Tarih öncesi devirlerde insanların kafataslarına ruhsal problemler gösterdikleri zaman delikler açılırdı. Çünkü o dönem inancına göre hastalıklar kötü ruh gibi doğaüstü görünmeyen varlıkların insana musallat olması olarak tanınmaktaydı.

Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde yapılan kazılarda bu dönemde yaşayan insanların kafataslarında küçük delikler bulunması bu metodun varlığını doğrular niteliktedir. Buna paralel olarak ruhsal hastalıkların tarihide insanlıkla birlikte başlamıştır denilebilir. Ama bu her toplumda ve kültürde farklı yorumlanmış ve çözümlenmeye çalışılmıştır.

XIX. yy. kadar batı dünyasında ruhsal bozukluk gösteren hastalar şeytan tarafından ruhu kabzedilmiş ancak insan formunda bir varlık olarak görülmüştür.

İslam toplumlarında ise bu durum meczupluk olarak algılanmış yani Allah katında cezp edilmiş insanların bu durumda olabilecekleri kabul edilmiştir. İslam toplumunda ruhsal bozukluk gösterenlere mecnun, Şeyda, divane denilmiş deli kavramıyla hitap etmekten kaçınılarak hassas bir bakış açısı sergilenmiştir. Görüldüğü üzere iki ayrı kültür dini yaklaşımların da etkisiyle konuya farklı yorum getirmiştir.

Batı toplumunda tedavi yolu basit ruhsal hastalık belirtisi gösterenler ateşe atılıyor, işkenceye uğruyordu.

Ruhsal problemlerin hastalık olduğu XVI. yy. Avrupa’sında bilinmiyordu. 1818’de Fransa’da ruhsal bozukluğu bulunan hastalar hayvanlardan ve canilerden daha kötü yaklaşımlarla karşılaşırlardı.

Batı toplumunun bu yaklaşımına karşılık İslam dünyasında ilk tam teşekküllü hastane 707 yılında Emevi Halifesi Velid Abdülmelik tarafından yaptırılmıştır. Bu hastaneye hekimler tayin edilmiştir, çalışanlara maaş bağlatılmış, cüzamlı ve akıl hastalarının tecrit ve tedavi edildiği özel odalar yaptırılmıştır. İslam ülkelerinde ilk defa akıl ve beden hastalıklarının tedavisine özgü hastaneler bu dönemde yaptırılmış ve ilk önemli tedavi yöntemleri bu dönemde geliştirilmiştir.

Bunun yanında 847- 861 yılları arasında halife Mütevekkil Alellah döneminde Bağdat ile vasıt arasındaki Deynihizkıl da akıl hastalarına özgü Bimarhanelerin (Hastanelerin) kurulduğundan söz edilir. Bu hastanelerin sadece akıl hastalarının tedavisine tahsis edilmiş döneminin en iyi hastanelerinden biri olduğu hatta 1400’lü yıllarda İspanya’da ve İngiltere’de kurulmuş olan psikiyatri hastanelerinden daha modern olduğu belirtilmektedir.

IX. yy’da Bimarhanelerde diğer hastaların yanı sıra ruhsal problemi bulunan hastalarında tedavi edildiği görülmektedir. Buna en güzel örnek 872 yılında Ahmet Bin Tolun’un Mısır da kurduğu kendi adıyla anılan Bimarhanesini belirtmek gerekmektedir.

Bimarhanelerde hastaların özel hastane elbiseleriyle yattıkları, hekimler tarafından tedavi edildikleri, ilaç ve yemeklerinin önlerine getirildiği ve hasta bakım hizmetleri açısından bugünkü modern hastane formunda oldukları bilinmektedir.

Türk dünyası da aslından oluşumundan İslamiyet’e kadar ruhsal hastalıkların farkında idi ve tedavisi için çeşitli teknikler geliştirilmişti (Boratav, 1997). Aynı zamanda hekim olan şamanların doğadaki güçleri müzik ve dans yoluyla etkileyerek istekleri doğrultusunda yönlendireceği inancı vardı. Şamanlar kendilerine özgü tekniklerle ruhu göklere yükselten veya yer altına indiren bedenin ruhtan ayrıldığını hissettiren bir trans ustasıdır. Kendisi davul çalarak ruhları hükmü altına alır, ölülerle, şeytanlarla, perilerle irtibat kurarak hastalara şifa dağıtırdı (Güray, 2012). Tedavi sürecinde kullanılan kopuz veya saz tedavi edici iyi ruhları çağıran kötü ruhları kovan önemli bir çalgı olarak kullanılmıştır.

Kırgız Türkleri de müzikle tedaviyi uygulamışlardır. Baksılar (hekimler) yaylı enstrümanlarla tedavi yapmaktaydılar. Seans süresince müzik, şiir ve dansı birleştirerek hastayı iyileştirmeye çalışırlardı (Ak, 2006). Hunlar (M. Ö. 4-3 yy, M. S. 3. yy), Göktürkler (552-745) ve Uygur (740-1212) dönemlerinde de müzikle terapi uygulamaları bulunmaktadır (Öztürk, 2009).

Türk İslam dünyası açısından konuya bakıldığında Selçuklular döneminde sadece ruhsal hastalıkların tedavisiyle uğraşan birimlerin kurulduğu görülmektedir.

Bunların en önemlileri Afyon yakınlarında Karacaahmet tekkesi, Burdur yakınlarında Onacaktaki Melek Dede türbesidir. Ayrıca Erzurum civarında şimdiki adı ile Deli Baba adlı köyde akıl hastalarının tedavisiyle uğraşan tekkeler olduğu bilinmektedir.

Osmanlı döneminde haseki hastanesi (1538- 1550), Süleymaniye Külliyesindeki şifahane ile tıp medresesi (1550-1557) ve Atik Valide hastanesi (1583- 1587) her türlü hastalığın yanı sıra ruhsal hastalıklarında tedavi edildiği merkezlerdi.

Sultan Fatihin oğlu II. Bayezıd tarafından Edirne’de inşa edilen II. Beyazıt külliyesi ile bu alanda yeni bir çığır açıldı. II. Beyazıd Bimarhanesinde ana binada ortası havuzlu ve üzeri büyük bir kubbe ile örtülü merkezi avlunun etrafında altısı kış, altısı yaz için tasarlanmış hasta mekânları vardı ve müzik odası da burada yer almaktaydı. Bina müzikle tedavi için kusursuz bir akustik yapıya sahipti. 10 kişiden oluşan musiki topluluğu haftada 3 gün verdiği musiki konseri yankılanmadan binanın her tarafından dinlenmekteydi.

Tedavide musikinin yanı sıra güzel koku ve su sesinden de yararlanılmaktaydı. Ayrıca şadırvandan fışkıran suların çıkardığı ses tedavinin önemli kısmını oluşturmakta ve hastalara huzur vermekteydi. Burada tedavi parasızdı ve haftada 2 gün şehirdeki tüm hastalara parasız ilaç dağıtılırdı.

Selçuklu ve Osmanlı döneminde ruhsal rahatsızlıkların tedavisi amacıyla çeşitli tedavi teknikleri geliştirilmiştir. Bunların en önemlileri ilaç tedavisi, müzik tedavisi, su tedavisi ve çeşitli çiçeklerin kullanıldığı görsel ve kokuya dayanan tedavi teknikleridir. Örneğin; bir Selçuklu Türk’ünün yaptırdığı Şam’daki Nurettin hastanesinde İbni-Sina müzikle akıl hastalığının tedavisi için uğraşmış ve bir takım teknikler geliştirmiştir (Güvenç, 1985). İbni-Sina’nın etkileri Osmanlı döneminde ve günümüz tıp çalışmalarında da devam etmiştir. Bu tedavilerin aslında bugüne hitap eden kalıcı özellikleri de bulunmaktadır.

Tarihi bilgilere göre 6000 yıl öncesine dayanan Türk müzik tarihinden söz edilmekle birlikte Türkler müzikle tedavinin esaslarını Araplar ve Acemlerden almışlardır (Grebene, 1978).

IX. ve X. yy’da yaşamış filozof, müzisyen ve hekim olan Farabi belli kısımlara ayırdığı Türk müziği makamlarını günün belli saatleri ile ilişkilendirerek psikolojik ve fizyolojik etkileri olduğunu söylemiştir. (Öztürk, 2009).

İbni-Sina (980-1037) Farabi’nin eserlerinden yararlandığını hatta musikiyi öğrenip mesleğinde kullandığını belirtmiştir (Somakçı, 2003). İbni-Sina’ya göre “Tedavinin en iyi yollarından biri hastanın akli ve ruhi güçlerini artırmak, ona hastalıkla daha iyi mücadele etmek için cesaret vermek, hastanın çevresini sevimli hoşa gider hale getirmek, ona en iyi musikiyi dinletmek ve onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir”.

“Ses varlığımız için zaruridir. Ahenkli bir düzen içinde, belirli bir şekilde ayarlanmış olan sesler insan ruhu üzerinde çok derin etkiler yapar”. İbni-Sina’ya göre ses tonu değişiklikleri insanın ruh hallerini belirler. Müzik bestelerini bize hoş gösteren işitme gücümüz değil, o besteden çeşitli telkinler çıkartan idrak yeteneğimizdir. Örneğin; Osmanlı döneminin hekimlerinden Abbas Vesim ilaçla tedavi edilemeyen hastalıklar için müzikle tedavi yapılması gerektiğini belirtmiş ve bu tedavinin belli vakitlerde uygulanmasının daha olumlu etkiler yaratacağını belirtmiştir (Şahin, 1997). Vesim’e göre sıcak zamanlarda soğuk nameler, soğuk zamanlarda sıcak nameler kullanılmalıydı (Akdeniz, 1997).

Selçuklular döneminde Kayseri’de kurulan Gevher Nesibe Bimarhane’sinde müzik, telkin ve sıcak su ile ruhsal rahatsızlığı olanların tedavi edildiği söylenmektedir (Köker, 1991).

Razi, Farabi, İbni-Sina, Hasan Şururi ve Gevrekzade Hasan Efendi gibi bilim adamlarının yaptıkları araştırmalar ve elde ettikleri sonuçları anlatan kitapları kullanan Türklerin ilk ciddi müzikle tedavi çalışmalarını Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde uyguladıkları görülmektedir. Bu hekimler sayesinde müziğin psişik hastalıkların tedavisinde ilmi esasları kurulmuştur.

Eski Türk hekimleri korku, heyecan, kuşku ve ruhi bunalım gösterenlerin nabızlarındaki değişim ve bu değişimin neden olduğu huzursuzluk için hastalarına çeşitli melodiler dinletirler ve bu sırada nabızlarını kontrol ederek hasta için en uygun melodiyi bulurlar ve hatta benzer hastalığa sahip bireyleri bir araya getirerek tedavi ederlerdi (Ak, 1997).

Osmanlı döneminde bu alanda ün yapmış olan hastaneler

Osmanlı döneminde bu alanda ün yapmış olan hastanelerden özellikle ikisi önemlidir.

Bunlar, XV. yy. sonunda II. Beyazıt’ın Edirne’de yaptırdığı darüşşifa ile Hürrem haseki sultanın yaptırdığı Haseki darüşşifası Bimarhane seksiyonları ile dünyaca ün yapmış kurumlardı.

Hastanelerde çiçek yetiştirilir ve bunların güzelliği, kokusu psikolojik hastalıkların tedavisinde kullanılırdı. (Özellikle lale, sümbül, reyhan, karanfil, deveboynu, yasemin, nesrin gibi çiçek türleri tercih edilirdi) (Terzioğlu, 1970). Bitkilerden yararlanıldığı bilinmekle birlikte tedavide kullanılan en önemli yöntemlerden biri müzikti. Müzikle tedavi aslında 2500 yıldır kullanılan bir yöntemdir. Ve birçok medeniyet bu yöntemi kullanmıştır. Anadolu coğrafyasında kurulan çeşitli medeniyetlerde ve eski antik medeniyetlerde de bu yöntemin kullanıldığı bilinmektedir (Öztürk, 2007).

Psikolojik tedavi sürecinde müzik yardımcı araç olarak kullanıldı

Psikolojik tedavi sürecinde müzik yardımcı araç olarak kullanılmıştır. İslam medeniyeti tarihinde özellikle tasavvuf ekolü mensupları (sufiler) müzikle uğraşmış ve kullanmışlardır. Bu dönemde Yaşamış büyük Türk İslam âlimleri ve hekimleri Zekeriya Er Razi (854-932), Farabi

(870-950) ve İbn-Sina (980-1037) müzikle psişik hastalıkların tedavisinde ilmi esasları kurmuşlardır.

Farabi “Musiki-Ül-Kebir” adlı eserinde müziğin fizik ve astronomi ile olan ilişkisini açıklamaya çalışmıştır. Aslında İslamiyet’in başında musikiye karşı bir direnme vardı. Şarkı söylemek hoş karşılanmazdı. Bunun nedeni müzik ve şarkının insanı zevk ve sefaya yöneltmesi, dini vazifelerini ihmal ettirmesi ve cinsel istekleri teşvik etmesiydi. Daha sonra peygamberin Kuran-ı Kerimi güzel okuyanlara karşı memnuniyet duyması insanların müziğe bakış açısını değiştirdi.

Musiki derece derece ilerleyerek Abbasi döneminde üstün bir düzeye ulaştı. Türk İslam kültürü üzerinde esaslı yer edinen musiki özellikle saray ve tekkelerde, mehterhane çevresinde gelişimini sürdürdü (Gençel, 2006).

Türk müziği makamlarının ruha olan etkileri

Türk müziği makamlarının ruha olan etkileri Farabi’ye göre şu şekilde sınıflandırılmıştır;

1- Rast makamı: İnsana sefa verir (Neşe ve huzur verir).

2- Rehavi makamı: İnsana beka (sonsuzluk) fikri verir.

3- Kuçek makamı: İnsana hüzün ve elem verir.

4- Büzürk makamı: İnsana korku verir.

5- İsfahan makamı: İnsana hareket kabiliyeti, güven hissi verir.

6- Neva makamı: İnsana lezzet ve ferahlık verir.

7- Uşşak makamı: İnsana gülme hissi verir.

8- Zirgüle makamı: İnsana uyku verir.

9- Saba makamı: İnsana cesaret kuvvet verir.

10- Buselik makamı: İnsana kuvvet, moral verir.

11- Hüseyni makamı: İnsana sükûnet, rahatlık verir.

12- Hicaz makamı: İnsana alçak gönüllülük verir (Ak, 1997).

Bunun yanında makam ve fasılların çeşitli uluslar üzerinde etkilerinin farklı olduğu belirtilmiş ve farklı milletten gelen bireylere farklı makamlar dinletilmiştir. Buna göre;

1- Hüseyni makamı: Araplara

2- Irak makamı: Acemlere

3- Uşşak Makamı: Türklere

4- Buselik makamı: Rumlara dinletilmiştir.

Hastalara musiki dinletmenin de belirli kuralları

Hastalara musiki dinletmenin de belirli kuralları vardı örneğin; eserler günün her saatinde rast gele çalınmaz belli zaman dilimlerinde çalınırsa daha etkili olduğu düşünülürdü.

Bu musiki makamlarından;

1- Rehavi makamı: Şafaktan önce

2- Hüseyni makamı: Tan ağarınca

3- Rast makamı: Kuşluk vakti

4- Zirgüle makamı: Öğle vakti

5- Hicaz makamı: Namaz arasında

6- Irak makamı: İkindi vakti

7- İsfahan makamı: Gün batarken

8- Neva makamı: Akşam vakti

9- Büzürk makamı: Yatsı vakti

10- Zirefkend makamı: Uyku vakti

Müzikle tedavi

Ruhsal hastalıkların tedavisi için yaptırılan hastanelerde müzikle tedavi amacıyla belirli gün ve saatlerde Mehterhane-i Hakani çalınırdı (Şevki, 1991). Bunun yanında makamların astrolojiyle de bağlantısı araştırılmış ve her burcun makamı bulunmuştur (Güvenç, 1985 ve Öztuna, 1976).

Bimarhanelerde “Güllabici” ismi verilen hasta bakıcılar tarafından ruhsal rahatsızlığı olan hastalara günde iki defa gül suyu serpilirdi. O dönemde gülün insan psikolojisini saflaştırdığı ve yücelttiği düşünülürdü. Bu yaklaşıma paralel olarak hastaların başı traş edilir, gül yağıyla ovulur ve tedavinin sonunda aynı işlem yinelenirdi.

Aşkım Hatunoğlu, Türk İslam Hekimlerinin Psikoloji Biliminin Gelişimine Katkıları ve Psikolojik Hastalıklara Tedavi Yöntemleri, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 2, Sayı: 5, Eylül 2014, s. 255-263