Soru: Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Cihat Kısa adlı bir hadsizin Meryem annemize iftira etmesinden sonra gelişen hadiseler malum. İlahiyatlarda bu gibi vakıalar sürekli devam etmekte. Milletin din iman öğrensin çocuğum diye gönderdiği ilahiyatlarda çocuklar reformist, deist, ateist olarak çıkıyorlar. İlahiyyatlarda kökten bir değişen yapma zarureti olduğu bariz. Fakat Müslümanlar bu kebair cürümlere susmakta ve ses çıkarmamakta. Müslümanlar ne zamana kadar cinayet çapında işlenen bu facialara susacak, Müslümanlar neden en mukaddes şeyleri hedefte iken suskun hocam?

Besmele, hamdele, salvele…

Aslında medyada yayılan bu haber buz dağının görünürdeki çok küçük bir kısmı. Bir kere meselenin köküne inmek ve meseleyi orada tahlil etmek lazım. Bu İslami ilimlerin öğretildiği müesseseler kimler tarafından ne için kuruldu?

Müslümanların önce bunu irdelemesi lazım. Şimdi düşünün ki bir sistem var. Bu sistem referans olarak İslam’ı kabul etmiyor. Yani sistemin kendisi. Benim hiçbir işime, dünya işime Allah da karışmasın, Peygamberi de karışmasın, İslam alimleri hiç karışmasın! felsefesini bulunduran bir sistem. Referans olarak almadığı İslam’ı niye öğretsin?

Meselenin köküne inip hiç değilse mantıki olarak buranın irdelenmesi lazım. Yani burada bir çelişki var, bir saçmalık var. Daha doğrusu görünürde bir çelişki var, saçmalık var. İşin aslında bir cinlik var, bir hinlik var. İslam’ın düşmanı olan, İslam’la barışık olmayan dünya görüşlerinin, felsefelerinin, sistemlerin sahipleri de İslam’ı öğretmezler; öğretirlerse batıl olduğunu öğretmek için öğretirler, asılsız olduğunu zumlamak için öğretirler. Ne kadar saçma olduğunu göstermek için öğretirler. Bunu bazen çok açık ifadelerle söylerler, bazen de usta bir şekilde ortaya koyarlar. Bazen, metheder gibi yaparak zemmederler, över gibi yapıp yererler, bazen kendi düşüncelerini zemmeder gibi kınar gibi yaparak methederler. Edebi ifade tarzlarındandır bunlar. Şimdi bugünkü “Allah işlerime hiç karışmayacak. Dünya işlerime, siyasi işlerime, ekonomik işlerime, eğitim işlerime, hukuk işlerime, sosyal işlerime, hasılı hiçbir işime karışmayacak. Peygamberi de karışmayacak.”diyen sistemler İslâmiyet’i öğretmek için müesseseler kurdular. Şimdi burada demek ki kendilerine göre bu İslamiyet’in ne kadar saçma sapan bir inanç biçimi olduğunu anlatmak için bunu yaparlar.

Soru: Eğitim sistemini eleştiriyorsunuz yâni…

Bakın -mesela- felsefe kitapları, sosyoloji kitapları, değişik düşüncelerin yazıldığı şekillendirildiği felsefi eserler, sosyolojik eserler, bunlar değişik düşünceleri, felsefeleri, işte şu -izmi bu -izmi anlatırlar sonunda onun kritiğini yaparlar, bunun yanlışlıklarını da gösterirler, tartışılacak yerlerini ortaya koyarlar, orada bunları anlatırken aslında kendi felsefelerini usta bir şekilde muhataplara kabullendirirler ve bu anlattıkları ile düşman belledikleri anlayışları karalarlar. Şu ilahiyatlarda gerçek İslam anlatılıyor diyen şunu iddia etmeli: İslâm siyasi olarak, içtimai olarak ekonomik olarak her parçasıyla İslam hâkimdir. Dolayısıyla hâkim olan İslam, İslam’ı olduğu gibi insanlara öğretmek vazifesini icra ve ifa etmektedir. Bunu diyebiliyorlarsa buna diyeceğimiz bir şey yok. Bunun ne kadar ortada olduğu ne kadar olup olmadığı, ne kadar olabileceği veya olamayacağı ortadadır, açıktır.

Soru: Sisteme entegre olmak ile sistem içinde sistemle mücadele etmek farklı şeylerdir. Dışarıdan muhalefet etmenin bir sağlamlığı ve bir kolaylığı var. Ancak içeriden mücadele etmenin zorluğu ve kıymeti de inkâr ve ihmal edilemez.

Böyle müesseselerde bazen Müslümanlar, samimi Müslümanlar da bulunurlar. Hiç olmazsa başkalarından çok açabileceği çok büyük rahatsızlıklar yerine hiç olmazsa ben olayım diyen bazı Müslümanlar zamanla bu sistemin çarkları arasında o sistemin bir parçası haline gelirler, yani gavurca ifadesiyle sisteme entegre olurlar, onunla bütünleşirler. Bugün değilse yarın, yarın değilse öbür gün bu sistemin bir müdafii, savunucusu olurlar. Şimdi mesela bizler 80 senesinde mezun olmuştuk bu müesseselerden şurada 41 seneyi aşkın 42 seneye giren bir zaman dilimi içerisinde köprünün altından çok büyük suların geçtiğini görüyoruz. O zaman da tabiî ki böyle inhiraflar, sapmalar vardı; ama açı bu kadar açılmamıştı, gözükmüyordu. Gerçi görenler, başta bu tehlikeyi görmüştü; ama aklı gözünün ilerisinde olanlar görmüştü, ama aklı gözünde veyahut gözünden geri olanlar hakikatleri göremediler. Buradan İslami bir eğitimin öğretimin olabileceğini zannettiler halbuki çok büyük bir yanılgı içerisine düştüler. Burada öğretilen İslam aslında esasında yani oryantalizmin, şarkiyatçılığın kendi tezgâhlarında ihbar ettiği yapma bir İslam, İslam’ın düşmanı olan bir İslam ve bunu bizim memleketimizin siyasi güçleri resmiyet patenti taktılar. Böylece bu İslam’ın düşmanlarının uydurduğu İslam, hakiki İslam’ın karşısında onu boğmak için devreye sokuldu.

Soru: Zaten biz de buna değindik; bunun sadece Cihat Kısa ile alakalı bir problem değil, İlahiyatların genel problemi, hatta sistemin artık genel bir problemi haline geldiğini söyledik.

Cevap: Şimdi, Müslümanlar sistemi sorgulamayacaklarsa, oradaki sistemin kurumlarını temelden, kökten sorgulamayacaklarsa, Cihat Kısa ile uğraşmaları bataklığın yanındaki üzerlerine konan bir sivri sineğe bir tane vurup onu öldüreyim derken kendilerinin canlarını acıtmaktan başka bir iş değildir. Meseleyi buharlaştıracaklardır. Mesele yine perdelenecek, insanların gözünden gizlenecektir. Sistemin sorgulanması lazım. Acaba İslamiyet’i, sistemi biz sorgulayabilir miyiz? Bu sistemin sorgulanması bu sistem açısından hukuki sıkıntıları olan bir şey tabiî. Hele yargılanması, olmayacak bir şey. Böyle bir hürriyetimizin olmadığını biz biliyoruz. Ancak böyle bir sistemin Allah’ın indirdiği İslamiyet’i öğretip öğretmeyeceği hususunda çeşitli mülahazalarımızı düşüncelerimizi serdetmemize mâni bunların hukukuna göre de olmamalı. Kendi kanunlarına göre de bir şey olmamalı. Bunların öğreteceği, Allah’ın gönderdiği Peygamberin getirdiği İslam o-la-maz, nokta. Öyleyse, bu ithal İslam, kafirlik inanç, düşünce, fiil ve hareketinin temel taşlarının yerleştirildiği ve binasının onun üzerinde kurulduğu bir operasyon. Bunu bilmemiz lazım.

Soru: Söyledikleriniz “İslâma Muhatap Anlayayış” ile mücehhez olmayız bütün müesseseleriyle kadrolaşmayı icap ettiriyor. Bu temel bir sorun. Neden Müslümanlar susuyorlar?

Müslümanların susmamaları için ben bir sebep görmüyorum. Müslümanların susmamış olmaları için ben yeterli bir sebep bilmiyorum. Tabiî ki susacaklar. Müslümanlar, sistemle barıştırıldı. Hele Müslümanım diyenlerin vasıtası ile Müslümanlar bu sistem bizim sistemimiz demeye başladı. Sıkıntı burada. Müslümanlar eğer, bu sistem benim sistemim değildir, bu sistem benimle alakalı olan bir sistem değil, bu beni boğmak için kurulan bir sistemdir. Benim inancımı, benim hayat tarzımı yok etme üzerine kurulan bir sistemdir. Buna karşı benim bir mücadele vermeye ne gücüm var ne lüksüm var ne de talebim, kararlar muhalifinde olabilir. Ne yapacağız biz?

Soru: Sizce ne yapmalıyız?

Hakiki bir Müslüman olmanın gereğinin İslam’ı kendi kaynaklarından öğrenmeyi icap ettireceğini bileceğiz. İslam düşmanları, İslam tarihini bize anlatacak ve anlatılan objektif olacak! Bu objektif İslam tarihi ile biz gerçek bilgilere sahip olacağız! Öyle mi? Böyle bir şey olamaz. Hasılı öğretilen İslam alternatif bir İslam olacak. Allah’ın İslam’ının boğulması lazım gelecektir. O yüzden, Müslümanlar uyuşturuldu. Müslümanlar biraz böyle iyi polis, kötü polis rolü oynayanların veyahut da bu rolü oynarken bunun farkında bile olmayanların vasıtası ile sistemle barıştırıldı. Kısacası babalarını, atalarını, yani geçmişlerini, İslam büyüklerini yok eden sistemin ziyafet sofralarında, karınlarını doyurmakla meşguller Müslümanlar. Bu uyduruk İslam’a karşı Müslümanların düşman olması lazım. Bu İslam’ın İslam olmadığını önce kabullenmeleri lazım. Bu İslam’ın, İslam’ın önünde bir uçurum olduğunu, İslam’a varmanın önünde büyük bir mâni teşkil ettiğini, Müslümanların bilmesi lazım. Bu şuurda olmaları lazım.

Soru: Yani Müslümanların düşmanlarını tespit etmesi lazım.

Cevap: Tabii… Müslümanların -başka bir ifade ile- kendilerini düşman bilenleri ve görenleri iyi bellemeleri lazım. Şimdi o düşmanların kendilerine kurduğu ziyafet sofrasında, kendilerini zehirlemekten başka bir iş yapmayacaklarını bilmeleri lazım. Biz, atalarımızı, önderlerimizi yok eden bir sistemin ziyafet sofrasında günümüzü gün etmeye çalışırsak, bu insanların, yani bizim sesimiz çıkmaz. Bizim sesimiz çıkmaz, çıkamaz. Eşyanın tabiatına uymaz, bu sesimizin çıkması. Onun için mesele sistem meselesi…

Soru: Hocam biz bu sistemin kötülüğünü bilen ve kurutmak isteyen yani bunları gören gençler olarak ne yapmalıyız, mevzu bahis kişilere gidip bunlar hakkında teşvikte mi bulunmalıyız? Açıkça mukaddesatına sövülüyor. Bugün Müslümanların en katî hususta bile -mesela Meryem annemizin iffeti konusunda- sövülüyorken Müslümanların bir öfke problemi var, öfkelenmiyorlar.

Bunu gören gençler olarak, tabiî ki görenler var ufak tefek, hani gavurca ifadesiyle “marjinal gruplar” yani çok dar dairedeki topluluklar böyle seslerini bir şekilde çıkarıyorlar. Ama burada da sıkıntılar var. Mesela Malcolm X Müslüman oldu. İslami bir mücadele vermeye çalıştı. Ama ırkçı bir anlayışla bunu yapmaya başladı. Siyahilerden başka Müslüman olmayacağı görüşünde idi. Büyük bir sosyal hareketin fitilini ateşledi. Fakat çok büyük bir şeyler olmadı. Sistem onu böyle pek hırpalamadı. Ancak ne zaman Hacca gitti, orada bir Ümmet ruhuna sahip oldu, kendi İslam’ının, Allah’ın İslam’ı olmadığını anladı büyük ölçüde. Mücadelesinin seyri değişti. O zaman biletini kestiler ve onu şehid ettiler. Onun için bugün İslami gruplar olarak İslam dışı sistemlerden bazı bağıranlar çığıranları eğer sistem kendisi için zararlı görmez ise, sesini çıkarmaz. İstediği gibi böyle siyasilere söven, küfreden konuşmalara ses çıkarmaz. Ama ne zaman sistemi zorlayacak, sistemi sorgulayacak, sistemi sarsacak seviyeye gelir ise hemen, anında darbeyi vurur.

Müslümanlar tabiî ki böyle çok iffetli bir şekilde aksülamellerini, ideallerini ortaya koyacaklar. Ama hiçbir zaman için evcilik oynamayacaklar. Düşmanların işine yarayacak adımları atmayacaklar. Müslümanların kemiklerini kırdıracak bir şekilde hareket etmeyecekler. Böyle olmayacak diye, tamamen motor freni ile kendilerini bir tarafta böyle muattal da bırakmayacaklar. Çok ince bir şekilde kotarılması lazım. Çok ince bir şekilde tasarlanması lazım. Bu arada sadece bilgi yetmiyor amele ihtiyaç var. Sadece amel de yetmiyor, ihlasaihtiyaç var. Sadece bunlar yetmiyor, amel olarak taktiklere, tecrübelere ihtiyaç var. Yani bu sistemi çok iyi tanımak zorundayız. Ya da İslam dışı sistemleri, İslam’ın canını okuyacak yani İslamiyet’i bir kaşık suda boğmak için fırsatlar kollayacak sistemlerin içki masalarına meze olmamamız lazım. Çok dikkatli olmamız lazım.

Bazen çok büyük hareketler karşısında susmayan şer güçler, küçük hareketler karşısında aslan ile kaplan kesilirler, neden? Çünkü küçük hareketler o, ama kendine ait yani hiçbir bağlantısı olmayan, hiçbir böyle anlaşmalı eczanesi, eczane vasfı bulundurmayan küçük gibi gözüken küçük gruplar… “Nice küçük gruplar vardır ki Allah’ın izniyle büyük topluluklara galip gelirler ayeti celilesinin fermanı ile çok küçük ama has bir İslamî hareket, zalimleri tahtından indirecek. Mazlumun o ahh deyişi birçok zalime dünyayı dar getirecek. Çok dikkatli olmak lazım, ihlasa uymak lazım.

Soru: İslâm kaynakları yeterince biliniyor mu?

Dinler ve İslam mezhepleri tarihi okunacak ise bunu oryantalistlerin kitaplarından değil, Müslümanların baba kitapları var bu hususta, İbn Hazm’ın “el-Fisal”i var, Abdulkâdir el- Bağdadi’nin “el-Fark beyne’l- Fırak”ı var, Şehristani’nin “el-Minel veni’n- Nihal”i var. Burada İslami birtakım dinler ve mezhepler tarihine dair Müslümanların kendi eserleri var. Müslüman düşmanı vampirlerin İslam’ı tanıtan eserlerinin objektif olamayacağını ve İslam’ın İslami kaynaklardan öğrenilmesi lazım geleceğini ön plana çıkarıp bunu zumlamak lazım. Acil faaliyet planı olarak bunu yapmak lazım. Bu kesinlikle yapılmalı. Mesela adam bir şeyler söylüyor ama Goldziher’in dediklerini söylüyor. Belki ismini söylemiyor. Fazlurrahman isimli adam onun eserleri o vadideki eserler, Goldziher’in, Montgomery Watt’ın Dozy’nin, Safarî’nin, Rudi Paret’in ve diğer İslam düşmanı bütün müsteşriklerin İslam’ı tanıtan eserlerinin çöplüğe atılması lazım. Bunların hiçbir şekilde objektif olamayacağının bilinmesi ve insanlara bildirilmesi lazım. Bunlardan öğretilen ve öğrenilen İslam’ın ucunun dinsizliğe ve ateizme çıktığını unutmamak lazım. Bunlar, yani Müslümanlara kan kusturan adamlar on milyonlarca Müslüman’ın kanını bir vampir gibi emen insanlar. Bunlar İslam için güzel rüya görebilirler mi kardeşim benim. Bunların atılması lazım, İslâmın kendi kaynaklarından öğrenilmesi lazım.

Ben, Osmanlı münevverlerinden Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi’nin “Tarih-i İslam” namındaki bir eserini okumaya başlamıştım seneler önce. Onu gençliğimde on altı, on yedi yaşlarında tanımıştım. “Âmâk-ı Hayal” diye bir eserini yani bugünkü Latinceye çevrilen eserini okumuş sevmiştim. Kendisi iyi bir filozof, iyi bir sosyolog, iyi bir münevverdi. Kafası bazı mevzularda karışıktı; ama bu sahalarda ileri, fazla bir adamdı. Bunun İslam tarihini de okuyayım dedim. Tarihe ayrı bir merakım var. Gerçi o merakımı hala yeterince giderebilmiş değilim. Bu hususta çok malzeme topladım, ama ömür kısa, her işe yetmiyor. Bu adam bizim Osmanlı tarih encümeninin reisliğine getirilmiş. Çünkü neden? Mürekkep yalamış, böyle kültürlü. Garbı güzel tanıyan, felsefeyi güzel bilen bir adam olduğu için. İyi temayüz etmiş. O günkü Tanzimat atmosferinde temayüz eden bir adam. Bir eziklik yaşıyor ümmet. Bu kaçamamış. Bitirmişler işi, dağılmış bu encümen. Kendim diyor, bu topladığım şeylere ilave birtakım şeylerle İslam tarihi yazmayı münasip gördüm. Ve devam ediyor, yalnız şurasını bilmek lazım ki: Bence -meal olarak söylüyorum- “İman temeline dayalı bir tarih, yani inanç temeline dayalı bir tarih objektif değil sübjektif olacaktır. Yani sen inanıyorsun inandığın gibi o vadide yazıyorsun. Demek istiyor ki ben İslam kaynaklarından çok kendi kafama göre ilham almayacağım ama daha objektif, daha karşı kaynaklardan İslam tarihini yazmayı hedefledim, demeye getiriyor.

Bazı konferanslarda, sohbetlerde şöyle demiştim: Müslümanların İslam tarihini imanları dairesinde yazdıkları için objektiflikten uzak, sübjektif yani yanlı bir şekilde yazdıkları iddiası, eğer bu doğruysa İslam düşmanlarının kaleminden, Müslüman olmayanların kaleminden böyle bir tarihi yazmak daha çok sübjektif olur. Çünkü onların İslam’a ve Müslümanlara karşı azılı düşmanlığa dayalı bir negatif sübjektif imanları var, sistem hakkında. Onların İslam ve Müslümanlar hakkında yazdıkları da imana dayalıdır. Onların inkâr imanı vardır. Ama bu inkâr imanı, husumetlerle, yamyamlıklarla beslenmiş güçlenmiş bir inkâr imanıdır. O yüzden bunların İslam hakkında yazacakları bilgiler çok daha sübjektif olacaktır. Öyleyse ne yapmak lazım? İman dairesinde olup insaflı bir şekilde gayet müdekkik, muhakkik bir gözle tarihin yazılması lazım. Ve bu tarihin mümkün mertebe yorumdan uzak bir şekilde yazılması lazım. Oryantalistlerin yorumlu tarihleri vardır, yorumlu tarihler Şemsettin Günaltay’ın, “Tarih-i İslam”ının veyahut Dinler Tarihi’nin başında galiba öyle diyor. Veya “Tarih ve Müverrihler” kitabının başında. Unuttum şimdi. Osmanlıca bir eser. Latin harflerine de çevrildi diye hatırlıyorum.

Soru: İlk dönem İslâm tarihi eserleri nasıl idi?

Yani ilk devir İslam tarihçileri hadisatı böyle yorumsuz olarak olduğu gibi naklederler. Yorum katmazlar ama gavur tarihçiler yorumlu olarak bunu verirler. Yorumlu olarak verdikleri tarihte birtakım şeylerin biraz anlaşılmasına belki yardımcı olurlar ama, başka birçok şeyin karartılmasına da sebep olurlar. Kavrayamadıkları veya kavramak istemedikleri, örtmek istedikleri şeylerin üstünü kalın bir şal ile örtmüş olurlar. Ama İslam tarihçilerinin olduğu gibi vermeleri artık ilerdeki tarihçiye bunun nasıl anlaşılacağını nasıl okunacağını tarihçilere bırakmalarının bazen çok daha objektif neticeler doğurduğunu söylüyor; ki bu bence çok doğru bir tespittir. Mesela İbn Cerir Taberi “Tarih”inin başında mealen şöyle diyor: Ben burada her naklettiğim şeyi, doğru olduğu iddiası ile nakletmiyorum. Tarihçi bunlardan doğru olanları alıp yazacaktır, diye ortaya koyuyor usulünü. Yani İslam düşmanlarının, İslam’ı anlatan eserleri hiçbir zaman için objektif olmayacaktır. Yazdıkları negatif bir imanın mahsulleri olduğundan, negatif bir husumete dayalı, sadece haksız bir husumete dayalı bir imanın mahsulu olduklarından dolayı çok büyük yanlışlıklar bulunduracaktır. Halbuki İslam’da hem husumet vardır hem sevgi vardır. Yerli yerindedir bunların dozajları, İslam tarafından ayarlanmıştır. Onların İslam’a karşı yazacakları şeyler sırf haksız bir husumete dayalıdır. Müslümanlar kafirleri bile değerlendirirken onları ümmet- davet yani aday ümmet olarak görürler. Müslümanlar, Müslümanları ümmet olarak bilirler; ama Müslüman olmayanları ümmete davet, İslam’a aday olarak görürler. Ona göre dikkatli davranırlar. Yani Müslümanların tavırları hem sevgiye hem husumete dayanır. Sınırlarını Allah’ın belirlediği bir husumet… Allah’ın ve Resulünün benimsediği, belirlediği, tayin ettiği bir sevgi. Onlar ise kafalarına göre şeytanın belirlediği sırf husumet, hiçbir sevgiyi bulundurmayan, sırf düşmanlık esasına dayalı inkâr imanına dayalı yazdıkları İslami eserler tamamen sübjektif olacaktır. Bugünkü sıkıntıların temelinde, imansızlıkların temelinde yatan işte budur.

Bunların hiçbir şeyleri ilmi yanı, değeri olan şeyler değil. Epistemoloji diyorlar ya… İlim ağırlığı ve değeri bulunmayan vesvese ve evhamlardan ibarettir. Sadece mücerret ihtimallere dayanır. Mücerret ihtimaller ise ilimde hiçbir işe yaramaz. Delilden doğan ihtimallerin büyük faydaları var, ama mücerret ihtimale bakarsak o zaman hayat uçuruma sürüklenir. [Mesela Müslüman olarak tanınan çokların gavur, namuslu olarak bilinen nicelerin de namussuz olma ihtimali aklen mümkündür. Bu ihtimali besleyecek kâfi delil ve ipuçların bulunmadıkça ilmi hiçbir kıymeti yoktur. Müsteşriklerin vesveseleri ekseriya buraya dayanır. Onların bilimsellikleri bundan ibarettir.] Mesele uzundur. Burada bu kadarla iktifa etmek istiyorum.