Siyaset, kelâm, felsefe, matematik, astronomi, fıkıh, dil, tasavvuf, tefsir, ilimler tasnifi, tarih gibi konularda 200’e yakın eser sahibi olmasına rağmen, birkaç eseri dışında eserlerinin çoğu yazma hâlinde kütübhanelerde tozlanan bir şahsiyet: Taşköprülüzâde…

Tam adı, İsâmuddin Ebû el-Hayr Ahmed b. Muslihiddin Mustafa b. Hayreddin Halil el-Rûmî el-Hanefî’dir. Kanunî devri âlimlerinden. Müderris bir ailenin evladı olarak yetişen Taşköprülüzâde, ilk tahsilini babasından almış, İstanbul’da Alâuddin el-Yetîm’den ders almaya devam etmiştir. (Alâuddin Yetim, Fatih Sultan Mehmed’in “Sahn-ı Seman Medreseleri”nde müderrislik yapmış bir âlim.)

Bursa Molla Hüsrev Medresesi’nde müderris olan amcası ile beraber Bursa’ya dönerek, bizzat amcasından mantık dersleri aldı. On beş yaşında, babası Amasya Hüseyniye Medresesi’ne tayin edilince onunla beraber giderek, dil ve mantık, felsefe ve kelâm dersleri aldı. Daha sonra, Muhyiddîn el-Fenârî, Muhyiddîn el-Kocâvî gibi devrin önemli âlimlerinden felsefe-kelâm, matematik, astronomi ve optik âlimi Mirim Çelebi’den de riyâziye eserleri okudu; akabinde döneminin ileri gelen ulemasından muhtelif dinî ilimlerde icâzet aldı.
Tahsilini tamamladıktan sonra sırasıyla, Dimetoka Oruç Paşa Medresesi, İstanbul Mevlâ İbn el-Hâc Hasan Medresesi, Üsküp İshâkiyye Medresesi, İstanbul Kalenderhâne Medresesi, İstanbul Vezir Mustafa Paşa Medresesi, Edirne Üç Şerefeli Medrese, İstanbul Sahn-ı Semân Medresesi ve Edirne Bâyezîd Medresesi gibi önemli medreselerde müderrislik yaptı. 1545-1546 tarihlerinde Bursa Kadılığı yaptı. Tekrar, Sahn-ı Semân Medresesi müderrisliğine tayin edildi. 1551’de İstanbul kadısı oldu. 1554 başlarında trahom hastalığına yakalanıp gözlerini kaybedince emekliye ayrıldı. Ömrünün geri kalan kısmını eserlerini tamamlayarak geçirdi. Kabri, Fâtih Câmii civarındaki Aşık Paşa Mahallesindeki Seyyid Velâyet Türbesi civarındadır.
 
Taşköprülüzâde Sempozyumu
18-20 Kasım tarihlerinde İLEM (İlmi Etüdler Derneği), Medeniyet Üniversitesi ve İSTEV tarafından Taşköprülüzâde Sempozyumu düzenleniyor. Hakkında çok az şey bilinen bu değerli Osmanlı ilim adamı hakkında, üç gün boyunca, eserleri ve düşüncesi hakkında bildiriler sunulacak. Tanıtım bildirisinde, Taşköprülüzâde’nin düşünce dünyası hakkında şu bilgilere yer veriliyor:

- “Ahmed Efendi, hem naklî hem de aklî ilimlerde uzmandır. Düşünce itibariyle, Davûd Kayserî’yle başlayıp Mollâ Fenârî’yle yerleşen irfânî–kelâmî çizgi ile Ali Kuşçu ve arkadaşları tarafından İstanbul’un fethinden sonra yeniden tanzim edilen Osmanlı ilim anlayışındaki riyâzî–kelâmî çizgiyi şahsında birleştirir. Böylece o, beyânî, burhânî ve irfânî bilgi geleneklerini, Miftâh el-saâde ve misbâh el-siyâde adlı eserinde temsil edildiği şekliyle varlıkça (ontolojik) bir tasnife tâbi tutar. Bu çerçeve içerisinde kendi dönemine kadar, Osmanlı âlimlerinin hayat hikâyelerini el-Şekâik el-numaniyye fî ulemâ el-devlet el-osmaniyye isimli kitabında inceler; böylece esas itibariyle kendi mensub olduğu ilmî zihniyetin tarihî bir haritasını çıkarır. Ahmed Efendi, ilim tasnifinde, kendisine, el-Saâdet el-fâhire fî siyâdet el-âhire ve Miftâh el-saâde ve misbâh el-siyâde adlı eserleriyle, İbn el-Ekfânî’nin (öl. 749/1348) bu sahada telif ettiği İrşâd el-kâsıd ilâ esnâ el-mekâsıd isimli çalışmasını çıkış noktası olarak alır (KZ, I, s. 66). Böylece, İrşâd üzerinden İbn Nedîm çizgisine bağlanan eser, ilimler tasnifi yanında Mezopotamya ve Mısır’dan başlayıp Yunan ve İslâm dünyasından kendi dönemine kadar gelen süreçte gelişen muhtelif ilmî sahalardaki zihniyeti tavsif eder. Bu açıdan Miftâh, Farâbî ile İbn Sina’nın konuyla ilgili çalışmalarını takib ederek, Gazzâlî’yle başlayıp Fahruddin Râzî’yle gelişen ve Sirâcuddin Urmevî, Necmeddin Kazvînî ve Kutbuddîn Râzî tarafından yenilenen, Davud Kayserî, Mollâ Fenârî ve Ali Kuşçu’yla Osmanlı düşüncesinin temeline yerleştirilen ilmî zihniyetin muhtasar ve müfid bir hulâsasıdır. Buna göre, bilgiye ulaşmak ya nazarî (teorik) yahut tasfiye (saflaştırma, ruhu arındırma) yoluyla gerçekleşir.

Ancak ilim (bilgi) malûma (bilinen, nesne) tâbi olduğu için bilgi edinme yöntemleri de o bilgi alanın nesnesine göre farklılaşacaktır. Nesneler, varlıktan pay alma çerçevesinde, varolma itibariyle dört ayrı diziliş gösterdiklerinden, ya aynî (fizikte varlık) ya zihnî (zihinde varlık) ya lisânî (dilde varlık) yahut kitâbî (hattî, yazıda varlık) varlık sferinde yer alırlar. Aynî varolana ilişkin bilgi, hakîkî bilgi olduğundan zamana, dinlere ve milletlere göre değişmez, yani küllîdir. Bu varlık alanına ilişkin bilgide araştırmacı sadece aklın gereklerine göre iş görüyorsa hikemî (felsefî) ilim dalları; İslâmî esasa göre iş görüyorsa şer’î ilim dalları ortaya çıkar. Zihnî varolana ilişkin bilgi ise mantık gibi manevî (anlama ilişkin) âlet ilimleridir. Lisânî yani lafzî ile kitâbî yani hattî varolana ilişkin bilgi dalları ise saf âlet ilimleridir. Ahmed Efendi’ye göre, zihnî, lisânî ve kitâbî varolana ilişkin bilgi yalnızca nazarî yolla elde edilir. Aynî varolana ilişkin bilgiye ise, kimilerince nazarî kimilerince ise tasfiye yoluyla ulaşılır (MS., I, s. 69-70). Ahmed Efendi, akabinde, bilgiyi sınıflandırmasının ontolojik karakterini tekrar ele alarak, varolanların varlıkça dört sferinin bulunduğunu; bu sferlerden her birisinin diğerine delâlet ettiğini belirtir: hattî varolan lafzî varolana; lafzî varolan zihnî varolana; zihnî varolan da aynî varolana delâlet eder. Ancak, hattî ve lafzî varolanlar alanı mecâzî bakımdan varlık değeri taşır; zihnî varolanlar alanının ise, matematik nesneler konusundaki Platoncu ile Aristotelesçi tartışmalar dikkate alındığında, hakîkî yahut mecâzî olup olmadığı tartışmalıdır. Fakat aynî varolanlar alanı hakîkî ve asıl varlık alanıdır. Aynî varlık sferine ilişkin bilgi ise, nazarî ve amelî olarak ikiye ayrılır. Çünkü bir bilgi yalnızca kendisi için taleb edilirse nazarî; başka bir şey dolayısıyla taleb edilirse amelîdir (pratik). Nazarî ve amelî bilgi dallarının her biri de, aklın gereğini yerine getiren hikemî ile şer’înin gereğini yerine getiren şer’î ilimler olarak ikiye ayrılırlar. Ancak, en nihayetinde bilgi dallarındaki bu sıra düzeni, Kur’an-ı Kerim’i anlamaya yani tefsir ilmine götüren bir diziliş gösterirler (MS, I, s. 75-76). Ahmed Efendi, bu ilkelerden sonra, Mısır, Mezopotamya ve Yunan Medeniyeti’nden başlayıp İslâm Medeniyeti’den zamanına kadar gelen sırasıyla hattî (yazıya ilişkin), lafzî (dile ilişkin), zihnî (ikinci ma’kûllere yani kategorilere ilişkin) ve aynî (metafizik, fizik, matematik, pratik’e ilişkin) ilim dallarını aslî ve ferî seviyede, ad ve tanım yönünden tasavvur; konu ve fayda yönünden de tedebbür cihetleriyle tek tek ele alır. Ahmed Efendi, tasnifi esnasında tahlil (analiz), terkib (sentez), tümevarım (istikrâ, endüksiyon) ve tümdengelim (ta’lîl, dedüksiyon) yöntemlerini beraberce kullanır. Daha sonra her bir ilim dalında telif edilen muhtasar (kısa), mutavassıt (orta) ve mebsût (ileri) eserler ile müelliflerini, bu sahalarda tahsîl yapacak öğrencilere yardım ve kolaylık olması için zikreder. Bu çerçevede yüzlerce eser ismi verir; bu durum da esere bibliyografik bir karakter kazandırır; ayrıca öğrenci ve hocalara muhtelif ilmî sahalarda belirli bir referans çizgisi oluşturur. Böylece Miftâh, Osmanlı ilim hayatında, mübtedi, mutavassıt ve muntahî seviyeler arasındaki farkı tayin etmiş ve okuyacakları eserleri belirlemiş olmaktadır. Gerçekte Ahmed Efendi’nin zikrettiği eserler, XVI. yüzyıl Osmanlı-İslâm dünyasının başkenti olan İstanbul’da bilinen yahut mütedâvil eserlerdir. Öte yandan, Miftâh, eğitim (terbiye), öğretim (talîm) ile öğrenme (taallüm) konularında, ele aldığı konular itibariyle Burhânuddin el-Zernûcî’nin “Talîm el-muteallîm” ile İbn Cemâ’a’nın “Tezkiret el-sâmi’ ve el-mutekellimîn” adlı eserleri ile İbn el-Ekfânî’nin “İrşâd”ının ilgili bölümlerinin geliştirilmiş bir şeklidir.”

Eserlerinin çoğunun tercüme ve basımının yapılmamış olmasını bir eksiklik olarak değerlendiren Sempozyum organizatörleri, güzel bir çalışmaya da imza atmışlar:

- “Yaklaşık üç yıl boyunca yirmiyi aşkın ilim adamının çalışmalarıyla, bu eserlerden önemli bir kısmı gün yüzüne çıkarılarak her biri yayıma hazırlanmış ve Türkçeye tercüme edilmiştir. Sempozyum, bu üç yıllık çalışmanın neticesi olarak, yayıma hazırlanan eserler üzerinden Taşköprülüzade’nin düşünce dünyasını ortaya çıkarmayı ve 16. yüzyıl Osmanlı düşünce hayatına ışık tutmayı amaçlamaktadır. Üç gün sürecek olan sempozyum, Taşköprülüzade’nin sempozyum öncesinde hazırlanan otuza yakın eserinin neşri ve sempozyum neticesinde ortaya çıkacak eserlerle birlikte İbn Sînâ sonrası İslam Felsefesi ve Osmanlı düşüncesi çalışmalarına oldukça önemli bir katkıda bulunacaktır.”

Bu çabalarından dolayı ilgilileri tebrik etmek gerek. Üç yıllık bir çalışma neticesinde gerçekleştirilecek sempozyumun oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Özellikle ilk defa tercüme edilmiş eserler üzerinden Taşköprülüzâde’yi yeniden tanımak isteyenler, www.taskopruluzade.org adresini ziyaret ederek sempozyumun muhtevasını takip edebilirler.
 
Baran Dergisi 513. Sayı