Turan bey, A.B.D.’nin büyükelçiliğini Doğu Kudüs’e taşımasıyla ilgili değerlendirmenizle başlayalım? 

A.B.D.’nin İsrail’le her şeyde ortak olduğu açıkça netleşmiş olduğu görülüyor. A.B.D., BM’deki veto hakkıyla veya uluslararası hukuku kendi lehine kullanarak İsrail’e destek veriyordu. Artık buna da gerek duymuyor. Bu da A.B.D.’nin artık barışın tarafı değil, tamamen katil rejimlerin ve terör devletlerinin yanında, terörün bir parçası olduğunun açık itirafıdır. İkincisi, İsrail bir işgalci, A.B.D. de işgalci. Bunu teyit eden en önemli olay da A.B.D.’nin bugün Doğu Kudüs’te elçiliğini kurduğu yerin Filistinli bir aileye ait olması. O aile toprağını satmadı. Fakat onlar gasp ettiler, işgal ettiler.

Arap Birliği’nin geldiği duruma dair görüşlerinizi alabilir miyiz? 

Kudüs’ün özgürlüğü İslâm ülkelerinin başkentlerinin de özgürlüğünden başlar demektir. Başkentler özgür olmadıkça Kudüs’ün özgürlüğü de zor. A.B.D. ve işbirlikçileri kazanıyor görünebilir ancak yarın hepsi kaybedenlerden olacaktır. Lawrence’lar gitti ama içimizde Arap Lawrence’lar var. İsrail’i suçlamıyorum. Ama dünkü Yahudilerin neşeli görüntülerini görünce, Araplara karşı muazzam bir tiksinti ve küçümseme hissettim. Şu da görüldü, huzurun gelmesi için İsrail’in diplomatik yolla kuşatma altına alınması gerekiyor. Türkiye’nin onurlu bir duruşu var.

İran ve Arap Birliği’nin politikalarını dikkate aldığımızda Kudüs davasının Türkiye’nin üzerine kaldığını söyleyebilir miyiz?

Şu anda tek ülke Türkiye var Kudüs’ün yanında. Türkiye, Filistin davasının fiilen sahibi olduğunu ortaya koymalı. Bunu resmî olarak üstlenmeli hatta acilen Kudüs Bakanlığı kurmalı. Çünkü önümüzdeki yıllarda Kudüs davası hep önümüzde olacak, durum onu gösteriyor. İran ve Arap rejimleri geçmişte Kudüs’ü kullanıyordu bugün satıyorlar. İsrail ve A.B.D.’lilerin açıklamalarına baktığımda şunu gördüm; sanki Tevrat’tan ayetler ve peygamber vaadleri okuyormuş edasıyla konuştular. Trump da onların nazarında bir “mesih”ti.


Baran Dergisi 592. Sayı