Takdim:

Prof. Dr. Sami Şener ile “hâkim paradigma”, “LGBT” meselesi, “kadın nedir?”, “yapay zeka”, “post truth/gerçeklik ötesi”, “sosyal medya”, “göç meselesi” gibi mevzularda bir mülakat gerçekleştirdik. İlginize sunuyoruz…

HÂKİM PARADİGMA

Sizce yaşadığımız çağın hâkim paradigması nedir? Bunun temel sorunları ve çözümlerine dair genel olarak neler söylemek istersiniz?

Yaşadığımız çağın hâkim paradigması, iktisadi gelişme ve ticari hakimiyet konusudur. Ülkeler, kıyasıya iktisadi kazanımlar için mücadele ediyor. Fakat bu çabada, insan ve değerler arka plana atılarak maddeci ve faydacı bir yaşama felsefesi hakim oluyor. İnsan, aile, kültür ve ahlak gibi insan ve toplumların hayati değerleri terkediliyor. Adeta, birbirini ekarte ve yok edercesine bir savaş havası hâkim durumda. Duygular, düşünceler ve idealler hayattan uzak tutuluyor. Halbuki, insanı mutlu ve huzurlu edecek sosyal değerler, ortamını ve kıymetini kaybetmiş durumda. Eskinin hatıraları, dostlukları ve fedakarlıkları kaybolmuş durumda. Tek kelime ile toplumlar, endişe ve korkulu bir gelecek ile karşı karşıya kalmak durumunda. Dünyanın yeni bir ruh ve manevi enerjiye ihtiyacı var. Bunu fark etmek ve bunu aramaksızın, bu sıkıntıların üzerinden gelmek mümkün değil.

LGBT

Bildiğiniz gibi özellikle son zamanlarda sıklıkla gündeme gelen bir “LGBT” meselesi var. Bu meselenin, kahir ekseriyetin nefretini çekmesine rağmen her platformda ısrarla pompalanmaya çalışıldığını görüyoruz. “Cinsel yönelim” gibi tabirlerle mevzu meşrulaştırılmaya çalışılıyor.

Sosyolojik tarafını öne alarak bu meselenin ideolojik arka planı hakkında bize bilgi verebilir misiniz? Tarihî seyri nedir, bu noktaya nasıl getirildi? Amaçlanan nedir? Ve bunlara karşı yapılması gereken sizce nedir?

LBGT meselesi, her ne kadar siyasallaştırma ve ideolojik bir çerçeveye sokulmak isteniyorsa da, aslında bu akım; farklı bir kültürün ortaya çıkardığı bir sonuç.  Bu hareketi, cinsi his ve arzuların, herhangi bir ahlak ve sosyal değer ile kontrol altına alınmamasının getirdiği “kültürel bir eğilim” olarak açıklayabiliriz. Ahlakın, hukuk kuralı olarak etkin olmadığı batı ve bazı doğu ülkelerinde; cinsi duygu ve arayışların kontrolsüz bir şekilde gelişmesi, insanı belli noktadan sonra, bu ilişkileri sapık bir noktaya getirmektedir. Toplumda din ve ahlak değerlerinin, cinsi veya diğer konulara bir kural koyamadığı toplumlarda, kadının kadınla, erkeğin erkekle olan cinsi ilişkisi, LBGT kuralını meşru bir hale getiriyor.

Aslında sapıklık, normal bir ilişki ve hayat anlayışının olmadığı bir ortamda gelişmektedir. Mesela hürriyet kavramını ele alalım. Hürriyet’in kısıtlanmayan bir şekilde gerçekleşmesi, başkalarının hak ve hürriyetlerini sıkıntıya sokmaktadır. Aynı şekilde, cinsi arzuların her ortam ve şartta gerçekleşmesi de, başka problemlere yol açmaktadır. Dolayısıyla LBGT’cilerin kendi arzu ve ihtiyaçları ile, hayatı cinsi arzular doğrultusunda şekillendirmeye çalışmaları doğru bir yaklaşım değildir. Çünkü bu kişiler, kendi psiko-sosyal şartları açısından olaya bakarak, herkesi bu anlayışa sahip olmaya davet ederek, başkalarının hak ve yaşama tercihlerine baskı uygulamaktadırlar.

Sonuç olarak, konunun; bir kitle hareketi ile ısrarlı bir şekilde savunulması yerine; ilmi ve sosyal açıdan tartışılmasının fayda getireceğini ve bu şekilde tek yönlü hareket edenlerin daha ölçülü hareket etmelerine imkan sağlayabilir diye düşünüyorum. Bu konu, ayrıca ve teferruatlı bir şekilde tartışılması gereken bir konudur.

KADIN

Yine bu meseleyle ilgili olarak, bildiğiniz gibi Youtube’da halen yayında olup kamuoyunda çok konuşulan “Kadın nedir?” diye bir belgesel var. Bu belgeselde çeşitli görüşten akademisyenlere ve meselenin muhataplarına “basit” bir soru soruluyor. Mesele, belgeselin aynı zamanda LGBT lobisi karşıtı yapımcısı tarafından dönüp dolaştırılıp espriyle karışık “kadın nedir?” sorusuna getiriliyor. Fakat görüldüğü üzere verilen cevaplar hiç de iç açıcı değil.

Şimdi biz de aynı soruyu size soralım, “kadın nedir?”

Kadın, toplumun temel aktörlerinden biri ve belki de en önemlisi. Çünkü kadın, insanın imarı ve geliştirilmesi konusunda en uygun ve başarılı bir öğretmen. Bu bakımdan, kadının insanı eğitme ve yetiştirme konusunda, vazgeçilmez bir uzman olduğunu belirtmek durumundayım. Aynı şekilde, böyle bir eğitim ve yetiştirme ortamı olarak, ailenin de en güçlü ve vazgeçilmez elemanı olduğunu söylemeliyiz.  Özellikle, kadın dendiğinde; aile ister istemez, insan yetiştirme ve eğitme gibi bir hizmetin laboratuvarı halinde düşünmek durumundayız.

Modern anlayış ve ihtiyaçlar, maalesef kadının ruhî ve sosyal yönünü değil; onun fizikî ve cinsî yönünü ön plana alarak onu değerlendirmeye çalışıyor. Bu durum, pragmatist ve materyalist bir mantığın eseri olarak ortaya çıkmış ve dünyada bu anlayışın hâkim olması için çeşitli reklam, film, tanıtım ve propaganda çalışmaları ile bu anlayış yerleştirilmeye çalışılmıştır.

Bu anlayış, herkesi ve her kültürü kapsayıcı bir durum olarak ileri sürülemez. Kadın veya insanla ilgili her konunun, bir medeniyet ve kültür anlayışı çerçevesinde konumlandırılması gerekiyor. Sosyal olayları, piyasa ihtiyaçları açısından değerlendirmek, maddeci bir kültür ve anlayışın işidir. İnsanı, ahlakı ve kültürü temel alan bir medeniyetin, kadını sadece fiziki ve cinsi açıdan değerlendirmesi, eksik bir yaklaşım olmaktadır.

YAPAY ZEKA

Yapay zekâ programı olan ChatGPT’ye, “Bir sosyolog olsan yapay zekanın geldiği noktayı nasıl değerlendirir ve yapay zekanın geleceği hakkında bize neler söylerdin?” diye sorduk ve verdiği cevabı aynen alıp buraya naklettik.

-Eğer bir sosyolog olsaydım, yapay zekanın geldiği noktayı ve geleceği değerlendirirken aşağıdaki noktalara dikkat ederdim:

Sosyal Etkiler: Yapay zeka, toplumun farklı alanlarında büyük etkiler yaratmıştır ve bu etkiler gelecekte daha da artabilir. Örneğin, otomasyon ve robotik alanında iş gücü değişiklikleri yaşanmış, bazı işlerin yerine geçmiş veya dönüşmüş olabilir. Bu durum, işsizlik ve iş becerilerindeki değişim gibi sosyal sorunları da beraberinde getirebilir.

Etik Sorunlar: Yapay zeka teknolojisinin gelişmesiyle birlikte etik sorunlar da ortaya çıkmıştır. Örneğin, özyeterlilik, veri gizliliği, güvenlik ve ayrımcılık gibi konular önem kazanmıştır. Bu sorunlar, yapay zekanın kullanımının sosyal ve toplumsal normlarla uyumlu olması gerektiğini vurgular.

Toplumsal Dönüşüm: Yapay zekâ, toplumları ve toplumsal ilişkileri dönüştürebilir. Örneğin, otomasyon süreçleriyle birlikte çalışma koşulları, eğitim sistemleri ve sağlık hizmetleri gibi alanlarda değişimler yaşanabilir. Bu dönüşümler, toplumun yapılarını ve değerlerini etkileyebilir.

Eşitsizlik ve Erişim: Yapay zekâ teknolojilerine erişimdeki eşitsizlikler, toplumlardaki makro düzeyde sosyal eşitsizlikleri artırabilir. Yüksek maliyetler veya teknolojik altyapı eksikliği, bazı grupların yapay zekadan yararlanma imkanını sınırlayabilir. Bu durum, dijital uçurumu derinleştirebilir ve toplum içinde eşitsizlikleri artırabilir.

İnsan-Yapay Zekâ Etkileşimi: Yapay zekâ, insanlarla etkileşim halinde olacak şekilde tasarlanmıştır. Bu etkileşim, insanların işbirliği, empati ve güven gibi sosyal becerilerini etkileyebilir. İnsanların yapay zekâ ile etkileşimi nasıl şekilleneceği ve bu etkileşimin insan ilişkilerine etkisi önemli bir araştırma ve değerlendirme alanıdır.

Yapay zekanın geleceği ise oldukça dinamik ve belirsizdir. Teknolojinin hızlı bir şekilde geliştiği göz önüne alındığında, yapay zekanın toplum üzerindeki etkileri daha da artabilir. Bu nedenle, yapay zekanın gelişimi ve uygulanması sürecinde toplumun etkilenen kesimlerinin dahil edilmesi, etik kuralların belirlenmesi ve sosyal etkilerin yakından takip edilmesi önemlidir. Sosyologlar, bu süreçte yapay zekanın toplumsal boyutlarını anlamak ve yönlendirmek için kritik bir rol oynayabilirler.)

Şimdi “yapay olmayan” bir zekâ olarak, size de aynı soruları sorarsak bize neler söylemek istersiniz?

Yapay zeka, insani bir özellik değildir. İnsani zeka ile ortaya çıkan ve insani zekadan daha düzenli çalışabilen bir sistemdir. İnsani zekadan tek farkı, mekanik bir sistem olmasından dolayı hata ve çevreden etkilenmesi son derece düşüktür.

Yapay zeka, çok farklı bilgiyi sınıflandıran ve analiz eden çözümleyici bir mekanizmadır. Birçok insanın yapamadığı hesaplamaları yapabilmesi, onun her şeyi gerçekleştirebileceği kanaatini uyandırmaktadır. Bir manada, hesap makinası gibi bir fonksiyon görmektedir.

Fakat, yapay zekanın sosyal, ahlaki veya kültürel bir ölçeği ve mantığı olmadığı için; bu sistemin toplumun sosyal yapı ve değerlerine ters ve onları fonksiyonsuz hale getirme ihtimali her zaman fazlasıyla vardır ve birileri, bu özelliği ön plana çıkartmaya da gayret etmektedir.

Yapay zekayı, bir anlayış veya kültür olarak değil; bir mekanizma ve araç olarak görmenin ötesinde ona farklı sosyal, siyasi veya hukuki roller vermek, hatalı bir tutum olmaktadır. Bu durum, çok başarılı bir iş adamının, otomatikman dürüst ve ahlaklı bir kişi olarak kabul edilmesine benziyor. Başarılı bir iş yapmak ayrı, dürüst olmak ayrı bir konudur. Yapay zekaya normalin üzerinde bir rol ve fonksiyon vermek, insanın kendi kültürel ve sosyal varlığını görmemesi demek olur.

Bugün, yapay zekanın geldiği noktayı ve geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunun yanında, geldiğimiz noktada “makine mi, insan mı?” sorusunun anlamı daha mı fazla genişledi?

Yapay zeka, birçok alanda kullanılan önemli bir sistemdir. Bilgiyi değerlendirmede ve karar vermede, önemli bir yardımcı ve kolaylaştırıcı özelliğe sahiptir. Fakat, bazı uzmanların söylediği gibi, insanlığın geleceği veya sosyal hayatı değerlendirebilecek ve anlamlandıracak bir sistem değildir. Yapay zeka ile, diğer insani ve sosyal fonksiyonlar göz ardı edilerek; insan hayatının sadece bilgi, makine ve ölçme imkanları ile değerlendirilmesine çalışılmaktadır. Bunun da sebebi, batı toplumlarında sosyal değer ve kuralların etkisiz hale gelmesinin bir sonucu olarak; hayatı mekanik sistemler ile çözmeye çalışma tutumundan kaynaklanmasıdır.

“POST TRUTH”

Son zamanlarda belli çevrelerde “post truth/gerçeklik ötesi” kavramının yine tartışılmaya başladığını görüyoruz. Size göre bu kavram geçerliliğini korumaya devam ediyor mu? Öyle değilse, toplumun içinde bulunduğu genel vaziyet, söz konusu kavram bağlamının dışında neye tekabül ediyor ve bunları hangi faktörler belirliyor?

İnsanlık, ideolojilerin baskısı ve insan dışı yönelişlerin neticesinde içinde bulunulan sistem ve ortamdan mutlu değil. Halbuki, bu sıkıntılar; insanların kendilerine rehber olarak seçtikleri yanlış ve insana uygun olmayan sistemlerden kaynaklanıyor. Alex Carrel’in, “biz, insanı tanımadan bir dünya inşa ettik. Bu yüzden de, onu mutlu edemiyoruz.” dediği olay ile karşı karşıya kalıyoruz.

Eşya ve maddi ihtiyaçlara göre, bir dünya oluşturduğunuzda; orada insanın huzur ve mutluluğundan bahsetmeniz mümkün değildir. Çünkü o sistem, insan dışı bir temele dayanmaktadır.

Gerçeklik ötesi kavramı da, bu dünyadaki mutsuzluğun ve memnuniyetsizliğin arayışı olarak ortaya çıkmış olabilir. Çünkü insan, içinde bulunduğu şartları değerlendiremezse, başka şart ve imkanları arama ihtiyacını duymaktadır. Halbuki, bu tür arayışların bir garantisi yok.

Necip Fazıl’ın ifade ettiği bir kavram ile bu konuya açıklık getirmek istiyorum: “İnsanlık yalana teslim!” Bu yalan, aslında gerçekliğin dışında hareket edilmesi ve “hülyalar” (hayaller) ile avunması manasına geliyor. Amerikan ve Avrupa sineması, bu arayışın sonucu olarak gerçek dışı alanlara yönelik, tahminler ve hayaller kurularak filmler hazırlıyorlar. Ama, gerçeği iyi anlamadan ve araştırmadan, gerçek ötesi’ne geçmek doğru bir karar değil.

Yalanların gerçekliğin önüne geçmesi durumu hala devam ediyor mu yoksa daha da kötü bir duruma mı geldik? Yani gerçeklikten iyice kopulup bunun tamamen kabul edilip kanıksandığı bir nokta… Öyleyse bunu neler harekete geçiriyor?

Gerçeğin olmadığı veya fark edilmediği yerde, yalan ve yanlış ortalığı kaplayacaktır. Bu da insanın gerçek manası ve niteliği konusunda bilgisizlikten kaynaklanan bir durum. Doğru bilgi de, bu yüzden çok önemlidir. Günümüzde insanlık, sadece batı bilgisiyle olaylara bakan ve hareket eden, tek boyutlu bir dünyada yaşıyor. Gerçeğin sadece bir yönünü bilmek de, bir manada; yanlış tutum ve yönelişlere yol açabilir.

SOSYAL MEDYA

Günümüzde “sosyal medya” kullanımının insanların üzerinde olan kuvvetli etkileri malumunuz…  Ve bu çok geniş çaplı bir mesele. Daraltarak sormak istediğimiz ise, bunun da içinde yer alan “yoruma dayalı kanaat edinme” meselesi.  Mesela bir ürün almadan önce, bir kitap okumadan, bir film seyretmeden önce onun hakkında yapılan yazılı yada görüntülü -en çok da görüntülü!- yorumların çok fazla dikkate alındığını görüyoruz. Bu basit örneklerden ziyade dikkat çekmek istediğimiz esas şey, bu davranışın artık bir alışkanlık haline gelmesi. Çok ciddî konularda bile kanaat edinmek isteyenler konuyla ilgili aramalar yapıp bu “sosyal medya kanaat önderlerinin” verileriyle karşılaşıyor ve bunları bir şekilde değerlendirip etkileniyorlar. Bu süreçlerde sizce alınması gereken “doğru” tavır ne ve nasıl olmalıdır?

Yetkili kişilerden fikir almak ve danışmak, doğru ve önemli bir husus. Ama bu kişilerin, iyi niyetli, dürüst ve konusunda uzman kişiler olması gerekiyor. Dolayısıyla, bu tür kişilerin iyi tanınması ve böylece onlardan faydalanılması gerekir. Aksi halde, sosyal medya gibi insanların gerçek kimlik ve özelliklerinin belli olmadığı mecralardaki bilgilerin yanıltıcı etkisini göz ardı etmemek gerekiyor.  Sosyal medyanın, “her derde deva” gibi görülmesi, birçok problemlerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Sosyal medya, ortaya çıktığı zamandan beri, çok yönlü sıkıntılara yol açmaktadır. Bu yüzden, onun popüler olması; her şeyi doğru ve faydalı bilgiler vermiş olması manasına gelmemektedir.

Eskiden, bir bilgi sadece dinlenmek ve okumak ile kalmıyordu. Bilginin kaynağı araştırılıyor ve başka kaynaklardan bilginin doğruluğu test ediliyordu. Şimdilerde ise, medya ve sosyal medyadaki her bilgi ve haber, gerçek ve doğru olarak kabul ediliyor. İnsanlar böyle bir kanaate nasıl ulaşıyorlar, hayret edilecek bir durum. Yalan ve yanlışın belli olmadığı, insanların veya kuruluşların, menfaatleri için her konuyu çarpıttığı bir dönemde, bu şekilde “saf” bir tutum ile olayları açıklamak çok yanlış.

EKONOMİ VE AHLÂK

Ekonomik refah seviyelerinin toplumların genel davranışlarındaki etkisi hesaba katılmadan “ahlâkî ödev”lerden bahsetmek ne derecede mümkün ve doğrudur? Bu etkiler toplumların üzerinde hangi çelişkileri ve sakıncaları doğurabilir? Bu minvalde yöneticilerin öncelikli görevi sizce ne olmalıdır?

Hayat, iktisadi ve sosyal görev ve rollerin birlikte hareket etmesiyle devam eden bir süreç. İnsan da, hayati faaliyetleri yönüyle hem ahlaki ve sosyal, hem de iktisadi ve teknik boyutları olan bir özellik taşıyor. İnsanın, ruhi ve sosyal ihtiyaçlarını, ekonomik veya teknik destekler ile sağlamak mümkün değildir. Aynı şekilde, iktisadi ve teknik ihtiyaçlarını da, sosyal ve ahlaki değerler ile tamamen karşılamak mümkün değildir. İnsan ve sosyal hayat, çok yönlü ihtiyaç ve nitelikler üzerinde gerçekleşmektedir.

Bu çift yönlü özellik, günümüz sistemlerinde kendisini hissettirmektedir. Batı dünyası, bütün çabalarını iktisadi ve teknik alana vermesinden dolayı, ciddi sosyal ve ahlaki problemler yaşamaktadır. Doğu dünyası ise, belli bir dönemden sonra; hayatında dengeyi kaybederek, iktisadi ve teknik gelişmelerden uzak kalmanın sıkıntılarını yaşamaktadır. Bu yönelişler içinde, en önemli olan ahlaki ve kültürel yön olmakla birlikte, maddi ve iktisadi hayatın iyi yönetilememesi sebebiyle manevi yön, her ihtiyaca cevap verememiştir.

Yöneticiler; hayatın maddi ve manevi boyutunun olduğunu ve bu iki yönün, birlikte ve farklı oranlarda karşılanması gerektiğini bilmeleri ve yönetimleri altındaki insanları da bilgi ve donanımlı olmaya yönlendirmesi gerekmektedir. Tabii bu konu, sadece yöneticilerin değil; eğitim ve araştırma çalışmalarının da bu doğrultuda insanı bilgilendirme ve yönlendirme sorumlulukları olmalıdır.

GÖÇMENLER

Sayıları az da olsa destekleyen kısım bunun topluma kültürel bir zenginlik kattığını savunurken, büyük çoğunluk endişelerini dile getiriyor. Nefret duyanlar da azımsanamayacak düzeyde. Size göre dünyada ve Türkiye’de yoğun olarak yaşanan göçmen meselesinde doğru yaklaşım ne olmalıdır? Sorunların çözümünde hangi temel bakış açısıyla hareket edilmelidir?

Göç, hadisesi büyük çoğunlukla keyfi olmayan ve zorlayıcı şartların getirdiği bir durumdur. Dolayısıyla, göç hadisesinin hayati ve zorunlu bir yöneliş olduğunu öncelikle kabul etmemiz gerekiyor. İkinci olarak, göçmenlerin; toplumların önemli ihtiyaçlarına cevap veren, “yorgun sektörler”e bir nefes olduğunu da bilmek gerekiyor. Bir ülkenin iktisadi durumu, belli bir ivme kazandığında, terkedilen veya yürütülmek istenmeyen alanlar, daha az kalifiye veya muhtaç insanların ilgi alanı haline gelmektedir. Bir diğer konu ise, bazı ülkelerin nüfus potansiyelleri, ülkenin iktisadi ve ticari sektörlerinde yeni insan gruplarına ihtiyaç duyabilir. Hatta, bazı sektörler; gelişim içine girerek, önceki işlerini yürütecek yeni müteşebbislere ihtiyaç duyabilir. Böyle bir durumda, göçmenler bu tür işler için hazır potansiyel olarak çalıştırılabilirler.  Dolayısıyla bu meselenin, ülkenin ihtiyaçları, çalışma alanları ve iktisadi planlama gibi konular çerçevesinde ele alınması gerekmektedir. Yabancı düşmanlığı veya “iş alanlarımızı elimizden alınıyor” gibi şikayetlerin, pratik bir gerekçesinin olmadığını düşünüyorum.

Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim.