Okurlarımızın tanıması açısından sorarsak, Fatih Özkafa kimdir?

1974 yılında Konya’da doğdum. İlk, ortaokul ve lise tahsilimi de Konya’da tamamladım. Daha sonra Selçuk Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldum. Yüksek lisansımı da aynı branşta yaptıktan sonra, doktorada branş değiştirmeye karar verdim. Üniversite tahsilim esnasında 1994’te hat eğitimine başlamıştım. Beş-altı senelik eğitimden sonra icazet aldım. Bu alanda akademik çalışma yapmak için sanat tarihi bölümünü tercih ettim. Hazırlık okudum branş değiştirdiğim için ve tezimi de hat sanatı üzerine yazdım. Doktorayı “İstanbul Selatin Camilerinin Kuşak Yazıları” teziyle tamamladım. 2005 yılında Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne araştırma görevlisi olarak girdim. 2009 yılında yardımcı doçent ve 2013’te doçent oldum. Aynı bölümde 2013’te bölüm başkanlığına atandım. 2016’da Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk-İslâm Sanatları Anabilim Dalı’na tayin oldum. Hem akademik çalışmalarımıza hem de hat sanatı üzerine çalışmalarıma devam ediyorum.

Branş değiştirmenizdeki en ehemmiyetli faktör nedir?

Hat sanatının beni içine çekmesiydi. Hat sanatında ilerlemeye çalıştıkça, bu işin teorisi ve tarihiyle de alâkalanmak istedim. Bunla alakalı kitap ve makaleler yazmak istedim.

Hat sanatı nedir, ne değildir? Biraz bahsedebilir misiniz?

Kur’an-ı Kerim Arapça nazil olduktan sonra, Kur’an-ı Kerim’i daha güzel yazmak için ortaya çıkmış bir sanat. Ashab-ı Kiram’dan itibaren Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) efendimizin tavsiyeleri doğrultusunda, harfleri ve yazıyı güzelleştirmeleri neticesinde peyderpey ilerlemiş bir sanattır. İlk dört halife de hat sanatıyla meşgul olmuştur; fakat Hazret-i Ali ile Hazret-i Osman daha çok temayüz ediyor. Hz. Ali hattatların piri olarak bilinir. Hz. Osman’ın yazmış olduğu Mushaflar vardır. Erken İslâm döneminden itibaren daima ilerleyerek günümüze kadar gelmiştir. Selçuklu ve bilhassa Osmanlı’nın son döneminde yazı en estetik seviyeye ulaşmıştır. Birçok yazı çeşidi gelişmiştir. Osmanlı bunlara katkıda bulunmuştur. Bugün de aynı gelenek hem Türkiye’de, hem de diğer İslâm ülkelerinde devam etmektedir. Hat sanatı hiçbir zaman gerilememiştir. Diğer sanatların Batı tesiri altına girdiği dönemler vardır. Mesela tezhib sanatı barok, rokoko gibi Batı akımlarının tesirleri altında kalmıştır. Hat ise hiç etkilenmemiştir. Bu da tabiî hat sanatının mucizevî yönüdür; Kur’an-ı Kerim kaynaklı olmasından… Hattatların titizliği ve icazet müessesesinin varlığı da bunda etkilidir. Kimse icazet almadan bir eserin altına imza atamaz; eser dahî veremez.

Üç ayrı hocadan mı icazet alınması gerekiyor?

Bir hocadan meşk ediliyor. Hoca icazete layık gördüğü zaman talebeyi icazet metnini yazıyor, diğer iki hoca da bunu tasdik ediyor. Dolayısıyla kontrollü ve tasdikli bir icazet alınmış oluyor. Bu da bir merasimle yapılıyor. Bizim geleneğimizde merasimler camilerde düzenleniyor. Camide, Kur’an-ı Kerim tilavet edilir, dua edilir ve topluca yahut ferdî olarak icazet töreni yapılır.

Sizin de belirttiğiniz üzere, Kur’an’ın yazılışından Mushaf hâline gelişine, Selçuklu’dan Osmanlı’ya ve günümüze kadar hat yazısı uzun bir serüven yaşadı. Hat sanatının bu serüvenini kısaca sizden dinleyebilir miyiz?

Hat sanatı, Hz. Peygamber (SAV)’in Besmele’yi Hz. Muaviye’ye tarifinden itibaren şekillenmeye başlıyor. Bu Besmele tarifi ümmî olan bir peygamber tarafından yapılıyor. Kendisi okuyup yazmadığı hâlde yazının nasıl yazılacağını tarif ediyor. Bunun bereketiyle yazı bütün Müslümanlar arasında rağbet görüyor ve İslâm sanatları arasında en fazla öne çıkan sanat oluyor. Mesela Batı’da resim, heykel gibi sanatlar ön plandayken İslâm âleminde en önde gelen sanat hat sanatıdır. Başta mimarî eserlerimiz olmak üzere bütün hayatımıza merkezlik ediyor. Zaten asıl olarak nesih yazı Kur’an-ı Kerim’in çoğaltılması maksadıyla gelişmiştir. Daha sonra levhaların, hilyelerin, kıtaların yazılması yine sülüs-nesih hatlarıyla gerçekleşmiştir. Zaman içerisinde ihtiyaçlara binâen birçok yazı çeşidi ortaya çıkmıştır. Mesela Osmanlı’nın geliştirdiği yazılardan bir tanesi Divanî ve Celi Divanî; bu saraya mahsus bir yazı, fermanlar ve beratlar bu yazıyla yazılıyor, dışarıda kullanılması yasak. Sadece saraydaki resmî hattatlar yazıyor bu türde. Celi, iri demek. Tâlik, Fars kökenli olup şiirlerde, divanlarda karşımıza çıkıyor. Celi Sülüs, mimarî eserlerde kullanılıyor; çünkü o büyük bir yazı, kalın kalemle yazılıyor ve uzaktan da net anlaşılabiliyor. Rika yazısı günlük yazışmalarda kullanılıyor; çünkü çok daha çabuk ve pratik yazılabilen bir yazı. Günlük resmî yazışmalar ve kayıtlar rika yazısıyla oluyor.

Yani her sahanın kendine has bir yazı sanatı var.

Tabiî… İhtiyaca binâendir. Günümüzde nasıl ki bilgisayar fontları farklı alanlarda kullanılıyor, bu da öyle bir şey. Tarih boyunca Emevîler, Abbasîler, Memlukler, Fatımîler, Selçuklular, Osmanlılar, daha sonra da cumhuriyet döneminde hem Türkiye, hem diğer Müslüman ülkeler bu sanatı geliştirmek birbirleriyle yarışmışlardır. İdare de dâima bu sanat destek olmuştur. Mesela Osmanlı döneminde hattat padişahlar vardır. Osmanlı’nın meşhur hattat padişahlarından birisi II. Mahmud’dur. Geride en çok eser bırakmış hattat padişahlardandır. Buna ilaveten başka hattat padişahlar da var. Saraydan halkın en alt kesimine kadar bu sanat rağbet görmüş. Bakkal olup hattat olan var; Bakkal Arif Efendi… Kömürcülük mesleğiyle uğraşıyor; ama hattat olmuş. Aynı zamanda kalemiye ve ilmiye sınıfından da hatla uğraşan çok insan var. Bu da bütün bir millet olarak bu sanata verdiğimiz kıymeti gösteriyor.

Şeyh Hamdullah ve Râkım Efendi’nin Türk hat sanatı için çok ehemmiyetli olmasının sebepleri nelerdir?

Şeyh Hamdullah Türk üslubunu kuran kişi olarak bilinir. II. Bayazıd’ın hocasıdır. Amasya’da şehzadeliği esnasında ona hat sanatı dersleri vermiştir. II. Bayazıd tahta çıkınca Şeyh Hamdullah da İstanbul’a geliyor. Topkapı Sarayı’ndaki arşiv ve yazılardan istifade ediyor. Padişahın da teklifi üzerine yeni bir ekol ortaya çıkarıyor. Bu Arap ekolünden Türk ekolüne geçiştir. Bunun için çok uzun bir süre çalışıyor. Padişah, ona Arap ekolünde yazan büyük hattat Yakut’un eserlerini veriyor ve “Efendim, bu tarzdan gayrı bir vâdî ihtilâ olunsaydı, nasıl olurdu?” diye soruyor. Yani bunun dışında bir üslup geliştirebilir miyiz diye soruyor. Cihan devleti olmak her sahada dünyaya bir şeyler vermektir. Bugün nasıl emperyalizm bize her şeyini adapte etmek istiyorsa, Osmanlı da bir cihan devleti olma yolunda ilerliyor. Sanat ve mimarisiyle Osmanlı bir kimlik ortaya koyuyor. Şeyh Hamdullah’ın önemi buradan kaynaklanıyor. Ahmed Karahisarî gibi bir kaç istisna dışında bütün hattatlar Şey Hamdullah’ın yolundan ilerlemiştir.

İsmail Zühtü Efendi, Rakım Efendi’nin ağabeyidir. Karadenizliler ve İstanbul’a göç ediyorlar. İsmail Zühtü, tashihsiz mükemmel yazabilen bir hattattır. Kardeşi Râkım farklı özelliklere sahiptir. Aynı zamanda da ressamdır. Hat sanatına perspektifi kazandıran hattattır. Resim sanatındaki perspektif inceliklerini hat sanatına tatbik etmiştir. Celi harflerde kalemi biraz daha kalın tutmuş, uzaktan bakınca biraz daha inceleceği için Râkım’ın sayesinde bu harflerdeki incelikler uzaktan da net algılanmaya başlıyor. Celi’de bir çığır açmış, Tuğra’da bir inkılap yapmıştır. Padişah tuğralarını öncekilere göre daha estetik çekmeye başlamıştır. Harflerin anatomilerinde değişiklikler yapmış, daha estetik bir harf anatomisi ortaya koymuştur. Râkım, bir takım enteresan terkibler de yapmış. Hat sanatında alışılagelmiş olan birleşim kâidelerinin dışına çıkıldıysa buna tasarruf diyoruz. Râkım bu eserlerden çokça vermiştir. Harfleri daha önce hiç görülmemiş şekilde birleştirmiştir. Tabir-i caizse çılgın bir hattat; bu da ondaki sanat dehasından kaynaklanıyor. Aynı zamanda da bizdeki hilye geleneğini de değiştirmiştir. Büyük hilyeler yazmış ve tasarımı değiştirmiştir. Bir başka özelliği de bütün yazı çeşitlerinde başarılı eserler vermiştir. Hattatlar genelde belli yazı türlerinde branşlaşırlar.

Osmanlı Sultanları ve Boğaziçi - Fatih Özkafa

Herkes hattat olabilir mi? Hat sanatının bugünlere kadar gelişerek gelmesinde pay sahibi diğer şahsiyetler kimlerdir?

Herkes hattat olamaz ve herkesin hattat olması da gerekmiyor. Cenab-ı Allah herkesi farklı bir yetenekle mücehhez kılmış, önemli olan o yeteneğimizin ne olduğunu keşfetmek. Bunun için önce aile, sonra hocalar çocukluktan itibaren insanlardaki yeteneği keşfetmeli ve onun üzerine gitmeli. Bugün yapılan en büyük hatalardan birisi şu; anne-baba çocuğunun bir şey olmasını istiyor, ama çocuk ona göre yaratılmamış. Sonra çocuk başarısız oluyor, sonra da çocuğu suçluyorlar. Hâlbuki onun fıtratına uygun olan sanatı bulsalardı çocuk başarılı olacaktı. Kimisinde musiki, kimisinde tiyatro, kimisinde spor yeteneği var; bunlardan birisinde temayüz etmesi lâzım. Sonrasında ise ehil bir hoca bulmak lâzım. Bu konuda da her türlü fedakârlığı yapmak lâzım. Çocuğun hatta kabiliyeti varsa hattat olabilir. Hattat olmak başka bir meslek sahibi olmanın önünde engel değil. Eskiden olduğu gibi insanlar normal mesleklerini icra ederken bir sanatla iştigal edebilirler. Sanat herkesin bir şekilde ilgilenmek mecburiyetinde olduğu bir saha. Çünkü sanat bizim ruhumuzu inceltiyor ve bizi manevî olarak geliştiriyor. Aynı zamanda maddî faydaları da vardır. Zor bir zamanınızda imdadınıza yetişebilir.

Günümüz Mushaf hattatlığının sorunları üzerine kaleme aldığınız makalelerde tertip ve usule dâir değerlendirmeler yapıyorsunuz. Bu meselede konuşabilir miyiz?

Bu biraz daha teknik bir mevzu… Mushaf hattatlığı, hat sanatının temel gayesi… Matbaanın icadından ve Osmanlı’ya intikalinden sonra artık Mushaflar da basılmaya başlandı. Kur’an basımı hattatların ekmeğine mâni olmamak için yaklaşık yüz yıl gecikiyor. Mushaf artık matbu olarak basılmaya başlandıktan sonra hattatlar da daha az Kur’an-ı Kerim yazmaya başladılar. Bugün bu had safhaya ulaştı, sayısız Kur’an-ı Kerim basılıyor. Bunların birçoğu bilgisayar fontuyla diziliyor. İnsan eli devreden çıkmış durumda. Burada estetik problemler var. Bunların maddî sebepleri var. Bir hattata Kur’an- Kerim yazdırmak hem zaman hem de maliyet açısından külfetli geliyor. Bir kişi başka hiçbir şeyle meşgul olmadan ancak dört-beş senede bir Kur’an-ı Kerim yazabiliyor. Bir sanatçının işçilik maliyetini karşılayacak bir finansör lâzım. Hattatın başka bir işle uğraşmaması lâzım. Sonra da baskı için taranacak ve basılacak. Bunu hiçbir yayınevi makul bulmuyor. Ne yapıyorlar? Bilgisayarda çok ucuz bir şekilde birisine dizdirip onu defalarca bastırıyor. Eski Mushaflar, mesela Hafız Osman Mushafları ilk diyasından basıla basıla zamanla uzaklaşmış, deforme olmuş, yazılar kötüleşmiş; bunlar da halkın nezdinde itibarsız hâle geliyor. Çünkü artık okunaklığı kalmamış. Hâlbuki müzelerimizde koleksiyonlarda çok güzel Mushaflar var. Bunlar basılmış olsa piyasada çok daha estetik Kur’an-ı Kerimler olur; ama kimse bunlarla ilgilenmiyor.

Bir proje çerçevesinde, Dubai’de yaklaşık sekiz senedir bir Kur’an-ı Kerim yazılıyor. Son beş yıldır biz de katılıyoruz. 30 hattat Dubai’de, Birleşik Arap Emirlikleri Kültür Bakanlığı bünyesinde toplanıyor, herkes bir cüz yazıyor ve Ramazan ayında bir Kur’an-ı Kerim tamamlanıyor. Bir hattat bir cüzü üç ayda yazıyor, üç ayda sanatlı bir Kur’an tamamlanıyor. Tasarımları da farklı, farklı tarzlarda yazılıyor, farklı ebatları var. Bugüne kadar proje kapsamında sekiz Mushaf yazıldı, biz de beş cüz yazmış olduk. Kâğıtları, ebatları, kalem kalınlıkları standart; sadece hattattan hattata ufak farklılıklar oluyor, onu da ancak hattatlar fark eder.

Hiç- Fatih Özkafa

Bugün mimarîde ortaya koyduklarımıza baktığımızda estetikten uzak yapılarla karşılaşıyoruz. Bu yapılardaki zevksizlik ve ruhsuzluk İslâm medeniyetiyle bir mutabakat belirtmiyor. Mimar Sinan yahut günümüze daha çok yaklaşırsak Cevat Ülger gibi şahsiyetleri yeniden nasıl yetiştirebiliriz?

Mimar Sinan o günkü medeniyet ortamının mahsulüdür. Böyle bir cemiyetten, bir Mimar Sinan çıkmasını beklemek hayal olur. Çünkü medeniyet bir bütündür. Hayat tarzıyla, felsefesiyle, inancıyla, ibadetiyle… O bakımdan günümüzde Mimar Sinanlar değil de başka mimarlar yetiştireceğiz. Günümüzün şartlarının el verdiği ölçüde yetiştireceğiz. Tabiî böyle demek ümitsizliğe kapılıp bu işleri bırakmayı gerektirmez; fakat ortada çok acaib mimarî eserler var. Özellikle camiler… Ya geçmişin çok kötü taklidi yahut da günümüz yorumu diye yapılan gariplikler. Bunların çok azı güzel oluyor. O da ancak ciddî bir devlet veya sponsor desteği olduğu zaman, ehil kişilere danışılıp, ehil bir mimara çizdirildiği zaman, içerisi de sanatında mahir kişilere tezyin ettirildiği zaman oluyor. Binlerce cami var, bunların maalesef birçoğu tarihî mirastan habersiz olan insanların sadece ihtiyaca binaen yaptırmış olduğu camiler. Maddî imkân ne elveriyorsa, yaptıranların kültür seviyesi ne düzeydeyse ona göre bir mimarî ortaya çıkıyor. Onu yaptıran insanların her birinin hayat tarzlarını tek tek inceleseniz, hayat tarzlarıyla eserlerindeki mutabıklığı göreceksiniz.

İslâm’la alâkası olmayan adamlar cami, mescit yapıyor.

O mevzuda bir Ayet-i Kerime var: “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahirete inananlar inşa-mamur eder.” Adam ömrü boyunca namaz kılmamış, yaşlanınca beni öbür dünyada kurtarsın diye cami yaptırıyor. Belki iman ediyor; ama imanın gerektirdiği şeyler yok. Bu tip camiler de ona göre feyz veriyor.

Cumhuriyet dönemi itibariyle hat sanatında yeni bir üslup getirilebildi mi? Harf devriminin hat sanatına tesiri nasıl oldu?

Hat sanatında bir bakış açısı bir anda gelmez. Üsluplar, ekoller bile yavaş yavaş oturmuş. Hattatların bile kendi dönemlerinde farklı üslupları var. Mesela Şeyh Hamdullah yeni bir üslup oluşturdu, ekol getirdi dedik; ama onun bile yazılarına baktığımız zaman, dönem dönem değişmeler oluyor. Bunu erbabı anlıyor. O bakımdan şu tarihte şu oldu falan diyemiyoruz. Osmanlı döneminden itibaren yaşamakta olan hattatlar o gün de hayattaydı, cumhuriyet ilan edildi, onlar da eser vermeye devam ettiler; fakat eskisi kadar itibarları kalmadı. Hele hele harf devriminden sonra birçoğu işsiz kaldı. Hayatın son dönemlerini aç susuz geçiren hattat çoktur. 1980’lere kadar hat sanatı rağbet gören bir sanat değildi. Bizim hocamızın hocası Hamid Hoca fakr-u zaruret içerisinde vefat etti; fakat bugün onun talebeleri ve talebelerinin talebeleri bayağı varlıklı insanlar. Biz bu insanlara çok şey borçluyuz. 1928’de harf inkılabının olması zaten kültür ve medeniyet açısından çok büyük bir yıkıma sebep oldu. Tabiî ki hat sanatı kendi mecrasında ilerledi, el altından da olsa talebeler yetiştirildi; ama hiçbir zaman geri kalmadı. “1928’den sonra hat sanatı geriledi” dersek yanlış bir şey söylemiş oluruz. Sadece hattatlar bir takım zorluklar çektiler. Mesela bazen yerel gazetelerde haber yapıyorlar “yok olmaya yüz tutmuş hat sanatı” falan diye. Böyle bir şey olamaz, bundan sonra hiçbir zaman da olmayacak. O başka bir takım zanaatlar için söylenebilir; ama hat sanatı kıyamete kadar yok olmaz. Ayet var: “Kur’an’ı biz indirdik, biz koruyacağız.”

Hat sanatı da dâhil diğer sanat dallarında yeni denemeler yapılıyor mu? Yapılıyorsa da kalıcı oluyor mu? Geleneksel yapıyı bozmadan mevcudu nasıl geliştirebiliriz? Türkiye sanat dallarında bir ekole sahip mi?

Günümüzün bir takım ihtiyaçları var. Bunlardan önemli bir tanesi de sanatta farklı bir ses arayışı. Tabiî bu bilhassa genç sanatkârları da tesir altında bırakıyor. Gelenekli sanatlarla uğraşanlar, toplumun baskısını üzerlerinde hissederek yeni bir şey yapmaya yelteniyorlar. Yeni bir şey yapacağız derken de bazı önemli kaideleri ihlâl edebiliyorlar veya estetikten taviz veriyorlar. Yeni bir şey oluyor; ama güzelliği tartışmalı. Veyahut bu ne kadar hat sanatı, ne kadar resim, ne kadar grafik sanatı gibi konularda net bir şey söylenemiyor. Renk uyumları konusunda tereddütler oluşuyor. Zaten malûmunuz hat sanatında asıl renk siyahtır. Siyah dışında bir renk tarihte göremiyoruz. Mürekkep zaten isten yapılıyor ve siyah oluyor. Şimdi ise her türlü renk çıktı, bunlarla da denemeler yapılıyor. Esasında farklı bir renk kullanmak bile hat sanatı mecrasından baktığınızda bir yeniliktir. Yeşil mürekkeple, kırmızı mürekkeple bir levha yazmak, her ne kadar klasik harfleri yazsanız da bir yeniliktir. Bunun ötesinde tasarım anlamında da bir takım yenilikler yapılıyor; fakat bunlar içerisinden çok azı güzel oluyor. O güzel olanların da ustalarına baktığımız zaman hakikaten sanattan anlayan, bu işte merhaleler kat etmiş ve üstad noktasına gelmiş kişiler olduğunu görüyoruz. Bunun için çok ciddi bir alt yapı lâzım. Bu kısa sürede olacak bir şey değil. Geçmişi çok iyi bilecek, sanat ve hat tarihini bilecek, İslâm sanatlarının ruhunu ve felsefesini bilecek, bir de diğer sanatlarla alakalı ciddi bir mesaisi olacak. Bir sanatçı sanata dâir olan her şeyle ilgilenir. “Ben sadece hat ile ilgileniyorum” diye at gözlüğüyle bakarsa ondan çığır açmasını beklememiz mümkün değil. Az önce tarihteki meşhur hattatları söyledik, Şeyh Hamdullah, Hamid Aytaç sadece hattat değil, başka meziyetleri var. Kimisi ressam, kimisi okçu, kimisi ilim erbabı… Çok yönlü olabilen, farklı ilim ve sanat dallarından beslenmiş olan kişiler yenilik getiriyorlar. Tek taraflı olanlar çuvallıyor.

Son olarak eklemek istediğiniz bir husus var mı?

Sanata göstermiş olduğunuz teveccüh dolayısıyla derginize ve ekibinize çok teşekkür ediyorum. Bu meseleyle alakalı ne kadar yayın yapılsa azdır. Toplum hâlâ bizim öz sanatlarımıza yabancı, başka sanatlar ne hikmetse daha çok ilgi çekiyor. Bunda da ben cemiyeti suçlamıyorum. Kendimizi suçluyorum. Demek ki bir tanıtım eksikliğimiz var. Burada asıl sorumluluk sanatçıların bizzat kendilerine düşüyor. O yüzden sizin gibi kadirşinas kişiler sanatla alâkalı yorumları ve yayınları çoğalttıkça toplum da bunlara daha çok değer verecektir diye düşünüyoruz. Bizim de maksadımız, bir işin hem teorisi hem de pratiğiyle ilgilenmek. Sadece pratikle ilgilenen kişiler, alt yapı sağlam olmadığından dolayı, bir mikrofon uzatıldığında bir şeyler söyleyemiyor. Siz anlatacaksınız ki insanlar bunu tanıyacak. Levhayı sergiye koydunuz, insanlar gelip bakıyor, bir şeyler anlıyor, zevk alıyorlar; ama bir de bu eserin anlatılması gereken bir takım sırları ve esprileri var. Arkamdaki levhayı eski yazıyı okuyamayan bir kişi anlamayabilir, buradaki remzleri, işaretleri anlamayabilir, renklerle ilgili bir felsefe kuramayabilir; siz bunu anlatır veya yazarsanız, bununla ilgili bir de tenkidler olursa bu sanat daha iyi gelişir. Mesela sinema sanatını ele alalım. Dünyada ve Türkiye’de sayısız sinema eleştirmeni var. Bunlar yorum yapıyorlar, senaryoyu değerlendiriyorlar, oyunculukları değerlendiriyorlar. Birçok açıdan ele alınıyor bir film. Böylece sinema denen sektör dünyada adından söz ettiriyor. Çünkü yazanı, çizeni, okuyanı, yorumlayanı, izleyeni çok. Hat sanatının böyle bir camiası yok.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Asıl ben teşekkür ederim.

Aylık Dergisi 148. sayı