Yeni sistemin kamuoyuna sunumuyla birlikte alışıldık olmayan bazı uygulamalarla karşılaşacağımız anlaşılıyor. Mesela, atanmış da olsa başarılı olmadığı takdirde görevine son verilebilecek. Siyasi sorumluluğun şahsiyet kazanması bakımından görüşünüzü alabilir miyim?
Şöyle söyleyeyim; 24 Haziran’dan itibaren Türkiye’nin siyasi tarihinde yepyeni bir sayfa açıldı. Bundan sonra vesayet ve vekâlet kalkıyor. Milletin kendisine verdiği yetki dışında hiç kimse oturduğu yerden millet adına ahkâm kesmek yetkisine sahip değildir. Daha önce siyaset yapması gerekenlerin ağzına fermuar çekip ellerine kelepçe vuruluyordu. Siyaset yapmaması gereken, hatta anayasanın yasak koyduğu mevki, makamlar siyasetin göbeğinde at oynatıyordu. Mesela Gen. Kur. Başkanı, Anayasa Mahkemesi Başkanı, Danıştay, Sayıştay başkanları…

Bazı sermaye grupları?..
Tabii… bunlar oturdukları yerden kerameti kendinden menkul “şeyh”ler gibi milleti bir kenara iten anlayışın ürünü olarak yapılanmıştı. 24 Haziran’dan sonra millet kime yetki verdiyse herşeyden o sorumlu oluyor. Dolayısıyla ister seçilmiş, ister atanmış, göreve getirilen herkes Tayyip Bey’e karşı sorumlu, Tayyip Bey de millete karşı sorumlu oldu. Çok güzel bir mısra vardır; “kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu, gelirdi adl-i ilahî sorar Ömer’den onu…” Esasen 16 Nisan öncesinde Türkiye sahipsiz bir ülkeydi. Hele bir deprem felaketi olsa bu işin sorumlusunu bulamazdınız. Kim olacaktı? Ekonomiyi allak-bullak edecek bildiri yayımlanıyor; çıkan krizin faturasını ödeyecek kimse belli değildi. Hesabını millete verecek kimse yoktu. İşte 24 Haziran’dan sonra bu bellidir, hiza ve mesafe ona göre alınacak.
 
“İki Partili Sisteme Gitme Durumunda Kalınabilir”
Yeni sistemde Cumhurbaşkanlığı’na doğrudan bağlı birim ve kurumlar var. Bunu biraz açabilir miyiz?
Şu an üç tane erk var. Yasama, yürütme ve denetleme, yani yargı erki. Bu üç erk kasıtlı biçimde öyle dizayn edilmiş ki, birbirinin ayağının altına karpuz kabuğu koymak üzere görevlendirilmiş. Türkiye tarihinde bütün bu çelmelerden ne kadar kaçabildiyse ancak o kadar kalkınma hızı gösterebilmiş. Halbuki, dünyanın hiçbir yerinde erkler böyle birbirleriyle mücadele etmez; birbirleriyle yarışır. Hangi hususta? Topluma hizmet, milleti daha güzel bir yere taşıma noktasında yarışırlar. Bizde Cumhurbaşkanı devlet adına bir tarafta, Başbakanlar millet adına arabayı bir tarafa çekmiş. Yahu bu araba ortadan yarılacak kardeşim? Şu ikisini doğru yönde birleştirsek ne olurdu? Türkiye’yi hiç kimse durduramazdı. Türkiye son 90 senedeki kalkınma hızını bu çekişmeye rağmen yakaladı. Bu hızı daha önce yakalasaydık, 2023 viyonunu tâ 2000’lerin başında yakalardık. Belki 2071 vizyonunu konuşuyor olurduk şu an. Ama düzen, milletin enerjisini birbirine karşı enerjisini boşaltacağı alan olarak dizayn edilmiş. Başkanlık sistemi aslında belediyelerde yürüyen bir modeldi. Bunu söylerken siyaset hukuka karışmamalı, hukuk da siyasileşmemeli. Bugün bahsettiğimiz her üç erk de bağımsız. Meclis’İn bir görevi daha var yasamanın dışında.

Nedir o?
Denetleme görevi. Bugün Meclis, Cumhurbaşkanı da dahil herkesi hesaba çekebilecek yetkiye sahip. Eskiden, partimizden çıkmış bakanlar, “hırsızsa bizim hırsızımız” deyip hiç kimse tarafından hesaba çekilemiyordu. Hiç kimse köpeksiz köyde değneksiz gezer gibi dolaşamayacak.

Son seçimlerde CHP-İP ve HDP tabanının oyları farklı partilere gitti. Hatta FETÖ de organize oldu. Bu kadar kirlenmiş parlamenter sistemde mevcut Meclis nasıl işleyecek?
Hayır, Meclis bu sistemde fonksiyonu itibariyle farklı. İcranın fonksiyonu farklı. Meclis iki şeye, yasama ve denetlemeye odaklanacak. Meclis aritmetiği bu olsa da, Cumhur İttifakı bu muhalefetle hiçbir yere gidemez. Muhalefetin her kesiminde çatlaklar var. Toplum benimsediği bir şey değil. Belki de Türkiye iki partili sisteme gitmek durumunda kalacak. Bugünkü Meclis komisyonlarını uzman milletvekilleriyle dizayn edecek. Dünya ve Türkiye’deki üniversitelerin de katılımına açık, uzman miletvekilleriyle birlikte Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayacak bir komisyonla en son, en yeni, en uygun olan kanunu hazırlayacak. Tartışmalar Meclis’te değil uzman komisyonlarda olması lazım esas. Bizde, Kastamonu sarımsağını eline alıyor, çıkıyor kürsüde konuşuyor. Yok böyle bir şey.

AK Parti’nin aldığı oyların beklenenden düşük olması hangi nedenlere bağlanabilir?
Bana göre aday tespitlerinde, şimdiye kadar yapılan klasik hatalardan kaynaklanan bazı yanlışlar var. Bazı yerlerde “ahbap çavuş ilişkisi”ne göre belirlemelerin bu sonuçta rol oynadığı kanaatindeyim. Cumhurbaşkanımızın ve Genel Başkanımızın dediği “metal yorgunluğu” tespiti etrafında…

Belediyeler üzerinden gelen tepkiler?
Tabi, kimi belediyelere halkın tepkisi. O yüzden önümüzdeki yerel seçimlere daha dikkatli v e yenilenmiş şekilde bütün olan bitenlerden ibret almış, 7 Haziran, 1 Kasım, 16 Nisan referandumu sürecini de dikkate alır şekilde, en son seçimler de dahil “biz nerede hata yaptık” denilip değerlendirilecektir. AK Parti’nin Türkiye potansiyeli yüzde 60’tır. Bu oranın altına düşülmüşse bu dönem gözden geçirilecektir.
 
“Türkiye Uzaktan Kumandalı Ülke Olmaktan Çıkıyor”
Ehliyet ve liyakat... Bunun ölçüleri neler hocam?
Kur’an-ı Kerim’de buyuruluyor ki, “emaneti ehline veriniz”. Pegamber Efendimiz de buyuruyor ki, “emanet ehline verilmediği zaman kıyameti bekleyiniz”. Bir okula yanlış bir adam müdür yapılırsa o okul çöküyor. Bir hastaneye yanlış hekim başhekim yapılırsa o hastane çöküyor. Ehliyet ve liyakat o makamın gerektirdiği formasyon, bilgi ve birikime sahip mi değil mi? Geçmişte bunu gösteren tecrübesi var mı? 24 Haziran’dan sonra Cumhurbaşkanlığı tarafından isterse Meclis’ten, isterse Meclis dışından seçebilir. Nitekim seçildi. Bürokrasiden, üniversitelerden, iş dünyasından seçilebilir. Ehliyet ve liyakatin ölçüsüne örnek olarak mevcut kabineyi isabetli buluyorum. Mesela yeni Sağlık Bakanımız Medipol Üniversitesi’nin Mütevelli Heyeti Başkanı’ydı. Hastaneleri üniversiteye bağlı olarak çalışıyor ve tıp fakülteleri de Türkiye’nin yüz akı. Burada rüşdünü ispatlamış bir insan getirilip devlet mekanizmasında görevlendirildi. Fahrettin Bey gelir gelmez Afrika’da “1 miyon göz açma ameliyatı” başlattı. Âmâ bir insanın gözünü açmanın ne demek olduğunu bilebilir miyiz? Milli Eğitim Bakanımız da öyle. Kendisi çok başarılı bir Talim-Terbiye Kurulu Başkanlığı yaptı. Bu kurulda, okullarda okunan ders kitapları çok ciddi analize tabi tutuldu.

FETÖ tesirinin silindiğini söyleyebilir miyiz?
Bu sonucu kanser ameliyatı yapar gibi hayatta hemen gerçekleşmesini bekleyemeyiz. Elbette kalıntıları vardır ama bunu açıktan yapabileceği bir meydan yok.

OHAL’in kaldırılması sonrası birtakım değişikliklere gidildi?
Yeni kanunlar çıktı. Valiler yetkilendirildi. Türkiye bir değil, iki-üç değil birçok terör örgütüyle boğuşan bir ülke. Bunların her birinin arkasında gizli servisler var. Her devletin terör örgütü, taşeronu var. Bu ülkeler yüzümüze gülüyor, dostuz diyor. Öte yandan terör örgütlerinin eline para-silah tutuşturup Türkiye’de emellerine uygun eylem yaptırıyorlar. “Terör müteahhitleri” diyorum bunlara. Çaldıkları minareye kılıf bulamıyorlar artık. ABD “çekiç güç”ten beri PKK’yı destekliyordu, aleniyete döküldü. El-Bab, Afrin, Münbiç’te gördük. Yabancıların içişlerimize nasıl müdahale ettiklerini de gördük. 7 Haziran, 1 Kasım seçimlerinde, 16 Nisan ve 24 Haziran referandumlarında… Sanki Türkiye’de Almanya’nın, Hollanda’nın seçimleri oluyor? Bu sistem Batı’dan “uzaktan kumandalı” işleyen bir ülkeydi. Türkiye “elden kayıp gidiyor”.
 
CEMAATLER VE TARİKATLAR
“Herkes İstikametten Sorumlu Ancak İlk Kaçan Biziz”
İrfan Bey, çeşitli kesimler dışında, bir de “cemaat” dediğimiz birtakım topluluklar var. Cemaat müsbet bir tabir fakat öyle vakıalar var ki... Siz nasıl bakıyorsunuz?
Şeyhlikten “şahlık”a geçmek isteyenler tarihte hep olmuş. Şeyhlik müessesesini istismar ederek cebini doldurmaya bakan, kendi ikbal ve istikbaline “yatırım” yapan çok teşneler çıkmış. Cemaat adı altında çıkmış, toplumu dolandırmış. Allah’ın, peygamberin adını kullanmış. Mukaddes değerleri istismar etmiş. Toplumun sevmediği şeyleri kimse istismar etmiyor? Bugün paslı tenekenin içine “anzer balı” koysanız, kim kabul eder, kim yer? Ama adam siyanürü ayet-el kürsü yazılı tasın içine koyuyor “şifa” diye? Burada her müslümanın uyanık olması lazım.

Meselâ, herşeyi devlet kurumlarından beklememek?
Tabii ki. Önce bize düşüyor bu iş. Adam şeyhlik iddiasında, keramet olarak da ayı oynatıyor; yüz elli bin mürid toplanıyor etrafında? İçlerinden kimse yargılamıyor. Sonra marifet keramette değil ki. Denizde yürüyen adam “kutb-u âzâm” sayılacak olsaydı, o zaman ona gerek yok ki? Hamsi balığı da “kutb-u âzâm” olurdu?! Uçmak marifet olsaydı sivrisinek olurdu. Kimsenin kaldıramadığını kaldırmak marifet olsaydı filler olurdu. Marifet; Allah ve Resulü’nün gösterdiği çizgide, emredildiği şekilde dosdoğru olmaktadır. Herkes canının istediği gibi “doğru” olabilir. Öyle değil. Peygamber Efendimiz ne buyuruyor: “Hud sûresi beni ihtiyarlattı”. Neden Ya Resulallah? “Emrolunduğu gibi dosdoğru olbuyuruldu” diyor. Herkes istikametten sorumlu. Ama bundan ilk kaçanlar biziz.
 
“Şeyh Uçmuyor, Mürid Uçuruyor ve Çıkarına Göre Fetva Aranıyor”
Cemaatler arasında da “dosdoğru” olunmadığı yerde, “onlar da müslüman kardeşlerimiz” düşüncesiyle sessiz kalınıyor?
Bakın “seyyid-üd taife”den Cüneyd-i Bağdadî diyor ki, şeyhlik iddiasındaki biri için; “Şer-i şerife muhalif en ufak bir hareketi varsa, o adamın gökte bağdaş kurarak oturduğunu da görseniz peşinden gitmeyin.” Çünkü, ittiba (uymak) için keramet değil, istikamet esastır. Bir tane istikamet bin tane kerametten evladır. Biz istikamet değil keramet arıyoruz. Niçin? Kendi menfaatimiz için. Biz istediğimiz gibi yaşayalım, din bizim keyfimize müdahale etmesin. Ama ahirette de öyle bir şeyhimiz olsun ki, o bizi günah çukurundan sağ eliyle alsın sol eliyle firdevs-i âlâ cennetine koysun. Aslında şeyhler uçmuyor. Kim uçuruyor? Müridler uçuruyor. Toplumda kendi çıkar anlayışını öne koyan bir eğilim var. Oysa bizim önce kendimize bakmamız lazım. Meselâ Beyazıd-ı Bistami… Bir şeyhi ziyarete gidiyorlar. Evine varınca, hanımı camiye gittiğini söylüyor. Onlar da çıkıp camiye gidiyor. Bakıyorlar ki adam yolun kenarına tükürüyor. Bistami hazretleri diyor ki, “böyle şeyhlik taslayan adamlar görürseniz, uymayın” diye uyarıyor ve geri dönüyorlar.

O kadar basit gibi görünen ayrıntı bile…
Tabiî… Biz bu ölçüyü niye korumuyoruz? Çünkü herkes kendi çıkarına göre fetva verecek hoca arıyor da ondan. Gerçeği ve gerçek şeyhi aramıyor. İşine gelen şeyhi arıyor.

Siyasette kendi idarecisini kendisi seçerken kullandığı akıl gibi?..
Orada da menfaatimize göre seçiyoruz. Cemaat önemlidir yoksa. İnsanın bir çevresi, sosyetesi olur. Toplum içinde yaşar insan. Aile bunun en küçük parçasıdır. Yalnız yaşayamaz. Bir cemaatin Allah’ın emri, Resulü’nün sünnetine göre içine ve dışına dönük sosyete oluşturmak? Buna ihtiyaç var. Aksi halde, Üstadımızın çok kullandığı misâlde olduğu gibi, “eşek tuz gölüne düştüğü zaman tuz gölü mü eşek olur, eşek mi tuz gölü olur?” O yüzden “tuz gölü”nden uzak duracağız. Ahlâksız cemaatlerden uzak duracağız. Ahlâklı cemaati de arayıp bulacağız. Bir cemaat kötüye kullanılıyor. Adamın biri demiş ya, “aldığın borcu vermediğine üzülüyorum fakat bendeki merhamet duygumu da aldın götürdün” diyor. Maalesef bu kötü örnekler bizim değer verdiğimiz merhamet, dayanışma, yardımlaşma anlayışımızı da erozyona uğrattı. Bugün Kurban Bayram’ında kimseye itibarımız yok. Zekât işlerinde öyle. Doğru çalışan cemaat de zarar görüyor.
 
“Cemaatlerin Özeleştiri Yapması Lazım”
Burada acımasız olmak gerekiyor sanırım?
Tabiî.. Yanlışa yanlış, doğruya doğru. Ve bu noktada cemaatlerin de kendilerine çok iyi kritik etmeleri, özeleştiri yapmaları lazım. Meselâ, ahlâkta kendi halimizi, hareket alanımızı kendimiz belirleriz. Hukuktaysa resmî kurumlar belirleyici. Ahlâkta Allah ve Resulü’nün emir ve yasakları… Ehl-i Sünnet çerçevesine göre belirleriz. Ahlâkî müeyydilerle yapılamayanı da hukuk yapar. Dışarıdan tarikat ve cemaatlere yapılan tenkitler hoşlarına gitmiyor. Halbuki atalarımız kendi içinde otokritik yapmış, kendi içinde “Meclis-i Meşayih” oluşturmuş. Talim-terbiye, eğitim ve propagandayla yayarak tarikatler kendi kendilerini kurtarmaya çalışmış. Bunu yapmayıp dışarıdan siyasetle yapmaya kalkarsanız veya hukuk yoluyla yapılırsa bu defa kıyamet kopuyor. Kendi hâlimizi kendimiz düzeltsek polisten, jandarmadan korkmanın âlemi var mı? Cemaatler ve tarikatler bir araya gelip yanlış yaptığı görülen diğerlerini ikaz etmeliler. Toplumu yanlışa sürükleyen hatalardan uzak tutmalılar.

Baran Dergisi 603. Sayı