Dünyayı, büyük ölçüde ilgilendiren konuların başında suç ve suçluluk gelmektedir. İnsanlık, belki de tarihinde en fazla suç olayı ile karşı karşıya kalmayı, modern ve seküler dönemde gördü. Dolayısıyla, insanın modernleşmesi; bir mânâda suçu daha yoğun bir hale getirmektedir. Çünkü modern olmak, hiçbir ahlâkî ve sosyal kural tanımamaktır.
Suç ve İnsan:
Suç, insanın bir mânâda kendi fıtratından (doğuş özellikleri) uzaklaşmasıyla başlamaktadır. Çünkü insan, İslâm dinine göre; doğduğunda, değiştirilmiş Hıristiyan inancının tersine, günahsız ve tertemiz bir şekilde dünyaya gelmektedir. Küçük çocukların tutum ve davranışlarına baktığımızda, bunu çok açık bir şekilde görebilmekteyiz. Maalesef çocuk, ailesi ve çevresinin durumuna göre, çeşitli ahlak ve gelenek dışı tutum ve davranışların etkisiyle acımasız, saldırgan ve suçlu bir kişilik kazanmaktadır.
İlahî dinler, insanın karakter olarak temiz ve saflığını muhafaza etmesini hedeflerken; bazı felsefi, ideolojik veya siyasî sistemler, insanı yönlendirmek suretiyle onda karakter ve tutum değişikliğini sağlayarak, onu bir alet gibi kullanmaya çalışmışlardır. Bu konuda “insan kaynaklı” görüşlerin, çoğunlukla mücadele, çatışma ve saldırma gibi eylemlere insanı yönlendirdiğini görebilmekteyiz.
İnsanın, melekî ve hayvanî gibi iki temel özelliği olduğunu, uzun yıllardan beri doğu ve batı ilim adamları tarafından dile getirilmiştir. İlahî dinler, insanın bu iki varlık arasında, kendi iradesiyle iyi veya kötüyü tercih edebilecek kabiliyette olduğunu açıklamışlardır. İnsanın iradesi ise, kendisine faydalı olabilecek tutumları öngörmesine rağmen, çeşitli ideolojik, felsefî ve siyasî tutumlar, insanı; belirli kişi ve görüşlerin delice benimsenmesine veya müdafaa edilmesine yönlendirmişlerdir. Ayrıca, hedonizm gibi zevkçi eğilimler; cinsiyetçi akımlar veya insanın kendi keyfine göre yaşamasını iddia eden baz yaşama felsefeleri, insanları çeşitli duygusal yönlerinden yakalayarak sorumsuz bir hayatı yaşatmaya çalışmaktadırlar.
Suç Sosyolojisi ve Sistemler:
Tarih boyunca insana yönelik iki önemli akımın olduğunu görüyoruz. Birincisi, insanı olduğundan fazla yücelten Liberal/Ferdiyetçi anlayış ve doktrinler. Diğeri ise, insanı belli ideoloji ve toplumcu anlayışlara bağımlı ve itaatkar hale getiren ideolojik ve siyasî sistemler.
Bazı farklılıklar taşısa da, aşağı yukarı insanlık, bu iki aşırı uç arasında gidip gelmektedir. Otoriter, Sosyalist ve devletçi sistemler ile, insanı belli iktisadî ve siyasî grupların uydusu haline getiren bu iki güç, onu kullanmak ve ondan istifade etmek için yarış halinde olmuşlardır. Bu iki anlayış da insanı yüceltici, kendine ve topluma faydalı hale getirici herhangi bir ideal ve değer vermeksizin, toplumları kendi menfaati istikametinde kullanmışlardır. Böylece insan, duygu ve enerjisi ile sömürülen bir varlık haline getirilmiştir.
Son yıllarda ise, medya kanalları ile, gerek ideolojiler ve gerekse tüketim merkezli sistemler, insanı; ahlâk ve kültürel niteliklerinden uzaklaştırarak, birçok yönüyle “kullanılan bir malzeme” haline getirmişlerdir.
İnsan, bu sistemler yoluyla, eğitilen, değer yüklenen ve başkalarıyla iyi ilişkiler kuran bir varlık değil; bu iki farklı sistemin hedeflerini gerçekleştirmeye yarayan, “kontrollü varlıklar” haline getirilmeye çalışılmıştır. Veya, medya ve sosyal medya ile, sadece ihtiyaçları ile yaşayan, maddi, estetik ve cinsî ihtiyaçlarını tatmin eden, “bedeni ile yaşayan” insan dışı bir varlık haline getirilmiştir.
Elbette ki böyle, dışarıdan yönlendirilen; karakter, ahlâk ve sorumluluk gibi kavramlardan uzaklaştırılan, iktisadî, siyasî ve zevk merkezli hayat içinde yaşayan insanın, sosyalleşme ve başkalarıyla güzel amaçları paylaşma gibi bir hedefi olmayacak; kendi egosu, ihtirasları, zevkleri ve ideal olarak benimsediği ideolojileri için hareket eden bir varlık olacaktır. Sonuç olarak da, suça müsait ve her türlü hak ve kuralları, kendi amaçları için kullanacak bir “suçlu” haline gelecektir.
Burada suçu, mutlaka başkalarına fiili tecavüz ve saldırı şeklinde anlamayalım. Suç, doğruların ve değerlerin ihlalidir!.. Yani, iyi olan ve herkes için gerekli ve hayatî olan kural ve yaşayış sistemine karşı çıkmaktır. Zaten, böyle bir psikoloji içine giren insanlar, “potansiyel suçlu” durumuna düşmüş, her imkan bulduklarında da bu suç mantığını, uygulamaya geçirebilecek karaktere ulaşmışlardır.
İlahî dinlerin ve ahlâk sistemlerinin dışında, insanı hür ve serbest bir şekilde yaşamasını öngören demokratik ve liberal sistemler ile otoriter sistemler, suçun insan ruhuna ve eylemlerine yerleşmesinden sorumludurlar. Ayrıca, bu güdümlü ve insan dışı anlayış ve kuralları, kendi ülkesinde rahatça gelişmesine göz yuman, iktidarlar da bu suça ortak olmaktadırlar.
Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber





