“O bir dâhidir, o da bir dâhi değilse, o dahi değilse, peki ya kimdir?” 

Yahya Kemal Beyatlı

Tanburî Cemil Bey ismine, klasik Türk musikîsi dinleyenler aşinadır. Fakat onun dehasının ne olduğundan pek kimsenin haberi yoktur. Cemil Bey, “Tanburî” lakabından da anlaşılacağı üzere, tanbur virtüözüdür. Tanburu o zamana kadar hiç denenmemiş yöntem ve tekniklerle çaldığı için önce yadırganarak eleştirilmişse de, bu yenilik, Türk musikîsinde çığır açmıştır. 

Abdülhamid devrini de görmüş, Meşrutiyet devrini de, I. Dünya Savaşını da… O devirlerde geçen ilk çocukluk ve gençlik yıllarında, musikî ile teşriki mesaisi, ağabeyinin dostlarıyla birlikte düzenlediği musikî gecelerinde başlamış. Şöyle diyor hatıratında:

- “Ben henüz çocuk yaşta addedildiğimden bu halkaya dahil olamaz idim. Fakat halkanın içinde bir mahal münasip bularak Ali Efendi’nin naklettiği münakip musikîyeyi ve ali el husus kemali maharetle okuduğunu dinlemekle yetinir idim. Git gide bana da bir musikî merakı geldi. Boş vakitlerimde duvarda asılı bulunan musikî aletlerini birer birer tecrübe ettim. Bir müddet keman çaldım. Bunun sadasını acı buldum. Bir müddet kanun çaldım. Akordundaki müşkülat bunu terk etmeme sebeb oldu. Nihayet tamburda karar kıldım. Bu asil ve zengin saz üzerinde istediğim nameyi icra ettikçe hissiyatıma kisayiş gelir, hayalim genişler, acı teessürlerim bir müddet için olsun benden uzaklaşırdı.” 

Cemil beyin ilk musikî tecrübeleri çocuk yaşta başlamıştır; fakat klasik bir müzik aletiyle değil. Onun çaldığı ilk enstrüman bardaklardır: Yan yana dizdiği bardaklara elindeki maşrapayla su doldurur ve ufak bir sopayla bardaklara vurarak çıkan sesleri dinler, kulağına hoş gelmeyen seslerde bardaktaki suyun miktarını azaltıp çoğaltarak doğru sesi bulmaya çalışırmış. Dolayısıyla onun kendini bulduğu musikî aleti olan tanburu da, tıpkı bardak denemelerinde olduğu gibi, kendine has bir yöntemle çalmayı tercih etmiştir. Cemil Bey çocuk yaşında başladığı bu denemelerden ömrü boyunca vazgeçmez. Eline aldığı her müzik aletinden farklı sesler ve tınılar yakalamaya çalışır, farklı müzik tarzlarını dinleyerek, tecrübe ederek, ufkunu genişletir; kuralların içindeki kuralsızlığı ahenge dönüştürür. 

Kısaca hayat hikâyesi şöyledir:

Tanburî Cemil Bey, İstanbul'da Molla Gürani semtinde 1873 yılında doğdu. Babası eski İşkodra vali muavini ve Beyoğlu Ceza Mahkemesi üyelerinden Mehmed Tevfik Bey, annesi Zihniyar Hanım'dır. Üç yaşında iken babasının vefatı üzerine amcası Refik Bey'in himayesi altında ilk öğrenimini mahalle mektebinde tamamladı. Rüşdiyeden sonra birer yıl Hamidiye Ticaret Mektebi ile Mekteb- i Mülkiyye-i Şahane'de okudu, ancak ikisini de bitiremedi. Ayrıca özel hocalardan Fransızca dersi aldı. Musikîdeki ilk bilgilerini bu sıralarda ağabeyi Ahmed Bey'den edindi. Kemanî Aleksan Ağa'dan Hamparsum ve Batı notasını öğrendi. On beş yaşında iken tanbura başladı ve iki yıl gibi kısa bir sürede kendini tanıtmayı başardı. Bu arada Tanburî Ali Efendi ile tanıştı; ondan genel musikî bilgileriyle klasik mektebin esas karakterine ait incelikleri öğrendi. Yirmi yaşına doğru kemençe, lavta ve viyolonselde de virtüözlüğünü kabul ettirdi.

Ekim 1892'de Babıali Tercüme Kalemi'nde mülazım olarak göreve başladıysa da bu çok kısa sürdü, 2 Kasım'da Hariciye Nezareti Umur-ı Şehbenderi Kalemi katipliğine geçti. Daha sonra bu görevde başkatipliğe yükseldi ve kendisine ll. Abdülhamid tarafından ikinci rütbe Mecidi nişanı verildi. ll. Meşrutiyet'ten sonra Hariciye'deki görevinden kendi isteğiyle ayrıldı ve 1912'de açılan Darülbedayi'nin musikî bölümünde bir müddet hocalık yaptı. 1916 yılında 43 yaşında iken Aksaray'daki evinde vefat etti ve Merkezefendi Mezarlığı'na defnedildi. 

Eline aldığı herhangi bir sazı kısa bir müddet sonra çalabilmesiyle tanınan ve Türk musikî tarihinin en büyük tanbur virtüözlerinden olan Cemil Bey, besteciliği, icracılığı ve teknik katkılarıyla Türk musikîsine büyük eserler sunan bir sanatçıdır. Uygulanan teknikle elde edilen değişik icra biçimleri onu çok ilgilendirmiş ve saza adeta bir kişilik kazandırmıştır. Resmî görevinden ayrıldıktan sonra kendini tamamen musikîye vermiş, kimseden düzenli bir şekilde ders almamasına rağmen tanbur, lavta, kemençe, ud ve viyolonseli aynı derecede maharetle çalmıştır. Zamanın tanbur tavrını temelinden değiştirerek daha hareketli, canlı bir üslüp ortaya koymuş ve bu hususta Türk musikîsinde yeni bir çığır açmıştır. Bu arada tanburu bazen viyolonsel gibi kemençe yayı ile çaldığı gibi lavtayı da tanbur tekniğiyle çalarak bu saza daha ince bir üslup getirmiştir. Notalarını genellikle Hamparsum ile yazar ve Türk musikîsi nağmelerinin tesbit ve muhafazası hususunda Hamparsum(*) notasının Batı notasına nisbetle daha değerli olduğunu söylerdi.

Cemil Bey'in bestekârlığı ve icracılığı yanında musikîyle ilgili telif eserleri de vardır. Sabah gazetesinde “Musikîde Ahenk”, “Şarkı Mecmuaları ve Musikî Kitapları”, “İşarat-ı Tezyiniyye”, “Şark Musikîsi Makamlarına Mahsus İşaretler” başlıkları altında makaleleri yayımlanmıştır. Onun bu sahadaki en önemli telifi, “Türk Musikîsi Nazariyatıma Dair Rehber-i Musikî” adlı eseridir. Cemil Bey'in nota yayımcılığı alanında da bazı çalışmaları vardır. Ayrıca Fransızca'dan yaptığı yayınlanmamış iki roman tercümesi vardır. 

İnce ve derin bir müzisyendir. Bazen bir icrayı dinlerken ağladığı olur, bazen günler ve gecelerce bir notayı bulmak için çalıştığı olurdu. Oğlu Mesut anlatıyor:

"O zaman, babamın derin bir heyecanla benzinin solduğunu ve bir kimsenin kendini göreceğinden endişe eden bir tavırla ağladığını gördüm. Sonradan öğrendim ki, o gün piyanist Hegyei bilhassa Chopin'den çalmış. Babamı zaman zaman ve bir 'obsesion' halinde, kemençesi üzerinde (bir nevi Rebec), o konser gününden mülhem olarak hatırında kalan bir parçayı 'naivement' deşifre etmeğe çalışırken gördüm ve yine sonradan öğrendim ki, bu parça Chopin'in Mi Bemol Majör Noktürn'ü imiş. Garp musikîsîne hevesini bir dereceye kadar teskin etmiş olmak için son zamanlarında Beyoğlu'ndan bazı maruf garp musikî parçalarının notalarını satın alır ve onlardaki nağmeleri bilhassa kemençesiyle şark musikîsine intibak ettirmekten zevk duyardı. Buna birçok dostu şahittir."

Tanburî Cemil bir ara Hacı Arif Bey, Şehzade Ziyaeddin Efendi, Udi Sami, Udi Şefki, Kemani Salih, Kemani Ağa, Kemani Kirkor, Leon Hancıyan Efendi, Edhem Efendi ve aralarında bulunan birçok müzisyenle birlikte “Dar-ül Musikî-i Osmanî Meşkhanesi” adını verdikleri, Ragıp Paşa Kütüphanesi’nin karşısında bir yer kiralarlar. Kuruluşun amacı sağda, solda darma dağınık, bilgisiz ellerde ve dillerde bozulup kaybolma yolundaki musikîye ellerinden geldiğince sahip çıkmaktır. Çalışma şekli ise eserlerin yeni baştan gözden geçirilmesi, eksiklerinin giderilmesidir. 26 Ekim 1914’te Şehzadebaşında Dar-ül Beda-i binasında da bir konservatuar açarlar. Bu binanın açılışında Dâr-ül Aceze musikî grubu tarafından bir konser verilir. Bir de temsili tiyatro gösteri yapılır. Oyunculardan işçi elbiseli olan 17 yaşındaki genç gelip Tanburî Cemil Bey’in elini öper ve kendini takdim eder: “Muhsin Ertuğrul”. 

Mesud’un doğumundan sonra çalışmalarını aksatmaya başlayan Tanburî Cemil Bey kısa süre sonra tekrar hummalı bir çalışmaya başlar. Ama bu hummalı çalışma musikîye çok şey katacaktır. Tanburlarından birinin eşiğinde değişiklik yaparak “yegâh” telini yükseltip kemençenin yayıyla çalmaya uğraşır. O güne kadar hiç bir sazda duyulmayan buğulu, yumuşak, içli bir ses elde etmiştir. Daha sonra eşik ve perde ayarlarını değiştirip tanburu yayla çalmaya başlamıştır. 

Cemil Bey’in hayatı musikide yeni sesler ve yeni buluşlar aramakla geçmiştir. Halkın arasına karışır, sulukule müziğini dinler, zurnanın çeşitli ses potansiyelini anlamak için pehlivan müsabakalarına giderek zurnacıların maharetlerini izler, Mevlevî dergahlarına dahil olarak oradaki musikiyi, Kur’ân tilavetini ruhuna sindirirdi. Bununla da kalmaz Batı musikisini inceler, Beyoğlu’ndaki icracılarını dinlemeye gider, velhasıl musîkinin her türüne karşı müthiş bir alâka duyardı. Bu merak, onun ruhundaki doymak bilmez yenilik açlığıydı. Kısacık ömründe, karınca gibi çalışarak, yoklukla, parasızlıkla, çeşitli sıkıntılarla mücadele ederken, o zamanlar ilkel şartlarda gerçekleştirilen plak kaydı işine, karşılığında iyi para kazanacağı söylense de pek itibar etmezdi. Fakat maddi sıkıntılar iyice baş gösterince plak kaydı yapmaya razı olmuştu. Müziğin insanın ruhundan doğduğunu, plaklara kaydının doğru olmadığını düşünen romantik bir adamdır. Vefat ettiğinde henüz 43 yaşındadır. 8 peşrev, 7 sazsemai, 3 oyun havası, 16 şarkı ve 2 ninni olmak üzere 36 musikî eseri vermiştir. Oğlu Mesut Cemil babasını çocuk gözlerinde nasıl gördüğünü şöyle anlatır: 

- “Siyah redingotunun ipekli geniş yakası zayıf göğsünün üstünde ciddiyetle kapanır, nahif bünyesine ve ince boynuna göre geniş yakası iplastron boyunbağı üstünde hafifçe yana eğik başı biraz daha büyük görünür, zaptedilmiş büyük bir şikâyetin tükenmez kederini taşıyan dalgın bakışları ile bu adam, bir esir bir kral gibi tecessüsümün önünden gelip geçerdi. Kimin esiri ve neyin hâkimi idi? O gün gibi bugün de bilmiyorum.”


Notlar:

* Hamparsum nota sistemini 19. yüzyıl başında, III. Sultan Selim'in isteği ve desteği ile Ermeni asıllı müzisyen Hamparsum Limonciyan geliştirdi. Gerek Türk mûsikisinde gerek Gregoryan kilisesi dini musikîsinde kullanılan Hamparsum notası, iki yüzyıl boyunca binlerce eserin kaybolmasını önleyerek mûsiki dünyasına paha biçilmez bir hizmet verdi.

1- TDV ansiklopedisi.

2- Mesut Cemil, Tanburî Cemil’in Hayatı, Kubbealtı Yay., İstanbul 2012.

3- Baki Sarısakal, Tanburî Cemil Bey’in Ölümü. http://www.bakisarisakal.com/tanburicemilbey.pdf

Baran Dergisi 403. Sayısı