KETÖ yapılanması, devletin içine o kadar yerleşmiştir ki, seçilmiş yöneticiler bile bu sistemin dışına çıkamamaktadır. 5816 sayılı yasa, yalnızca belirli bir düşünceyi korumak için değil, aynı zamanda bu yapının dokunulmazlığını sağlamak için bir kalkan haline getirilmiştir.
Onk. Dr. Mehmet Arslan kimdir?
1966 yılında Çorum'un Osmancık ilçesinde doğan Dr. Mehmet Arslan, evli ve iki çocuk babasıdır. Eğitim hayatına Osmancık'ta başlayan Arslan, Çorum İmam Hatip Lisesi'ni tamamladıktan sonra Hacettepe Üniversitesi İngilizce Tıp Fakültesi'nden mezun olmuştur. Tıp eğitimini takiben, İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Radyasyon Onkolojisi Bölümü'nü bitirerek radyasyon onkolojisi uzmanı olmuştur. Meslek hayatında uzun yıllar Şişli Etfal Hastanesi'nde görev yapan Dr. Arslan, 2020 yılında emekliye ayrılmıştır. Kanser uzmanı olarak bilinen Dr. Mehmet Arslan, aynı zamanda Siyonizmin toplumlar üzerindeki etkilerine dikkat çekerek, bu konuyu "bir kanser gibi yayılan tümör" olarak tanımlamakta ve insanları bu konuda bilinçlendirmeye çalışmaktadır. İslami çalışmalarla da ilgilenen Arslan, düşüncelerini ve yazılarını çeşitli internet platformlarında paylaşarak toplumda farkındalık oluşturmaya kendini adamıştır.
“Putlara tapınma, saygı Allah'a olur.” dediğiniz için tutuklandınız. Size yapılan hukuksuzluk hususunda ne söylemek istersiniz?
Burada belirli bir şahsı hedef almıyorum, genel olarak heykellerin putlaştırılmasına karşı çıkıyorum. Allah’tan başkasına tapınmanın yanlış olduğunu ifade ediyorum. Buna rağmen, kolluk kuvvetleri ve yargı süreci tamamen hukuksuz bir şekilde işliyor. Ne söylendiği araştırılmadan, hakaret olup olmadığı değerlendirilmeden doğrudan cezalandırma yoluna gidiliyor. Hukuk, haktan gelir; ancak burada tam tersine, hukuksuzluk hukuk gibi gösteriliyor. Bu konuda Yargı Hukuka Karşı adlı bir çalışmam da var ve özellikle laikçi ya da Kemalist yargının hukuka karşı hareket ettiğini düşünüyorum.
5816 KALKAN OLARAK KULLANILIYOR
5816 sayılı kanunun son zamanlarda ağzını açan herkesi yaktığına şahit oluyoruz. Kemalistlerin son zamanlarda bu kanuna sımsıkı sarılması, adeta bununla varlık bulması, hâkim ve savcıların da yüzlerce hukuksuzluk olmasına rağmen adeta bu kanuna sarılması neyin alameti?
Bu, aslında bir istibdattır! 5816 sayılı kanun, bir "KETÖ kılıcı" ve "KETÖ kalkanı" olarak kullanılarak, Kemali Tarikat Örgütü’nü (KETÖ) koruma aracı haline getirilmiştir. Bu yasa, sadece belirli bir kesimi dokunulmaz kılmak için bir kalkan, muhalif sesleri susturmak için ise bir kılıç işlevi görüyor. İnsanlar bu baskıyı fark ettiğinde ise mahalle baskısıyla sindiriliyorlar. Fikirlerini özgürce ifade edenler, vatandaşlık haklarını kullanıyor; ancak bu hak, 5816 ile kamufle edilerek suçmuş gibi gösteriliyor. Böylece suçlu korunurken, karşı çıkanlar suçlu ilan ediliyor. Türkiye’de bu baskı düzeni hâlâ sürüyor. Esed rejimi bile çökerken, biz hâlâ bu yasayla yönetiliyoruz. Bu sistem, süresiz dokunulmazlık sağlayarak kendini koruyor ve toplum üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor. Artık bu garabetin aşılması gerekiyor.
Bu kanuna rağmen Müslümanlar adeta parya muamelesi görüyor. Tarihçiler dahi ağzını açamıyor. Bu cesaretsizlik biraz da iktidarın bu kanun hususundaki sessizliğinden ve laiklerin baskısına boyun eğmesinden mi kaynaklanıyor?
Mevcut iktidara birçok eleştiri yöneltilebilir, ancak asıl mesele 5816 sayılı yasa, Atatürkçülük ve laikçilik gibi ideolojilerin hukuksuz bir sistem oluşturmasıdır. KETÖ dediğim yapı, devlette derin bir yapılanma kurmuş, anayasal düzeni belirleyerek iktidarı sınırlı bir alanla sınırlandırmıştır. Gerçek güç, hâlâ CHP’nin ve tek parti rejiminin ilkelerindedir. Bugün, iktidarın birçok konuda adım atamadığını görüyoruz. Çünkü anayasa hâlâ tek parti döneminin ideolojisi üzerine kuruludur. Bu yüzden de gerçek bir iktidar değişimi yaşanmamıştır. Şu anki hükümet, bazı alanlarda yetki kullanabiliyor gibi görünse de, anayasal düzenin değiştirilememesi nedeniyle tam anlamıyla yetkili değildir. Asıl anayasal iktidar hâlâ tek parti zihniyetinin elindedir. Bu durum, iktidarın birçok konuda geri adım atmasına neden olmuş, halkın dini hassasiyetleriyle çatışan uygulamaları sürdürmesine yol açmıştır.
SAYGI DURUŞU GİBİ RİTÜELLER ZORUNLU TUTULUYOR
Özellikle eğitim ve kamu alanlarında zorla dayatılan bazı uygulamalar, insanların inançlarını hiçe saymakta ve dini değerleri aşındırmaktadır. Örneğin, saygı duruşu gibi ritüeller zorunlu tutulmakta, çocuklar ve gençler istemeseler bile bu tür uygulamalara mecbur bırakılmaktadır. Bu, iman açısından büyük bir sorundur ve fertlerin dini hayatlarını tehlikeye atmaktadır. Laikçilik, güya halkın özgürlüklerini koruyor; tam tersine, onların inançlarını bastıran bir sistem haline getirilmiş.
İktidarın bu konularda sessiz kalması ve yeterince mücadele etmemesi büyük bir zafiyet oluşturmaktadır. KETÖ yapılanması, devletin içine o kadar yerleşmiştir ki, seçilmiş yöneticiler bile bu sistemin dışına çıkamamaktadır. 5816 sayılı yasa, yalnızca belirli bir düşünceyi korumak için değil, aynı zamanda bu yapının dokunulmazlığını sağlamak için bir kalkan haline getirilmiştir. Hukuk, bu ideolojik sistemin güdümüne girmiş ve temel haklar keyfi bir şekilde ihlal edilmektedir. Bu hukuksuzluk ortamı sadece dini özgürlükleri değil, ekonomik ve toplumsal yapıyı da olumsuz etkilemektedir. Ekonomi de ancak adaletin sağlandığı bir ortamda düzelebilir. Eğer hukuk baskı aracı olarak kullanılıyorsa, insanlar kendilerini güvende hissetmez ve sistem çökmeye başlar. İktidar, halkın refahı için çalışırken, aynı zamanda bu baskı düzenine karşı daha cesur bir mücadele vermelidir. Ancak şu an için bunu tam anlamıyla gerçekleştiremediğini görüyoruz. Eğer bir topluluk bu şuuru kazanırsa, zulüm karşısında daha dirençli hale gelir ve baskıyı yapanlar istedikleri gibi hareket edemezler.
SİYONİZM İLE KEMALİZM AYNI ZİHNİYETTEN BESLENİYOR
Türkiye'de laik kesim ciddi manada Yahudi'yi destekliyor. Kemalizm ile Yahudi’nin ne gibi bir müşterek noktası var?
Eminönü ve Taksim meydanlarında yaptığım açıklamalarda, tapınma ritüellerinin Siyonist buzağı tapınmasıyla benzerliğini vurguladım. Kur’an’da anlatılan Samiri ve buzağı kıssasına dayanarak, Siyonistlerin buzağıyı sadece bir hayvan olarak değil, kimlik, inanç ve devlet sembolü olarak gördüklerini ifade ettim. Bu anlayış, ırkçılık ve faşizmle birleşerek emperyalizmin temelini oluşturuyor. Aynı şekilde, Kemalizm de heykel ve lider tapınması üzerinden benzer bir kutsallaştırma anlayışı taşıyor ve toplumu kutuplaştırarak bölüyor.
Tarihi ve ideolojik okumalar, Siyonizm ile Kemalizm’in aynı zihniyetten beslendiğini gösteriyor. Siyonizm nasıl bölgesel ve küresel çatışmalara neden olduysa, Kemalizm de ilkeleri itibariyle ülkede baskı ve ayrıştırmayı hedefliyor. Bu bağlamda, 5816 sayılı yasa bir koruma kalkanı olarak kullanılıyor ve yargı bu anlayışın güdümünde hareket ediyor. Kemalist yapılanma, devlet içinde adeta paralel bir güç gibi hareket ediyor ve hukuku kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyor.
Dolayısıyla, bu tür ideolojik baskıların farkına varılması ve toplumun bilinçlendirilmesi gerekiyor. Siyonist anlayışın dünyayı kaosa sürüklediği ortadayken, benzer bir zihniyetin ülke içinde de işlediğini görmek ve buna karşı uyanık olmak büyük önem taşıyor. Biz bu konuda insanımızı, yöneticileri, yargıyı uyarıyoruz. Bu konuda yargı erki özellikle KETÖ’nün yuvalandığı, Kemalist tarikat örgütünün yuvalandığı bir yer ve tamamen yargıyı nasıl FETÖ, Avrupa Uyum Yasalarını suiistimal ettiyse bunlar da işte 5816'yı suiistimal ederek onun üzerinden yargıyı tamamen bir kolluk gücü gibi kullanıyorlar, baskı aracı olarak kullanıyorlar, bir korkutma aracı olarak kullanıyorlar. Dolayısıyla biz buna karşı ayık olmalıyız. Siyonizm’in ne halde olduğu açık ortada, bunu gören insanlar aynı şekilde Kemalizm’e de karşı ayık olması lazım.
FİLİSTİN’DEKİ ZULÜM BİZE DERS OLMALI
Gıdadan medyaya ve akademiye kadar nasıl bir boykot uygulanmalı?
Boykot sadece ekonomik değil, aynı zamanda fikri bir tavırdır. İslâm, ihlas, ıslah ve salih amel toplumun düzeltilmesi için gereklidir. Tüketim alışkanlıklarımız da bir bilinç meselesidir; gavur malı tüketmek, gavura esir olmak anlamına gelir. İnsanlar mal alırken sadece fiyatı değil, o paranın kime hizmet ettiğini düşünmelidir. Dolar da en büyük riba ve Siyonizm’in bir aracı olduğundan, asıl boykotun burada olması gerekir. Dünya dolar üzerinden sömürülüyor, güç zehirlenmesi yaşanıyor ve savaşlar finanse ediliyor. Filistin’deki zulüm bize ders olmalı, gavurları dost edinmemeye daha hassas yaklaşmalıyız. Siyonizm ve onun yerli işbirlikçilerine karşı bilinçlenmek, mücadele etmek ve direniş ruhunu canlı tutmak gerekir. Kurtuluş Savaşı bitmemiştir, halen devam etmektedir ve ancak bu bilincin yayılmasıyla gerçek zafer kazanılacaktır.
Peki son olarak mesleğiniz dışında sizler neler yapıyorsunuz?
Gazze’deki zulme dikkat çekmek için Eminönü, Fatih ve Taksim meydanlarında, ayrıca Avrupa, İsrail ve ABD konsoloslukları ile bazı dini kurumlarda farkındalık çalışmaları yapıyorum. Eminönü Meydanı’nda hem turistlere hem de kendi halkımıza tebliğ ve davet amacıyla broşürler dağıtıyor, basın açıklamaları yapıyorum. Özellikle Kudüs ve Gazze konularında şuur oluşturmayı hedefliyorum ve İslam’ı anlatıyorum.
Teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim.
Aylık Baran Dergisi 38. Sayı, Mart 2025