Yeni Türkiye, Lozan versiyonu Türkiye özelliğini ruhen bütünüyle dışlama noktasında ısrar etmeli. Yaşadığımız sıkıntıların temelinde bu hastalıklı gerçeklik yatar. Bunun için atılan adımların sesini Batı duyuyor, Siyonistler görüyor ve Haçlı seyrediyor. Bunun için endişeleri var.

PKK'nın silah bırakması sürecinde Türkiye için sonraki safha ne olmalı? PKK silah bırakınca mesele Türkiye için çözülüyor mu?

İki başlı sorunuza, son başlık altından cevap vermeyi tercih ediyorum. Zira birinci başlıklı sorunuzun cevabı oldukça kısa olacak.

Türkiye'yi böldürmeye hedeflenen bir Kürt halkı hiçbir zaman olmadı. Görülen bu gerçeği, Türkiye Cumhuriyeti devlet olarak tarihine artık yazmalıdır. Sykes-Picot'tan tutun Sevr'e kadar, Kürdü Türk'ten ayrıştırma projeleri, belgeleri ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti okullarında tarih derslerine artık günümüzde müfredata alınmalı ve okutulmalıdır. Kandırılan Kürdün eline silah verenler, geçmiş zamanın kirli devlet aklını yöneten kurumlarıydı: CIA'ya bağlı sözde Millî İstihbaratı ve Pentagon'a bağlı sözde Silahlı Kuvvetleriydi. Bu iki kuruma da yönetim olarak hâkim olanlar öz Anadolu çocukları değildi. Günümüz coğrafyasında ne Çanakkale'de ne de Hasankale'de şehitleri olmayan, mübadele süreci ve çeşitli göçler vesilesiyle bu ülkeye gelmiş, kraldan çok kralcı geçinen aparatların sebep olduğu acılı bir süreci tam 47 yıl yaşattılar.

Aslında görünmeyen gerçek, yeni Türkiye devlet aklının, o silahları PKK'ya verenlerin elinden almış olmasıydı. PKK'ya onların artık silah verecek güçleri kalmayınca, PKK'nın da onlara yönelik umutları bitince gerçeği görmelerine vesile oldu. Kürde mesele dayatanlar, Kürdü mesele olarak lanse ettiler. Kürdü inançlarından, örflerinden ve hayat felsefelerinden uzaklaştıranlar, Kürde, "Sen varlığınla bizim için bir sorunsun." dediler.

Şimdi ilk sorunuza sıra geldi. Silahların bırakılmasının ardındaki safha için tespitim şu: Günümüzde adım adım yargılanmaya başlanan ve milletçe tartışılan Kemalizm’in maskesi “Atatürk Milliyetçiliği” mefhumunun ne anlama geldiğinin açıklanmasındadır. Zira müphem olan bu kavramın kamufle ettiği gerçeklerin verdiği zararlar izale edilmediği sürece, Türkiye sorunlar yaşamaya devam eder. Bu, sadece Kürtler için bir sorun olarak durmuyor; Türkiye'nin bütününü inanç ve etnik bağlamda ilgilendiriyor.

Son zamanlarda Türk-Kürt tartışmaları tekrar ayyuka çıktı. Zaten Türk'ün de Kürt'ün de meselesini nihayete erdirmeden bu tartışmalar sürekli alevlenecek. Milleti tek bir potada buluşturacak fakat kendi kavmini de yok saymayacak nasıl bir sistem inşa edilmeli, hangi ideal etrafında bu yapılmalı?

Türk-Kürt tartışmaları suni bir mevzu olup özünde ne Türk'ün Kürde ne de Kürd'ün Türk'e yönelik hasmane bir durumu olmuştur. Bunu gündemde tutanlar, Anadolu Türk milliyetçiliğinin Anadolu irfanından uzak, ilk sorunuzda da bir nebze varlıklarına temas ettiğim çakma Türk milliyetçileri olup bunların karşısında kendilerini Kürtler içinde alternatif olarak dayatan Kürt ve Müslüman olmayan kriptolardır. Bu konuda gerçek Türklerin ve gerçek Kürtlerin, bu çakmalardan kendilerini uzak tutarak ve maskelerini indirerek gerçek yüzlerini halklarına anlatmalarında fayda vardır.

Buna sebep olan da yine 1982 faşist darbe anayasasının dayattığı gayriahlâkî ve gayrivicdanî umdeler olmuştur. Selçuklu ve Osmanlı ile birlikte yaşayan Türk'le Kürt, acaba neden 100 yıllık Cumhuriyet rejiminde bunca acılarını birlikte içlerine gömdüler? Acılar yaşadılar, gözyaşlarını döküp evlatlarını toprağa verdiler. Sebep neydi? Elbette ki mahkûm edildikleri, kendilerine dayatılan kutsal değer yargılarından uzaklaşmalarını tesis eden, onlar için yabancı bir anlayış olan ümmet bilincinin yasak sayılmasından başka bir şey değildi.

Yeni Türkiye Yüzyılı'nın, artık geçmişin parlamenter siyasî aklıyla değil, devlet aklıyla inşa edildiği bir süreci yaşadığımızın bilincinde olmalıyız. Terörsüz Türkiye stratejisini destekleyen büyük çoğunluğun karşısındaki küçük azınlığın tek nedeni de geçmiş kirli devlet aklının zehirlediği kesimden başkaları değildir. Yeni Türkiye özüne dönmeli, yani zihnî, ahlâkî ve inancı itibarıyla yaşama özlemini çektiği Kudüs ruhundan aldığı feyzi Malazgirt ruhunu yeşerterek yaşamalıdır.

Bütün bu hadiseler içeride de bir değişikliğe gidilmesi gerektiğini göstermiyor mu? Nasıl bir rejim değişikliği gerekiyor?

Yeni Türkiye, Lozan versiyonu Türkiye özelliğini ruhen bütünüyle dışlama noktasında ısrar etmeli. Yaşadığımız sıkıntıların temelinde bu hastalıklı gerçeklik yatar. Bunun için atılan adımların sesini Batı duyuyor, Siyonistler görüyor ve Haçlı seyrediyor. Bunun için endişeleri var. Özüne dönen bir Türkiye'nin, ellerindeki prangaları nasıl fırlatıp atmaya başladığını ve ayaklarındaki prangaları da çözmeye başladığını içimizdeki bedbahtlar korku ve endişe içinde izliyor.

Yeni rejim için bütünlüğü tesis edecek yeni uygulamalar ve bu uygulamaları da yazılı bir metne dönüştürecek anayasanın inşası mümkündür. Beşerî dayatmalardan kaynaklanmayan, millî ve manevî değerlerimize saygılı, hür ve arzu edilen sivil bir anayasa ancak bizi arzu ettiğimiz hedeflere ulaştırır. Her türlü vesayetin reddedildiği, özünde vicdanî ve ahlâkî değerleri muhafaza eden, laik anlayışın zincirlerini kırmış bir irade ancak bizim kardeş olduğumuza referans olabilir. Böylesi bir rejimin siyasal literatürde ismi ne olur bilmem ama Yunus’un söylemiyle "yaratılanı Yaradan'dan ötürü sevmek" düsturu, yeni rejim için ırk, din ve mezhep ayrımı yapmadan üst kimliği aziz İslâm olan bir sistemdir.

Bakın, burada aslında tabu olan bir kaynağı yeni anayasada ilk madde olarak yazmanın çok zor olmayacağını referans gösterebilirim. Mesela, Mustafa Kemal'in bizzat Lozan öncesi 24 Nisan 1920 günü ilk mecliste kürsüde ifade ettiği şu sözler: "Efendiler! Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat, yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anâsır-ı İslâmiyedir." Irk ve dinin, özde birlikte yaşamayı hedefleyen bir özne olduğu nasıl da biliniyor!

Gazze bağlamında Türkiye'nin atması gereken somut adımlar neler olabilir? Türkiye'nin Ortadoğu'da arabulucu olmaktan ziyade takınması gereken tavır ne olmalı?

Siyonist ve katil İsrail'in Türkiye'de günümüzde hamileri olduğunu unutmayalım. Özellikle günümüzün ana muhalefet partisi, bu konuda mesajlarını zaman zaman sözcülerinin vasıtasıyla basın ve yayın yoluyla kamuoyu ile paylaştıklarını görüyorum. Keza kurumsal bağlamda sözde İslâmî kimlikleriyle siyaset yaptıklarını gördüğüm ve kamuoyunda siyasî rant uğruna paylaştıkları hamasî söylemlerine de yabancı değilim. İki kesimin de Türkiye'nin millî ve manevî değerlerinden uzak siyaset yapmaları, dış dünyada Türkiye açısından zayıflığa sebep oluyor, Türkiye'nin elini zayıflatıyor.

Mevcut Cumhur İttifakı, devlet aklıyla siyaset yapıyor. Geçmişin muhalif parlamenter siyasî aklı zayıfladıkça ve ahlâkî değerlerinden uzaklaştıkça devlet aklının güçlendiğini görüyorum. "Kazan-kazan" söylemiyle siyaset dünyamızda sempati kazanan Erdoğan'ın bu mecrada Gazze ve Filistin meselesine, dünyada halkı Müslüman olan ülkeler içinde en samimi yaklaşanın olduğunu dünya görüyor. Türkiye'yi sadece arabulucu olmaya zorlayan muhalif parlamenter siyasettir; bunun da motorize gücü ana muhalefet partisi CHP'dir. Hamas için "terörist" diye mesaj vermeleri, Siyonist ve katil İsrail için bir can simidi olmuştur.

Gazze konusunda birlikte bir siyaset aklı, dünya nezdinde bizi güçlendirir. Ancak ne yazık ki o bütünlüğü yansıtacak bir ortak stratejimiz yok. Türkiye'nin mevcut tavrının ötesinde bir pozisyon alacağı ihtimalini şimdilik görmüyorum. Ancak bütün bunlara rağmen bir açık pencere bırakmaktan da yarar olacağını ifade edeyim. Gazze konusunda fiilî bir durum içinde olmamızı, ancak Siyonist ve katil İsrail'in Suriye siyasetimizle ilgili takip edeceği stratejide görüyorum.

Eğer ki İsrail ile bir çatışmaya girmemiz mukadderse, YPG meselesinin bir şekilde çözüme kavuşturulması şart değil mi?

YPG ismiyle anılan yapının aslında bir Siyonist ve Haçlı yapısı olduğunu, burada da mazlum bir halk olan Kürtler üzerinden projelerini ihya etmek istediklerini sizler de biliyorsunuz. Evet, Baas rejiminin diktatörleri olarak baba ve oğul Esadların, Suriye'de yaşayan Kürtlere, CHP'nin tek partili dönemde biz Kürtlere yaşattığı zulmün ve benzer ihanetlerin aynısını yaşattığını biliyorum. ABD'nin koordinasyonunda Siyonist ve katil İsrail'in eğittiği ve çeşitli Arap yönetimlerinin de finanse ettiği katil DEAŞ sürülerinin sebebiyet verdiği barbarca uygulamalarıyla yaşattığı zulümden Türkiye'yi de etkilemek amacıyla bölgeyi, Suriye'de Müslüman Kürtleri dışlayarak kovan PKK yapısı ismi verilen YPG, hâlen Siyonistlerin ve Haçlıların son umudu olarak Kürt kartını orada ellerinde bulunduruyor.

Mevcut Suriye yönetimi karşısında YPG'yi direnmeye yönelten tek silahları, güneydeki Dürzi yapılanmasıdır ki Siyonist ve katil İsrail, bu kozuyla YPG üzerindeki hâkimiyetini sürdürüyor. Türkiye, Suriye siyaseti ve stratejisi üzerinde asla bir adım geri atmayacağını ısrarlı bir şekilde bütün dünyaya deklare ederken; burada sadece Suriye'nin değil, Irak hükümetinin ve IKYB'nin de oynanan oyunlara karşı hem kendileri hem de Türkiye açısından bölgede kazanımlara vesile olacak adımları atmada geciktiğini söylemek isterim. Nihayet bu ayın 16'sında, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve İstihbarat Başkanı İbrahim Kalın Beyleri de X hesabımda etiketleyerek, "Katar ve Libya ile yaptığımız antlaşma örneği, Irak ve Suriye'nin de bizimle ortak saldırmazlık antlaşmaları yapması stratejik bir karar olur." demiştim. Nitekim üç gün önce Suriye hükümetinin bu konuda bizden destek istediğine tanık olduk. CHP'nin "Monşer aklı" Namık Tan, bu konuya dikkat çekerek X hesabında yaptığı uzun açıklamasında Siyonist ve katil İsrail'e destek mahiyetinde kendince tavsiyelerde bulunmuş oldu.

YPG meselesinin çözümü için sizce nasıl bir yol izlenmeli? Alternatifler neler?

Bu soruyu çok kısa cevaplandıracağım. Zira bu konuyu, mevcut devlet aklına ve güvendiğim Dışişleri ile İstihbarat kurumlarımızın takdirlerine bırakacağım. Siyonist ve katil İsrail'den başlayarak, ülkemiz ve kardeş Suriye ile Irak üzerindeki amaç ve hedeflerine asla ulaşamayacakları bir kararlılık içinde, çözümde ısrarlı olduğumuzu görüyorum.

Teşekkür ederiz.

Aylık Baran Dergisi 42. Sayı, Ağustos 2025