Devlet, düzenleyici demektir. Anti-tekelci piyasa düzenleyicisi ve geliri adil dağıtıcıdır. Devlet dediğin manevî bir şahsiyettir ve onu kaba kuvvetten ayıran kimliği, gaye ve ideali olması, doğduğu toplumla mutabakat içinde yükselmesidir. “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” diyen şeyh Edebali’nin anlayışında olduğu gibi. Oy almak için halka yaranmak ve günübirlik politikalar devleti yüceltmez, aslında hükümetleri de yüceltmez. Yalancının mumu misali olur ancak. Devlet nizamdır, nizam ise hukuktur, hukuk ise sistemdir. Nizam bizzat sistem ve sistem ise hukuktur şeklinde de ifade edebiliriz. İnsan olan yerde ekonomi, yönetim, zabıta, paylaşım vs. hepsi düzenlenmiş olmalıdır. Nizam olmayan yerde (sistemli anlayış), iktisadî nizam da kurulamaz. Ancak kısa vadeli tedbirler olur. Uzun vadede bunlar yürümez. Sık sık tıkanma yaşanır. Kapitalist sistem ürettiği krizlerle beslenip hayatiyetini sürdürüyor ama ortada örnek gösterilecek ve idealize edilecek bir model yoktur. Ve dünyanın iktisadi merkezi de artık Asya’ya kaymıştır. Çin-Kore ve ABD krizini de bu açıdan değerlendirmek lazım. Asya sermayesine çöreklenmek isteyen ABD’ye duyulan tepkiyi de görmek lazım. Artık dünya eski dünya değil, Türkiye de eski Türkiye değil.

İkinci Dünya Savaşı’ndan her yeri yıkılmış çıkan Almanların tekrar var olmak için ekonomik hamleye kalkmasının altında yatan sebep, varolma iradesi ve Alman ruhudur. Zaten Nazilik de bu ruhtan neşet etmiş ve yeni bir istikamet vermiş idi. Demek ki her şey insan iradesi ile oluyor. Teknolojiyi üretmek dahi insan çabasıdır. Ahlâkî kokuşmuşluk, yolsuzluk, bürokrasinin rahatlığı vs. ile millî hamle olmaz. Aslında bu hâle İslam’ı yok ederek geldik. Sermaye sahibi gidiyor, yabancı ile işbirliği yapıyor, ülkesini düşünmüyor. Yabancı ile işbirliği yapamayanlar ise maaşını düşünüyor, sadece kendi menfaatini düşünüyor.
Japonların kalkınmasının altındaki amil de bilinmelidir. Japon İmparatorluğu’na bağlı olma ruhu; azimli, idealist insanlar…

Ahlâk ve iktisat arasındaki ilişki ihmâle gelmez. Ucuz materyalist anlayış gereği ıskalanan durum; ancak sıkışınca başvuruluyor. Kalkınma hamleleri dâhil her girişim, karşılığını milletin ruh yuvasını bulduğunda başarılı olur. Şunlar söylenebilir: Ahlak yok ki ülkesini düşünsün, eğitilmiş insan da yok ki, üretsin. Hem ahlâken fakir, hem eğitim olarak fakiriz. İslâm anlayışı da çok sulandırılmış. 100 küsur yıldır İttihat ve Terakki zihniyeti hâkim idi. Devlet onların ellerinde idi. İslâm düşmanlığı yaptılar ve İslâm’ı bozdular. Reformist olup Müslüman ve aydın geçinenler var. Liberal düzenin fetvacısı olarak, Fetö misali çarpık bir İslâm anlayışı hâlâ yaygın ve neye inanılacağı tam olarak bilinemiyor. Cemiyete sunulacak sahih bir İslâm anlayışı yok (BD-İBDA hariç). Osmanlı’da kaynak belli idi, yetişiyor idi. Kökü ile bağlar kesilince birçok farklı yol türedi. Müslümanlar nereden beslenecek? Sahih İslâm anlayışı hangisi ve nerede? Ağacın suyu nerede, öz nerede? İktisadî meseleleri de içine alan, hayatî suâl budur.

 
Kazım Albay “Devletin Ekonomideki Rolü” (makalenin tamamı için TIKLA)