Alman devlet televizyonu ARD’de yayınlanan bir programda, Atatürk döneminde  gerçekleşen Dersim’deki katliam için kimyasal silah talep edildiği, ayrıca Hitler’in Atatürk hayranı olduğu belirtiliyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle Hitler’in Atatürk hayranlığı konusunda gerçekten de ırkçılığın en iğrenç şekli olarak “kafatasçı” zihniyet Türkiye’de uygulanmış bir şeydir. Brakisefal kafa mı yoksa Dolikosefal kafamı şeklinde millet üzerinde en ilkel ırkçılık sergilenmiş, Türkiye’de kafatasları ölçülmüştür. Ülkemizde 64 bin insanın bu ölçüme tabi tutulduğu tespit edilmiştir. Irkçılık ithamında kullanılan “kafatasçı” tabiri de buradan gelir. Irkçılık çağdışı bir şey ama o yıllarda Türkiye’de uygulanmış. Hatta Mimar Sinan’ın mezarı açılıp kafatası incelenmiş ve ölçülmüş; hangisi diye. Kana dayalı ırkçılığın kafatasına kadar uzayan ilkel biçimi Hitler’den önce Türkiye’de gerçekleşti. Dolayısıyla Hitler’in Mustafa Kemal’e hayran olması normaldir. Çünkü Türkiye tarihte bu konuda öncüdür Almanya’ya göre. Faşizm ise İtalya’da Mussolini ile ortaya çıktı. Türkiye’de kuvvet kazandı. Daha sonra bunu Hitler benimsemiştir. Türkiye bu uygulamayı İtalyanlarla beraber kurdu.

“Gerçekleri Yazan Tek Kişi Necip Fazıl Oldu”
Dönemin Cumhuriyet gazetesi manşetlerinin Hitler’i selamladığı biliniyor nitekim...
Türkiye’deki tek parti yönetiminin uygulamalarıyla onlarınki arasında fark olması bir yana, Türkiye’de biraz daha ağır uygulanmıştır. Her ne kadar buna faşizm demek istemeseler de çok acı bir gerçektir ki, Türkiye 1923’ten 1946 yılına kadar tek partili faşist, otoriter bir yönetimi benimsemiştir. Dolayısıyla Türkiye Almanya’yı değil, Almanya Türkiye’yi örnek almıştır. 1 numarya İtalya, iki numaraya ise Türkiye’yi yerleştirmek lazım. Dersim’de kimyasal silah kullanma konusuna gelecek olursak... Bu konuda Necip Fazıl’dan başka doğru dürüst bir çalışma yapılmamış. Mesele kamuoyunda açıklığa kavuşturulmamıştır. Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları adlı kitabında, Dersim’deki Alevi zulmünü anlatmaktadır. Bu konu Türkiye’deki çirkin uygulamalardan sadece bir tanesidir. Fakat Türkiye’deki diktatörler asla eleştirilemediği için, eleştirilmesine de 5816 sayılı kanunla yasak getirildiği için bu mevzu enine boyuna tartışılmamıştır. Burada ilginç olan bir nokta da şudur; Dersim’de yüzlerce, binlerce insan katledilmiştir. Mağaralara sokulup resmen zehirlenerek öldürülmüştür. Bu öldürülme hadisesi sırasında kimyasal gaz kullanılıp kullanılmadığını bilmiyorum ama bu bir vakıadır. Binlerce insan öldürülmüştür. Kadın, ihtiyar, çocuk hatta bebek demeden bir katliam söz konusudur. Seyit Rıza’nın ölümü ayrı ve çok acı bir olaydır; ailesine, çocuklarına zarar verilmemesi, dokunulmaması şartı koşarak teslim oldu. Buna rağmen gözlerinin önünde ailesinin bütün fertlerini asıyorlar. Sonra onu öldürüyorlar. Dersim’in bulunduğu coğrafya dağlık bir coğrafyadır. Başıboş bir bölgedir. Devletin vergi memuru göndermekte güçlük çektiği bir nokta. Burada vergisiz, kayıtsız yaşayan topluluklar vardı. Bunu fırsat bilen vergi mükellefleri de olabilir. Dadaloğlu’nun bir sözü vardır. “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir.” diye... Coğrafyanın özelliklerinden yararlanarak bir takım insanlar Osmanlı döneminde de idareye karşı gelmişlerdir. Ancak isyan çıkması, çoluk çocuk demeden katledilmelerini gerektirmez. Bu, İslam’da olmayan, insanlık dışı bir suçtur. Türkiye’nin bu dönemindeki sorumlular eleştirilemediği için ve maalesef akademisyenler de dahil, özellikle tarihçiler bu suça ortak olmuşlardır. En azından yapılanların yanlışlığını, zulüm olduğunu ispat etmek tarihçi ve akademisyenlerin görevidir.

“Celladına Aşık Topluluk: Alevi Kemalistler”
Mesela İstiklâl Mahkemeleri?
Bu mahkemelerin en bariz özelliği önce idam etmeleri, sonra yargılamalarıdır. Hukukla alâkası olmayan, bunların başında “üç Aliler” dedikleri, Kel Ali, Necip Ali, Kılıç Ali gibi asker kökenli isimlerin de bulunduğu seyyar mahkemeler... Bu mahkemelerin resmî rakamlara göre 15 bin civarında insan astırdığı söyleniyor. Bu vaka ile ilgili kayıtlar var fakat gündeme gelmez. Çünkü tek parti otoriter dönemi asla eleştirilemez. Eleştirildiği takdirde 5816 sayılı kanun kapsamında eleştiri yapan kişiler yargıya alınır, kodese tıkılır. 2019 yılında  konuşamadığımız acı gerçek. Bu Türkiye’nin ayıbıdır. Almanların bu konuyu dile getirmesi hükümet temsilcileri tarafından dile getirildi. Asla küstahlık değildir. Çünkü Almanlar kendi faşist liderlerini eleştiriyorlar. Hitler’in kimi örnek aldığı söylenince bundan bizimkiler rahatsız oluyor. Hali pür melâlimiz, tek parti faşizminin Türkiye’de ne kadar etkili olduğunu gösterir. Özgürlükler noktasında da ne kadar geride olduğumuzun tipik bir göstergesidir. Akademisyen, yazarlarımızın, gazetecilerimizin bu hususta çalışması, konuşması, tartışması lazım. Yapılan zulümlerin örtülmemesi gerek ama mızrak çuvala sığmaz. Bu gerçekler bir gün muhakkak konuşulacak. Mesela heykel dikmek... Türkiye’nin seviyesi ortadadır. Kemalizm otoritesini, diktatörlüğünü savunan en önemli kesim, çok ilginçtir ki Alevî topluluklardır. İlginçtir; özellikle Dersim bölgesi Alevîleri, kendilerine, dedelerine yapılan zulmü görmek istemedikleri gibi tam aksine yapılan zulümleri işleyenlere sevgi gösterisi içerisindeler. En büyük Kemalistler Aleviler içerisinden çıkıyor. “Stockholm Sendromu” denilen, yani celladına aşık olma hastalığı burada kendini gösteriyor. Toplumsal bir travmadır bu. Bu noktada da çalışma yapılması lazım. Oysa Kemalizm’in karşısında görünmesi gereken en önemli topluluğun özellikle Aleviler olması beklenir. 1970’li yıllarda bu hususta militanlık yaptıkları, terör eylemlerine katıldıkları malum.

“AK Parti Popülizmi”
Dönemin provokatif birtakım operasyonlarının sonucu olabilir mi?
Bu hususta şöyle bir şey daha düşünüyorum; Dersim’de katliama maruz kalan Alevi kesim yerine bir çok Ermeni, kendisini Alevi kimlikte göstererek bir şekilde kendini kabul ettirmiş olabilir. Bugün kendisinin Alevi olduğunu iddia edenlerin oldukça önemli bir kısmının köken olarak Ermeni olduğunu düşünüyorum. Nasıl ki, Sabetay Yahudilerinin Türk olarak gösterilip aslında Yahudi alimliği yaptıklarını, biliyoruz. Türkiye’de de önemli bir Ermeni topluluğu Alevi kimliğine bürünerek kendilerini gizlediğini düşünmek mümkün. Mantıklı düşünecek olursak hiçbir topluluk kendi katiline böyle sevgi gösteremez. Bu çok saçma. Bu da tartışılmalıdır. Biliyorsunuz; Alevilikte takiyye de vardır. Takiyye ile kabul etmediği şeyi kabul etmiş görünmek söz konusu olabilir. Bir çeşit riyakârlık. “Ben aslında sizi sevmiyorum ama çok sevmiş görünmeliyim.” Istılahta bu kavram var. Müslümanlar asla bunu kabul etmez fakat tarihî Şia tesiri bunu bu coğrafyaya da yaymıştır. Ben bunu yeterli görmüyorum tabiî. Dersim sonrasını anlamak mümkün değil. Ayrıca Dersim katliamından kalan birçok çocuk “besleme” olarak asker ailelerinin yanına alınmış, büyütülmüşlerdir. Ne romanlarda, ne araştırmalarda, ne de bilimsel çalışmalarda bu hususta bir bahis görmek mümkün değildir. Özellikle AK Parti hükümetinin Kemalizm’e tutunması, öne çıkarması, maalesef bu zihniyetin giderek daha kötüye gittiğini gösteriyor.

Bunun plânlı, sistematik bir şey olduğunu düşünüyor musunuz?
Ben bunu ahmaklık olarak değerlendiriyorum. Manevî değerlerimize sırtını dönüp popülist politika yapmak adına, oy kaybetmemek adına yapıldığını düşünüyorum. Şuna da iyice kanaat getirdim ki, yönetim etrafında konuşlanmış kişiler öne çıkıyor. Aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ekibi Kemalist zihniyete karşıdır. Hatta bir sözü vardır; “Türkiye ayyaşların yönetiminde olamaz. İçki sofralarında devletin idare edildiği nerede görülmüştür.” şeklinde... Fakat şu an Türkiye maalesef ters yönde gidiyor. Sonu nereye varacak bilemiyorum ama idealleri olmayan, doğruluğu değil de mevki-makam aşkı içinde koşan, menfaatleri için her türlü kılığa bürünmeye alışmış akademisyen, bürokrat, siyasetçi olduğu müddetçe bu yanlışlık devam eder.


Baran Dergisi 674. Sayı