Araştırmacı-tarihçi Yaşar Gören, “Türkiye’de tarihçi yok, akademi görevini yapmadı; yakın tarihi hâlâ bilmiyoruz” diyerek kaleme aldığı “Enver ve Mustafa Kemal’in Kitabı 1908‑1938”i okurla buluşturdu.
İslambol Yayınları’ndan çıkan eserde Gören yüzlerce Osmanlı, Berlin ve Moskova arşiv belgesi, elçilik raporu ve mahkeme tutanağını derleyerek resmî tarihin sakladığı “ihanet zinciri”ni açıyor.
I. cilt, II. Abdülhamid’in direnişini, İttihat‑Terakki terörünü ve Enver Paşa’nın Balkan bozgunundaki rolünü belgeliyor. II. cilt, Yıldız Sarayı yağması, Bolayır hezimeti, İstiklâl mahkemeleri, Kemalizm’in ülkeye ihanetini ve Mustafa Kemal'in servetinin Hint‑Buhara altınıyla beslendiğini anlatıyor. Final cilt, altın ruble transferleri, şapka ithalatı, Konya, Zilan, Dersim harekâtları ve 6 bin idamla “hesap günü”nü tasvir ediyor.
Mustafa Kemal’in 1913 Somerset buluşmasını, Hilafet fonlarıyla “cumhuriyetin en zengini”ne giden yolu ve istiklâl mahkemelerindeki darağaçlarını rakam rakam veriyor.
Gören, “Bulduğum doğruları hiç çekinmeden yazdım; edebiyat yapmadım, tarih yazdım. Bu kitap tek cilt değil, yüz kitap gücünde” sözleriyle eserini ortaya koyuyor ve “halının altına süpürülen olayları” okurun vicdanına sunuyor.
ESERİ SATIN ALMAK İÇİN TIKLAYINIZ
I. ciltte neler var?
Tarihçi Yaşar Gören’in “Enver ve Mustafa Kemal’in Kitabı 1908-1938” üçlemesinin birinci cildi, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecini resmî tarih kalıplarına mahkûm etmeden; arşiv belgeleri, hatıratlar, dönemin basın kayıtları ve geniş kaynak taraması üzerinden yeniden okuyan cesur bir çalışma olarak öne çıkıyor. Eserin alt başlığı “Bir gazetecinin kaleminden belgelerle yakın tarihimiz” ifadesini boşuna taşımıyor. Çalışma boyunca anlatılan her başlık belge referanslarıyla destekleniyor ve kitabın sonunda kapsamlı ekler ve kaynakça bu belge tabanlı yaklaşımı somutlaştırıyor.
Gören, daha girişte terminoloji tercihini bir taraf beyanı olarak açıklar: tarih anlatısında kullanılan her sıfat yön tayin eder; heykeller dikerek methiye düzen bir anlatımı değil, haklı gerekçeler, deliller ve belgelerle bu heykelleri yıkan bir yaklaşımı benimsediğini söyler. Mason ya da Yahudi kökenli aktörlere “hürriyet kahramanı” denmeyeceğini, İttihat ve Terakki’den cemiyet veya parti değil, açıkça terör örgütü olarak söz edeceğini ve devleti on yılda çökerten haydut kadroları “vatan kurtarıcısı” diye övmeyeceğini belirterek kitabın ideolojik ve metodik hattını çiziyor.
Bu çerçevede Enver’in “hürriyet kahramanı” değil, kendi devletine savaş açmış eşkıya bir terörist olarak; Mustafa Kemal, Kazım Karabekir, İsmet İnönü ve diğer kritik isimlerin ise Masonlukla ve İttihat-Terakki terör örgütü yapısıyla iç içe geçmiş bir kadro olarak ele alındığını görüyoruz. Gören, Macedonia Risorta Locası’nın Maşrık-ı Azam’ı Emmanuel Karasso ile kurulan ilişkiler üzerinden Osmanlı’nın içerden tasfiyesine dönük faaliyetlere dikkat çeker; genç yaşta sahneye çıkan bu aktörlerin bağımsız fikir üretmediklerini, küresel ağların etkisi altında hareket ettiklerini vurgular.
Kitap boyunca İttihat ve Terakki’nin niteliği sürekli olarak “su katılmamış terör örgütü” vurgusuyla netleştirilir; örgütün farklı siyasal damarları (Milliyetçi-Almancı, Liberal-İngilizci, Türkçü-Turancı vb.) aynı çatı altında topladığı, geniş ve parçalı federatif bir yapı gibi işlediği, Babıâli Baskını ile iktidarı tek elde topladığı anlatılır. Bu çerçeve, örgütün Mason çevrelerle ve yabancı nüfuz odaklarıyla etkileşimine dair sahadan aktarımlar ve dönemin tanıklıklarıyla desteklenir.
Gören’in İttihat ve Terakki’ye getirdiği değerlendirme yalnızca ideolojik niteleme değildir; örgütün II. Abdülhamid’e uzanan suikast hazırlıkları, ölüm listeleri çıkarıp fedailerini sokağa saldığı vakalar ve ilmiye mensuplarından askeri figürlere uzanan cinayet zincirleri ayrıntılı vaka anlatımlarıyla örneklendirilir. Bu bölüm, Selanik merkezli yapılanmanın terör pratiklerini gösteren vaka dökümleriyle dikkat çekiyor.
Birinci cildin ana tarihî omurgası II. Abdülhamid dönemine yaslanır. Sultan Abdülaziz’in devrilmesinden sonra yaşanan siyasi çalkantılar, V. Murad’ın kısa saltanatı, II. Abdülhamid’in tahta çıkışı, Kanun-i Esasi’nin ilânı ve Mithat Paşa ile yetki çekişmeleri ayrıntılı ve belgelere dayalı olarak izlenir. Bu kısım, Abdülhamid’in devleti ayakta tutma çabası ile derin hizipleşmeler arasındaki gerilimi ortaya koyar.
Ciltte geniş yer tutan “Makedonya Meselesi ve Balkan Savaşı” bölümü, Makedonya’nın jeostratejik kavşak niteliğini, etnik-dinsel çeşitliliğini ve 19. yüzyıl sonundan Balkan Savaşları’na kadar uzanan süreçte büyük devlet rekabeti içinde nasıl bir kriz alanına dönüştüğünü kapsamlı biçimde açar. Bölgenin ticaret ve askerî yollar üzerindeki merkezi konumu; Türk, Sırp, Bulgar, Yunan, Arnavut ve diğer unsurların iç içeliği; çetecilik faaliyetleri ve dış müdahaleler ayrıntılı olarak işlenir.
Bu bölümde ayrıca İngiltere başta olmak üzere Avrupa güçlerinin Makedonya dosyasını Osmanlı’yı parçalamaya dönük bir basınç unsuru olarak kullandığı rapor ve layihalar aktarılır; Türk/Müslüman ahalinin geç uyanan savunma refleksine dair çağdaş gözlemler paylaşılır. Böylece Balkanlar’daki çözülmenin yalnız dış müdahale değil, içerideki örgütlü ihanet ve gevşeme ile hızlandığı resmi güçlenir.
Gören, 1908 sürecini anlatırken gayrimüslim çetelerin Enver ve Resneli Niyazi etrafında toplanmasını, Üçüncü Ordu’nun dağılmasını ve Yüzbaşı Mustafa Kemal’in Selanik-dağ hattı haberleşmesini yürütmesi gibi kritik ayrıntıları kayda geçirir; 1789 Paris Devrimi’nden devralınan “Hürriyet, müsavat, uhuvvet” sloganlarının İstanbul sokaklarına taşınışı üzerinden de dönemin ideolojik transfer kanallarını gösterir.
Kısacası birinci cilt, Osmanlı son dönemini ve 1908 eşiğini, resmî anlatıları sorgulayan bir perspektifle ve belge dayanaklı titiz bir derlemeyle okura sunar. Devlet-i Aliyye’nin cihan çapındaki genişliğini hatırlatarak başlayan çalışma, çözülmenin iç aktörlerini teşhir eden bilgileriyle, yakın tarih muhasebesine gerçek pencereden bakmak isteyen okuyucu için sağlam bir başvuru zemini oluşturuyor.
II. ciltte neler var?
Yaşar Gören’in “Enver ve Mustafa Kemal’in Kitabı 1908‑1938” dizisinin II. cildi, imparatorluktan cumhuriyete uzanan son otuz yılı ‘ihanet dosyası’ olarak yeniden kurguluyor.
Eser, birinci cildin usûl beyanını burada da yineliyor: terminoloji yön tayin eder; İttihat‑Terakki ‘cemiyet’ değil tam teşekküllü terör örgütüdür, Enver ‘Gagauz kökenli eşkıya’, Mustafa Kemal ve çevresi ise Mason‑İngiliz istihbarat şebekesinin uzantısıdır. Bu çerçeve, cildin “Önsöz” ve “Terminoloji ve Kavramlar Hakkında” başlıklı ilk sayfalarında ilan edilir.
Ana Yapı
İçindekiler tablosu, kronolojik değil “suç‑tema” eksenli bölümlerden oluşuyor:
- Mustafa Kemal’in Doğum Tarihi Muamması – resmî kayıtlardaki farklı yıllar karşılaştırılır, Harp Okulu defterindeki 1296 (R.) kaydı miladî 1880’e sabitlenir.
- Yıldız Sarayı Yağması (1909) – Hareket Ordusu’nun Abdülhamid’in sarayını talan listesi tam adlarla verilir; belgede “Mason Yüzbaşı Mustafa Kemal Bey: elmaslı‑inci gerdanlık” satırı özellikle vurgulanır.
- Bolayır Hezimeti ve İngiliz Kontağı (1913) – Balkan Harbi’nde Bolayır taarruzunun çöküşü anlatılır; hemen ardından Mustafa Kemal’in 1913 sonbaharında MI6 şefi Aubrey Herbert’in Somerset’teki evinde misafir edilişi, Allenby ile ilk teması kaydedilir.
- Cinayetler Tarihi (1920‑1938) – 19 başlıkta siyasi infazlar ve katliamlar sıralanır:
- TKP lideri Mustafa Suphi ve 13 arkadaşının Karadeniz’de boğazlanması
- Yahya Kâhya’nın susturulması
- Ali Şükrü Bey’in boğularak öldürülmesi ve Topal Osman vakası
- Halit Paşa, Abdurrahman Bey, Fikriye Hanım suikastleri
- İzmir suikastı yargılamaları ve idam dalgası.
- İstiklâl Mahkemeleri ve Şapka İdamları – Erzurum’dan Kastamonu’ya dek 6.000’den fazla darağaçlı bilanço, cellât Kara Ali’nin “6.128 idam” övüncüyle aktarılır.
- Bölgesel Katliamlar – Konya (6.529 asılan), Zilan Deresi (15 bin sivil), Dersim harekâtı ve Seyit Rıza’nın yaşı değiştirilerek asılması.
- “Cumhuriyet’in En Zengini” – 1922‑1938 arasında Atatürk’ün birikiminin “devlet üstü servet”e dönüşmesi, para trafiğinin İngiliz kanallarıyla yönetildiği iddiası ayrı bir dosya olarak sunulur.
Belgeler
Gören, her vakayı arşiv fişleri, elçilik raporları, mahkeme zabıtları ve dönemin gazeteleriyle besler; “Bu kitap, Devlet‑i Aliyye’yi çökerten benzersiz ihanetin kitabıdır” cümlesiyle misyonunu özetler. Eser; Berlin Dışişleri arşiv yazışmalarından, İkdam Gazetesi’nin 17 Nisan 1919 tarihli saray yağması raporuna kadar geniş bir belge repertuarını dipnotlandırır.
İkinci cilt, Enver‑Mustafa Kemal eksenindeki güç mücadelesini “terör, yağma ve tasfiye zinciri” üzerinden okuyor; 1909 Yıldız baskınından 1938’e uzanan her kritik uğrakta iç ve dış hain aktörlerin adını, suç fiilini ve kanıtını yan yana koyuyor. Böylece resmî tarihin perdelediği alanları gün yüzüne çıkarırken, “devlet‑i ebed‑müddet” idealine sadakatini ve şehadetini ilan ediyor.
III. ciltte neler var?
Yaşar Gören’in “Enver ve Mustafa Kemal’in Kitabı 1908‑1938” serisinin üçüncü cildi, dizinin “hesap günü” hükmündeki bölümü olarak karşımıza çıkıyor. Yazar, ilk iki ciltte ortaya koyduğu metodolojik hattı burada da yineliyor — terminoloji bilhassa seçiliyor, belgeye dayanan net hükümlerle “ezbercilere ağır gelecek” bir tarih muhasebesi sunuluyor.
Cilt, kronolojik anlatıyı bir kenara bırakıp tematik “suç dosyaları” etrafında örgütlenmiş bölümlerden oluşuyor. En dikkat çekici başlık “İngiliz İstihbaratı Mustafa Kemal’e Çalışıyor”; burada Reuters aracılığıyla Hint Hilafet fonlarının nasıl yönlendirildiği ayrıntılarıyla sergileniyor. Arkasından Buhara Meclisi’nin Moskova kanalıyla Ankara’ya aktardığı altın rubleler ve bu meblağların Maliye kayıtlarına girmeyişi inceleniyor.
Hint ve Buhara fonları
Gören, Hint Müslümanlarının hilafeti kurtarma niyetiyle topladığı yardımların Osmanlı Bankası üzerinden doğrudan Mustafa Kemal’in tasarrufuna geçtiğini, bu işlemlerde MI6‑Reuters hattının “kurnaz tahsildar” rolü oynadığını belgeyle gösteriyor. Benzer şekilde, Sovyet arşivlerine ve Buhara Cumhuriyeti karar defterlerine dayanarak 11 milyon altın rublenin “askerî hazine” yerine şahsî birikime dönüştüğünü ortaya koyuyor.
Servet dosyası
“Cumhuriyet’in en zengini” başlıklı bölümde, İş Bankası hisselerinden çiftliklere, fabrika ve maden iştiraklerinden geniş arazi portföyüne kadar ayrıntılı bir mal varlığı listesi sunuluyor. Yazar, Soyak ve İsmail Cem kaynaklı rakamları toplu dökümle verip 154 bin dönümden 310 bin dönüme uzanan arazileri, onlarca sanayi tesisini ve yüksek meblağlı banka bakiyelerini satır satır diziyor.
İstiklal Mahkemeleri ve iç tasfiyeler
Cilt; Konya, Zilan, Dersim gibi yerlerdeki askerî‑sivil operasyonları, şapka kanununa muhalefet bahanesiyle gerçekleştirilen infazları ve “cellat Kara Ali’nin 6 binin üzerindeki darağacı bilançosunu” uzun tutanak dökümleriyle anlatıyor . Böylece Millî Mücadele sonrasında inşa edilen otoritenin “hukuk yerine istisna rejimi”yle kurulduğu vurgulanıyor.
Şapka iktisadı ve Borsalino seferleri
Şapka Kanunu’nun hemen ertesinde Borsalino gemilerinin İstanbul’a dolu şapka indirdiğini, ithalatçı yığınların kazancının ‘reforma’ örtülerek garanti altına alındığını gösteren bölüm, kültürel dayatmanın ardındaki ekonomik zinciri gözler önüne seriyor.
Gerçek yüzleşme
Üçüncü cilt, dizinin önceki kitaplarında çizilen “terör örgütü‑mason taifesi‑yabancı istihbarat” üçgenini malî kayıtlar, banka dekontları, mahkeme zabıtları ve sahadaki katliam verileriyle tamamlıyor.
Gören, Mustafa Kemal ve yakın çevresini “işgal kuvvetleriyle muvazaalı servet transferi yürütmek, muhalifini istiklal mahkemeleriyle tasfiye etmek”le mahkûm ederken; belge hacmi ve dipnot ağı sayesinde iddialarını tartışmadan öte, “tarihin kaydına geçirilmiş tespit” mertebesine yükseltiyor. Böylece üçlemenin son halkası, resmî anlatının en sakıncalı alanlarını açığa çıkaran, milli hafızaya “gerçekle yüzleşme” çağrısı yapan sarsıcı bir referans kaynağı olarak yerini alıyor.
Kitaptan bir alıntı
“Tarihte kurduğumuz en büyük devlet, Osmanlı İmparatorluğu’dur. Aslında adı Osmanlı İmparatorluğu değil Devlet-i Aliyye idi. Yüce devlet yani...
3 kıtaya yayılmış bir cihan devletiydik. Avrupa’nın ortasına kadar bizimdi. Rusya’nın güneyi, bugünkü Ukrayna, Deşt-i Kıpçak bizimdi. Romanya, Bulgaristan, Sırbistan ve Batum bize aitti. Yunanistan’ı saymı- yorum. Yunanistan diye bir devlet yoktu zaten o topraklar da bize aitti...
Arabistan, Musul, Bağdat, Arnavutluk bizimdi. Afrika’da Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Sudan, Somali ve hatta Çad bizimdi. Mozambik’in kuzeyindeki Şeyseller Adası Valisi İstanbul’dan gidiyordu.
Basra, Kuveyt, Katar Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’nin toprağıydı... Filistin, Gazze, Şam, Halep, İsrail bizimdi. Ürdün diye bir devlet yok- tu ve o topraklar da bizimdi. 7’nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal’in Filistin’de savaş alanından kaçmasıyla başımıza gelen korkunç yenilgi, her şeyin sonu oldu.
Devleti Aliyye, kendi ordusunun ihanetine uğradı. Hainler, kurtarıcı pozuna bürünerek galiplerle topraklarımızı paylaşmayı kendilerine yakıştırdılar. Ama hala 10 milyon kilometre kare toprağımız vardı. Lozan’da
10’da 9’unu, İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan’a verdiler. Galipler geriye Anadolu’yu ve Trakya’nın küçük bir kısmını bıraktılar.
Bu kitap, bu benzersiz ihanetin kitabıdır...”
Baran Dergisi