Şubat ve Mart ayı, global güçlerin savunma bütçesi ve yeni kitle imha silahı şovuna sahne oldu. Amerika, Rusya ve Çin’den ard arda rekor savunma bütçesi açıklamaları gelirken, balistik füzelerden başlayarak insansız denizaltılara kadar, tekniğin imkân verdiği derecede, İkinci Dünya Savaşı öncesini anımsatan bir silahlanma yarışı yeniden sürat kazandı.

1 Mart tarihindeki millete sesleniş konuşmasında Rusya lideri Vladimir Putin, Rusya’nın ‘sınırsız menzile’ sahip ve dünyadaki ‘hiçbir savunma sistemi tarafından engellenemeyecek’ bir kıtalararası balistik füze geliştirdiğini söyledi. Söz konusu füzenin ‘yüksek hız ve manevra kabiliyetine’ sahip olduğunu ve dünyadaki ‘hiçbir savunma sistemi tarafından engellenemeyeceğini’ belirten Putin, bu yüzden yeni silahlarının ‘yenilemez’ olduğunu söyledi.

12 Şubat tarihinde ABD, 2019 yılı için 800 milyar doları geçmesi beklenen rekor savunma bütçesi açıklaması yapmıştı. Hattâ bu bütçenin 550 milyon dolarlık dilimi, şu sıralar Afrin’de çarpıştığımız PKK-PYD’ye şimdiden tahsis edilmişti.

Rusya Başbakan Yardımcısı Dimitri Rogozin’in 26 Şubat’ta Kommersant gazetesine verdiği demeçte, Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 2018-2027 devlet silahlanma bütçesini onayladığını duyurmuştu. 2018-2027 dönemi için Kremlin yönetiminin savunma alanında yapacağı harcamanın 19 trilyon ruble, bir başka deyişle (bugünkü kurla) yaklaşık 350 milyar dolar civarında olacağı tahmin ediliyor. Rusya’da bütçe hesapları, bir zamanların Türkiye’si gibi, çok ciddiye alınmadığından, kabaca yıllık 50 milyar dolarlık bir savunma harcaması yapacağı tahmin ediliyor. Her hâlükârda ABD’nin bir yılda harcamayı planladığı 600-700 milyar dolar civarındaki bütçelerle karşılaştırıldığında, Rusya’nın 9 yıl için öngördüğü miktar pek mütevazı kalıyor.

5 Mart tarihindeyse, Çin Halk Cumhuriyeti önümüzdeki yıl için savunma bütçesini 1.11 trilyon yuan (175 milyar dolar) olarak açıkladı. Bu geçen yıla kıyasla yüzde 8 oranında artış anlamına geliyor. Çin Başbakanı Li Keqiang Kongre’de yaptığı konuşmada “ordu, ulusal güvenlik çevresindeki büyük değişiklikler karşısında kaya gibi güçlü olmalı.” dedi. Çin’in savunma bütçesindeki artış dünyanın en büyük ordusunu modernleştirme, Güney Çin Denizi ve Himalaya sınır bölgelerinde altyapı kalkınma projeleri geliştirmek gibi Çin’in stratejik hedeflerinin bir işareti olarak görülüyor.

Bu Yarış Niçin?
Savunma bütçelerine bakıldığında görüleceği üzere trilyon dolarlar havada uçuşuyor. Peki, ama niçin?
Son bir asırdır sürgit tekrarlanan yalanlar tarafından insanlık öyle bir noktaya sürüklendi ki, şuurunda olsa da olmasa da, büyük bir ıstırab batağına düştü. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazizma ve Soğuk Savaş’ın neticesinde Komünizma yıkılırken insanlığa yeni bir bünye kazandırarak hâsıl olan ıstırabı dindirmek yerine, kapitalizmaya sıkı sıkıya sarılarak, sosyal adaleti bir kenara bırakıp, her “şey”in daha fazlası uğruna insanlığın buhranını derinleştirmek yoluna gittiler. Amerika, Avrupa, Rusya ve Çin’in kendi içindeki ıstırab ve geri kalan ülkelere tahakküm etmek suretiyle dayattıkları buhranı hesaba katacak olursak, bu manzaradan beklenen içtimâî infiâlin doğuracağı yıkım karşısında, ne Rusların kıtalar arası nükleer füzesinin meydana getireceği tahribatın ve ne de Amerika’nın savunma sistemlerinin engelleme kudretinin esamisi bile okunmaz.

Tabiî şartlar dâhilinde bu tip sosyal ıstırablar harb yoluyla kusulur ve elde kalanlarla yola devam edilirdi. Birinci ve İkinci Dünya savaşı ile beraber harb âletlerinin harbi imkânsız kılacak derecedeki terakkisi, böylesi bir yolu kapatarak ıstırabı derinleştirdikçe derinleştirdi. Yani “Sosyal ıstırab giriftleştikçe harb âletleri terakki etti; âlet terakkî ettikçe ıstırab, yegâne boşalma mahreci olan harbden mahrum kaldı.

Silah Teknolojisinin Zaafiyeti
Amerika, Avrupa, Rusya, Çin, Hindistan gibi ülkelerin sahib olduğu nükleer silâh gücüne bir de bu açıdan bakalım. Ellerindeki silâh teknolojisi ne olursa olsun, bu ülkelerin hiçbirinin diğeriyle savaşacak gücü yok esasında. Çünkü biliyorlar ki, ateşlenecek bir nükleer silah, tıpkı silahın niteliğinde olduğu gibi zincirleme bir reaksiyon doğuracak ve belki de dünyayı nükleer kıyamete sürükleyecek. Şunu da hatırlatmakta fayda var; atmosferin dışına çıkarak hedefine yönelen balistik silâhları durdurabilecek herhangi bir hava savunma sistemi yoktur. Hava savunma sistemleri, sahib olan ülkelerin, siyasî dalaşmaları esnasında vatandaşlarının kendilerini emniyette hissetmeleri için vardır. İsrail’in “demir kubbe” adını verdiği hava savunma sistemini, Hamas mücahitlerinin soba borusundan bozma Katyuşa roketleriyle nasıl delik deşik ettiğini unutmamak gerek.

Bu ülkelerin kendi aralarındaki dalaşmaları da bir kenara koyalım. Amerika’nın 800-900 milyar dolarlık savunma bütçesine rağmen Afganistan’da Mücahitler tarafından nasıl da şamar oğlanına çevrildiğini senelerdir büyük bir gururla izliyoruz. İradesini kırmaya muvaffak olamadığı Mücahitleri, elindeki onca silah ve asker gücüne rağmen 17 senedir mağlub edemeyen Amerika, bugün artık zaferden ümidi kesmiş, fiyakası daha fazla bozulmadan oradan kaçıp kendisini nasıl kurtaracağının hesabını yapmıyor mu? Senelerdir dünyanın küçük ama en güçlü ordusu diye propagandası yapılan İsrail, Hamas’ı yenebildi mi? Afganistan ve Gazze misâlleri, bir savaşın yalnız para ve silâh teknolojisindeki üstünlüğe dayanarak kazanılmayacağını, bunun bir ruh işi olduğunu izah etmeye yeter de artar bile.

Bu sebeble, “onların şöyle silahları var”, “böyle bilmem neleri var” diye Müslümana yakışmayacak mahkûm bir tavra bürünmek ve bir de bu tavrı tekinsiz ev edebiyatına dönüştürerek, yersiz korkularını, içtimâî korkuya dönüştürerek kendi psikolojisini rahatlatmaya, böylelikle de korkusunun kaynağına yaranmaya çalışmak olsa olsa zavallılıktır.

Suriye’de cereyan eden vesayet savaşına da bu gözle bakmak lâzım. Doğrudan girecekleri bir dalaşmanın sonlarını getireceğinin şuurunda olduklarından, tayin ettikleri vekiller üzerinden savaşıyorlar; fakat böylesi tarzda bir harb, beklenenin aksine, sosyal plandaki ıstırabı gidermek yerine, derinleştirmeye yarıyor.

Sona Doğru...
Kökleri çok girift ve dolambaçlı bir dünya ihtilâfı ile karşı karşıyayız. Buna mukabil, insanın kendi kendisiyle olan ihtilâfı bile çözemediği bir zaman diliminde yaşıyoruz. Sahib olunan silahlar ve bütçelere rağmen dünya konjonktürüne baktığımızda görüyoruz ki, tıpkı İkinci Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi hadiseler şu veya bu ülkelerin iradesini çoktan aşmış durumda.

İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun Ölüm Odası B-Yedi başlıklı eserinde yaşadığımız çağı tavsif ederken bir çok kez “bomboş devir” dediğini duymuşsunuzdur. Üstad Necib Fazıl da diyor ki; “Harb iklimleri, kültür ağacının saçkıran illetidir. Artık ne bir meyva, ne bir yaprak, ne bir tomurcuk! Kupkuru bir ağaç iskeleti işte o kadar!” Kültür planında, dünya çapındaki donukluk bile içinde bulunduğumuz harb ikliminin dehşetini hissettirmeye yeter de artar bile.
***
Gelişmiş kelimesiyle tanımlanan ülke milletlerinde, yeni bir bünye ihtiyacından zuhur eden sosyal ıstırab, eğer ki dışarı doğru bir savaş yoluyla kusulmazsa, bu ülkelerin hepsi içeriden yıkılmak tehlikesiyle karşı karşıyadır. Çare yok, dünya mutlu mesut bir şekilde beslediği büyüttüğü urunu kusacak. Yani bir de bakmışız ki, tek bir kurşun atmaya gerek kalmadan, global denen güçler kendi içlerinde kendi kendilerini yiyip bitirmişler. Neden olmasın?

Evet, uçaklar, denizaltılar, balistik füzeler büyük bir yıkım unsuru olarak karşımızda mevzilenmiş vaziyette; fakat görüyoruz ki, bunların hiçbiri kat’i netice vasıtası değildir. Üstad Necib Fazıl’ın dediği gibi: “Kibrit kutusu kadar bir dinamit nasıl ki koca bir kayayı tuz buz ederse, bir kapsüllük ruh da, dev kılıklı bir madde yığınını başaşağı getirebilir.

Bize düşense, böylesi bir konjonktürden bizi sağ sâlim selâmete vardıracak bünyeyi kuşanmak. Gerisi zaten kendi kendisine çözülecektir, kimsenin şüphesi olmasın.

Baran Dergisi 582. Sayı