Yahudi lobisinin İran’dan sonraki hedefi kesinlikle Türkiye’dir. Türkiye içindeki Yahudi lobisinin oyununa gelerek gafil avlanmamalıyız. İran-İsrail çatışmasından çıkartılan derslere istinaden savaşa hazırlanmalıyız. Belanın kapımıza geleceği kesindir.


SUAT GÜN KİMDİR?

Emekli Binbaşı Suat Gün, Malatya Battalgazi doğumlu bir asker, yazar ve stratejisttir. 1976’da Kara Harp Okulu’nu, 1977’de Topçu ve Füze Okulu’nu bitirerek Türk Silahlı Kuvvetleri’ne katılmış, daha sonra istifa ederek ayrılmıştır. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yüksek lisans yapmıştır. 1987’den itibaren çeşitli dergi ve gazetelerde yazılar kaleme almış, uzun yıllar Önce Vatan Gazetesi başta olmak üzere birçok basın organında köşe yazarlığı yapmıştır. Strateji, dış politika ve İslâm dünyası üzerine yüzlerce yazısı yayımlanmış; televizyon programlarına katılmış, çeşitli konferanslar vermiştir. “Filistin Savunması İnsanlık Davası” adlı yayımlanmış bir kitabı, senaryoları ve tiyatro eseri bulunmaktadır. Uluslararası Kudüs Derneği Genel Başkanı olan Suat Gün, birçok düşünce kuruluşu ve vakıfla da aktif bağlantı hâlindedir.


İsrail ABD'yi arzu etmediği bir İran çatışmasına çekmeye çalıştı fakat beklediğini de alamadı. Bu süreci siz nasıl okuyorsunuz? Aslında İsrail İran ABD çatışması şunu göstermiyor mu? İsrail bekleneni alamadı. ABD kendi köşesine çekildi. İran da ne kazandı ne kaybetti. Bundan sonraki süreç nasıl ilerler sizce?

İsrail, Gazze’de işlediği soykırımı insanlığa unutturmak ve ABD’yi bütün kirli planlarına alet etmek istiyor. 1913’te Amerikan Merkez Bankası’nı ele geçiren Yahudi sermayesi, o tarihten bu yana Amerika’yı fiilen yönetiyor. Bu gerçek, Ariel Şaron’un 2003’teki ifadesinde açıkça görülüyor: “Amerika dünyayı yönetiyor, biz de Amerika’yı.” Amerika’nın kirli operasyonlarının arkasında, tapınakçı-kabalist küresel Yahudi yapılar var. İsrail de bu yapının Ortadoğu’daki garnizonudur. Bir devlet değil, Malta-Rodos şövalyeleri gibi eşkıya bir yapıdır; bir terör üssüdür. Bu yapıyı yönetenler, Amerika’daki tapınakçı Yahudilerdir. İsrail’de iktidara kimin geleceğini ve hangi politikanın izleneceğini bu güçler tayin eder. Netanyahu da bu sistemin sadık bir memurudur. 2000’lerin başında Şaron’un Gazze’yi içeriden değil dışarıdan yönetme stratejisi, bölgeyi ambargo ve kuşatma ile tüketmeye yönelikti. Ancak tapınakçı zihniyet, Gazze’nin tamamen imha edilmesini istiyordu. Şaron bu çizgiye uymadığı için gözden düşürüldü. Oysa geçmişte Lübnan’da Filistinlilere karşı işlenen cinayetlerin sorumlusuydu. Netanyahu ise Şaron’un başaramadığı bir işi –Filistin halkını tamamen yok etme hedefini– hayata geçirmeye çalışıyor. Ancak askerî gücün de bir sınırı vardır; süngünün üstünde oturulmaz. İsrail, 1967’de Gazze’yi işgal ettiğinden bu yana bölgeyi ne sindirebilmiş ne de asimile edebilmiştir. Amerikan desteği olmadan mevcut topraklarını savunacak kudrete sahip değildir. Aşırı silahlandırılmış, sınırsız hava gücüyle desteklenen bu yapının ömrü tükenmektedir. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında, Müslümanları birbirine düşürerek bölgeye hâkim olma stratejisi de iflas etmiştir. Henry Kissinger’in 1990’larda dile getirdiği “Ortadoğu’nun yarısı İsrail olacak” tahayyülü bugün tersine dönmüştür: İsrail, Ortadoğu’dan silinme sürecine girmiştir. Amerika’yı ve dünyayı yönlendirme gayretleri artık sonuç vermemektedir. Gazze’deki soykırımı unutturmak için girişilen provokasyonlar geri tepmekte, dünya kamuoyu bu oyunlara kanmamaktadır. Medya gücüyle oluşturdukları algı duvarı çatlamaktadır. 380-400 civarında nükleer silaha sahip olduğu söylenen İsrail’in, İran’ın nükleer teknoloji üretimine tahammül edememesi ise akıl dışı bir korkaklık ve çifte standarttır. Batı ve İsrail’in zayiat vermeye tahammülü yoktur; yüzyıldır zayiatsız zaferlere alıştılar, ancak bu denge değişmektedir. Tapınakçı Yahudilerin oluşturduğu evangelist yapılar artık bu düzeni sürdürecek bağlı kadrolar yetiştiremiyor. Bu durum hem İsrail’in hem de kabalist Yahudilerin karar mekanizmalarını tehdit etmektedir. İslâm dini, Yahudi fesadını ve insanlık için taşıdığı tehdidi asırlardır beyan etmektedir. Bu yüzden Yahudi düzeni, İslâm’ı ve Müslümanları en büyük engel olarak görmektedir. İslâm dünyasını çökertmek için her türlü iç çatışma ve ahlâkî yozlaşma teşvik edilmektedir. Ancak İsrail’in çöküşü, Müslümanların maddi ve manevi dirilişine bağlıdır. Amerika’daki kabalist Yahudiler; finans, ordu, ticaret ve medya gücüyle küresel hâkimiyet kurmuş, bu düzene alternatif gelişmesini engellemektedir. Bu yapıya karşı dünyadaki tek ciddi itiraz İslâm dünyasından gelmektedir. Artık mesele strateji değil, doğrudan bir beka meselesidir. Türkiye, bu sistemin açık hedefidir. Tedbir alınmazsa, akıbeti Hizbullah, Saddam ya da İran örneklerine benzeyebilir. İsrail lobisi, Gazze’deki katliamı örtmek ve ABD’yi İran’a karşı savaşa sürüklemek için provokasyon planladı, ancak başarısız oldu. İsrail’in İran’a saldırısı uluslararası hukuka aykırıydı; ABD ise bu suça ortak oldu. Trump, lobi baskısıyla saldırıya onay verdi fakat sonrasında İran’ın savunmasını “akıllıca” bulduğunu söyleyerek rahatsızlığını ima etti. Netanyahu’ya hakaret etmesi de bu gerilimi gösterdi. İsrail lobisi, saldırıda nükleer silah kullanılmasını bekliyordu. Klasik mühimmat İran’ın tesislerini yok edemez. Bu da çatışmanın durmadığını, sadece ertelendiğini gösteriyor. İsrail’in hâkimiyet stratejisi artık işlemiyor; bölgesel planları çökmeye başladı.

İsrail’in yükünü artık ne ABD ne de Avrupa kaldırabiliyor. Bundan sonraki süreçte İsrail’e bu kadar destek alabilecek mi? Bu hususta neler söylemek istersiniz?

İsrail ve onu ayakta tutan Kabalist Yahudiler sadece cinayet, hasımlarına karşı suikast, İslâm şehirlerini bombalayarak, yıkarak tahribat yapmakla kalmıyor son üç asırdan beri uyuşturucu piyasasını kontrol, beyaz kadın ticareti, porno sektörünü işletme, türlü ahlaksızlıklar, organ ticareti, çocuk kaçırma, sapık ayinler için çocukların kanını içmek, sahte ilaçlarla insanlığı aldatmak, sosyal medyayı ahlaksızlık ve istihbarat amaçlı kullanmak, halk yararına çalışan devlet adamlarına iftira atmak, eften püften kusurları abartarak otoritesini kırmak, Davos’ta aldıkları kararları bütün devletlere dayatmak gibi iş ve kararları tek merkezden alarak yürütüyorlar. Son üç asırdan beri ileri sürdükleri her sene bir başka sürümünü piyasaya sundukları, yenidünya düzeni adını verdikleri şeytani düzenle insanlığı aldatamayacakları anlaşılmıştır. Dünya iktisadi sistemi üzerindeki hâkimiyetlerini kullanarak, ekonomik kriz, ambargo, abluka, yaptırım uygulamak gibi yöntemlerle insanlığın fakirleştirilmesi, mülksüzleştirilmesi projesi Tapınakçı Yahudi merkezi kaynaklıdır. İnsanlık bunların fesat oyunundan, katliamlarından, kibrinden bıkmıştır. Bu gidişat İsrail’in ve topyekûn Yahudilerden nefret edilerek yok edilmesine sebep olacaktır.

İleriki süreçlerde İsrail’in Gazze soykırımı için uluslararası yargı devreye girebilir mi? Yoksa bu da halı altına mı süpürülür?

Gazze’de işlenen cinayetler BM’nin yargı organı olan Uluslararası Adalet Divanında (ICJ) başladı. BM Soykırım Sözleşmesi'ni ihlal ettiği gerekçesiyle İsrail'e karşı açılan dava önce kabul edildi sonra yargılama başladı. Bu yargılama esnasında Amerika’yı idare eden Kabalist-tapınakçı Yahudi lobisi şunu söyledi: Bizi yargılayamazsınız! Biz bu mahkemeleri sizi yargılamak için kurmuştuk, İsrail’in kendini savunma hakkı vardır, İsrail kendini dilediği gibi savunabilir. Kendini savunmak tehlikeyi önceden görüp bertaraf etmeyi kapsayan bir dizi eylemi gerektirir dolayısıyla burada yapılan öldürme ve cinayet eylemleri cinayet değil korunmadır. Yaptıkları bütün savaşlarda Cenevre Sözleşmesine riayet, silah kullanmada meşruiyet, orantılı mukabele gibi savaş hukukunun temel ilkeleri çöpe atıldı. Bu yargılamalardan bir netice çıkmaz, çıkamaz. ABD Başkanına suikast yaptılar, arkasındaki güç belli, bir şey yapılabildi mi? Bunların zihniyeti ve karakteri bellidir; kafasını kıracak güce sahipseniz saygı duyarlar hatta köpekleşerek yalakalık yaparlar.

Batı’nın Gazze konusundaki ikiyüzlü tavrını hangi gerekçeler besliyor? Bu iki yüzlü tutum dünyaya dayatılan “değer”lerin tekrar ele alınması gerektiğini de gösteriyor mu?

Batı dünyası iki yüzyıldan beri değerler buhranı yaşıyor, aslında Batı’nın yerleşmiş değerleri yoktur. Batı’da son yüzyılda din, aile, değerler/etik, ahlak; çıkar kavramına bindirilmiş manevi temelini yitirmiştir. Zaten çıkar, çıkarım, menfaatim dediğiniz zaman bütün kavramlar manasını yitirir, anlam dünyası hakikati kaybeder. BM hem hukuken hem ahlaken hem de teşkilat yapısı itibariyle çürümüştür. Yeni bir anlayışa ve yapıya ihtiyaç var. Bu nedenle Cumhurbaşkanımız “dünya 5’ten büyüktür” diyor. Dünya ikiyüzlü ve çıkar temelli değerlerden bir an önce kurtulmalıdır. İşte görüldüğü gibi İsrail’in İran’a yaptığı saldırının hukuki temeli var mı? Varsa BM’nin hangi kararına dayanıyor? Bu hakkı nereden alıyor? Bir devleti yöneten şahıslara ve bilim adamlarına suikast yapmak hangi meşru temele dayanıyor? Bilim adamlarını ve mühendisleri ailesi ile birlikte topyekûn öldürmek hangi haklara sığıyor? Dünya bu katliam şebekesinin vahşi cinayetlerine razı olmayacaktır. Zaten zulüm zirveye çıktığı zaman yenilginin alarm zilleri çalmaya başlar. Bu düzen böyle gitmeyecektir. Yahudi’nin borusu ötmeyecektir. İsrail’in yıkılışı çok yakın.

Yeni dünya düzeni Türkiye, Rusya, Çin ekseninde mi kurulacak? Türkiye bu tabloda hangi rolü üstlenecek? Türkiye’nin tarihî misyonuna uygun hareket etmesi hususunda neler önerirsiniz?

Çin, küreselci kabalist Yahudiler tarafından yükseltilmiş bir güç merkezidir. ABD-Çin ilişkileri, Yahudi lobisinin "bilge adamı" kabul edilen Henry Kissinger’ın organizasyonuyla başlamıştır. Kissinger, son üç yılında 200 defa Çin’e gidip gelmiş, bu ülkenin Yahudi sermayesi açısından taşıdığı önemi fiilen göstermiştir. 1972’de Nixon’ın Çin ziyaretiyle, Soğuk Savaş döneminde iki ülke arasındaki ilişkiler normalleşmiş, Mao Zedong ile el sıkışılmıştır. Bu ziyaretten sonra BM Güvenlik Konseyi’ndeki koltuk Tayvan’dan (Milliyetçi Çin) alınarak Komünist Çin’e verilmiş, böylece uluslararası hukuk Yahudi sermayesi lehine esnetilmiştir. Ardından, Çin’e Yahudi sermayesi akmaya başlamış; ideolojisine bakılmaksızın Dünya Ticaret Örgütü'ne alınmış, ABD Çin’in açık pazarı hâline getirilmiş, vergi ve gümrük engelleri kaldırılmıştır. Sonuçta, Çin görünümlü Yahudi sermayesi dünya piyasasında önü açılmış bir aktöre dönüşmüştür. Bugün Çin’in 55 trilyon dolar civarında tapınakçı Yahudi sermayesine borçlu olduğu, bu yapının emirleri dışında hareket edemeyeceği açıktır. Benzer biçimde, Rusya da Yahudi oligarkların egemenliği altındadır. Ekonomisinin %95’i bu sermaye gruplarının kontrolündedir. Bu nedenle Rusya ne ekonomik ne de politik anlamda bağımsızdır. Wagner adlı sözde Rus askeri şirketinin kurucusu Yevgeni Prigojin de bir Yahudi iş adamıdır. Ukrayna savaşı ise, Rusya’nın gücünü kırmaya yönelik planlı bir operasyondur. Öte yandan, Çin, Rusya ve Hindistan gibi geniş nüfus ve yüzölçümüne sahip ülkeler, jeopolitik anlamda bağımsız değer üretme kapasitesine sahip değildir. Çünkü bu ülkeler de tapınakçı Yahudi yapılar tarafından kontrol edilmektedir. Yeni dünya düzenini kurma misyonu, bu oyunun dışında kalabilen, bağımsız iradesini koruyabilen Türkiye’ye aittir. İnşallah bu düzeni Türkiye kuracaktır.

İsrail’in Gazze’deki katliamı karşısında hangi alternatif uluslararası adımlar atılmalı?

Gazze’deki katliamlar ne kadar uluslararası tepki alırsa alsın, İsrail’in durması mümkün değildir. Çünkü İsrail’in ideolojisi, teolojik inancı ve mesiyanik hedefleri –özellikle goyim anlayışı ve kıyamet merkezli eskatolojisi– onu hakikate kapalı bir zihniyete hapsetmiştir. Bu ideolojiye göre, kıyamet savaşları yaşanacak ve Yahudiler dünyaya hükmedecektir. Evangelizm aracılığıyla bu inancı Amerikan halkına da benimsetmişlerdir. Bu çarpık inanç, fanatik bireylerde de kendini göstermektedir. Örneğin yakın zamanda ABD’de bir Yahudi, papazları "çarmıha gererek" öldürdü ve bu eylemleri "İsrail’i kötülükten kurtarmak" amacıyla yaptığını söyledi. Bu da gösteriyor ki, sapkın ideolojilerle yoğrulmuş bir yapıyı nasihatle durdurmak imkânsızdır. Ziya Paşa’nın dediği gibi: “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir.” Bu anlayışa karşı vakit kaybetmeden güçlü bir hazırlık yapılmalı, gereken karşılık verilmelidir. Gazze’ye doğrudan askeri yardım sağlanmalı; eğitim, elektronik harp desteği sunulmalı ve uluslararası alanda hakları kararlılıkla savunulmalıdır. Bu savaş zaten bize doğru yaklaşmaktadır. Nitekim İsrail Yayın Kurumu Başkanı Yoni Ben-Menachem, açıkça “Bir sonraki düşmanımız Türkiye’dir, sert bir şekilde gitmemiz gerekecek” diyerek hedefi göstermiştir.

Türkiye’nin İsrail’e karşı Güney Suriye’de konuşlanması ve nükleer kapasite geliştirmesi gerektiğini sizler de yazınızda belirtmiştiniz. Bu stratejiyi açabilir misiniz?

Nükleer silah, beka için caydırıcı bir teminattır. Tesadüfe ya da düşmanın merhametine dayanan güvenlik anlayışı, tarih boyunca Batı’nın verdiği sözleri tutmamasıyla defalarca çürütülmüştür. En bariz örnek, SSCB sonrası Ukrayna’nın nükleer silahlarını teslim etmesine rağmen toprak bütünlüğünün korunamamasıdır. ABD, İngiltere, Fransa gibi garantörler sorumluluklarını yerine getirmemiş, Rusya’nın saldırısına göz yumulmuştur. Bu da göstermiştir ki gerçek güvenlik askeri kapasiteye dayanır. İsrail yöneticileri açıkça Türkiye’yi hedef gösteriyor. Hahamlar da Türkiye’yi doğrudan düşman olarak tanımlıyor. Yahudi karakteri gereği, karşılık görmedikçe durmaz. Bu nedenle Türkiye, savaşın topraklarına sıçramasını beklemeden Suriye ile işbirliğini güçlendirmelidir. Suriye'nin hava gücünün yeniden inşası, hava savunma sistemlerinin kurulması ve kara birliklerinin eğitimi için Türkiye öncülük etmelidir. Aksi takdirde, İsrail’in hava üstünlüğü altında Türk birliklerinin Şam bölgesine sevki mümkün olmayacaktır. Suriye ordusu, tıpkı Gazze’deki direniş gibi yıpratma savaşına uygun biçimde eğitilmelidir. Ayrıca Halep, Hama, Humus ve Şam hattına uzanacak bir savunma hattı tesis edilmeli, ekonomik ve ulaştırma projeleriyle Türkiye-Suriye entegrasyonu güçlendirilmelidir. Hızlı tren hatları Suriye ve Lübnan üzerinden Mekke ve Medine’ye uzatılabilir. Suriye subayları Türk harp okullarında eğitilmeli, Suriye ordusu Türk Silahlı Kuvvetlerinin güney kanadı gibi yapılandırılmalıdır. İran’dan sonra Yahudi lobisinin açık hedefi Türkiye’dir. İçerideki uzantılarına aldanmadan, İsrail’le kaçınılmaz hâle gelen bu savaşa stratejik ve askeri olarak hazırlanmak zorundayız. Bu bela kapımızdadır, kaçış yoktur.

Teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.

Aylık Baran Dergisi 41. Sayı, Temmuz 2025