Koronavirüsün en fazla etkilediği ülkeler arasında Çin, İtalya ve İran başı çekiyor. Virüs İran’da bazı milletvekillerinin ölümüne de sebep oldu. İran son olarak ABD’nin elinde başka bir virüs daha olduğunu iddia etti. İran’ın bir biyolojik silah saldırısına uğradığı söylenebilir mi?
90’lı yıllarda Saddam Hüseyin’in koronavirüsten bahsettiği konuşması mevcut. O konuşmasında “ABD bizi korona virüsüyle tehdit etti.” diyor. Biyolojik silahlar bir gerçek. Bu silahtan Suriye’de de var. Biyolojik silaha maruz kalan ülkelerde mutlaka olur. İran’da da, Kuzey Kore’de de vardır. Kimyasal silah da var. Kirli rejimlerde bu tür silahlar vardır. ABD de, tabir-i caizse bu işin ustalarından. Fakat bir de işin tabiî seyri var. Bakın mesela çekirgeler. Bu, “dabbet’ül arz”a benzetilen hayvanlar. Bazen ortaya çıkıyorlar; kontrol edilmesi imkânsız. Bu tür felaketlerin bazıları hakikaten Cenab-ı Hakk’ın bir cezası. Bu virüs Çin’de başladı. Benim kesinlikle böyle olmuştur diyecek bir halim yok ancak Çinlilerin hayat tarzları da belli. İhtisas sahipleri ne diyor; temiz olunmalı, eller sürekli yıkanmalı. Yani bir Müslüman gibi yaşayacaksın. Bu Çinliler ise insanlığı unutmuş. Diyorlar ki, Çin Komünist rejim döneminde yaşanan kıtlık sonrası bazı hayvanları yemeye alıştı. Dolayısıyla bu iş başına geldi. Her türlü hayvanı tüketebiliyorlar. Hadis-i şeriflerde de vardır. “At sineği” veya “deve sineği” dedikleri bir hayvandan bahsediliyor. Yecüc-Mecüc sürüsüne musallat olup öldürücü bir tesiri olacağı belirtiliyor. Burada arzî felaketle semavî kaynaklı afet birbirine girmiş durumda. Bunun ne kadarı arzî ne kadarı semavî, ne kadarı komplo teorisine girer, net ayırdedebilecek durumda değiliz. Tıb da böyle dediğine göre hülasa, insan ancak Müslüman gibi yaşarsa bu tür virüslerden azamî derecede kurtulmuş olur.

İran’a devam edecek olursak...

İran’da bu felaketin uğradığı yer, “dinî merkez” olan Kum şehri sembolik bir tablo arzediyor. Bir de Batı âleminde İtalya. Vatikan’ı çevreleyen bir ülke. Bu yapıların akidevî durumu da belli. 

Yani Kur’an’da ve tarihte kaydedilmiş bazı felaketler ilahî aleme bağlanabiliyor da bugün neden bağlanamasın mı diyorsunuz?
Tabiî. Burada remzî mânâda işaret edilen noktalar var, mekân itibariyle.

“Neden bu virüs, İsrail’e ciddi anlamda isabet etmedi?” denilebilir?
Şunu söyleyebilirim; Müslümanlarla birlikte “helal” gıdaya koşan ve dikkat eden topluluk Yahudilerdir. Kemmiyet anlamında Müslümanlardan daha dikkatli, hatta tutucu sayılabilirler. Sefarad Yahudilerince “kaşer”, Aşkenaz Yahudilerince “koşer” diye telaffuz edilen, Yahudiliğe göre; yenilmesi ve kullanılmasında dinen bir sakınca bulunmayan helal, katkısı olmayan ürünler tüketmelerinden dolayı... Hristiyanlar bunun dışındadır. Müslümanlar ve Yahudiler helale dikkat eden iki topluluk. İran’daki sekülerleşmeye bakılırsa namaz, oruç hak getire... 

Umumî olarak bakıldığında neredeyse Hindliler gibi hayat tarzları var..
Aynen öyle. Bakın, İslâm dünyasında iki seküler hayat tarzı toplum olduğu ifade edilir. Bunlardan biri İranlılar, diğeri bölgenin çeşitli ülkelerinden parça toplulukları halinde yaşayan kimi Kürtlerdir. PKK’nın etkilediği Kürtler. Dindar Kürtleri tenzih ederim. Arap gazeteci Gassan Şerbel’in Nasibîİler ve Rafizîler diye bir kitabı var. PKK gibi seküler yapılar Kürtlerin ciddi bir kısmını sekülerleştirdiler. Bu tür zihniyette olanlar Türkiye dışında Suriye’de, Irak’ta, İran’da da bu zihniyette Kürtler var. Öte yandan İran tezatların yaşandığı bir rejim. Bir yandan dinî referanslara başvurulurken, toplumun geneline bakıyorsunuz en fazla din dışı bir yaşayışa rastlıyorsunuz. Hatta Tahran’da 300 cami bulunduğu söylenir. Sünnîlere cami yapma engeli çıkarılan ülkede bu camilerin üçte biri açılıyor deniliyor. Ramazan ayı, oruç sanki sadece mollalara mahsus bir şey gibi yaşanıyor. O nedenle Kum’a dikkat çekiyorum. Bazı Şiî mollalar virüsü şöyle yorumluyor; “Bu Ebubekir ve Ömer’in dininin etkisi...” O zaman Sünnî alemde daha fazla görünmesi lazım değil mi? Aksine Müslüman coğrafyasında en fazla etkisinin görüldüğü yer İran... Olaya tersinde bakacak olursak, demek ki burada rafiziliğin etkisi var. Bir de şu var; adamlar o kadar acımasız, vicdansızlar ki, İran’da İslâm kesinlikle yok. Bu rejimde insanlık da yok. Zulümle âbâd olunmaz, bir şekilde bedelini ödeyecek.

Neden?
İran’dan yayılan bazı fotoğraflar var. Sosyal medyada paylaşılan videolar var. Bir hastaneden paylaşılan görüntülerde, henüz ölmemiş koronavirüs vakalarında bile insanları toplayıp ortadan kaldırıyorlar. Tedaviye girişmiyorlar. Ölü sayıyorlar yani... Teşhis konulan insanları doğrudan öbür dünyaya gönderiyorlar. Çok şaşmamalı, İslâm aleminde yaptıklarına bakılırsa... Filistin İslami Hareket Başkanı Raid Salah’ın yardımcısı Kemal el-Hatib’i dinliyorum. Şöyle diyordu: “Yahu bunlar Selahaddin Eyyubî öncesinde İslâm topraklarını Haçlılara peşkeş çekmediler mi? 1090’da Kudüs Şiî Fatımîler’in elindeydi. Şehri savunmadılar, tek yanlı olarak çekildiler. Haçlılar 90 bin Müslümanı bunun üzerine kılıçtan geçirdi. Onları Mescid-i Aksa civarına topladılar. Kanları El Aksa’nın insanın yarı boyuna vardı. Nureddin Zengi’nin babası İmadüddin Zengi’yi de Haşhaşîler öldürdü.”

Kasım Süleymanî öldürüldüğünde İran basınında, sosyal medyasında onu cennette tasvir eden son derece profesyonel çizimler dolaşıyordu. “Melek kanatları” takmış vaziyette üstelik...
Doğru... Bir de “Hazret-i Hüseyin’le buluşmuş...” Yahu bunlar palavrada sınır tanımıyorlar. Acem palavrası tarihe geçmiştir. En meşhur tarihî hadiselerden birisi bu “Acem palavrası”dır.

İdlib’te Türk askerine rejimin yaptığı saldırılara karşılık verilirken ciddi sayıda İran destekli Hizbullah unsurunun da imha edildiği görüldü. İran Suriye’de ne arıyor?
Hizbullah “yandım Allah” diye kaçmış. Nasıl, şöyle; rejim güçleri onları yalnız bırakmış. Böylece Türk topçusunun hedefi olmuşlar. Onlarca “Hizbullahçı” ölmüş. Cenazeleri güney Beyrut’a gelince halk da infial içinde tepki koymuş. Oradakiler, “Zeynep Türbesi’ni korumaya gittik. Suriye-Lübnan sınırındaki Şii nüfuslu köyleri korumak için gittik. Peki İdlib’te ne var ki oraya da gittik?” diye sormuşlar. Yoğun bombardımanla Serakib’i geri aldılar malum. Hizbullahçılar şimdi ne diyor biliyor musunuz? Sanki bir rövanş almış gibi, “Türk askerleri Hizbullah karşısında çil yavrusu gibi dağıldılar.” İşte bunlar böyle hayal dünyalarında intikam alıyor. Bunlarda “ricat” diye bir inanç var. Diyorlar ki, “Ahir zaman Mehdi ortaya çıkınca “ehl-i beyt”e kötülük yapanların hepsi dirilecek; -yani geri dönecek-, bunları Mehdi kendi elleriyle doğrayacak...”

Malumunuz, Suriye’de bulunan kara unsurları daha çok İran destekli unsurlar. Rejim ordusunu yöneten İranlı generaller var. İran’ın askerî hedefi ne tam olarak?
Hedefleri bölgedeki insanları şiileştirmek, başaramadıklarını öldürmek veya sürmek. Aslında Beşar’ın babası Hafız Esad, İranlılarla oynayan birisiydi. 1982 Hama olaylarında İran’a yaslanmış olsa da İran etkisini sınırlandırmak istedi. Fakat 2011’den itibaren Beşar Esad’ın dayandığı Suriye Alevîsi, yani Nusayrî kitle nüfus itibariyle az olduklarından, asker sayısı da çok sınırlı olduğundan yenilmeleri kaçınılmazdı. Adam kuyruğunu İran’a ve Rusya’ya kaptırdı; kendisi kuyruk oldu. 2014’te Kasım Süleymanî Esad’ı ikna etmişti. Esad bırakıp gitmek istemişti. 2015’te ise aynı kişi Rus tarafını ikna etti. Yoksa 2014-2015’te rejimin dayanacak gücü kalmamıştı. Dolayısıyla Rusya’yı da bunlar davet etti; ama ABD Başkanı Obama’nın da bilgisi ve onayı dahilinde gerçekleşti bu. İran’ın yapmak istediği, birincisi; orada Sünnî nüfusu atmak, tasfiye etmek. Yani İsrail’in Filistinliler için yaptığını İran ve rejim Suriye’de, Suriye halkı üzerinde yapıyor. İsrail’in yaptıklarından zerre farkı yok. İsrail’in yaptığı neydi? 110 ülkeden gelip işgal ettiler. Filistinlileri 100 ülkeye dağıttılar. Suriye rejimi azınlık olmasına rağmen Suriyelileri onlarca ülkeye dağıtmış oldu. Burada İsrail’in politikası takip ediliyor. Sünnî temizliği. Bosna-Hersek’te Sırpların yaptığı gibi. Böylece İsrail’in etrafını boşaltmış da oldular.

İsrail’le savaşacak adam bırakmadılar...

Yani İran ve İsrail masaya oturup anlaşsa ancak bu kadar sonuç verebilir anlaşılan?
Tabiî... Tabiî... Hiçbir farkı yok. Dinî anlamda her ikisi de aynı zihniyet. İsrail’de Filistinlilere bir merhamet görebiliyor musunuz? Hayır. Peki, İranlılarda Sünnîlere merhamet görebiliyor musunuz? Hayır. Nebil Halife adlı Marunî bir stratejik analizci var. Diyor ki, “Dünyada kurulu düzenlerin hepsi Sünniliğe karşı. Çünkü, Sünnîlik üzerinden İslâm 21. yüzyılın büyük gücü olacak. Müslüman nüfus artacak. Bu nüfus içerisinde yüzde 85 sünnidir.” Dolayısıyla diyor, “Ortodokslar, Katolikler, Protestanlar, Yahudiler, Şiiler, Müslümanlar içinde sünnîleri hedef alıyorlar.” Marshall Hodgson adlı Amerikalı bir medeniyet tarihçisi var. Diyor ki, “İslâm dünyasında iki merkez vardır. Fikrî merkez Sünnîliktir. Siyasî merkez ise Türklerdir. İkisi bir araya gelirse İslâm dünyası huzur ve afiyettedir.” Biri sünnîlik, diğeri askerî güç olarak değerlendiriliyor. Ebu’l Hasan en-Nedvî’nin Türklerle alakalı bir risalesi var. Muhammed Hasan ed-Dedo, Kemal Hatip, Yemen’deki Islah Hareketi’nin öncüsü Abdülmecid Zindanî gibi birçok alimin risalesinde Türklerin tarihteki rolü vurgulanır. Zindanî 2014’te demiş ki, “Mehdi’nin ordusu Türk ordusudur. İnşallah Suriye’yi onlar kurtaracak.” Emekli generallerimizden Adnan Tanrıverdi’nin kadrosundan temsilcilere bunu söylemiş. Tarihî ve coğrafî misyon bakımından bu tez üzerinde belli bir mutabakat var.

İran’ın Asya Sünnîliği çevresinde de siyasî manevraları yok mu? Mesela, Afganistan ve bazı Türkî cumhuriyetlerle ilgili?
Bakın size şunu söyleyeyim; Küresel çatışmalar, Suriye’yi giderek dünyanın minyatür savaş sahası konumuna getirdi. Küresel oynayan herkes burada. Çin’den Amerika’ya kadar... Afganistan’a gelecek olursak; Maveraünnehir’de büyük etkisi olacak. Oradan çıkacak “siyah bayraklı ordu” kaynaklarda geçer. Taliban’ın bu işi sonlandırması buna vesile olması bekleniyor inşallah. Hazara Şiileri Suriye’ye taşındı. İnşallah Afganistan, Asya Sünnîleri de burada boy gösterir. Rusya’nın üçüncü finali burada olacak. Şöyle ki, 1917 Bolşevik Devrimi ile birlikte Çarlık rejimi yıkıldı. Çarlık sömürgecilikte son sınırlarına ulaşmıştı. SSCB, Afganistan’da son sınırlarına ulaşmıştı; 1991’de yıkıldı. İnşallah, Putin Rusyası da Suriye’de önümüzdeki dönem inkıtaya uğrayıp yıkılacak ama bu onların son yıkılması olacak. 

Suriye’de Müslümanların terk ettiği yerlere kimlerin yerleştirilmesi düşünülüyor olabilir?
Bunun cevabı aslında Irak’ta verildi. 2006-2007’de Merkadeyn denilen Hasan’ül Askerî ile Mehdi’nin kabrinin olduğu söylenen Samarra’daki bombalama –ki bazıları bunun Kasım Süleymanî’nin marifeti olduğunu söylüyor- sonrasında Sünnîlere yönelik harekâta girişilerek bölgeden Sünnîler boşaltılmıştı. Burada da Şam dahil kimler yerine yerleşti, kimler kaldı? Tabiî Suriye Alevisi olan Nusayriler burayı dolduramaz. Afganistan’dan, İran’dan, Pakistan’dan gelen nüfusla... İran’da 8000 civarında ehl-i beyt mezarı olduğu söyleniyor. Tabiî bunların yüzde 100’ü, tamamı palavra!..

Bu aynı zamanda Batı’nın da kabul ettiği bir plân öyle değil mi?
Bakın, Batı şiileri “tampon güç” olarak görüyor. Sünnîliğin tamponu olarak görüyor. 1501’den beri İran, Maveraünnehir ile ön Asya arasında tampon olmuştur. Şimdi Ortadoğu’da Şam ile İsrail arasında tampon görevi görmektedir. Batı’nın bunlara biçtiği misyon da budur.

Esad tarafından Suriye’de seçim hazırlığına başlanacağı duyuruldu. Esad’ı kimler seçecek?
Esad’ı taraftarları seçer. Bir de Putin falan oy kullanır herhalde... Moritanyalı M. Hasan Ed-Dedo ve Halid Mağribî adlı Mescid-i Aksa vaizi hoca şunu söylüyorlar: “Esad, hiç olmayacak kadar sonuna yaklaştı. Her an gidebilir.” En iyisini Allah bilir.
Lübnan da ekonomik iflasını ilan etti. Hizbullah’ın üssü malumunuz. Gidişat ne olur?

Bakın, Şiîliğin olduğu her yerde insanî felaketler kaçınılmazdır. Lübnan derin devleti iki kütleden oluşuyor. Biri Şiîler, diğeri Marûniler. Onlar ittifak ettiler ve Lübnan’ın sonunu getirdiler. Lübnan’a biraz nefes aldıran Harirî ailesi vardı. Bu aile de Suudilere ve Fransızlara boyun eğdi.

Bu durumda İsrail’in Lübnan’a saldırması için çok kritik bir sebep kalmıyor?
Öyle görünüyor. Kendi kendilerini tarumar ediyorlar. Hizbullah sempati toplamak için intihar saldırısı yapabilir, o ayrı. Ama ekonomik anlamda, siyasî anlamda savaşacak hali yok. Irak buna misaldir. Irak’ın altı petrol deniziydi kuruttular.

Moskova’daki son anlaşmada, İdlib’i kesen iki yol, M-4 ve M-5 özellikle öne çıktı. Bu iki yol aynı zamanda Akdeniz kara bağlantısını sağlayan güzergâhta. Akdeniz’e kıyısı olan Lübnan ve İsrail ile birlikte düşünecek olursak bizim bu iki yolun da üzerinde olmamız niçin rahatsızlık veriyor? Bu noktada neye engel olmuş olabiliriz?
Biz Suriye’yi Esad’ın çiftliği olarak görmüyoruz. Suriye toprak bütünlüğü iddiasında. İkincisi buranın önemi ekonomik. Rejim son dönemlerde ekonomik olarak iflasın eşiğine gelmiş durumda. Hatta petrol fiyatlarının son düşüşüyle birlikte böyle giderse Rusya da iflasın eşiğine gelebilir. Neden? SSCB’nin Afganistan’dan çekilmesinin nedenlerinden birisi de OPEC’in petrol kotasını artırması olmuştu. SSCB petrol üzerinden ordusunu finanse ediyordu. Bunu sürdüremez hale gelmişti. Bugün de aynı şey gerçekleşebilir. Bu çok uzak bir ihtimal değil. Birincisi Suriye, ikincisi İran, üçüncüsü Rusya. Sırasıyla her üçünün de ekonomik durumu öne çıkıyor. Bunlar, oluşmakta olan vakanın parçaları, hayal değil.

Öte yandan Suud rejiminde Prens Selman’ın çok sayıda kişiyi tasfiye ettiği açıklandı. Neler oluyor sizce?
Vaadedilen günler çatmış. Kuveytli akademisyen Abdullah Nefisî diyordu; “2020’lere girince, bu yıllarda Körfez ülkeleri ve Suud rejimi çökebilir...” Hakikaten öyle. Bu yapılar İsrail’in zırhları. İsrail’i yaşatan bunlarmış. Birbirlerinin ayaklarına da basıyorlar. Firavun rejimlerinin akıbetini işaret eden şeylerden hiç bir şekilde ders ve ibret almıyorlar. İslâm’a her türlü kötülüğü yapmaya devam ediyorlar. Birkaç yıl içinde Ortadoğu tümden değişebilir size söyleyeyim.

2019 boyunca İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Putin’le defalarca görüştüğü biliniyor. Bu görüşmelerde İran da konuşulmamış olamaz. Çünkü Rus Hava Kuvvetleri, İran kara unsurlarını havadan destekliyor. Ankara’nın Suriye ile Rus dışişleri üzerinden görüşmesi gibi İsrail’in Rusya üzerinden İran ile görüşmesi mümkün. Bu durumda İsrail-İran çıkar çatışması Suriye’de nasıl şekillenebilir?
Esad rejimi kalıcı düşünülürse veya aynı rejimin kalması gerektiğine karar verilirse İran’a “bye, bye...” diyeceklerdir. Rusya 2015’ten itibaren İran’ın orada kalmasını istedi. Çünkü kendi kara unsurlarını kullanmak istemiyordu. Karada ihtiyaç kalmayınca “çıkın” diyecekler. Vakti geldiği zaman Rusya bunu onaylayacaktır. İsrail’in kimseye güveni yok ama şu var; Rusya’ya güveniyor. Bildiğim kadarıyla Putin’in bir Yahudi ailesi tarafından sahiplenilip büyütüldüğü söyleniyor. İsrail’e hem gebe hem sadık biri olarak görülüyor. Dışişleri Bakanı Lavrov da İsrail’in politikaları için uygun bir rolde görülüyor. Onun da Ermeni asıllı biri olduğuna dikkat çekiliyor. Suriye rejiminin İran’dan ziyade Rusya ile, ayrıca İsrail’le bağlantılı olduğu biliniyor. Beşar Esad’ın dayısının oğlu Rami el Mahluf, İsrail’in istikrarının Suriye’nin istikrarına bağlı olduğunu belirterek, “Suriye rejimi giderse yerimize İslamcılar gelecek bu da İsrail’in çıkarlarına aykırı olur.” demişti. Yani, “biz yıkılırsak İsrail de zarar görür.” Amerikan The New York Times gazetesine verdiği mülakatta demişti bunu. Rusya’nın hesaplarından birinin de bazı petrol kaynakları olduğu zaten biliniyor.

Şu aşamada Arap Birliği’nin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eski diplomatlarımızdan Vahit Halefoğlu’nun güzel bir sözü var; “Araplar ittifak etmemek üzere ittifak etmişlerdir. İttifak ederlerse de bâtılda ittifak ederler.” Türkiye’ye karşı ittifaka giriyorlar, Rusya’ya toz kondurmuyorlar. İran ile ağız kavgası yapıyorlar, fiiliyatta hiçbir şey yok. Muhammed Gazali şöyle diyordu; “İslâm’ı çıkardığınızda, Arapları sıfırla çarpın...” Bugün bu birlikteki Araplar, sıfırla çarpılmış durumdadır.

Teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.


Baran Dergisi 687.Sayı