Cumhurbaşkanı Erdoğan 7. Memur-Sen Büyük Türkiye buluşmasında bazı açıklamalarda bulundu. 28 Şubat’tan bahsetti, bu süreçte neler yaşandığını, ne gibi zulümler ve haksızlıklar yapıldığını, 28 Şubat’ta ekonomik olarak büyük kayıplar yaşandığına değindi. Bu çerçevede sorarsak, 28 Şubat ile tam mânâsıyla hesaplaşıldı mı?

28 Şubat ile tam mânâsıyla hesaplaşılmadı… 28 Şubat’ın ekonomi, siyasî ve yargı ayakları vardı. Askerî ayağı ile yeterli olmasa da bir hesaplaşma söz konusu oldu; fakat ülkenin şah damarlarını elinde tutan, o gün de bugün de memleketin ekonomisi üzerinde çok büyük tesiri olan ve cemiyetin iktisadî bakımdan büyük sıkıntılar yaşamasına sebep olan oligarşik zümreyle hesaplaşılmadı. Salih Mirzabeyoğlu, tâ o dönemde, 28 Şubat sürecinde, tiyatro kabilinden yapılan yargılaması sırasında verdiği savunmasında 3 bin aile diyerek bu zümreyi işaret etmişti. Tüm yaptıklarına rağmen bunlar hâlâ elini kolunu sallayarak geziyor. Bu hususta bir müessese ismi zikretmek gerekirse TÜSİAD diyebiliriz!

Bu hesaplaşma yapılamadı ve yapılamadığı için de şimdiki millî iradeye, millî ekonomiye operasyon çekilebilmesinin de önü açık kaldı. Aynı ekip ellerine geçen her fırsatta bu memleketin aleyhine faaliyetlerini sürdürüyor. 28 Şubat’ın sadece askerî ayağıyla değil de, başta ekonomi olmak üzere diğer ayaklarla da hesaplaşılsaydı, bugün içinde bulunduğumuz vaziyetten çok daha iyi bir durumda olabilirdi Türkiye.

Bu zümre, 28 Şubat döneminde ne yaptıysa, yaklaşık 20 yıllık Ak Parti iktidarı boyunca da aynı şeyleri yapmaya devam etti. Operasyonlar çekmeyi sürdürdü. Hesabı sorulmayan bir şeyin tekerrürü mukadderdir. Dolayısıyla sürekli tekerrür hâli yaşıyoruz Türkiye’de.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı konuşma vesilesiyle inşallah bunlar yeniden gündeme getirilir de, bunlardan hesap sorulur diye düşünüyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan Memur-Sen toplantısından önce de önemli bir açıklama yapmıştı. İki konuşmanın da birbiriyle ilişkisi var. “Artık taarruz dönemi.” demişti. Unutmaya çalışarak, soğutarak çözüme kavuşmayacağı aşikâr problemlerimiz var. Kim bu ülkenin hassasiyetlerine, millî değerlerine saldırıyorsa bunlardan tam olarak hesap sorulmalı. Bir aydır Türkiye’de çeşitli ülkelerin ajanları yakalanıyor. Başta İsrail ve İran… Bu ajanların Türkiye’nin hangi sinir uçlarıyla oynamak istediğinin, ne yapmak istediklerinin ortaya çıkarılması lâzım. Bu da savunma psikolojisiyle olmaz, taarruz psikolojisiyle olur. Burada Cumhurbaşkanının yolundan gittiğini söyleyen bazı siyasîlerin de, savunma psikolojisinden kurtulup, huruç psikolojisiyle devam etmeleri gerektiğini düşünüyorum. 28 Şubat, 17-25 Aralık, 15 Temmuz bunların hepsini yaşadık; fakat bunların hiç birisiyle küllî bir hesaplaşma yaşayamadık, tıpkı yüz yıllık hesaplaşmayı yapamadığımız gibi. Bunlarla hesaplaşılmadığı takdirde zaten büyük hesaplaşmayı yapmak da zor. Sen kalıntıları temizleyemediğin için harekete geçiyorlar. Biri şuradan harekete geçiyor, biri buradan...

20 yıllık bir iktidar söz konusu iken bu zamana kadar niçin hesap sorulamadı, ne bekleniyor? İstikbal korkusu mu?

“Yarın devran dönerse, bizim başımıza ne gelir?” diye düşünen zümrenin varlığını kimse saklayamaz. Oysaki devranın döneceği falan yok! Döneceği istikamete dönmüş zaten! “Devran döner de benim başıma ne gelir” diye düşünenlerin açtığı sorunlar zaten bunlar.

Bu da demek oluyor ki mevcut kadrolarda büyük sorun var. İdeali olmayan, istikbal kaygısıyla hareket edenlerle dolu kadrolar demek ki.

Biz bir şeye inanıyoruz, inancımız uğruna da feda etmeyecek hiçbir şeyimiz yok. Derdi koltuk olan bazılarının, “yarın mutlu, huzurlu olayım” gayretleri, bu tarz sıkıntılara sebep oluyor. “Devran döner”ciler istedikleri kadar öbür tarafa yamanmaya çalışsın, onlar bu dönekleri affetmeyecek, nerede durursa dursunlar… 28 Şubat’tan daha beter günler hedefleyecekler, Kılıçdaroğlu’nun bürokrasiye seslenip tehdit etmesini de, iki-üç gün önce “herkesten helallik dileyeceğim” laflarını da bu korkaklara yönelik yaptığını gözden kaçırmayalım. Tamamen bu korkaklara… Kılıçdaroğlu korkaklara konuşuyor.  Cesurlara, kavga edenlere değil. Korkakları saf dışı bırakmaya ya da safına çekmeye çalışıyor. Biz cesurlar buradayız. Hesapları ne olursa olsun, Allah’ın da bir hesabı var, Allah’a inanan kullarının da bir hesabı var!

İktidar kanadının, “2023 seçimlerinde halkımız bunlara gününü gösterecek” demesini nasıl yorumluyorsunuz? Mesela 2002’den beri ne kadar seçim olduysa, bu millet sürekli destek verdi, veriyor. 17-25 oluyor destek veriyor, 15 Temmuz oluyor tankların önüne duruyor, ekonomik darboğazda sesini çıkarmıyor; hülasa her zorlukta elinden gelen neyse yaptı millet. Bu millet, istediklerini yapması için son seçimlerde de Ak Parti’yi iktidara taşıyarak vazifelendirmedi mi? İktidardaki partinin gerekeni yapmak yerine sanki iktidarda başkası varmış gibi hâlâ oy istemesi büyük bir garabet değil mi?

Elbette gerekenin yapılması yine seçim şartına bağlanmamalı. Hedef sadece seçim kazanmak olmamalı. Fakat bu farklı bir seçim. Artık Ak Parti’nin de halkın ekonomik ve ruhî taleplerine cevap vermesi gerekiyor. Önümüzdeki günlerde, halkı ferahlatıcı birçok paketin açıklanacağını düşünüyorum. Asgarî ücret başta olmak üzere, memur, emekli maaşı olmak üzere iyileştirmeler yapılacak, çözüme ulaşacak bence. Milletin yolunda ilerlenirse, hak ve halkın karşısında olan zümreler mağlup edilebilir.

Halk Ak Parti’yi bilhassa CHP’de kurumsallaşan Kemalizm ile hesaplaşması için iktidara getirdi. Ak Parti döneminde bir takım kazanımlar olmasına mukabil bunun devamlılığını her şeyi birleştirici ruhî inkişaf bir türlü sağlanamadı. Manevî ideal eksikliği halkın iktisadî sıkıntılarını daha fazla gündeme almasına sebep olan bir etken. İktidarın en az ekonomi kadar düşünmesi gereken şey bu değil mi?

Erdoğan’ın o ruhî atmosferi oluşturabileceğini, ibreyi bu tarafa çevireceğini düşünüyorum. Bu kabiliyet Erdoğan’da var. Mesela tutsak olan Ayasofya’yı aslına rücu ettirerek yeniden cami olarak açmadı mı? Bu noktada biraz da çuvaldızı kendimize batırmamız lazım. Biz bunun heyecanını nasıl yaşayabildik? Bir ay sonra Ayasofya bizim için sıradanlaştı mı?.. Yazılarımızda, sloganlarımızda Ayasofya’nın özgürlüğünü ümmetin kurtuluş nişanesi olarak işaret ettik. Recep Tayyip Erdoğan bunu yaptı, açtı. Başörtüsünü serbest bıraktı. İslâmî kesimin bugüne kadar talep ettiği hangi şey yapılmadı? Elbette fikrî olarak bir açlık var ortada. İdeolojisizlik ve manevi idealsizlik hususundaki eksiklik fark ediliyor. Belli başlı vakıf, dernek ve Ak Parti gençliği ile bir yeniden yapılanma ile bu sorun yeni yeni giderilmeye çalışılıyor. Recep Tayyip Erdoğan, hemen hemen 3-4 ayda bir katıldığı gençlik söyleşilerinde “en çok hangi kitabı okursunuz?” sualine “İdeolocya Örgüsü” diye cevap veriyor. İdeolocya Örgüsü, Necip Fazıl Kısakürek’in devlet sistemine dair, “hayata geliş gayem” dediği eseri. İdeolocya Örgüsü’nü, Erdoğan’ın partisinden olan kaç kişi biliyor? Onun muhtevasının, kitabın neyi anlattığının ne kadar şuurundalar? Bir lider, “Benim başucu kitabım Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü eseri” diyor. Bence her Ak Partilinin evinde, ofisinde, çantasında, yanı başında bulundurması gereken bir eser. Fikrî konularda eksikliğin de bu mânâda giderilmesi gerek.

Bu bir sonraki seçimlerin işaret edilmesi hususunda millet “yeter artık, oyu bugüne kadar hep verdik, gerekeni yap!” diye çıkışıyor.

Öyle, gereken yapılmalı, bu memleketin tüm düşmanlarıyla en ivedi şekilde hesaplaşılmalı.

Amin, teşekkürler.

Kolay gelsin.

Baran Dergisi 775. sayı