmil edilmesini hatırla!)



Baran Dergisi 303. Sayı