Kamuoyunun tepkisini çeken, hukuk sistemine güveni ortadan kaldıran kimi atamaları, görevden almaları, FETÖ davalarındaki tahliyeleri ve bazı tutuklamaları toplu bir bakışla nasıl değerlendirmek gerekir?
Hukuk sistemi ve özel olarak yargı, Türkiye’de her dönemin en sorunlu alanlarından birisi olarak ve seleflerinden aldığı sorunları yenileriyle büyüterek, kendinden menkul bir şekilde varlığını sürdürmeye devam ediyor. Her devrin hukuksuzluklarının bir sonraki dönemlere yeni bir kültür olarak miras kaldığı dikkate alındığında, bugün itibariyle ciddi bir tıkanıklıkla karşı karşıya kaldığımız açıktır. Yargı mensuplarının dahi güvensizlik içerisinde olduğu bir sistemde hiç kimsenin güvende olamayacağı gerçeğinden hareketle, meselenin tâlî çözümlerle ya da uyduruk reform başlıkları ile değil, köklü bir bakışla ele alınması ve radikal çözümlerin devreye sokulması gerekmektedir. Böyle bir gereklilik söz konusu iken mevcut durumda tahliye ya da tutuklamalar, atamalar ya da diğer sonuç nitelikli uygulamaların tartışılmasının, gerçek meselenin çözümüne bir katkısı olacağını düşünmüyorum.
 
“Hukuk Güvenliği Problemi”
Diğer yandan bir hukukçu olarak içeriğine vakıf olmadığım herhangi bir tahliyeyi eleştirmem ya da herhangi bir tutuklamayı yüceltmem düşünülemeyeceğinden, somut tartışmalara dahil olmayı doğru bulmuyorum. Ancak genel olarak vurgulamak gerekirse, yargı alanında en önemli sorunlardan birisi hukuk güvenliği problemidir. Biz avukatlar dahi ceza, hukuk, idarî fark etmeksizin hangi davada hangi süreçle ya da hangi sonuçla karşılaşacağımızı kestiremez olmuş durumdayız. Birçok dosyada tutuklamaların ya da tahliyelerin gerekçesini anlamakta zorlanıyoruz. Bu güvensizlik mahkemeden mahkemeye; hatta aynı mahkemede olsa dahi dosyadan dosyaya, sanıktan sanığa, suç tipinden suç tipine göre değişen yargı pratiklerinden kaynaklandığı kadar, yargıya yönelik müdahalelerden de kaynaklanıyor. Yargı bir taraftan siyasî müdahalelere alabildiğine açık iken, diğer yandan da çeşitli güç odaklarının ve medyanın etkisine çok açık. Özellikle son yıllarda sosyal medya etkisi ile yaşanan tutuklamalara ya da tahliyelere şahit olduk. Hatta bazı örneklerde üç-beş defa top sektirir gibi tutukla-bırak örnekleri ile karşılaştık. Bahse konu örnekler, kendilerini güvencede hissetmeyen, özgüven sorunu yaşayan ya da bağımsızlık ve tarafsızlığı kalmamış yargı mensuplarının geldiği noktayı göstermesi açısından ibretlik örneklerdi.
 
“130 Bine Yakın İhraç”
KHK davalarına başlangıçtan bu yana çeşitli tepkiler verildi ve bu tepkiler sürüyor... Söz konusu kararname sonrası görevden alınan kimi memurların, masumiyetlerini ispatladığı hâlde mağduriyetlerinin sürmesi hangi sebeplere bağlanabilir? KHK davalarındaki umumî bilanço nedir, bizimle paylaşabilir misiniz?
İki yıllık OHAL sürecinde gündeme gelen KHK’lar ile alışılmış yargı pratiklerinin dışında, toplu listelerle herhangi bir disiplin soruşturması süreci işletilmeksizin ya da yargılama yapılmaksızın; hatta uzun süre yargı denetimi dahi olmaksızın insanların işlerinden atıldığına şahit olduk. 130 bine yakın kişinin ihraç edildiği süreçte az sayıda iade işlemi söz konusu olduysa da uzun süre bir yargı denetimi işletilemedi. Sürecin sonunda oluşturulan OHAL Komisyonu ile idarî bir başvuru imkânı doğmuş ve bu Komisyon kararlarına karşı yargı yolu açılmışsa da gerek komisyonun işleyişi gerekse hantallığı hâlâ ciddi bir problemdir. İhraç edilen insanların çoğu hakkında dava bile açılmamasına, haklarındaki soruşturmalarda takipsizlik kararı verilmesine, bir kısmının ceza yargılaması neticesinde beraat etmiş olmasına rağmen hâlâ etkili bir mekanizma ile idarî bir süreç işletildiği söylenemez.
OHAL Komisyonunun güncel verilerinden aktarırsak;

“OHAL kapsamında yayımlanan KHK’lar ile 125.678’i kamu görevinden çıkarma (3.213 rütbe alma, 270 yurtdışı öğrencilikle ilişiği kesilme, 2.761 kurum ve kuruluş kapatma) olmak üzere toplam 131.922 tedbir işlemi gerçekleştirilmiştir. (…) 29/08/2019 tarihi itibariyle Komisyona yapılan başvuru sayısı 126.200’dür. Komisyon tarafından verilen karar sayısı (84.300) dikkate alındığında, incelemesi devam eden başvuru sayısı 41.900’dür. (…) 22 Aralık 2017 tarihinden itibaren karar verme sürecine başlamış olan Komisyon tarafından, 29/08/2019 tarihi itibariyle verilen karar sayısı (6.700 kabul, 77.600 ret olmak üzere) toplam 84.300’dür. Kabul kararlarından 28’i kapatılan (dernek, vakıf, televizyon kanalı) kuruluşların açılmasına ilişkindir.” 

Görüldüğü üzere verilen 84.300 kararın %92’den fazlasına tekabül eden 77.600’ü başvurucuların aleyhine olarak ret kararı olup, sadece 6.700 kabul kararı verilmiştir. İdarenin iş yapış tarzı dikkate alındığında bu kadar yüksek ret kararı verilmesi bu komisyonun işlevine ilişkin ciddi soruları beraberinde getirmektedir. Bu soruyla alâkalı daha ayrıntılı bilgi için MAZLUMDER’İN OHAL Raporu’na ( https://drive.google.com/file/d/19HRL6VEBlQrGtLTi_dKqC6xvlW-hFwXS/view ) bakılmasını tavsiye edebilirim.
 
“Türkiye’de Gerçek Bir Yargı Olmadığı Anlaşılmalı”
Resmî makamların hukukta uygulandığını ifade ettiği reform sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ortada birtakım taslaklar dolaşmakla beraber henüz somut bir düzenleme yapılmamıştır. Her reform sürecinde birtakım düzeltmeler yapılsa da sorunun sistemin temeline dair bir sorun olduğu dikkate alınmadan yapılacak her düzenlemenin, yama niteliğinden öteye geçmeyeceği açıktır. Adil yargılama, yargı bağımsızlığı vesaire tartışmalarından önce, Türkiye’de gerçek bir yargının olmadığı gerçeğini kavramak gerekir kanâatindeyim.

Bir takım il-ilçe barolarının hukukî kimliklerini bir yana bırakıp siyasî baskı grubu hâlinde mesaj paylaşmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Baroların siyasetten bağımsız kurumlar olamayacağını düşünmekle beraber yapacakları siyasetin hak ve adalet eksenli ve savunmayı merkeze alan bir temele dayanması, taleplerinin de bu eksende olması gerekir. Varlık nedenlerinin aksine, baroların politikleşerek siyasi bir muhalefet partisi gibi ya da iktidar partisinin yedeğinde bir tutumla hareket etmesi yargının genel probleminden ayrı değerlendirilmesi mümkün olmayan bir sorundur.
 
“Cezaevi Kapasitesi 50 Bin Aşıldı”
Cezaevlerindeki son durum nedir? Bir dönem gündemde tutulamayan genel af yanında, çocuk evlilikleri, süresiz nafaka ve aile davalarıyla ilgili hukuksuzlukları değerlendirecek olursak neler söyleyebilirsiniz?
Adalet Bakanlığı verilerine göre 219.270 kişilik -ki bu verilerin fizikî şartlar değişmemesine rağmen yatak sayıları artırılarak şişirildiğini biliyoruz- cezaevi kapasitesinin söz konusu olduğu Türkiye’de 270 binden fazla insanın cezaevinde tutulduğu dikkate alınırsa en iyi tahminle bile mevcut kapasitenin 50 binden fazla aşıldığını görebiliyoruz. Bu durum koğuşların kalabalıklığını, hijyen yokluğunu, hastalıklara açık bir ortamı, sunulması gereken bir takım imkân ve hakların yer-personel-zaman yokluğundan dolayı sunulmamasını, mektupların gecikmesini, tuvalet sırası yüzünden bile kavgaların çıkmasını, vesaire onlarca sorunu beraberinde getiriyor. Ceza infaz sistemi de yargının tıkanmış alanlarından birisi olup, bu alanda da palyatif çözümlerle meselelerle yüzleşmek sürekli geçiştiriliyor. Her suçun cezasının hürriyeti sınırlama olarak karşılık bulması başlı başına bir sorun olup uzun süreli hapsetmenin insan fıtratına aykırı ve cezalandırmanın amaçlarıyla/ilkeleriyle çatışan bir cezalandırma yöntemi olduğu da dikkate alındığında sorunun daha derin olduğu anlaşılabilir. Bu kadar derin bir sorunla kapasite aşıldıkça çıkarılan açık ya da örtülü af yasası niteliğindeki infaz indirimi, denetimli serbestlik, şartlı tahliye gibi düzenlemelerle baş edilmeye çalışılması daha ciddi adaletsizlikleri beraberinde getiriyor. Neredeyse tamamen şahıslara karşı işlenmiş suçlar yönünden yapılan bu düzenlemelerle devlet kendisine karşı işlendiği iddia edilen ya da içeriğine bakmaksızın kamuoyunda infiâl uyandırıcı suçlar yönünden (karşılıklı rıza ile erken yaşta evliliğin tecavüz suçuyla özdeşleştirilmesi) alabildiğine vahşi davranırken, vatandaşa karşı işlenen suçlar yönünden ne kadar affedici olabildiğini göstererek kendi kalitesini de ortaya koymaktadır. Bu soruyla alâkalı daha ayrıntılı bilgi için MAZLUMDER’İN Devletin Aile Yaşamına Müdahalesi Raporu’na ( https://drive.google.com/file/d/1HXWBcI4h4dgiG6gF1hoe1fv8wrtPJAgc/view ) bakılmasını tavsiye edebilirim.

Baran Dergisi 663. Sayı