Uzun süredir ABD’de bulunan biri olarak, Kovid-19 salgınında ABD’nin “merkez üs” sayılmasından sonraki süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kovid-19 sonrası genel anlamda küresel siyasette neler değişecek sorusuna çoğu insan cevap vermeye çalışıyor; fakat işin aslı küresel sistemin zaten Kovid-19 öncesinde de işlemediği. Dolayısıyla uluslararası siyasette Kovid-19 öncesi olan sorunların hepsi bugün aynen geçerli. Şu anki durumun en temel özelliği sorunları tekrardan gözümüzün önüne çıkarması ve bizleri yüzleşmek zorunda bırakması… Bu çerçevede Kovid-19 etkisine ve küresel siyasete daha geniş bakan raporlar çıkmaya başladı.

Bu raporlar arasında öne çıkarabileceğiniz hangisi?
ABD’nin önde gelen kurumlarından CFR, “Dünya Düzeninin Sonu ve Amerikan Dış Politikası” adıyla 34 sayfalık yeni bir rapor yayımladı. Rapor, temelde makul Amerikan siyasetçilerin söylediklerinin bir özetiymiş gibi gözükse de bazı ciddi öneriler getiriyor. Radikal bir küresel geçiş döneminden geçtiğimizi iddia eden rapora göre; ABD, liberal uluslararası düzen söylemine geri gitmemeli çünkü bu düzen ihlal edilen belirli soyut ilkelerin toplamından başka bir şey değil. “Liberal Uluslararası Düzen” fikrinin Rusya ve Çin yanında, Brezilya ve Türkiye’nin de yön değiştirmesiyle küresel bir hedef olmaktan çıktığı ve ABD’nin yeni bir liberal demokratik devletler koalisyonu kurması gerektiği vurgulanmış. Ayrıca, ABD’nin Kuzey Amerika hattının zayıfladığı ve Meksika/Kanada ile yeni bir ilişki kurulması gerektiğini; müttefiklerinin “hayır” demesine alışması gerektiğini; Avrupa ve Hindistan ile ilişkilerin yeniden güçlendirilmesini öneriyor. Demokratik devletler ancak uluslararası kuruluşlar sayesinde etkili olur anlayışıyla, ABD’nin bu kurumlara can vermesini ve Çin ile güç dengesinin kontrolden çıkmaması için üst düzey görüşme trafiğinin artmasını ileri sürmüş.

Ortadoğu şartlarına dair ne teklif ediliyor?
ABD’nin Ortadoğu’dan çekilmesini öneriyor. Suudi Arabistan-Yemen konusunda verilen desteğin kesilmesi, İran ile Nükleer Anlaşma’nın yenilenmesi yanında Afganistan’dan Taliban ile anlaşmaya bakılmaksızın çekilmeyi öneriyor. Filistin-İsrail konusunda iki devletli çözüme yol açmanın vaktinin geldiğini belirtiyor. Arap ülkeleriyle seçici ve çıkar merkezli bir ilişkiyi ve Çin’e karşı akıllı bir şekilde Asya ve Avrupa’da müttefikler üzerine yoğunlaşmayı öne çıkarmış. Son olarak Rusya ile şartlı bir ilişkinin gerekliliğine vurgu yapıyor. Raporu, genel anlamda ABD’nin ve küresel siyasal düzenin değişim/dönüşümüyle ilgilenenler için tavsiye ederim.

ABD’de neler oluyor peki?
ABD nerdeyse tüm ülke çapında protestolarla çalkalanıyor. Minneapolis’te bir siyahinin haksız yere öldürülmesinden sonra hızla yayılan olaylar, Kovid-19 dolayısıyla uygulanan sosyal mesafe kuralları dâhil hiçbir şeyi tanımadan genişledikçe genişliyor.

Bu protestolardan ne çıkar? 2020 Kasım ayında yapılacak başkanlık seçimlerine etkisi ne olur?
George Floyd’un ölümüyle yeniden gündeme gelen Amerika’daki polis şiddeti ve siyahlara yönelik ayrımcılık konusunu tartışmadan önce birkaç noktaya özellikle dikkat çekmek gerekir. Amerika’da polis teşkilatı Başkan’ın emrinde değil, eyalet valileri ve belediye başkanlarının emrinde. Ayrıca polis teşkilatı ulusal değil adem-i merkeziyetçi bir şekilde teşkilatlanmış durumda. Bu durum polislerin iç yapılanmasını, çalışanların etnik-dinî dağılımını ve ilgili eyaletteki genel yaklaşımı kurumsal olarak şekillendiriyor. Son iki haftadır maalesef ABD gündemi hep ırkçılık oldu. Minneapolis’te yaşanan son gelişme bu işin bir nevi zirvesi… Irkçılık konusunda son haftalarda birkaç tartışma yürüyordu. İlk önce New York’ta Central Park’ta Amy Cooper adında bir beyaz Amerikalı yürüyüş yaparken bir siyahiyi polise “beni ölümle tehdit ediyor” diye şikâyet etmek için telefon etti. Hâlbuki videolara bakılınca ortada hiçbir şey yoktu, adam sadece kadından köpeğine sahip çıkmasını istemişti. Bu olay sonrası polis-ırkçılık-beyaz Amerikalılık tartışması epey büyüdü. İşvereni kadını işten çıkardı; olaya maruz kalan kişi üzerinden ırkçılık ve polislerin beyazların dediklerini doğal olarak doğru kabul etmesi üzerine tartışmalar oldu. Sonuçta gelinen temel sonuç, bu konunun sistemsel bir konu/sorun olmadığı ve bireysel de olmadığı yönünde... Amerikan sistemi geçmişten beri Müslüman, siyah ve göçmenleri potansiyel olarak suçlu addedebiliyor. Bilinçaltı geçmişten gelen olgu ve algılarla bu şekilde işliyor. Aynı hafta Kasım 2020 seçimlerinde Demokrat Parti’nin muhtemel adayı Joe Biden “Demokratlara oy vermeyenler siyah değildir” mealinde ciddi bir gaf yaptı, sonrasında özür dilese de bu durum ırkçılık tartışmasını başka bir alana taşıdı. Bu olay sonrası demokratların siyahlarla ilişkileri ve özellikle hemen sonrasında yaşanan Floyd olayı demokratların siyahlara sahip çıkma konusunda zemin kaybetmelerine yol açtı.

Hadiseleri sosyolojik açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?
ABD medyasında bu tartışmalar devam ederken Avrupa ve ABD merkezli uluslararası ilişkiler akademisyenleri arasında son haftalarda yoğun bir ırkçılık kavgası yürüyordu. Security Dialogue adlı akademik dergide makale yazan iki kişi, güvenlikleştirme (İngilizcesi “securitization”) teorisinin kurucularını açıkça ırkçılıkla suçluyordu. Teorinin kurucuları Ole Weaver ve Barry Buzan buna yanıt verseler de bu tartışma hem akademik hem de popüler mecralarda devam etti. Batı sosyal bilimlerinin özünde ırkçı olması, sömürgecilik etkisine değinmemesi ve hatta onu meşrulaştıran boyutlarına kadar tartışma ilerledi ve hâlen devam ediyor. Fakat akademik anlamda yapılan bu tartışmayı önemli kılan asıl mesele Batı’da sosyal bilimlerin kurduğu paradigmanın Floyd olayının zihinsel/kurumsal altyapısını oluşturuyor olması. Batı’daki sosyal bilim zihni kapsayıcı gibi görünse bile dışlayıcı ve karşı tarafı tanımlayıcı olma özelliğini hiç bırakmadı. Batı-merkezcilikten beyazların ve Batı medeniyetinin üstünlüğüne kadar uzanan ana kurucu paradigmaların gerçek alandaki yansıması Floyd gibi kötü tecrübeler oluyor. Yılların getirdiği ve artık siyahlar için dayanılmaz hâle gelen kurumsallaşmış ırkçılık ile Kovid-19 dolayısıyla yaşanan salgın sebebiyle karantinadan insanların sıkılması, işsizliğin artması ve son olarak Central Park’ta yaşanan Amy Cooper olayı birleşince, Amerikalı polislerin siyahlara yaptığı insanlık dışı muamelelere tepki daha da arttı. Protestolar hızla yayılmaya başladı. Vandalizm zirve yaptı, Amerikan devleti sert müdahale etme sinyalleri verdi, çoğu eyalette güvenliğin sağlanması için ulusal muhafız askerleri gönderildi.

Trump’ın da tepki çeken ifadeleri oldu?
Trump’ın Amerika’da ırkçılık ve yabancı düşmanlığını arttırdığı ve söylemlerinin buna yol açtığı konusunda çoğu insan hemfikir. Fakat beklenenin aksine bu süreçte Trump, Floyd’a yapılanın yanlış olduğunu vurgulayan açıklamalar da yaptı, FBI’yı olayı incelemesi için görevlendirdi, yerel yöneticileri suçladı. Elbette bunda, seçimlerde Trump’ın siyahların oylarını almak istemesi ve Demokratların Biden’in yorumu nedeniyle bu tartışmada kısmen oyun dışı kalmasının da payı var.

Bundan Sonra Ne Olur?
Kısa vadedeki etkisi doğrudan salgınla alakalı. Kovid-19’a yakalananların sayıları önümüzdeki dönemde muhtemelen Amerika genelinde artacak fakat “sürü bağışıklığı”na doğru ABD hızla yol alacak. Polis şiddeti karşıtı gösteriler virüsü daha da yaydı. Çok konuşulan ve salgından ölenlerin çoğunun siyah olduğu gerçeğinde fatura bu şekilde göstericilere çıkacak. Tutuklanan polis en az 6-8 ay sonra hâkim karşısına çıkar, büyük ihtimalle ceza almaz ya da çok az ceza alır. Yaşanan olaylar ve konunun hassasiyeti dolayısıyla yargılamanın Amerika’da bazı hassas davalarda olduğu gibi başka bir şehirde yapılması kuvvetle muhtemel. Yargılama sonucunun geçmişteki örneklerden olan Amadou Diallo hikâyesinden çok da farklı olmayacağını düşünüyorum. New York’ta 1999’da evinin önünde 41 kurşunla suçsuz yere öldürülen siyahi Diallo toplumda infiale yol açmıştı. Kamuoyu ve protestolar önünde yargılanan polisler ceza almadı. New York Belediyesi ailesine 3 milyon dolar diyet ödedi.

Trump’ın otoritesi çökebilir mi?
İşin özü, Amerika’da her hâlükarda polisi koruyan bir sistem var. Bu ne kadar doğru-yanlış ayrı bir tartışma konusu ama polisin güçlü olmadığı bir Amerika inanın çok daha fazla soruna gebe. Dolayısıyla onlar için tek çare bu. Herkesin rahatlıkla silahlanabildiği ve kendi kuralını koyabileceği bir sosyal düzende kamu düzenini sağlayan güvenlik kurumlarının gücünün zayıfladığı anda Amerikan sosyal yapısında başka sorunların çıkması gayet muhtemel. Sonuç olarak: ABD çökmüyor, protestolardan çok büyük şeyler beklememek lazım. Seçimlere etkisi biraz da hâlen yürüyen sürecin nasıl ilerleyeceğiyle alakalı. Ama en nihayetinde ABD ölçeğinde ırkçılık çok önemli bir konu ve sorun ama yaşananlar küçük bir kriz. Büyük devletler küçük krizlerden dağılarak çıkmaz, aksine akıllı iseler daha güçlü çıkarlar. Bakalım ABD ne yapacak; Trump önderliğinde bir ABD bu işten nasıl çıkar bize ancak zaman gösterecek.


Baran Dergisi 699.Sayı