Emevî halifelerinden Abdülmelik bin Mervân, oğlu Mesleme komutasındaki bir orduyu Konstantiniyye (İstanbul) üzerine sefere gönderir. İstanbul’un fethi için iki veya üçüncü kez sefere çıkan gazilerden oluşan bu ordunun yaşadıklarının acaibliklerle ve garipliklerle dolu olduğunu söyleyen Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri, bu seferin detaylarını Şeyhü’l-Ekber Muhyiddin-i Ârâbî Hazretleri’nden aktarır:

Anadolu’da gerçekleştirilen fetihlerin akabinde İstanbul’a gelen İslâm orduları, şehrin çevresine yerleşir ve Müslümanlar Doğu Roma’nın başşehrini muhasara altına alır. Bugünkü Karaköy’de Medînetü’l-Kahr (Kahr Şehri) ismiyle bir şehir kurulur. Muhasara sebebiyle İstanbul bîtap düşer ve Doğu Roma Kayseri Leon (Alyon) eman diler. Her sene on bin okka gümüş, altı bin okka altın, beş bin kısrak vermek şartıyla muhasaranın kaldırılmasını teklif eder. Müslümanlar maksadlarının altın, gümüş vesâire olmadığını, İstanbul’u fethetmek için geldiklerini bildirir. Bunun üzerine Alyon, Mesleme’nin huzuruna çıkarak “Muradın nedir?” diye sorar. Mesleme “Senin şehrine girmeden dönmemeye azm ettim!” cevabını verir. Alyon, şehre yalnız girmesi şartıyla Mesleme’nin isteğini kabul eder. Mesleme de Battâl’ın kapıda durması ve kapının açık kalmasını ister; askerine döner ve “Ben içeri giriyorum. Siz kapıdan ayrılmayınız! İkindi namazını kıldığınızda şayet dönmemiş olursam atlarınızla şehre hücum edin ve önünüze çıkanı öldürün!” der. Böylece mutabakata varılır ve Mesleme bembeyaz kıyafetleri ve sarığı kır atının üzerinde İstanbul’a girer. Alyon’a büyük kilisenin (Ayasofya) yerini sorar ve doğrudan oraya yönelir. Ayasofya’ya girer ve bir kürsünün üzerindeki salibi (haç) görür, onu alır ve atının önüne koyar. Papazlar karşı çıkmak istese de Alyon açık kapının önünde bekleyen ordu sebebiyle önlerine geçer. Mesleme şehrin ortasına geldiğinde Ayasofya’dan aldığı haçı mızrağının ucuna takar, bunu gören asker ve halk ona saldırmak istese de, yine Alyon buna mâni olur ve Mesleme şehirden çıkar, ordugâhını toplayıp Şam’a döner. (Arvâs-Er; 1108-1114, 2019)

Molla İdrîs-i Bitlisî ise Mesleme’nin Ayasofya’ya girip ilk Ezânı okuduktan sonra Şam’a döndüğünü söyler.

Mesleme, şehrin kapısını açmışken yaptığı anlaşma sebebiyle, Ayasofya Fatih Sultan Mehmet’in nasibi olduğu için geri döner; ama 29 Mayıs 1453’te Müslümanların rüyası gerçek olur ve İstanbul fethedilir. Bu fetih ile Fatih unvanını alan II. Mehmed, tehlikeli olmasına rağmen fethin gerçekleştiği gün Topkapı’dan İstanbul’a girer ve doğrudan Ayasofya’ya yönelir. Burada şükür namazı kıldıktan sonra 1 Haziran’da kılınacak Cuma namazı için Ayasofya’nın hazırlanması emrini verir; Ayasofya’da ilk Cuma namazı Akşemseddin Hazretleri tarafından kıldırılır. Ayrıca Fatih imparatorluk mülkü olan Ayasofya’yı bir vakıf mülkü statüsünde mirası olarak Müslümanlara bırakır.

Fetihten itibaren Ayasofya Müslümanların gözbebeği hâline gelir, dolup taşar. Ne Süleymaniye, ne Sultan Ahmet Ayasofya kadar özel değildir Müslümanların gözünde… Her Kadir gecesinde Müslümanlar Ayasofya’ya akın eder; Osmanlı sultanları da bu geceyi Ayasofya’da ahali ile birlikte idrak eder. Her meşrepten dervişler bir araya gelir, büyük zikir halkaları kurulur.

İslâm dünyası bu mutluluğu yaşarken Batı dünyası ise fethin ve Müslümanların aslî hüviyetine kavuşturarak camiye çevirdiği Ayasofya’nın hesabını asla kapatmaz.

Müslüman Anadolu Ahâlisine Vurulan Pranga

Devlet-i Aliyye-i Osmanî, I. Cihan Harbi’nin ardından parçalanırken Ankara’da yeni bir meclis teşekkül ettirilir. 1922 senesinde bu mecliste gerçekleştirilen darbenin ardından 1923’te Cumhuriyet rejimi ilân edilir. Akabinde Türk’ü tarihinden, kültüründen ve dininden koparmaya yönelik inkılaplara girişilir. Buna rağmen Kadir gecelerinin Ayasofya’da idrak edilme geleneği devam eder. Tâ ki 1930’lara kadar…

Yine bir Kadir gecesinde, 3 Şubat 1932’de, yine Müslümanlar Ayasofya’ya akın eder; fakat bu kez bir gariplikler silsilesiyle karşılaşır. Caminin etrafı polis-jandarma doludur. Onbinlerce kişi camiye giremez, içeri girme şerefine eren on binden fazla Müslüman ise sükût-u hayâle uğrar. Caminin üst katlarında, balkonlarında; kafalarında silindir şapkaları ellerinde ise purolarıyla elçi, memur ve hatta papazlardan müteşekkil gâvurlar, Müslüman cemaati seyretmektedir. Adeta artık Müslümanların bu ülkenin sahibi olmadığının mesajını vermektedir.

Müslümanların hayretine sebep olacak hâdiseler bu kadarla sınırlı kalmaz. Ezân vakti geldiğinde Ayasofya’nın minarelerinden şu ses yükselir: “Tanrı uludur, Tanrı uludur!” Ezânın ardından Kur’ân-ı Kerim de Türkçe okunur. Bu vaziyet Müslümanları derin hüzne sevk eder. (Albayrak; 2020) İlk Türkçe ezan Ayasofya’da Müslümanların hayreti, kâfirlerin sevinç içindeki seyirleriyle okunur. Bu da yetmezmiş gibi, ertesi gün yayınlanan tüm gazetelerde yaşananlardan Müslümanlar çok memnun olmuşçasına bahsedilir ve “Türkçe Kuranı halk mislsiz bir huşu içinde dinledi” manşetleri atılır.

Camiden Müzeye

Bu hadiseden bir sene evvel ABD’de bulunan Bizans enstitüsü namına, fethin ve bağımsızlığın sembolü olan Ayasofya’daki mozaikleri temizlemek ve tamir etmek müsaadesini ister Thomas Whittemore. Kadir gecesinde Müslümanların müstemleke hâline getirilişinin Ayasofya’da tescil ve ilân edilmesinden kısa bir süre sonra Whittemore’a müsaade çıkar. 1932 yılının sonlarına doğru mozaik uzmanları işe koyulur ve camideki Hıristiyan ikonaları yeniden ortaya çıkarılmaya başlanır. Esasında esaret o tarihlerde başlar. 1934 ortalarında Maarif Vekaletine getirilen Abidin Özmen, Ayasofya’nın müze haline getirilmesi için çalışmalara başlar. Buna mukabil halkın tepkisinden çekinerek “Tamirat dolayısıyla ibadet mekânı geçici olarak ibadete kapatılmıştır.” denilir. Maarif Vekâleti, kendi binalarını ve Fatih Medresesini yıkar. Ocak 1935'de bahçe, dehlizler, caminin etrafı açılır. 1 Şubat 1935’de ise Ayasofya Müzesi namıyla bina halka sunulur. İbadet mahalli ise ilk etapta kapalı tutulur.

Ayasofya, Türk’ü madde plânında kurtardıktan sonra mânâ plânında batıran işbirlikçi Beyaz Türklerin, Müslüman Anadolu ahalisini kültüründen, kimliğinden ve dahî dininden koparmasının mührü olarak artık kapalıdır. Batı, Ayasofya’yı kapatmak suretiyle Müslüman Türk’e pranga vurduğunu ilân etmiştir. Bunun için üretilen formül ise âdeta bir daha ibadete açılmasını engellemek, hiç olmazsa olabildiğince geciktirmek üzere kurgulanmış müze statüsüdür. Zira Ayasofya müze değil de kiliseye dönüştürülse, cami olarak ibadete yeniden açılması 86 sene sürmezdi!

Ayasofya Mücadelesi

Ayasofya’nın mânâsının idrakinde olan Üstad Necip Fazıl, Müslümanların Ayasofya’nın açılacağından asla şüphe duymaması gerektiğini meşhur Ayasofya Hitâbesindeki “Türkün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya’nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler.” sözleriyle ifade etmişti. Ayasofya mücadelesi Üstad Necip Fazıl tarafından bayraklaştırılırken, bu bayrak Kumandan Salih Mirzabeyoğlu tarafından taşındı, Ayasofya’nın mânâsı ve Ayasofya şuuru da yine onlar tarafından Müslüman Anadolu ahalisinin zihnine zerk edildi. Nitekim Ayasofya mücadelesi yaklaşık 90 senedir Beyaz Türkler ile bu memleketin öz sahibi olan “Kara Türkler” arasındaki hâkimiyet kavgasının en önemli unsurlarından biri olarak sürüyordu.

İç Şartlar

Müslümanların sürekli olarak gündemlerinde tuttuğu Ayasofya’ya, iktidara kim gelirse gelsin elini sürmeye cesaret edememiştir. Çoğu zaman dışarıdan gelecek tepkilerden çekinildiği söylenirken, Ayasofya’nın kapalı tutulmasının belki de bundan daha ehemmiyetli sebebi memleketimizdeki Beyaz Türk hâkimiyetiydi. Takribî yüz sene boyunca bu memleketin aslî sahipleri ezildi ve hor görüldü. Türkiye’nin 2000’li yıllar ile beraber girdiği ihtilâl süreci, Müslüman Anadolu ahalisine psikolojik bir güç ve motivasyon kazandırırken, 15 Temmuz ile beraber bu kazanımla birlikte ehemmiyetli bir eşik aşıldı ve psikolojik üstünlük ele geçirildi. Her ne kadar iktidarın muvazaacı tavrı 15 Temmuz’un ardından gerekli dönüşümün yaşanmasının önünde engel teşkil etse de halkın Ayasofya’nın açılması yönündeki talepleri artmaya başladı.

Dış Şartlar

15 Temmuz’un ardından devlet safralarını atmaya başladı. Milletin aştığı psikolojik eşik devleti de dışa doğru açılma zaruretine sevk etti. Türkiye dört bir yandan kuşatılırken bu kuşatmayı yarmanın tek yolu olan taarruza geçildi. Suriye ile başlayan dışa açılma süreci, Katar, Libya ve muhtelif ülkelerde kurulan üsler ve yapılan operasyonlarla devam etti. Bu süreçte global bir hesaplaşma için saflar da netleşmeye başladı.

Koronavirüs pandemisiyle beraber tüm devletlerin içeriye dönmesi ve salgın ile mücadele etmeye başlaması Türkiye’ye Ayasofya’yı açabilmesi için ihtiyacı olan imkânı da sunmuş oldu. Dışarıdan gelebilecek tepkinin sınırlı olduğu bir dönemde dışarıya bağımsızlık mesajı vermek adına Ayasofya’nın zincirlerinin kırılması için doğan fırsat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde değerlendirildi. 10 Temmuz Cuma günü, Danıştay’ın vermiş olduğu karar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzaladığı kararname ile Ayasofya’nın ibadete açılması sağlandı.

Hesaplaşma

Ayasofya’nın açılması takribî yüz yıllık “Beyaz Türk”-“Kara Türk” hesaplaşmasında “Kara Türk”lerin kazandığı en önemli zaferdir hiç şüphesiz. Kemalist devrimlerin ardından adeta bir kemerin kilit taşı olarak yerleştirilen Ayasofya’yı kapatma kararının, Kemalist rejim binasından çekilmesiyle birlikte hesaplaşmada son perde açılmıştır.

Nitekim, Ayasofya’nın açıldığı 24 Temmuz günü, Müslüman Anadolu ahalisinin akın akın Ayasofya’ya gelip bir sel gibi barikatları ezip geçen tavrı, o selde bir saman çöpü olma gayreti, hasreti ve heyecanı, Müslümanları genişliğine bir oluşun içine sokan bir psikolojik bir zaferin ifadesi, habercisi, müjdecisidir. Bu bakımdan Ayasofya’nın açılması Müslüman Anadolu ahâlisi için bir son değil, kendi nizamına giden yolda yeni bir başlangıçtır. Türkiye’nin Ayasofya’yı açma kararı, etrafı ateş çemberine döndürülen memleketimize olan öfkenin de artmasına vesile olurken Müslümanlar ile kâfir ve münafıkların ayrışmasını da hızlandıracaktır.

İşin tüm bu real-politik faktörlerinin yanısıra Müslümanların yeniden şahlanışının bir sembolü olarak Ayasofya’nın açılması, bir vakıf malının vakfedildiği amacın dışında kullanılması cürmünün ortadan kalkması cihetinden de en ulvî kıymetler atfedilmesi gereken bir meseledir.

Hülasası Ayasofya; hem içe doğru, hem de dışa doğru oluş için aşılan stratejik bir eşik, psikolojik hâkimiyet sağlayıcı ehemmiyetli bir adımdır; nasıl ki 1935’te kapatılması Müslüman Türk’e pranga vurulmasının nişanesiyse, aynı şekilde bugün tekrar açılması da Müslüman Türk’ün fetih çağının yeniden açılmasının nişanesi olacaktır!

Kaynaklar:

Arvas, Fuad Asım; Er, Şaban, Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî “Kuddise Sirruh” Hazretleri, Kutupyıldızı Yayınları, 2019.

Albayrak, Nuh, Kadir Gecesi, “Kaos Gecesi” Oldu, Star Gazetesi, 19.05.2020.

Faruk Hanedar

Aylık Dergisi 191. Sayı