MATLA’ Beyit: Nisbetle şimdi unsurumuz tumturaklıdır / Asl-ı binâ-yi ten yalnız çârtâklıdır —(Şeyh Gâlib)… Çar-tak: Çardak. Kubbe. Dört unsur.

*

NİSBET-Mensubiyet, bağlılık. Kulluk, kölelik, esirlik. Kıyaslama, ölçü. İnat olarak, “rağmen” yapılan iş. “Nisbî-izafî, izafetle, arizî”. ( Basit lûgat anlamıyla, “atomlar arasındaki boşluğu dolduran ve ışığı ilettiği farz edilen, esnek, akıcı, ağırlığı olmayan bir madde” esir; topekün Kâinatla birlikte, insanda özelleşerek ruhî bir nitelikle ve zekâî kıyas ve ölçü –kullanımı– ile, “nisbet” keyfiyetinin “esîr özü” olarak kendileşiyor… İspanyolca’da, “elenerek ulaşılan-elenerek kalan” anlamında ve “kendinden geçirici” mahiyeti ile bir koku olan “eter”e “lokman ruhu” denmesi, onun “kuşatan”da yerini gösteriyor… İspanyolca, Eter: Esîr Kimya ve tıbta bahis, Lokman ruhu… İspanyolca, Etereo: Eterli, semavî, göklere âit… İspanyolca, Eterno: Ezelî, hiç bitmeyen, sonsuz, ebedî, ölmez, ölümsüz. Daimî… Kırgızca’da, Esîr: Sarhoşluk. Mest olmak. Kudurmak, taşkınlık etmek… Kırgızca’daki Esîr, ENDÜLÜS kültürünün esîrine, tasavvuf’un “kendinden geçme” anlamına katkıyla bir bütünlük; esîr’de hem arîzîlik, hem taşkınlığın-fazlanın “takdim ve ikram” hâlinde ardından gelene sunum, hem de bir nisbet işi olarak kendini tarif “ölçü-endaze” belirtme şartı var… ESÎR’in madde olmasını, hem fizik hem keyfiyet ve letâfet hâlinde, nisbet ve ölçülerini isteyen diye gösterirken, maddeden kasdın yalnız “fizik nesne” demek olmayışını da belirtmiş oluyorum… İNSAN, nisbî ve arızî bir varlık; bizzat bu hususu ESÎR olarak ruhî mahiyete kadar işaretleyince, “rîh-ruh-yel, koku”, ALLAH’tan gelen yalnız ruhtur, “ruhî de İNSAN hakikati” kendinden ortaya çıkıyor… RUH, kelâm üstü bir güzellik; ruhî, TAGİ, yâni taşkınlığını, müsbet veya menfiye meyilde ifâdelendirebilir, bu yüzden de nisbet edilecek ölçü de RUH’tan, yâni Allah’tan beklenir. Kelâm üstünün görüneceği kelâm; doğru ve iyi içinde güzelin hakikatini veren, nisbet sahiblerinin de hisselerince erdikleri … İnsan bir arıza, arızalı, arîzi; İNSAN’ı Cennet’ten düşüren ve mahlûkta en yüceliğini göstermesine imkân da buradan doğuyor… Hikmet, Sağir: Küçük hata… Kırgızca’da, TAĞA: Dayı. “Şimdi. Hâl. Kabadayı”… Kabadayı’nın “Dielectric” ve “Diyalektik” ilgisini sonra göstermek üzere, Şeyh Gâlib’in Matla’ Beyti’nin ilk mısraının “niçin”i tamamdır: NİSBET’le

Şimdi unsurumuz tumturaklıdır! ): 512: HI harfinin en büyük ebcedi. Allah’ın HAKÎM ismine ve “şekil-suret” mertebesine işaret eder.

*

ÇAR-TAK: Çardak. Dört köşe. Dört… ERBAA-Dört. Varlık sayısı. ( Anasır-ı Erbaa: Ateş. Hava. Su. Toprak… Ahlât-ı Erbaa: Dem-kan. Balgam. Safra. Sevda… Cihat-ı Erbaa: Doğu. Batı. Kuzey. Güney… Etraf-ı Erbaa: Sağ. Sol. Ön. Arka… Füsul-ü Erbaa: İlkbahar. Yaz. Sonbahar. Kış… YEVM-ÜL ERBAA: Dördüncü gün. Çarşamba. “Allah’la konuşan KELÎM ünvanlı Musa Aleyhisselâm’ın, perdelerinin rengi beyaz gaybı, Çarşamba günü ile alâkalıdır!”… Şeyh Gâlib, ten-beden binasının aslının sadece 4 köşe bir çardak olduğunu söylerken, onun dört hakkında işaretlediğimiz hususlarla ilgili içinde tumturaklandığını, gösterişli ve haşmetli oluşunu belirtiyor: Nisbet ve nisbete mevzu olanlar! ): 278: ARVASÎ.

*

İngilizce, DİELECTRİC: Okunuşu, DAYİ’LETRİK. Fizikte, “ elektrik akımı taşıyabilecek serbest elektronları olmayan, bir elektrik gerilime dayanma gücüne sahib ve tecrid edici, bunun yanında bir elektrik alanında kutuplanma özelliğine sahib maddelerin özelliği… Dİ, “mania” mânâsında “difficulty” kelimesinin birleşik kelimede yuvarlanarak kısaltılması olsa gerek. “Barrier”de aynı mânâda… Dielektric: Elektrik akımına mâni ve bahsi geçen özelliğe sahib maddeler… Dİ-ELECT-RİC: Enerji olarak düşünmek üzere Beyaz, “Kırmızı, mavi, yeşil” birleşimi. Elektron taneleri olarak düşünülebilir. Bunlar, rice’nin “pirinç, pilav” mânâsından ve tanelerin beyazlığından. Elect ise, “karar vermek, seçmek”, yâni kararlı… Netice olarak DİELECTRİC, “mania” maddeler… DİALECT: Dil. Lehçe. Diyalekt… Birinc: Pirinç. Romence’de Orez “pirinç”, Orz ise “Arpa”… DİALECT-RİC: Şiir dili. Dil. Kâinat nizâmı. Aruz’un bir şiir vezni olması ile beraber, “pirinç” anlamına gelmesi, ölçü zaruretini, bunun nibet ve nisbetin de aynı zamanda bir “dışta bırakma düzeni” olmasını hatırlatıyor… Bir fikir tertibi nizâmı DİYALEKTİK, hem “nefy-olumsuzlama”, bu sağlamlık içinde de “müşteri-kabul edici”dir; kendi mahfuz kalarak… İBDA Diyalektiği’nin mahiyetini böylece takdim ederim-yürüyüş gözler önünde!

*

GİRİFT: Yakalama. Tutma. Dolaşık, birbirinin içine girik. Karışık, muhtelit. Ney benzeri bir üflemeli saz... GİRİFTE: Yakalanmış, tutulmuş. Esir. Bir hastalığa tutulmuş. “Arızî”.

YEVMİYE (İBDA DİYALEKTİĞİ)

LEVHA: 7 Aralık 1988… Kolumdaki bileziği andırır kelepçeleri çıkarmam üzerine annem, üzgün ve sitem eder gibi konuşuyor ve bugüne kadar söylemediği sırrı açıklıyor: “sen doğduğun zaman senin yıldızına sihir ve büyü yapıldı; onun için baban, seni korusun diye onları yaptırdı!”… Benim yıldızım “Tag-ı Sagir” imiş, veya “Sag-i Takir”… Ne demekse?.. Romatizma için kola takılan bakır bilezikleri hatırlıyorum; büyüden korunmam için yapılan bileziği çıkarmış olmamın üzüntüsünü duyacağıma, büyü ile ilgili rüyâ tâbirlerimin doğru çıkması sebebi ile mesudum!

*

TAG: İndi, zâtî. İhtimâlî. Hekim. Hakîm. Ledünnî. Rûya ilmi. Taht, koltuk. Kuşatan. Nokta. Sıfır. Bilezik. Taşkın, arızî: 1010= 11: ELEVEN-İngilizce onbir. ( Elvan: Renkler. Muhtelif görünüşler… Arabça sayılarda, 10 sayısı nokta ile belirtiliyor… Elif şeklinde olan Bir sayısı da, “1, 2, 3…” sayılar boyu bütün vahidlerde bulunurken, onları kendinin şu kadar defa katlanışı olarak, asıl kendinden de toplayan; toplu olan-“fertle toplu topluluk hakikati” gibi… Elf, 1000 sayısının ismi; Elif’in, 1 sayısının bütün sayılarla ve herşeyle ünsiyetini gösteren mânâsına da gelir! )… HÜVE: “O” mânâsına işaret zamiridir. Hüviyet bildirir. ( Güneş ve Ay, mecazî olarak ALLAH VE “Allah Sevgilisi” murad olunmak üzere İNSAN… İnsan, İslâm alfabesinde 28 harfle –harften kasıd şekil değil, ses, sese işaret– tamamlanmıştır ki, bu Ay’ın Dünya etrafında 28 menzilde konaklayışı ile 28 güne tekabül eder; Ay’ın doğuşundan, “Bedr-Dolunay” hâline ve sonra tekrar Güneş’ten aldığı ışık azala azala Hilâl hâline görünmez oluşuna kadar geçen zaman… Gece ile Gündüz’ün eşit olduğu bahar GÜN’ünden başlayarak, böyle 12 devir, bildiğimiz Kamerî Sene zamanı… HÜVE ile başlayan ve VAV ile biten AY konaklarına atfedilen sesler –harfler–, BERZAH Âlemi’nde HAKK’ın Hak üzere kaimliği şeklinde bir YEKFÎ durumdur; HE, Allah’ın “Elçi gönderen” anlamında BAİS ismi ve LEVH-İ Mahfuz ile ilgili, VAV harfi de “Derece ve itibarı yüksek” anlamında REFÎU’D Derecatî ismine ve “yüksek dereceler” mertebesine işaret eder… Elif veya Elif yerine kullanılan işaret, “Elif, vav, ye, he” üzerine konulursa “e” diye okutan HEMZE; “Sıkıştıran, parmakla sıkan, nüfuz eden” anlamına da gelir ki, mertebesi “İlk Akıl”dır… Aklın “ruh” mânâsı hatırda, Allah ile kul –esir– arasında, “kula hakkında çok az şey bildirilen” tutamak mertebesi; Allah’ın EL-BEDİ’ ismine işaret eder, yâni “Benzersiz yaratıcı, benzersiz güzel”… Süryanice’de “Bedi’ ”, İBDA demek… Allah ile Kul arasında… YEKFÎ’lik, “Yaratıcı ve yaratılan” ilgisi; o kadar… Ve Hemze, ne ses, ne sessizlik; ikisi arasında… BİR NOT: Ayn harfi, Allah’ın EL-Bâtın ismine ve “Küllî Tabiat” mertebesine işaret eder. “Mavera-üt Tabia”, EZEL kadar öncesi bilinmeyen eski ve EBED kadar –şimdiden sonsuzca– yeni. İnsanın bâtını, Allah’ın bilinmeyen Zâti sıfatlarından sureti üzere; bu yüzden İNSANİ Hakikat Ezel’den Ebed’e hep olunacak olan, yâni Bakîliğimizle ilgili bir meçhul, bir hemişe… MAVERAÎ Tab’da, metafizik “Mavera-üt Tabia”nın bir mührü, basımı, bir pırıltısı, bir kuvvet ve enerjisinden, hararetinden, karakterinden, mekrinden, tababetinden, hakîmliğinden bulaşık; ben merkezli bir içinde yaşadığımız Dünya hayatı, bir âlem… BİR NOT: Topyekün varlık, Allah’ın sessiz ve savtsız KELÂM sıfatı, O’nun “Kün-Ol” emri eseri ve İNSAN merkezli olarak herşey “FEYEKÜN-Ve olur” eseri… Topyekün varlık ve âlemleri mânâ hâlinde harflerin seslerinde topladıktan sonra, hatıra gelen Allah’ın ES-SEMİ’ ismi; mahlûkunu işiten, dinleyen… SEMİY: Aynı isimde olmak. Hemnâm olmak… SEMİYYE: Yüce, Yüksek, refia… SEM’: İşitmek. Kurdun sırtlandan olan eniği… EZELL-Kurtla sırtlandan doğmuş. “İnsanda, hayalle serab arası hayvanî –can sahibi– nefs. Çevreyi iyi tanıyan, işi sıkı takib eden, yapışan, halleden”: 38: EZEL-Allah’la insan arasında, ebed müddet kalacak olan evveli bilinmez, başlangıçsız zaman. )

*

HÜVİYYET: Asıl. Mahiyet. Birisinin KİM’liği. Allah’ın varlık sıfatı… HÜVVE: Derinliği, genişliğinden fazla olan derin kuyu. ( Bi’r: Kuyu… Bir: Yıldırım… Birr: Gönül. Vavî. Tilki. Takva. Genç kadın… Berkiyye: Şimşek. Yıldırım. Telgraf. Telegram: 317: Agşiye-Zarflar. Perdeler… İngilizce, Taiga: Taiga ormanı… Bişe: Meşe ormanı. Casus. Hafiye: 317: Merbaa-Dört katlı. Dört bucaklı… Merba’: Yazlık. Yazın oturulan mesken ): 16: BÎD-Söğüt ağacı… BÎD-Yok olma: 16: TAHA-Huruf’u mukattadandır. Allah Sevgilisi’nin bir ismi. Bulut… KARE-Dişi ayı. Meşe. Taiga. Yüksek yer. Öncü. Baş: 306: KARE-A’ma. Bazı büyüklere göre HEBA. Nas, halk… KARE-Arka yükü. Maveraî Tab. Mavera-i Tabia: 226:İDRAK- Anlayış. Kavrayış. Akıl erdirme. Yetiştirme… GUR-Kabir, mezar. Yaban eşeği. (Ahkab: Yabanî eşek… Ahkab: Uzun zamanlar… Mishell: Yabanî eşek. Lisan, dil. Dizgin. Ziynet verecek nesne. Törpü, ufalayan): 226: MUSİKÎ-Müzik. Ses ölçülerinden ahenkli beste sanatı. ( Muzîk: Sıkan. Sıkıştıran. Baskı yapan. Nüfuz eden: 76: Sehabe-Tek bulut )… KEVR-Devretmek. Dönmek. Sema. İşitmek. Bir yerde toplanmış olan kurbanlık bedenler. Çokluk, bolluk, ziyadelik. İlim. “Felek; yıldızların dairevi devir çizdiği âlem. Gök katı. Gök. Talih. Baht. Alınyazısı”: 226: MEF’UL-Yapılan iş. Failin eseri. Failin fiilinin tesir ettiği şey… KARA: Su ile karışık süt. ( Hayat sıfatı suya işlemiştir; ve her canlı sudan yaratılmıştır. Tabirde süt, ilim suretidir… Karanlık bir odada içine ışık düşen bir bardakta suya katılan birkaç damla sütle, üstte kenarlara doğru sarı bir renk, bardağa yandan bakışta da mavi bir renk oluştuğu… Sarı renk, bedene… Mavi renk, Küllî Nefs; Allah’ın bütün mertebelerde “Rızık verici” olarak bulunduğu isim de RABB )… İlm-i Ledün: 224: MUHAMMED- “Büyük ebcedle”. ( Abdullah bin Mesud Hazretleri’nden rivayet: Allah Resûlü elindeki bir çubukla toprak üzerine bir KARE çizdi. Sonra bu şeklin ortasından dışarıya doğru bir çizgi çekti. Sonra bu çizgiyi KARE içinde kesen çizgiler. Sonra şöyle buyurdu – “Bu karenin merkezi İNSAN’dır. Çevresi de, onu her tarafından kuşatan ECEL’i. KARE’nin merkezinden dışarı çıkan çizgi, insanoğlunun tükenmez arzu ve emelleridir. Kare’nin içindeki küçük çizgiler de, insanın başına gelecek kaza ve belâlardır; eğer bunlardan birini atlatırsa, öbürüne yakalanır ve onu da atlatsa ölüm çemberini aşamaz! )… KUŞATAN ecel, insanın ömrü süresini belirttiği gibi, HÜVE’nin “He ve Vav” harflerinin anlamında, Allah ve İnsan’ın nefsinin ZAMAN ve MERTEBE itibariyle “aslında bütün zaman ve mertebelerin kendisinden doğduğu bir doluluk” olan BOŞLUK’tan hissesini gösterir… RİVAYET’te bahsi geçen KARE dışına çıkan çizgi, nefsin bitmez tükenmez arzularına el’in yetmediğine işaret olması kadar, bir ucunda İNSAN ve nasibi, öbür ucu sonsuza kadar meçhul İNSANÎ Hakikat sırrına da yorulabilir… Merkez insan, ötesi sonsuz bir ipin ucunda Ecel’le çevrili… Merkez, nokta, sıfır, yüzük, bilezik; İnsan, ipin ucunda bir düğüm, ip boynuna –iradesine– geçmiş bir ilmik… Aynı rivayet vesilesiyle, Tibet Budistleri’nin inanışında TAG Pa: Tanrıların şeytanları yakalayıp bağladıkları ucu ilmikli ip. İlk insan’dan bu yana, din tez, antitezler doğrularıyla beraber onu tersinden doğrulayıcıdır. Bu ifâde ile, bir şeyde müşterek olmanın, sebebte de müştereklik gerektirmediğini de söylemiş oluyoruz; hakikat kutubları aynı değil, bu yüzden de her düşünce ve inanış, meselâ “harfler ve felekler” bahsi, kendi hüviyetiyle görünür. Bu izâh çerçevesinde PA, bizim için Allah’ın LATİF ismi ve Gizlilikler mertebesi ile ilgili ki, “İlim, PA, ayak, yürüyüş”, “İlmik, HE, boşluk, Levh-i Mahfuz” mânâsıyla da birleşiyor… Akl: İp. Delil. Mevt… ECELL: Çok, celil, çok güzel. Bedi’. “Ruh”… ECELL: Evet, neam, belî. Dolaysız… ECİL: İşi geriye bırakan, geciktiren. Sürülen ömür. Bir yerde birikip toplanmış su. Vakt. Rahmet… ECLEL: Azam. Büyük ve ulu kimse. Şahs-ı mânevî ve sahibleri VAHİD ve VAHİD’ten başlayarak Peygamber temsilcilerinden büyüklere ve bütün ehl-i imâna kadar… Kafirlere de örtülü kalan bir mânâ.

*

İngilizce, TAG-Etiket. Çok bahsedilen şey. Beylik lâf. Elim sende oyunu. Fiş takmak. Eklemek. Peşine takmak. İşaret. ( ETİKET, müşteriye malın ne ve ederinin ne kadar ettiğini gösteren küçük kâğıt…Etik-et: Etik, “ahlâk sistemi”, flash ise “beden” demek olan “flesh” yazılış akrabalığı içinde düşünülünce, “beden ahlâkı” ve onun içyüz ve dışyüz “ışık, pırıltılı” anlamı bana, rüyâda TAG’ın “yıldız” ve bunun da “gemi” ve “imânlının ruhu” demek olmasıyla tâbirin “Felekiyat-Yıldız İlmi”, neticede “bedende tecelli eden alınyazısı” ilgisine yol açıyor. Bir hekimin “gıda, soğuk ve sıcak” gibi çevre faktörlerinin bedene tesiri ve bunun da onun ruhî durumuna tesirinden bahsetmesi ne ise, müneccimlik de “yıldızlar ilminden” hareketle beden ve karakter tahlili yaparken odur. Hekim’in sahte ve palavracısı neyse, müneccim’in de sahte ve palavracısı o; mevzuları itibariyle, “dır ve tır”a düşmeksizin, ihtimâller âleminde faydalıyı yakalamak, kâhinlik taslamak değil… Çok bahsedilen şey; benim için sabit, TAKDİM yazım, “Kaptan Kusto Müslüman”… Elim sende oyunu; elden kasıd Takdim yazımda, o bir “bürd-bilmece”, bir “bürde-hırka, sıfat” ve İngilizce bir kelime ile “bird-kuş”, yâni “can, baht”, tabiî ki, “birad-soğuk, meserret, sevinç”… Fiş: kuvvet ve enerjiyi geçirici alâka: 390: Meşîm-Benli kimse. “Seyyid Abdülhakîm Arvasî”… Muarrif-Tarif edici. Tanıtan. Tercüme eden. “Adını hatırlayamadığım bir veli, bir mesele ile karşılaşınca sanki o bir rüzgâr ve kendisi bir yaprak, ânında hakikat tam tartısıyla ona tecelli ediyor; ve sonra yerine, isminin anlamı hikmetleri cem eden, Hoca ile talebe arasındaki ilimlerde mütehassıs Cami-ül Hikem isimli bir zât geçiyor. Herhâlde muradım anlaşıldı: BÜYÜK Doğu İdeolocya Örgüsü ile İslâma Muhatab Anlayış’ın sistemini kuran ve benim şahsımda 500 yıldır beklenen mütefekkiri yetiştirici, mütefekkir Üstadım!”: 390: Afiş- İlân eden, tanıtan… Eklemek: “İslâmı yenilemek”… Peşine takmak, peşine takılmak; ESİR, Esîrî… İşaret: Rüyâmın tâbiri çerçevesinde, İNSAN’da toplu mertebe ve makamların mânâlarını, İNSAN’da toplu harfler bütününde her birine mahsus olarak gösteren CETVEL ve “Felekler-Yıldızlar ve Devri” cetveli. İngilizce’de “TAB’ın “etiket, askı, muallak”, yâni “ihtimâli” de işaretleyen mânâ, TAG’A “tab-parıltı, güç, kuvvet, takat, hararet”, “tab-karater, seciye, mühür”, “ta’b-şaka, oyun, lâtife, bilmece”, “taba’-bulaşmak, demirin paslanması, keyfiyet yapışılması” anlamlarını da ekletiyor… Ve tabiî ki, “tıbaa-tabiat, yaradılış”, “tıb’-gölge”, “tıb’-nehir, can”, “tıbb-hekimlik, herşeyi gereği gibi bilmek, hakimlik, suhulet ve kolaylık, irade, hâl ve keyfiyet, arzu, iştiyak ve şehvet” mânâlarını… Bütün bunlar ALLAH ve RESULÜ izinde gidenlerce aslı astarı kuşatanda yeri mahfuz, bizim için HÂLİHAZIRIMIZ’da oradaki hissemize yol mevzuu; ölçü ve ölçülendirmelere uygun olarak… FIKIH, her mevzuun kendine mahsus usûl ve esaslarla ele alınabileceğini bilen ve gördüğü veya sorulana cevab verebilen “jandarma-münekkidlik” işidir; atmasyonla anlamadığını anlatmaya veya tenkide kalkanın işi değil… Son olarak SAGİR, “çocuk”: Üstadım’ın ÇOCUK şiirini hatırla… TAG yıldızı “bahtı”nda, ADLÎ TIBB bahsini de! ): 1010: DÜ-İki… HECE-Dilin ve ağızın bir hareketiyle çıkan bir veya birkaç harf. Harflerin SESİ. Şekil. Kıyafet. Sıfat. Yemek. Sükût etmek. (Yevmiye: “Yunus, mezar taşlarına hece taşı der!”… Üstadım’dan: “Zından iki hece Mehmed’im lâfta”… Türkmence’de ZIN ön ek olarak: Atmak, fırlatmak. Sıçramak. Def’ etmek, çıkarmak, yollamak… DAN: Tane. Çekirdek… DAN: Ulaşmak, yakın olmak… DANA: Bilgili, bilen, malûmatlı… DANE: Çekirdek. Gülle. Kurşun… Enük: Kurşun… Enük: Kartal… HECE: H-ECE… HE harfi, Allah’ın “El Bais” ismine ve “Levh-i Mahfuz”a işaret eder, Da’va Cetveli’nde Allah’ın “Hadi-Hidaye[te] erdiren, yol gösteren” ismine. “Felekler Âlemi’nin üzerinde döndüğü DEĞİRMEN” kabul edilen ve mekân yüceliği olarak en yüksek makam addedilen GÜNEŞ’in, “altında ve üstünde” 7’[ş]er felek âlemi var. Üstte 7. felek, ruhanî makam olarak “İlahî Taht Feleği”, altta 7. felek “Arz”; ARZ’dan başlayarak bütün felekler BİR kuşatandır. Güneş, kendi manzumesindeki yıldızların hangisinden bakılsa görülür olmakla ve merkezliği ile en yüksek mekân. “7 kat Gök” diyoruz; iş “Mavera-üt tab” ve “Mavera-üt tabia” diye alınınca, âlemler fizik ve metafizik, ister istemez sayısıza kadar çoğalıyor… FELEK, “sema’ ”nın “işitmek” anlamı boyunca çoğalır; toplulaştıkça da sayı azalır. Bu hususa dikkat… Ve bu izâh içinde: Mekânî olmayan, bunun yanında varlığı isbat edilmiş ve kendisi gayrını “evetleyen”, cismanî değil ama ruhanî de değil “Sabit yıldızlar Feleği” ve “Atlas Feleği” denilen Felekler, KÜRSÎ, yâni “İlâhî Kaide Feleği” denilen sembol Felek’ten cismaniye doğrudurlar. Bu durumda, İLAHÎ Taht denilen ARŞ tabakasının –feleğinin– altında “bir sema tabakası” olan KÜRSÎ, 8. FELEK oluyor; Kef harfi ona, –kef alınyazısıdır da!–, Allah’ın kullukları kabul edici ismi ŞEKÜR’e işaret… Allah’ın herşeyi ihata eden ilmînin mümin kulunun kalbine sığması, onu da İLÂHÎ Taht denilen 9. sembol Felek ARŞ’ın kuşatması! ): 10: EVC-Bir şeyin en yüksek derecesi… Zirve… DİBAC-Atlas. ( Dibace: Başlangıç. Önsöz. Mukaddeme. Takdim ): 10: ÇUG-Su arkı. Boyunduruk… EBCED: 10: BAZ-“Oynatan, yeniden oynatan, geri ve arka tarafa doğru” mânâlarına gelen bir ek… AHZAR-Yeşil, yemyeşil, en yeşil. ( İnsanî Hakikat’in Perdeleri cetvelinde, Allah Sevgilisi’nin bulunduğu “Gayb-ül Gayb” âleminin perdelerinin rengi ): 10: ZAVARİB-Nabız damarları. ( Üstadım’dan: Elimde sükûtun nabzını dinle — Dinle de gönlümü alıver gitsin, — Kor gözlerinle yaşlı gözlerime, — Bir lâhza öylece dalıver gitsin! )

*

Almanca, TAG-Gün. Gündüz. ( Yevm: Gece ve gündüz bir gündür. Yevm, sadece “gündüz” demek değildir. “İnsan, üzerinde bulunduğu işin zamanı içindedir!” buyuran Veli, en küçüğü “nefes”e kadar inen GÜN’ü beyan etmiştir. Küçüklükten kasıd, dışyüz ölçü zamanı. İçyüze gelince, geçmiş ve gelecek arasında bulunan “şimdi”de yaşıyor olmamız, bu gerçek zaman, bir ömür kadar uzun hakikat ifâdesine kadar gider. Öyleyse asır ve dünya yaşına kadar da… Üzerinde bulunulan işin zamanı; Allah’ın kudret ve saltanatının tecellisi –Arş–, her varlıkta ona mahsus hakikatin “özü-ruhu-can”ı olarak görünürken, “Allah her ân bir şe’ndedir, işdedir” ölçüsü, onun görünen tek bir HÜKÜM olduğunu belirtir. O’nun “geçmiş ve gelecek” izâfiyeti olmadığı gibi, “şe’n”inin artıp eksilmesi de sözkonusu değildir. İnsan’da “şimdi-hâl”, hep artıp eksilen bir izâfiyet; ARŞ’la taayyün eden zaman, Allah ile kaim ve daim “Arızî” bir varlık olan bütün İNSAN vasıflarında ve insanların vasıflarında, bu mânâda bir “arızî” mahiyet. Zamanın “ölçü zamanı” olarak dış yüzde kesik kesikliği ile, bütün ve kesiksiz bir zaman içinde yaşayan “bâtın ehli”nin hâli, iş anlamında ayrı ayrı izafiyet belirtir; bütünlük ve kesiksizlik, bâtın ehli dışındakilerde örtülü hâlde… Örtülülük de, imân ve küfür ehline göre değişir… HUD-Kendisinde, Allah’ın her varlıkta ona mahsus “Ehadî-Birlik” hikmeti tecellisi gerçekleşmiş Peygamber: 15: BÜYÜK Doğu-İBDA ): 1010: BEVA’-Benzer. Eş… HE’nin en büyük ebcedi: 705: HAMSE-Beş. Eski yazıda “0” şeklinde yazılan… HABNÂME-Rüyâ kitabı. ( Güneş merkezli mekân yüksekliğinin 5. Feleği ATLAS’ın, “kumaş” mânâsına da geldiği; KÜRSÎ ile ilgisini yukarıdaki bölümde izâh ettik… Hatırlanması gerekenler: Üstadım’ın “İmân ve İslâm Atlası” isimli eseri. O eseri bana, “Fikir çilesi haysiyetinin müstesna genci” diye imzalaması. 6 ciltlik “Tilki Günlüğü”. Alt başlığı “Risale-i Üçışık” olan Hırka-i Tecrid. Alt başlığı “BÜYÜK Doğu-İBDA” olan İNSAN… Ve dikkat: Güneş merkezinden sonra başlayan alt tabakanın 3. Feleği AY. Bu mekânda ayın devrinden de, zaman ölçüsü aylar. Güneş merkezinden sonra üst tabakanın Feleği ZUHAL… ZU-Hâl: İyi ve kötüsüyle, hâl sahibi karakterler, tabiatlar… Güneş’e nisbetle üstte 4. Tabaka, “Sabit yıldızlar ve duraklar” FELEĞİ, Güneş’e nisbetle altta ESÎR Feleği’ne ve bu ad da AY’ın sonrasına –alta– geliyor. Esîr’in altında HAVA Feleği, Güneş’in üst tabakasında ATLAS… Hava’: Hâli olmak, boş olmak. Düşmek… Huva: Hareketi az. Tembel. Kesel… Hüv’a: Kusmak. İfraz etmek. Başlamak… Güneş merkez olmak üzere, üstte 6. tabaka KÜRSÎ, altta 6. tabaka SU Feleği… MÜŞTERİ “Feleği”-İstekli, arzulu. Alış verişte taraf, talib. Bir yıldız ismi. Güneş’in üst tarafında 2. Felek… “Güneş’in alt tabakasında 2. Felek Utarid. Nuh Aleyhisselâm’ın gaybı Pazar ve Musa Aleyhisselâm’ın gaybı Çarşamba günü ile alâkalı. Bu felekte doğanların bahtı, anlayışlı, kavrayışlı, zeki, açıkgöz olmaları imiş. Utarid gibi yazan kalem, Arabça bir deyiş!”: 950: Doğum tarihim… Güneş’in üstünde, Merih Feleği, Güneş’in altında ZÜHRE Feleği: 217: RÜYÂ ): 705: FİKİR Kahramanı.

*

Kırgızca, TAĞA-Dayı. ( Hâl: Dayı. Hususen yüzde görülen benek… Hâl: Durum. Görünüş. Tavır. Keyfiyet. Cezbe. Dert. Mecal. Faili, mef’ulü veya her ikisinin durumunu bildirir sözdür. “Şimdiki” hâlin sahibine Zİ-[İ] HÂL denir… Zi, zu, zı; Aynı mânâda. Libas. Sıfat. Sahib… Ziya: Işık. Nur… Zi-ya: Ebcedi TAG ile bir YA, Allah’ın Rabb ismine ve Birinci Felek’e işaret eder, Arz’a. Arz Güneş merkezli yüksek mekân olarak, altta 7. oluyor. Güneş merkezli üst tarafta 7. felek ise İlâhî Taht denilen Arş Feleği. ARŞ Feleği’nin HAKK ilgisi, onun altındaki “İlâhî Kaide” denen Naslar-ilim; yâni KÜRSÎ… Hani ABDÜLHAKÎM Koltuğu, o vasıftan… Diyeceğim o ki, hisse: Abdülhakîm Koltuğu sahibi sıfatlı… Hâlâ: Şimdi. Boş, kuşatan. Ayakyolu, edebhâne. Hareketsiz. Az hareketli. Yaş ot. “Rüyâ”… Halî: Şimdiki hâle mensub. Tavra âit… Hali’: Kurt. Yalnız. Çevreyi iyi tanıyan. Sıkı tutan. Ezell. Allah’ın bilgisinde mevcutken, ondan ayrılmış anlamında varlık kazanmış… Tagıye: Azgın. Taşkın. Cevelan eden. Aptal. Sema’. Yıldırım. Berkiyye. Telegram. “Işık, kendini idrak etmez!”… İngilizce, Cow: FİL. Boğa. Yıldırım… Yevmiye, Üstadım’ın “ahmak fili yönlendirme” tâbiri ki, onun tâbirinden biri de “sema” bahsi; Abdülhakîm Koltuğu hakkında geçen nüshada çıkan “sağır” tevafukunun anlamı da, onda bulunan bu hakikatten… İngilizce, Day-Gün. Gündüz. Çalışma saati. Başarı. Çağ, asır. Parlak gün. Şöhret, zâhir olma: 15: BÜYÜK Doğu-İBDA ): 1011= 12: BUD-Varlık… İHDA-Hidayete eriştirmek: 12: HEV’-Himmet… ECZA-Eczacılıkta kullanılan maddeler. Cüzler: 12: TABE-“İyi ve temiz olsun” mânâsında. (Mavera-üt Tab’ı hatırlayınız!)

*

TAGİ Sagir-( Sagir: Konak. Misafir. Zayıf. Zelil… Ezel ve esirî… Sagr: Mağara. Etrafı kale –kelâm– ile çevrili şehir. Sahil şehri. İnsan beni: 1020: Rahman Suresi 20. âyet. Mania-layebgıyan sırrı ile ilgili ): 2325: BİÇİŞK-Hakîm. Hekim. Serçe kuşu… AŞKU-Gök. Gökyüzü. Sema. Felek. Tavan, kat. Tabaka: 327: GÜVAŞ-Renk. Boya. ( Fizikî, tabiat, huy, ahlâk hâlinde maddî manevî kuvvet, güç, sıfat )


Baran Dergisi 316. Sayı