Sözcü’den Rahmi Turan, bugünkü köşesinde 28 Şubat sürecinde Müslümanlara zulmeden, iktidara ise  darbe yapan ve şu an cezaevinde olan Kemalist paşaların durumuna “Kamu vicdanını sızlatan bir dram” diyor.

Batıcı laik Rahmi Turan, bu mevzuyu Doğru Parti Genel Başkanı Rifat Serdaroğlu’nun sözlerinden vererek şu ifadeleri kullanıyor:

Kamu vicdanını sızlatan bir dram hâlâ devam ediyor!

Türk Ordusu'na şerefle hizmet etmiş 14 emekli general “Darbeye teşebbüs” suçu ile ömür boyu hapse mahkûm edilip, rütbeleri sökülerek hapse atıldı.

Siyaset dünyasında onları savunan tek lider olan Doğru Parti Genel Başkanı Rifat Serdaroğlu, paşalara haksızlık yapıldığını söyleyerek şöyle diyor:

“Kimler verdi müebbet hapis kararını?

Çoğu tutuklu veya yurt dışına kaçmış FETÖ tetikçisi sözde yargıçlar…

Komutanlar nerede, ne zaman “Darbeye teşebbüs” etmiş? 28 Şubat 1997'de…

Defalarca söyledik… O tarihteki Erbakan-Çiller Hükümeti, usulsüz edinilmiş mal varlıklarının aklanması üzerine kurulmuş bir hükümetti…

Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı olan bu hükümeti, bir avuç yurtsever milletvekili olarak biz düşürdük. Erbakan 28 Şubat'tan 4 ay sonra istifa etti.

Komutanlar nasıl darbe yapmış ki? Bu zulümdür ve adaletsizliktir!”

Rifat Serdaroğlu, “Doğru Parti olarak haksızlığa karşı çıkmaya devam edeceklerini ve günün birinde gerçeklerin anlaşılacağını” söylüyor.

Madem darbe değildi, peki bu kadar zulmü kim yaptı?

Madem 28 Şubat bir darbe değildi, peki bu kadar zulmü kim yaptı? Müslümanlar cezaevine niçin dolduruldu? İkna odaları niçin kuruldu? Başörtülüler niçin okula alınmadı, başlarından örtüleri çekilerek yerlerde sürüklendi? Salih Mirzabeyoğlu ve yüzlerce İbdacı niçin cezaevlerinde yıllarca hapse ve işkenceye mahkûm edildi? Rahmi Turan anlamaz da biz bilmeyenler için anlatalım:

28 Şubat’ta neler oldu?

Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki Refah Partisi 1995 Genel Seçimlerinde birinci parti olmuştur. Buna rağmen seçimlerin ardından DYP-ANAP koalisyon hükümeti kurulmuştur. Refah Partisi’nin güven oylaması hakkında hukukî inceleme yapılması için Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuru haklı görülerek güven oylaması geçersiz sayılmış ve hükümet dağılmıştır. Bunun üzerine 1996 yılında TBMM’de birinci parti durumunda olan Refah Partisi ile ikinci parti olan DYP arasında 54. Hükümet (Refahyol hükümeti) kurulmuştur. Bu hükümetin kuruluşu esasında 90’lı yıllar boyunca sürdürülen 28 Şubat sürecinin de ortalarına denk gelmiştir ve Erbakan bu süreçte rejimin pisliklerine karşı yükselen tepkiye karşı kalkan olarak kullanılmıştır.

Devlet içindeki çetelerden sızan pislikler, faili meçhul cinayetler ve içtimai olaylarla birlikte bu dönemde, İslâm’ın gelişini engellemek isteyen Batı’nın tahliye kanalı olarak Kemalistlerin yerine ikame etmek istediği ılımlı Kemalistler (Fetöcüler) ile katı Kemalistlerin nöbet değişim süreci yaşanmıştır. Katı Kemalistler âdeta “size en iyi uşaklığı biz yaparız” dercesine İslâm’ı bu topraklardan silmek için ellerinden geleni yapmasına rağmen sahadan mağlup olarak ayrılıp, yerini, ileride kendisiyle aynı mağlubiyeti tadacak bir diğer Batı köpeği olan Fetö’ye bırakmaktan kurtulamamıştır. Nitekim 1970’li yıllarda, İslâm’ı içten ifsad etmek maksadıyla müesseseleşmeye başlayan Fetö’nün, bürokrasiye yavaş yavaş yerleşmesi ve bitirilmek için her yolun denendiği Anadolu sermayesinin yerine, Fetö’ye bağlı şirketlerin kalkındırılması da bu döneme denk gelir.

Sincan’da tanklar yürütüldü

Hükümet üzerinde, Sincan’da tanklarla ordu tarafından, yapılan haberler vasıtasıyla medya tarafından baskı oluşturulmuş, Refah Partisi’nin bu baskıyı kıracak cesareti kendinde bulamaması neticesinde de Erbakan’a iktidardan el çektirilmişti. Akabinde ise işin iktisadî ve içtimaî veçhesine yönelik adımlar atılmıştı.

Bu adımları kısaca bir hatırlayacak olursak: Önemli şirketlerin ve bankaların yönetim kurullarına paşalar atanmış ve mütedeyyin şahısların elinde bulunan büyük şirketler hakkında karalama kampanyaları başlatılmıştı. Bankalar hortumlanıp, şirketler batırılmış ve Türkiye ekonomisi yeniden daralmaya başlamıştı. Binlerce Müslüman fişlenmiş ve “terör örgütü mensubu” yaftası vurularak cezaevlerine gönderilmişti. Genelkurmay’da “yargı ve basın mensuplarına” (!) brifingler verilmişti. Basın, tek elden çıktığı bariz bir şekilde belli haberler kanalıyla algı yönetimi işini üzerine almış; yargı bu düzmece haberlerin bulunduğu gazete kupürlerini delil göstererek binlerce Müslüman’ı tutuklamıştı. Kur’an kursları ve İmam Hatipler kapatılmış, başörtüsü zulmü ayyuka çıkmıştı. Üniversitelerde kurulan ikna odalarıyla Müslüman gençlerin zihinlerinde gedikler açılmıştı.

Asıl hedef neydi?

Darbeyle hedeflenen İslâm’ı bu topraklardan söküp atmak, bu tutmazsa ılımlı Kemalist FETÖ’cüler vasıtasıyla ifsad edilmiş bir İslâm anlayışını sahih İslâm anlayışının önüne takoz yapmaktı. İslâm’ı bu topraklardan söküp atmayı başaramadılar. Dönemin şahitlerinin ifadeleri göstermektedir ki, 28 Şubat’ın en önemli hedefi olan Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “1999 Kurtuluş Yılı” çıkışı bunu engelleyen sebeptir. Nitekim bu çıkışın ardından 28 Şubat ile alakalı yargılamalarda ortaya çıkan askeri istihbarat yazışmalarından da anlaşılacağı üzere, darbecileri, halka daha çok baskı yapılırsa, o dönemde sayılarının 250-300 bin civarında olduğu tahmin edilen İbdacıların bir halk ihtilali gerçekleştirebileceğine yönelik bir korku sarmıştı.

Neticede İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu tutuklandı; ama onun cezaevinde bile geri adım atmaması darbe mekaniğini çökertti; darbeciler birbirlerine düştüler ve birbirlerini karşılıklı tasfiye ettiler.