Uluslararası Af Örgütü, “AB ülkelerinin göç hareketlerini kontrol etmek için Türkiye ile anlaşma imzalamasının üzerinden tam yedi yıl geçti. Uluslararası Af Örgütü, AB-Türkiye arasındaki göç anlaşmasının 7. yılında Hollanda’yı anlaşmanın sonuçlarından sorumlu tutuyor. 2017’de Avrupa Birliği Adalet Divanı, Türkiye ile yapılan anlaşmanın AB tarafından değil, tek tek üye devletler tarafından sonuca bağlandığına, bu nedenle AB’nin sorumlu tutulamayacağına hükmetti. Bunun üzerine, sivil toplum örgütleri, anlaşmanın oluşturulmasında ve sonuçlarında (ortak) sorumluluk taşıyan üye devlet olarak Hollanda devletinden hesap sorma adımı atıyor… Hollanda hükümetinin sorumluluğunu kabul etmemesi halinde ikinci adımı atarak Hollanda devletine dava açacağız” açıklamasını yaptı. 

Uluslararası Af Örgütü, AB ve Türkiye arasında imzalanan ve 18 Mart 2016 tarihindeki Türkiye-AB zirvesinden sonra yürürlüğe giren göçmen anlaşmasının sonuçlarından Hollanda’nın sorumlu olduğuna ilişkin bir açıklama yaptı. Açıklamada, Uluslararası Af Örgütü Hollanda Şubesi Direktörü Dagmar Oudshoorn’un konuya ilişkin, “Hükümetimiz, sivil toplum örgütlerinin, AB-Türkiye anlaşmasının insan hakları ihlallerine yol açacağı yönündeki uyarılarıyla bunları öngörebilirdi. Uluslararası Af Örgütü de 2016’da hükümeti anlaşmanın tarihi bir hata olacağı konusunda uyarmıştı. Başbakanımız dahil çok sayıda siyasetçinin AB-Türkiye arasındaki göç anlaşmasından hâlâ gurur duyuyor olması kaygı vericidir” dediği aktarıldı.

“ON BİNLERCE KİŞİ YUNANİSTAN ADALARINDA KÖTÜ VE ONUR KIRICI KOŞULLARDA MAHSUR KALDI”

Af Örgütü’nün internet sitesinde yayınlanan açıklamanın devamı şöyle:

“AB ülkelerinin göç hareketlerini kontrol etmek için Türkiye ile anlaşma imzalamasının üzerinden tam yedi yıl geçti. Uluslararası Af Örgütü, AB-Türkiye arasındaki göç anlaşmasının 7. yılında Hollanda’yı anlaşmanın sonuçlarından sorumlu tutuyor.

Uluslararası Af Örgütü, Hollanda merkezli barış örgütü Vredesorganisatie PAX, çocuk hakları alanında çalışan Defence For Children ve mültecilere tıbbi ve psikososyal destek sağlayan Stichting Bootvluchteling, kaçan insanların önlenebilir zararlara ve yapısal hak ihlallerine maruz kaldığını açıkladı. On binlerce kişi Yunanistan adalarında kötü ve onur kırıcı koşullarda mahsur kaldı.

Avrupa Birliği Konseyi Başkanı olarak Hollanda, anlaşmanın oluşturulması ve uygulanmasında önemli rol oynadı ve koşulların kötüye gidebileceğini öngörebilirdi. Hollanda bu nedenlerle sorumludur ve bu gibi anlaşmalar bir daha asla yapılmamalıdır.

AB-Türkiye göç anlaşması Mart 2016’da siyasi çalkantıların yaşandığı bir dönemde imzalandı. Üye devletler mültecilerin sorumluluğunu almak istemedi; halen de istemiyorlar ve ufukta kalıcı bir çözüm görünmüyor. Üye devletlerin tutumu, insanları Avrupa’ya gelmekten caydıracağı düşünülen ve kötü sonuçları artık bilinen AB-Türkiye anlaşmasına yol açtı. Türkiye bu kapsamda altı milyar euro fon aldı ve genişletilmiş bir vize rejiminden yararlandı.

“ANLAŞMA, TÜRKİYE’DEN YUNANİSTAN ADALARINA DOĞRU SINIRI DÜZENSİZ GEÇEN MÜLTECİLERİ YUNANİSTAN’IN TÜRKİYE’YE GERİ GÖNDERMESİNE İZİN VERDİ”

Anlaşma, Türkiye’den Yunanistan adalarına doğru sınırı düzensiz olarak geçen mültecileri Yunanistan’ın, Türkiye’ye geri göndermesine izin verdi. Bu izin, Türkiye’nin, mültecilerin temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı için güvenli bir ülke olmadığının açıkça bilinmesine rağmen verildi. Ayrıca, Yunanistan işlevsiz bir sığınma sistemine sahipti. Uygulamada bu, mültecilerin ve sığınmacıların Yunanistan adalarında uzun süre kötü koşullarda mahsur kalmasıyla sonuçlandı.

Anlaşma aynı zamanda Yunan adalarından Türkiye'ye iade edilen her bir Suriyeli’ye karşılık Avrupa ülkelerinin bir Suriyeli mülteciyi kabul etmesini içeriyordu. Uygulamada bu yeniden yerleştirme anlaşmasının karşılığı olmadı. 2016’dan bu yana binlerce mülteci ve sığınmacı Yunanistan adalarında onur kırıcı koşullara mahsur durumda. Aşırı kalabalık, eğitim-öğretim, sağlık ve hijyen tesislerinin yokluğu, aşırı uzun süren sığınma prosedürleri, yapısal tehlikeler, fiziksel ve cinsel şiddete maruziyet ve yeterli gıda olmaması, son yıllardaki yaygın koşullar arasında yer alıyor. Buna rağmen anlaşma her yıl yürürlükte kalmaya devam ediyor.

2017’de Avrupa Birliği Adalet Divanı, Türkiye ile yapılan anlaşmanın AB tarafından değil, tek tek üye devletler tarafından sonuca bağlandığına, bu nedenle AB’nin sorumlu tutulamayacağına hükmetti. Bunun üzerine, sivil toplum örgütleri, anlaşmanın oluşturulmasında ve sonuçlarında (ortak) sorumluluk taşıyan üye devlet olarak Hollanda devletinden hesap sorma adımı atıyor.  

Başlangıcından bu yana, kamplardaki koşullar, kabul ve usullerle ilgili asgari gereklilikleri karşılamıyor. Ayrıca bu durum, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, AB Temel Haklar Bildirgesi, Mültecilerin Korunmasına İlişkin Sözleşme ve AB’nin sığınma yönergelerinde yer verilen temel insan haklarının birçoğunun ihlalini teşkil ediyor. Çocukların hakları da yapısal olarak ihlal ediliyor. 

“HOLLANDA, SÖZLEŞMEYİ İMZALAYARAK YUNANİSTAN ADALARINDA YAŞANAN DURUMDA ROL OYNADI”

Hollanda, sözleşmeyi imzalayarak Yunanistan adalarında yaşanan durumda rol oynadı. Buna ek olarak Hollanda, koşulların kötüye gittiği açıkça ortada olduğu halde anlaşmayı devam ettirdi. Bu nedenle, bizler, Hollanda hükümetinden kusurlu eylemleri nedeniyle hesap soruyoruz. Avrupa’daki mülteci sözleşmelerinin kapsamlı insan hakları denetimlerinden geçmeden sonuca bağlandığı anlaşılmaktadır ve bu kabul edilemez.  

Anlaşmalar, bunların sonuçlarından zarar gören kişilerin hiç kimseden hesap soramayacağı bir şekilde tasarlanmamalıdır. Hukuki korumalarda, ülkelerin sorumluluktan kaçmalarına izin verecek hiçbir boşluk olmamalıdır.

“HOLLANDA HÜKÜMETİNİN SORUMLULUĞUNU KABUL ETMEMESİ HALİNDE HOLLANDA DEVLETİNE DAVA AÇACAĞIZ”

Hollanda hükümeti ile AB-Türkiye göç anlaşmasının sonuca bağlanması ve desteğin devam ettirilmesindeki hukuki sorumluluğunu kabul etmesi için diyalog talep etmekteyiz. Bu adımla, hükümetin yasal tazminat sunmasını ve gelecekteki tüm göç anlaşmalarında şu şartların karşılanmasını sağlamak istiyoruz: Göç anlaşmaları, insan hakları ihlallerine yol açacakları öngörülüyorsa ve parlamento denetiminden geçmeden sonuca bağlanmamalıdır. Hollanda hükümetinin sorumluluğunu kabul etmemesi halinde ikinci adımı atarak Hollanda devletine dava açacağız.”