Geçtiğimiz hafta Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi Ankara’yı ziyaret etti. Görüşmenin Çin ile Türkiye arasındaki ilişkilere tesiri nasıl olacak, önümüzdeki yol haritası nasıl çizilecek?

Wang Yi’nin Ankara’yı ziyaretinin vakti mânidardır. Tam da Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi görüştüğü bir âna denk geldi. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi çok ehemmiyetli mesajlar verdi. İlk kez, ekonomi-ticaret hacmi haricinde başka mesajlar da verdi. Mesela, Kovid-19 mücadelesinin siyasileştirildiğinden, Türkiye’nin bu oyuna gelmediğinden, Çin’in bu yüzden zafer elde edilene kadar Türkiye’nin yanında yer alacağından, her şekilde destek vereceğinden bahsetti.

Bu ne mânâya geliyor?

Bugüne kadar Çin-Türkiye arasındaki münasebet “standart” idi. Derlerdi ki, “ekonomik işbirliğini artırmayı hedefliyoruz, ticaret hacmini yükselteceğiz, kültürel işbirliğini artıracağız.” Bu kez doğrudan siyasî iş birliği mesajı geldi. “Çin, Türkiye’yi kendi kalkınma yolunu, sosyal sistemini, ekonomik rotasını seçme konusunda destekliyor.” denildi. Bu ifadeyi, “bağımsızlık ve egemenlik” kelimelerinin altını çizerek kullandı. Böylesi ibareler ikili arasında ilk defa kullanılıyor… Çin, Türkiye ile ekonomik ilişkileri siyaset-politika çizgisine çekmek istiyor. Wang Yi, “Ortadoğu’da Türkiye ile çalışmak istiyoruz. Bölgede, beş maddelik bir girişim önerdik.” dedi.

Zaten mâlum olduğu üzere, Türkiye evvelinde Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan’ı ziyaret etti Wang Yi. Çavuşoğlu da, “Çin, Türkiye’nin tecrübelerinden yararlanabilir.” dedi. Şunu söyleyebilirim; Çin bu süreç içerisinde, Türkiye’yi Ortadoğu ve Avrasya’da ehemmiyetli bir aktör olarak görüyor. Türkiye ve Rusya, Kuşak ve Yol projesi kapsamında Çin’in Batı’ya açılan iki önemli kapısı. Zaten Türkiye tarafı burada ortakoridoru masaya yatırdı. Azerbaycan-Ermenistan savaşından sonra bölgede nispeten bir istikrar da sağlandı. Dolayısıyla, Çin, Batı Asya’da yeni bir sürece girmek istiyor.

Çin öte yandan Avrupa Birliği’nin önemli bir partneri. AB, Çin ile bu yılın başında kapsamlı bir anlaşma imzaladı. Avrupa Birliği ile Çin arasındaki engebeli yollar düzeltildi, engeller kaldırıldı. AB’nin Çin’e ulaşması için yegâne kapı-yol Türkiye!.. AB, Rusya üzerinden Çin ile anlaşmayı tercih etmez.

“Türkiye’ye Yaptırım Jeopolitik İntihardır!”

İkili ilişkiler arasında eli kuvvetli olanın Türkiye olduğunu söyleyebilir miyiz?

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in ifadesini kullanayım: “Açın haritayı bakın, Türkiye’nin elinin kolunun ne kadar uzadığını görün.” Bunu anlatıyorum; Çin de bunu gördü… Bir de şu husus var; AB’nin Türkiye’ye yaptırımları söz konusu olduğunda hatırlatmıştım, AB Türkiye’ye karşı bir yaptırım kararı alırsa, bu jeopolitik intihar demektir. Zira toplantıdan da bir şey çıkmadı. AB’nin Türkiye ile ilişkileri biraz daha iyileşecek, önümüzdeki günlerde çok ilginç şeyler de olacak, dikkat edelim. (Bu röportaj yapıldıktan sonra AB Konseyi Sözcüsü Barend Leyts, resmi Twitter hesabından, "Haftaya, 6 Nisan'da Konsey Başkanı Charles Michel ile Komisyon Başkanı von der Leyen, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmek üzere Türkiye'ye gidecek" dedi.)Tabiî ki Türkiye’yi sevdiği için değil, ihtiyaç duydukları için iyi şeyler olacaktır. Çin de Asyalı ülkelerle iş birliği anlaşmaları yaptı. AB’nin, Çin’in Asyalı ülkeler ile yapmış olduğu anlaşmalarda imtiyaz sahibi olabilmek için mecburen Asya’ya ulaşması lâzım, bunun yolu da Türkiye. Sorunuza cevabım anlaşılmıştır herhalde, evet Türkiye’nin elinin kuvvetli olduğu rahatlıkla anlaşılıyor.

Bu noktada ABD’yi ve Yunanistan’a verdiği desteği denkleme katacak olursak neler söyleyebilirsiniz?

Yunanistan, ABD’nin baskısı altındalar. Kiriakos Miçotakis hükümeti Pire Limanı’nın Kuşak ve Yol girişimi kapsamında kullanılmasını istemedi. Dolayısıyla Çin liman üzerinde inşa etmek istediği şeyleri yapamıyor. Oradaki tüm limanları ABD’ye kiraladı Yunanistan. Dedeağaç’a geldiler. Çin, Yunanistan üzerinden de Avrupa’ya girmek istiyordu. Bu da böylece bitti! Yunanistan üzerinden Avrupa’ya girmek yerine, Karadeniz’den Gürcistan, Romanya hattı üzerinden belki düşünebilir. Çin, Yunanistan’ı Avrupa’nın lojistik üssü olarak düşünüyordu. Şimdi, ABD’nin Yunanistan’ı yanına çekmesiyle o iş bitti. Türkiye daha da önem kazanmış durumda ve Çin Türkiye’yi artık lojistik merkez olarak görüyor. Ortadoğu ve Akdeniz bölgesindeki bütün operasyonu Türkiye üzerinden, beraber yapacaklar diyebilirim.

ABD’ye karşı Çin’in Rusya ile dirsek temasında olduğunu da görüyoruz.

Wang Yi, Türkiye’ye gelmeden önce Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile de görüşmüştü Çin’de… “ABD baskısına meydan okuyoruz!” dedi Wang Yi. “Aramızdaki ticareti, dolarla değil, bir başka para birimiyle yapacağız.” ifadelerini kullandı. Türkiye bunu evvelden de gündeme getirmişti. Böylece Kuşak ve Yol’un kurulu üç sac ayağı da ortaya çıkıyor: Rusya, Çin ve Türkiye…

Ayrıca Türkiye, Rusya ve Azerbaycan Karabağ’dan sonra “Altılı İşbirliği Platformu” diye bir mekanizmayı da gündeme getirmişti. Çin üzerinde sıkı bir şekilde çalışıyorlar. Irak’ın Türkiye ziyareti de bu mekanizmanın bir uzantısıdır. Önümüzdeki süreçte daha da netleşecektir. Bu mekanizma genişleyecek; Pakistan, Çin, Katar, Irak, İran burada olacak. Mısır’ın bile dahil olabileceğini düşünmek lâzım. Son süreçte bunun sinyalleri vardı. Buna zaten Çin de en başından beri olumlu bakıyor. Önemli olan Ortadoğu ülkelerinin buna katılıp-katılmayacağı. Eğer böyle bir şey yapılırsa, Avrupa İşbirliği Güvenlik Teşkilâtı gibi yeni bir süreç başlar. Türkiye’nin enerji koridoru diğer ülkelerin de enerji kaynakları olduğu müthiş bir blok oluşur. Wang Yi’nin ziyaretinin bu tip izdüşümleri de var.

“İpek Yolu Projesi’nin Anavatanı Doğu Türkistan’dır!”

Uluslararası çapta konuşulan bir şey mesele de var. Çin hükümetinin Doğu Türkistanlı Müslümanlara yaptığı zulümler… Elbette bunda ABD-Çin ilişkilerinin de bir tesiri vardır; fakat Türkiye’nin Çin ile ilişkilerinde eli bu kadar kuvvetliyken, Doğu Türkistan için de hayırlı bir teşebbüste bulunulması gerekmez mi? Zira tabiri caizse bu meselede kulağının üstüne yatıyor Türkiye.

Wang Yi, Doğu Türkistan meselesine dair de açıklama yaptı. “Sincan’da terörle ve ayrılıkçılarla mücadele ediyoruz.” diyor. Mevlüt Çavuşoğlu da, “Çin’e düşman olan hiçbir eyleme de karışmayacağız.” ifadelerini kullandı, bir genelleme yapıldı.

Çin’deki toplama kampları denilen yerlerdeki uygulamalar insan haklarına ne derece uygun? Mesele burada kilitleniyor. Türkiye oraya bir araştırma heyeti mi yollar, başka bir şey mi yapar bilemiyorum; fakat uluslararası bir tepki olduğu açık. 2009 Urumçi olaylarını hatırlıyoruz. O zaman da birçok kez gündeme getirdik bu meseleyi. Mesela 2009’da Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Çin, Urumçi’de soykırım yapıyor!” derken yanında hiçbir ülke yoktu; Uygurların hâlini Batı yeni mi anladı? Batı’nın Türkiye üzerinde dolaylı bir baskısı var, Uygur meselesinde Türkiye bayraktarlık yapsın istiyorlar.

İpek Yolu’nun anavatanı Uygur özerk bölgesi. Uygur bölgesi Çin’in aynı zamanda Avrasya gücü olması açısından önemli. Buradaki Müslüman ahali de Asya’ya uzanan bir bağdır. Çin bunu farklı stratejilerle kullanacak. Doğu Türkistan’ın kendi enerji kaynakları da var, ama esas mesele İpek Yolu’nun terminali olması. Tibet istenen etkiyi yapmadı şimdi de Uygurlular üzerinden plân yapıyorlar. ABD’nin yaptırdıkları Çin’i daha da tahrik etti, Uygurluları “terörist” ilan etti. Zaten Çin’in resmî bir dini yok, inançlara saygısı da yok. 2018’de inançların komünistleştirilmesi diye bir genelge çıkarttılar. Hıristiyan, Budist, Müslüman, fark etmiyor. “İnancını rejimimize uygun hâle getireceksin!” diyor.

Uygurlu Müslüman kardeşlerimiz de diyor ki, “İnancım, aynı zamanda hayatımın nizamıdır!” Evlenmeden, yeme-içmesine kadar bu böyle… Çin bunu istemiyor. Dolayısıyla meselenin çözümü çok zor!.. Batı ise Çin’i sıkıştırma-kuşatma adı altında Uygurlar üzerinden bir plânı sürdürmeye başlamış. Bunlar sürece dahil olmaya çalıştı diye, “orada yaşananların aslı-astarı yok” denilemez. Ama şu da unutulmamalı ki; Uygurlar, Mao tarafından 1950’de çıkarılan kanundan beri zulüm altında ve onlara bugüne kadar kol-kanat geren tek devlet de Türkiye.

Ekonomik ve siyasî olarak Çin’e gücümüz yeterse baskı da oluşturabiliriz. Aksi takdirde Türkiye’nin söylemlerinin oradaki Uygur kardeşlerimize moralin ötesinde bir anlamı olmaz. Çünkü, Çin’in üzerinde ne siyasî ne de ekonomik baskı kurabilecek bir gücümüz yok. ABD de çok uğraşıyor fakat Çin’e geri adım attıramıyor. Burada ara bir formül düşünülebilir. Bu ziyaretler, stratejik ortaklık en azından oradaki toplama kampları meselesini değiştirebilir, kapattırabilir, farklı bir boyuta getirebilir.

ABD-Çin mücadelesinde maalesef Uygur kardeşlerimiz kurban ediliyor. Orada sadece Müslüman Uygurlar yaşamıyor, birçok Müslüman grup var. Hui Müslümanları var, onların da durumu çok zor. Hui Müslümanları oradaki Çinli Müslümanlar, onları dışarıdan himaye eden Müslüman ülkeler de yok. Halbuki Sa'd bin Ebû Vakkas Hazretleri İslâm’ı oraya götürdükten sonra orada kalan Müslümanların nesli onlar. Oradaki Hui Müslümanları sahabenin emanetidir. Bu olay İslâm dünyasında çok konuşulmuyor. Onun haricinden Kırgızlar ve Kazaklar var. Kazakistan ile Çin’in arasında da gerginlikler var. “Benim vatandaşlarımı nasıl toplama kamplarına götürürsün.” diye Çin’le çok gerginlik oldu Nazarbayev zamanında. Uygur meselesinin, ABD-Çin rekabetinde bir strateji olarak kullanılmasını engellemek lâzım. Bu bağlamda Türkiye’nin rüzgâra kapılmamasını siyaseten doğru buluyorum ama rüzgâra kapılmamakla birlikte kör ve sağır da olmamak gerekiyor.

Şikâyet de o noktadan geliyor. Mesela bir açıklama yapılıyor, en azından sözlü olarak Çin’e bu hususta biraz daha yumuşak bir politika seyretmesi gerektiğine dair bir telkinde dahi bulunulmaması, mahkûm bir tavır takınılması milleti rahatsız ediyor.

Evet, doğru. Maalesef diplomatik tonu tutturamıyoruz. Bizde de böyle bir özellik var. Bir diplomatik ton ile bunu yapacağımıza ya çok sert çıkış yapıyoruz ya da hiç konuşmuyoruz. Son olarak bir halk ozanının hapishanede öldürülmesi olayında dışişleri bakanlığının sert çıkış yapması, akabinde buna karşılık olarak Çin’in konsolosluğunu kapatması ve ekonomik konuda bizi tehdit etmesi örneği var.

Esas mesele ise şu; kendin ekonomik bir güç olmadığın sürece, kendi ayağın üzerinde durmadığın sürece bu böyle olacak. Onun için işi gücü bırakacağız, ekonomik olarak kendimizi güçlendireceğiz. Dışarıya ekonomik anlamda hiçbir şekilde bağımlı kalmayacaksın, üretim gücünü arttıracaksın. Senin sitemin her şeye açıksa, sen her türlü belaya, musibete uğrarsın. “Köylü komünistler” diye dalga geçerlerdi Çinlilerle, tarımdan başka bir şeyleri yoktu. Ne yaptılar? Planlı bir ekonomi inşa ettiler ve taviz vermeden devam ettiler. Bugün gelinen noktada Çin’in başkanı; “Ben yoksulluğu kaldırdım.” diyor. Ne kadar kaldırdı o ayrı bir mesele. Hem teknolojide hem de dünya ekonomisinde bir numaralar artık. Dünya ekonomisinde kâğıt üzerinde iki gibi gözüküyor; fakat fiili satın almada bir numara oldular. Son açıklamalara baktığımızda ABD Dışişleri Bakanı Blinken NATO’da Avrupalı müttefiklerine; “Çin ile aramızda teknolojik olarak bir uçurum var, bunu kapatmazsak Çin bizi mahvedecek.” dedi. Çinliler orada fare yiyor, çoğunun köyünde elektrik, su yok ama dünyada teknolojide bir numaraya oynuyor. Sanayileşmiş bir ülke oldu. Bütün ham madde Çin’in elinde, pandemi sürecinde fabrikalarını kapattı dünya ekonomisi çöktü. Maske bile üretemedi ülkeler. Hepsi Çin’den geliyormuş. Eğer birisinden örnek alacaksan, Çin modelini örnek al. Diğer taraftan sizin tavsiye ettiğiniz gibi altına endeksli paraya geçeceksen geçersin. Bakınız ABD, benim dolarımı İran’a verdin diye sana yaptırım uyguluyor. Çin geçtiğimiz günlerde Rusya ile birlikte “dolar baskısına” meydan okudu. Türkiye’de bunu savunuyor. Bu ziyaretten sonra belki bir şeyler olabilir ama pek zannetmiyorum. Her olaydan sonra altın, dolar yükseliyor ve bunu da daha yaşayacağız herhalde.

Öyle görünüyor maalesef.

Son olarak şunu söyleyeyim, eskiden Uygur dediğimiz zaman olay biterdi, Çin’in aklı fikri karışırdı, korkardı. Şimdi Çin ne Türkiye’yi takıyor ne de başkasını. Çünkü, Şi Cinping çok değişik bir adam, önceki yönetimlere benzemiyor. Cinping 2017’de; “Çin bundan sonra süper güçtür.” dedi. Bunu diyebilen bir Çinli lider yoktu geçmişte. Onun için ABD çok korkuyor Şi Cinping’den. O yüzden Uygur desek de Çin takmıyor. Uygurların üzerindeki baskıyı biraz azaltabilirsek bu bile bizim için başarı olur. Çünkü, bu kadar sertlik oradaki Uygur halkını tamamen açık hava hapishanesine, esir hale getiriyor. Sen burada rahat konuşuyorsun ama Çin orada onların hayatını zindana çeviriyor.

Bu aralar ABD’deki düşünce kuruluşlarının yayınladıkları makalelerin, araştırmaların neredeyse hepsi Çin üzerine.

Bu Trump’ın şahsi politikası değildi. Bu Pentagon’un düşman arayışı içerisinde icat ettiği yeni düşman, 21. Yüzyılın yeni düşmanı. Fakat bir kafa karışıklığı var. Çin istediği gibi bir askeri güç haline gelemedi, dünyayı tehdit eden bir yapısı yok. Fakat ABD-Çin anlaşmazlıkları yaşanırken, Rusya’nın ABD’yi stratejik silahlar konusunda bir adım geçtiği söyleniyor. Dolayısıyla, ABD Rusya’yı dengelemek için harıl harıl nükleer silah geliştiriyor. Yâni, ABD’nin karşısında bir tarafta Rusya askerî kuvvet olarak duruyor, öbür tarafta da ekonomik olarak Çin... Rusya, bu ay yapmış olduğu toplantıda dedi ki, “Çin ile daha yakın hâle geleceğiz. Bu tarihten gelen bir zorunluluktur!” ABD’nin en korktuğu şey bu, birinde askerî öbüründe ekonomik kuvvet var! Bir araya gelirse bunlar, acayip bir güç bloğu ortaya çıkacak. Çin’de askerî kuvvet yok, Rusya’da da para yok.

O yüzden “Yeni Soğuk Savaş” diye konuşuluyor.

NATO raporları da böyle... Demem o ki, Türkiye bu eksende de kuvvetini topluyor. Biz jeopolitik vaziyetimiz üzerinden daha iyi oynamaya bir başladık mı, siz o zaman seyredin tantanayı. Birileri de çıkıp, “Bu jeopolitik konum mevzuunu çok abartıyorlar.” diyor.

Şöyle de bir şey var, bu coğrafî konum yüzünden de tüm oyunlar burası üzerinden oynanıyor, kimse de Türkiye’yi yedirmek istemiyor.

O da ayrı... Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Afrika’nın, Asya’nın ve Avrupa’nın kalbiyiz.” demişti. Biz de, “Avrasya dünyanın kalbidir, Avrasya’nın kalbi de Türkiye’dir.” Meşhur bir jeopolitikçi bir asır önce “Avrasya’yı kontrol eden, dünyayı kontrol eder.” demişti. Biz de bugün diyoruz ki, 21. asırda Türkiye kiminle olursa Avrasya’yı, Avrasya’yı da kontrol eden dünyayı kontrol eder. Ortadoğu da Avrasya’ya dahildir. İngilizler boş sebeplerle Ortadoğu’ya gelmedi! Boş yere Osmanlı’yı yıkmadılar. ABD bir asırdır takip ediyor burayı. Bunu hep söylemişler, Henry Kissenger’i da, Zbigniew Brzezinski de bunları ifade etti. Türkiye ve Uygur meselelerine daha büyük resimden bakılmalı. Türkiye güçlenecektir. Bir de işin ekonomik tarafı var. Türkiye, Almanya gibi ekonomik kuvvetini sağlayabilmiş olsaydı ortada ne Uygur ne de Arakan problemleri kalırdı. Ekonomik gücün olmazsa seni ne o dinler, ne de şu! Yumruğu masaya vurabilmek için ekonomik kuvvet son derece ehemmiyetli.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim.

Baran Dergisi 742.Sayı