İslâm Düşünce Enstitüsü (İDE) tarafından 31 Mayıs 2025 Cumartesi günü Çamlıca Camii 1071 Konferans Salonu’nda düzenlenen “Doğruluk Krizi ve Siyasal Aklın Yakıcı İmtihanı” başlıklı konferansa, İslam düşüncesinin öncü isimlerinden Faslı Prof. Dr. Taha Abdurrahman konuşmacı olarak katıldı.

Arapça gerçekleştirilen programa simultane tercüme desteği sağlandı. Açılış konuşmasını Prof. Dr. Mehmet Görmez’in yaptığı programa çok sayıda akademisyen, yazar, öğrenci ve düşünce dünyasının takipçileri iştirak etti.

Konferans, Prof. Dr. Mehmet Görmez’in takdim konuşmasıyla başladı.

Görmez üç misakı anlattı

Görmez, Taha Abdurrahman’ın Türkiye’deki konferanslarının İslami fikir dünyasına katkısını vurgulayarak, onun “ahlak eksenli İslami ilim tasnifi”ne dikkat çekti. Dijital çağda, “candan cana” buluşmaların azalmasına rağmen bu tür entelektüel birlikteliklerin önemini vurgulayan Görmez, Taha Abdurrahman’ın fikrî çabasını “bir ahlak kimyası projesi” olarak tanımladı.

Geçtiğimiz yıl Ankara ve İstanbul’da yapılan konferanslara atıfla, bu yılın gündeminin “akıl krizi” ve “irade krizi” olduğunu belirten Görmez, Abdurrahman’ın bu krizleri “doğruluk” (sıdk) ve “emanet” ahlakı üzerinden incelediğini aktardı.

Konuşmasında Taha Abdurrahman’ın düşünce sistemini temellendirdiği üç ana misaka da değinen Görmez:

Birinci Misak: Şehadet Misakı – İnsanın fıtraten doğruyu bilebilecek, söyleyebilecek ve eyleme dökebilecek bir yapıda yaratıldığını vurguladı. Bu kabiliyete “akıl”, bu aklın en büyük ahlakına da “sıdk” (doğruluk, sadakat) dendiğini söyledi.

İkinci Misak: Emanet Misakı – İnsanın yeryüzünün emanetini üstlenmesiyle irade sorumluluğunu aldığını ve bu sorumluluğun ahlakının “emanet” olduğunu belirtti.

Üçüncü Misak: Risalet Misakı – Peygamberlerin getirdiği ahlakın temelinin “sadakat” ve “emanet” olduğunu, bu yüzden Hz. Peygamber’in "es-Sâdık ve’l-Emîn" sıfatlarıyla öne çıktığını ifade etti.

Görmez, bu üç misakın hem bireysel hem toplumsal ölçekte bozulduğunu; aklın sıdk ile, iradenin emanet ile buluşamadığını ve siyaset sahasında bu krizlerin derinleştiğini dile getirdi. İslam ümmetinin karşı karşıya olduğu bu büyük krizlerin, ahlak temelli bir zihinsel dirilişle aşılabileceğine işaret etti.

Konuşmasının sonunda, Taha Abdurrahman’ın özellikle Gazze konusundaki duyarlılığına dikkat çeken Görmez, onun son dönemde Batı’nın İslam coğrafyasına yönelik ziyaretlerini “cizye toplama seferleri” olarak değerlendirdiğini belirterek, ümmetin karşı karşıya kaldığı irade çöküşüne dikkat çekti.

Taha Abdurrahman’dan “Doğruluk Sonrası” çağda siyaset ve hakikat eleştirisi

İslâm Düşünce Enstitüsü'nün ev sahipliğinde gerçekleşen “Doğruluk Krizi ve Siyasal Aklın Yakıcı İmtihanı” başlıklı konferansta konuşan Prof. Dr. Taha Abdurrahman, modern dünyada yaşanan epistemolojik ve ahlaki krizleri “doğruluk sonrası” çağa geçiş olarak tanımladı. Batı literatüründeki “post-truth” kavramını yetersiz bulan Abdurrahman, bu kavramın İslam düşüncesinde karşılığının “sıdk sonrası” (doğruluk sonrası) olduğunu ifade etti.

Konuşmasında, hakikatin iki yönüne dikkat çeken Abdurrahman, birincisinin mutlak hakikat (el-Hakk), yani Allah’ın zatı olduğunu, ikincisinin ise değişken, fenomenal hakikat yani olay ve olgulara dair bilgi olduğunu söyledi. Post-truth kavramının ikinci tür hakikati hedef aldığını ancak asıl meselenin birinci tür, yani mutlak hakikatten kopuş olduğunu belirtti.

Abdurrahman, “Hakikat sonrası” ifadesinin, Batı’da genellikle bilgi ve gerçeklik algısının zayıflamasıyla ilişkilendirildiğini, fakat İslami gelenekte bu durumun aslında sıdk (doğruluk) ahlakının terk edilmesiyle açıklanabileceğini belirtti. Bu sebeple konuşmasında hakikat sonrası söylemini “doğruluk sonrası” şeklinde yeniden kavramsallaştırdı.

Tarihsel bağlamda post-truth sürecinin başlangıcı olarak 2016 yılı gösterilse de, Abdurrahman bu sürecin asıl miladını 1948’de İsrail’in kuruluşuyla başlattı. Bu tarihi, “hakikate karşı yapılan küresel bir saldırı” olarak nitelendiren Abdurrahman, Filistin’in inkârı üzerinden hakikatin sistematik şekilde itibarsızlaştırıldığını, bu sürecin bugünkü Gazze kıyımında devam ettiğini dile getirdi.

Konuşmasının önemli bir bölümünü siyasi söylem ve liderlik etiğine ayıran Abdurrahman, İslami siyaset anlayışının “şehadet misakı”na, yani insanın doğuştan gelen hakikati tanıma ve ona tanıklık etme sorumluluğuna dayandığını vurguladı.

Bu çerçevede, bir siyasetçinin doğruyu söyleme yükümlülüğü, sadece bilgiye değil, aynı zamanda fıtrî ahlaka ve şehadet bilincine dayanmalıdır. Aksi takdirde siyasi sözler “fıtrattan değil, güdülerden” kaynaklanır ve bu da “vehme dayalı siyaset” üretir.

Abdurrahman’a göre siyasetçi artık yalancı olmanın da ötesinde bir role bürünmüş durumda: “Mutlak yalancı.” Çünkü yalnızca hakikati inkâr etmekle kalmıyor, insanın doğuştan gelen hakikate tanıklık etme hakkını da elinden alıyor. Böylece kişi sadece kendisini değil, tüm toplumu yalanın egemenliğine sokuyor. Bu süreçte yalan, bireysel bir tercih değil; sistematik bir araç, kolektif bir gerçeklik halini alıyor.

Konuşmasında, siyasetin hakikatle ve değerle bağını kopardığı noktada “sorumluluk duygusunun” da ortadan kalktığını ifade eden Abdurrahman, bunu “iradenin ölümü” olarak nitelendirdi. Sözün doğruluğu hakikate tanıklıkla, eylemin doğruluğu ise bir değere sadakatle mümkündür. Ancak modern siyasi yapı, her iki boyutu da yok sayarak, hem bilginin hem de değerin itibarını ortadan kaldırmakta, insanları da bu yıkıma ortak etmektedir.

Taha Abdurrahman İstanbul’da Konuştu! “Doğruluk Krizi Ve Siyasal Aklın Yakıcı İmtihanı”2

Özellikle Gazze örneği üzerinden hakikatin ve değerin nasıl sistematik olarak imha edildiğini anlatan Abdurrahman, İsrail’in Birleşmiş Milletler Antlaşması’nı sembolik biçimde yırtmasını “modern büyücülükle misakı yok sayma teşebbüsü” olarak yorumladı. Bu eylemin, yalnızca siyasi bir protesto değil, dünyevi düzeyde bile bir misakın –bir akdin– yırtılması anlamına geldiğini söyledi. Bu da, hakikatin ve değerlerin kurumsal, küresel çapta hedef alınmasıdır.

Taha Abdurrahman konuşmasını şu çarpıcı özetle tamamladı:

“Bugün karşı karşıya olduğumuz kriz, yalnızca bir bilgi krizi değil; aynı zamanda ahlaki ve ontolojik bir yıkımdır. Bu kriz, hem aklı hem iradeyi ifsat eden mutlak yıkıcılıktır. Artık sadece doğruluğun değil, hakikate tanıklığın da sonrasındayız. Şehadet hakkımızı kaybettiğimiz bir çağdayız. Ve bu, insanlığın değerlerle bağını tümüyle koparan bir çağdır.”

Taha Abdurrahman’a göre bu çağ, sorumluluktan, hakikatten, fıtrattan ve ahlaktan koparılmış bir siyasetin hâkimiyetidir. Bu da yalnızca bir entelektüel çöküş değil, aynı zamanda toplu bir insanlık iflası anlamına geliyor.

Taha Abdurrahman İstanbul’da Konuştu! “Doğruluk Krizi Ve Siyasal Aklın Yakıcı İmtihanı”3

Aylık Baran olarak hediyelerimizi takdim ettik

İslâm Düşünce Enstitüsü'nde düzenlenen “Doğruluk Krizi ve Siyasal Aklın Yakıcı İmtihanı” başlıklı konferansın ardından, Aylık Baran Dergisi olarak Prof. Dr. Taha Abdurrahman’a fikir dünyamızın iki büyük ismine ait bazı temel eserleri takdim ettik. Necip Fazıl Kısakürek’in “Aynadaki Yalan”, “Bir Adam Yaratmak”, “O ve Ben” ile “Abdülhamid Han” adlı tiyatro eserinin yanı sıra, mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “Başyücelik Devleti” isimli eserinin hem Arapça hem de İngilizce çevirilerini kendisine sunduk.

Daha önce bu eserlerin Fas’a, kendisine gönderdiğimizi hatırlattığımızda, bazı kitapların eline ulaştığını, bunların bir kısmını incelediğini ancak bu takdimin ardından daha dikkatli ve kapsamlı biçimde okuyacağını belirtti. Takdimimizde ayrıca, Üstad Necip Fazıl’ın kim olduğunu ve dünya görüşünü, aynı şekilde Salih Mirzabeyoğlu’nun fikri mirasını ve İslâmî düşünceye katkılarını anlatan özel bir mektuba da yer verdik.

Program, yoğun katılımla gerçekleşen verimli bir fikir atmosferinde sona erdi.

Vicdan Gemisi, İsrail'in Avrupa için de tehdit olduğunu gösterdi
Vicdan Gemisi, İsrail'in Avrupa için de tehdit olduğunu gösterdi
İçeriği Görüntüle

Taha Abdurahman kimdir?

Prof. Dr. Taha Abdurrahman, felsefe eğitimini Rabat’taki 5. Muhammed Üniversitesi’nde tamamladı. İlk doktorasını mantık alanında, ikinci doktorasını ise Paris Sorbonne Üniversitesi’nde dil felsefesi üzerine yaptı. Usûl-i fıkıh, kelâm, ahlâk ve varlık felsefesi alanlarında özgün çalışmalar üreten Abdurrahman; Fas başta olmak üzere Tunus, Cezayir, Ürdün, Almanya ve Kuveyt gibi birçok ülkede akademik faaliyetlerde bulundu. Altı dil bilen düşünür, Arapça, Fransızca ve İngilizce dillerinde 30’u aşkın eser kaleme aldı.

Baran Dergisi