Ahmet Özhan'ın 1992 yılında Taraf Dergisi'ne Mehmed Dicleli ile Musikî alanında verdiği röportajı alakanıza sunuyoruz.
Kısaca Ahmet Özhan kimdir?
Αhmet Özhan: 1950 yılında Urfa'da doğdum. Babam memurdu. Bu yüzden 1968 yılına kadar çok yerlerde oturmak zorunda kaldık. Oradan oraya gittim. Okul hayatım hep bir yerde başladı, bir yerde bitti. Sonra 1968’lerde İstanbul'da konservatuara girdim. Üsküdar Musiki Cemiyeti’ne devam ettim. İki taraftan da müziğin hem nazari hem ameli kısımlarıyla tecrübe edindim. Öğrenciyken sahneye çıktım. Kısmet öyleymiş. Yaşım 18-19. 69'dan son senelere kadar filmler, televizyon filmleri dahil plaklar, kasetler, sahne... böyle bir uzun çalışma hayatım oldu. 1984 senesinde solo konser vermeye başladım. Şan Tiyatrosu'nda Gül deste ismiyle. Konserler başladı. Orada bir bölümüne tasavvuf müziğine ağırlık vermiştik. Sonra çok beğenildi ve 20 senedir de burada meşk ediyoruz. Derken İstanbul Festivalinde bir bölüm tam klasik, bir bölüm tasavvuf olmak üzere konserler başladı ve çoğalttık bu konserleri. Tasavvuf müziğine öncelik verdik ve çok reaksiyon aldı. Sevildi, tutuldu. Ve bu çalışmalar bugüne kadar geldi.
"Bir de merak ettiğim bir konu tasavvuf müziğine yönelişiniz çocukluk yaşlarınızda mı başladı yoksa sonradan mı ilgilendiniz?"
Tabii çocukluğumdan beri.
"Peki babanızın, ailenizin etkisi ne yönde oldu?"
Özellikle babamın büyük etkisi oldu. Zaten kendisi hafızdı. Çok güzel sesi vardı. Onun dizinde ilahiler söylerdim. Hala beş yaşında ezberlediğim ilahiler aklımda. Sonra insanın hayatında bir devre vardır. O devrede insanın içinde bir şey doğar, onun etkisi altında kalır ve o şekilde yaşamaya başlar ve gelişir. İste Ahmet Özhan böyle birisi.
Şimdi biz musiki denince tasavvuf aklımıza geliyor. Ve sizce İslâm’da müzik, tasavvufla müzik arasındaki İlişkiyi sanat açısıyla, bir değerlendirmesini yapar mısınız?
Musiki insanın doğasında olan bir şey, tabiatında olan bir şey. Ve herşeyin güzeli ve doğrusu da İslam’ın içerisinde mevcuttur. Ta Asr-ı Saadette Efendimizin musikiye tebessüm ettiği, hoş baktığı, hatta Celali Bilali sesinin güzelliği ve yakıcılığından müzik esprisinden dolayı, Allah in ikramıyla, Efendimizin iltifatıyla müezzin ve baş müezzini ve bu arada bir musiki var. Çeşitli kıssalar vardır. Asr-ı Saadetle alakalı en çarpıcı örmek, hicrette efendimizin Medine-i Münevvere’ye yaklaştığı zaman Ensarın Efendimize karşılamaya çıktığında Talea-l Bedrü Aleyna ilahisini -en eski ilahidir-1400 senelik ilahidir. Ve enteresandır hem söz hem müzik olarak Efendimizi karşılayanlarda bir anda ilham olarak ortaya çıkan ve birlikte söylenen bir ilahidir. Bu da Hicret gibi, fevkalade bir hadise, bir dönüm noktası. İslam’ın patlama noktası ve oradan bütün aleme nurunu dağıtıyor. Ve bu önemli olayda bir musiki zuhuratı var. Demek ki musikinin Islam la, İslam'ın ihlas ve aşk ile yaşayışı olan tasavvufla fevkalade yakından ilişkisi olduğu ortaya çıkıyor.
Sonradan tarihe baktığımızda biz mutasavvufların musikiye hep yakın olduklarını görüyoruz. Bunda da en çarpıcı ömek Mevlevilik ve Cenab-ı Mevlana'dır. Başka büyüklerden de, baika ekollerde de musiki hep bebinmsenmiştir. yüzde 99 benimsenmiştir. İbadette kullanılan yani musiki değildir ama ilahi tefekküre götüren bir unsurdur, araçtır. Ve güzel bir araçtır.
Zaten Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu yeni çıkan “Tilki Günlüğü” adlı eserinde "Müzik ruhun gıdasıdır gıdasıdır!" söylene söylene müptezelleşmiş bir hikmet... Müzik ruhun gıdası da hangi müzik? Elbette ilahi tefekküre yol verici olan diyor. Ve yine aynı eserinde; "Tesbih tanelerini toplayıp ip gibi ideler aleminden seçtiği ses motiflerini ahenk hakikatinde toplayan musiki.. Diğer yandan da bağırsak gurultusu" diye bahsediyor.
Evet hemen hemen aynı şeyleri söylüyoruz, aynı noktada birleşiyoruz. Aynen katılıyorum. Tabiki insanların nefsine göre her eşyanın kullanışı zaman içerisinde yozlaştırılabilir. Musikide bu yozluk içerisinde kullanılmıştır. Musikinin esas menşei olan maneviyatı önce getirerek de musikiye hizmet açısından fayda vardır.
Peki İslam'da müzik helaldir-haramdır tartışmalarının seviyesi ve mevzuu nedir?
Bu kaale alınacak bir mevzuu değildir. Bütün zamanlar içerisinde her konuyu saptıranlar da olmuştur, yaratılışı ve fıtratı doğrultusunda savunanlar ve kullananlar da olmuştur. İnsanla beraber olan bir hadisedir. Hz. Mevlana Konya’da musikiye iltifat ettiği zaman ona da söylenmedik kalmamıştır. Müzik yapıyor da şöyle yapıyor da diye. Bu her zaman söylenebilecek bir şeydir. Fakat doğru bir mesele değildir. Kuvvetli bir mesele değildir. Efendimizin yasaklamadığı hatta iltifat ettiği bir mevzuya başkaları Efendimizden daha mı iyi görüş sahibidirler ki dil uzatsınlar. Ben bunu ciddiye almam
Zaten Ehl-i Sünnet yolunda, İslâm gözlüğünde baktığımızda bir sanat, estetik, bir musiki ahenk söz konusu. Fakat Ehl-i Bid'at desek herhalde her zaman bir saldırı noktası olarak bunu almışlar.
Evet bunlar önem teşkil edecek şeyler değil bütün insanlık, bütün insanlar nefsî olsun, ulvî olsun musikiyi kullanmaktadırlar. Musikide bir gerçek vardır. Bunu Hak yolunda kullanırsan ibadete vesile olur, nefs yönünde kullanırsan da günaha vesile olur
Türkiye'deki İslamî oluşumlarda, gruplarda sanat olayı pek ele alınmıyor. Ancak Büyük Doğu-İBDA hadisesinde Üstad Necip Fazıl, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, mimar Cevat Ülger gibi hem fikir ve hem sanat yönü ağır basan sanatçı ile fikri içiçe olanlar hariç, sanat ve estetik yok. Bugün bazı gruplar kasetler piyasaya çıkartıyor. Fakat bunlar tamamen sol müziğin taklidini yapıyorlar ve bunun adı da İslâmî müzik oluyor. Bu konu hakkında kendi sanatçı hüviyetinizce düşünüyorsunuz?
Şimdi İslam zaten bir sanat. Yaşama sanatı. İslâm’da zirveye çıkmış, insanlığa büyük estetik kazandırmış, bütün sanat dallarını sayabilirz. Yazısı var, hattı var, ebrusu var. mimarisi var, edebiyatı, musikisi var. Zaten en büyük sanatkar Cenab-ı Allah. Sanat, Cenab-ı Hakk'ın sanatçıya lütfudur, yakınlığıdır. Bu açıdan sanatı İslâm’ın dışında düşünmek ve İslâmî akımlar çerisinde sanata gerekli yeri vermemek, kullanmamak malzeme eksikliğine yol açar. İnsanları çünkü en çok cezbeden şey estetiktir.
Kainatta estetiksiz hicbir şey yok Cenab-ı Hakkın isimlerinden Musavvir var. Tasvir eden. Her şeyde bir sanat, her şeyde bir estetik var. Onun için sanatı ve musikiyı İslâm’ın dışında tutmak doğru bir şey değildir; malzeme eksikliğidir; neşe eksikliğidir propaganda eksikliğidir. Fikir eksikliğidir. Bu paylaşılacak bir şey değildir. Öteki taraftan da herkes kendi seviyesinde iş yapar. Doğru bildiğini yaptığını zannediyordur yapan lar. Herkes kendi görüşlerine göre, kendi anlayışına göre icraatta bulunur, eksiği vardır, yanlışı vardır. Ama mutlaka Müslümanlanın doğrusunu, güzelini, en estetiklisini yapması görevlerinden bir tanesidir. Ben böyle düşünüyorum.
Üstadımız Necip Fazıl “İdeolocya Örgüsü “adlı kitabında: "Mücerredin sanatı olan musiki ise, müşahhas kadroda belli başı kötülüklere alet diye kullanılmadığı ve ilahi vecde ve ulvi tefekküre zemin teşkil ettiği nisbetinde güzel ve makbul” aynı eserde "İslâm, her gerçek ve ulvi sanatın o sanatı kendi kemal ve asilyetine irca eden büyük himayecisidir" buyuruyor.
Son derece mükemmel.
"Sizin tasavvuf musikisi ile olan ilginiz neticesinde diğer sanatçı arkadaşlarınız arasında bir kopukluk oluşuyor mu, size işte “bu adam şöyle dinci, böyle tarikatçı“ diyerekten ayrım yapıyorlar mı ve bu yüzden size bir engelleme yapılıyor mu? Yoksa tam tersine bir sempati mi doğuruyor?"
Benim gözlediğim çokluk itibarı ile sempatik bulmalarıdır. Bu konular hep benim içimde vardı. Fakat konulan ortaya çıkarıp, sergilemeye başladıktan sonra benim toplum üzerindeki sevgimin daha çok arttığına inanıyorum. İnsanlar yaklaşımı o şekilde gösteriyor. 7’den 70’e kadar çok sevenim var. Bunun büyük bir kısmı benim bu konulara olan gayretimden, sevgimden dolayı kaynaklanmaktadır. Çünkü bizim milletimiz de kesinlikle İslâm’a yakınlık çok üst derecededir. İster göstersin ister göstermesin, ister yapsın, ister yapamasın. Mutlaka gönlünde Allah ve din sevgisi vardır. Benim bu konulara olan yakınlığım dolayısıyla benimle paylaşıyorlar. Bunu da bana gösterdikleri sevgiden anlıyorum. Ama benim çok üstümde, memleket içindeki yerimde bir kariyer olmuştur bana bu büyük sevgiye mazhar olmuştur. Allah bu sevgiden mahrum etmesin
Konumuzun İçerisine tasavvuf girlyor. Tasavvuf deyince de Ehl-i Sünnet'e düşman olan ve bizleri kendilerince sapık gören Ehl-i Bid'at. Ve bunlar biliyorsunuz ki dini içten yıkmaya çalışanlar.
Küçük çocuk laftan anlamaz. Ona oyuncak alırsın öyle oyalanır. Aklı erdikçe ona göre laflar anlatırsın. Anlar. Herkese kendi seviyesinde hitab etmekte fayda var. Bence buna karşı çıkan insan aklı yetmediği için karşı çıkıyor. Onun aklı seviyesinde bildiklerini daha yumuşak bir şekilde anlatırsın. Alacağını alır, beslendikçe sıhhatlenir. Manevi yönden. Sıhhatlendikçe daha çoğunu ister, böyle böyle insanlarla geçinilir. Tabii ki bu pasifliği ve istismar edilmeyi içermez. Şimdi dünyada 1-1,5 milyar Müslüman var. Bunların kaçta kaçı Ehl-i Sünnet Vel Cemaattir, yaklaşık yüzde 80-90’ı. Ya diğer fırka kaç kişidir. Bir defa çoğunluk olarak Kur-an’a Resulullah’a, Sahabelerine, Efendimizin hadisi şeriflerine inanıyoruz. “Sahabelerim gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine tutunsanız cennete vasıl olursunuz” dediği gibi, biz Cenab-ı Hakkı, Resululllahı, onun dostlarını severiz. Başkalarıyla da uğraşmayız. Benim düşüncem bu. Zaman ve güzellikler hep Ehl-i Sünnet in yanındadır. Doğru ve gerçek O’dur
Bizim sorularımız burada sona erlyor. Bizim hakkımızda sormak istediğiniz veya ilave etmek istediğiniz bir şey var mı?
Ben de dini İslam için, samimiyetle çalışan insanlara Allah’tan muvaffakiyetler diliyorum. Söyleeceğim bu.
Sorularımıza cevap verdiğiniz ve zaman ayırdığınız için önce Taraf Dergisi adına sonra da kendi adıma teşekkür ederim.