Hicrî 1443 senesindeyiz ve 15. İslâm asrının artık neredeyse ortasına gelmiş bulunuyoruz. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun şehadetinden evvel Baran Dergisi’nde tefrika edilen “Ölüm Odası B-Yedi” adlı eserinde “1400 Gergini” şeklinde işaretlediği üzere, 43 senelik zuhur, tecelli sıkıntısı yaşanıyor. Fert ve toplumlar, şuurunda olsalar da olmasalar da yaşanan zuhur sıkıntısından kaynaklanan gerginlikten müteessirler. Kimileri, bu iddiamızı, belli bir dünya görüşü bağlısının bütün eşya ve hadiseleri topyekûn kendi ideolocyası çerçevesinde değerlendirmesi şeklinde ele alıp, bütün bunlara kulak tıkayabilir; fakat ister bu gerginliğin kaynağının şuurunda olunsun, isterse yalnız meydana gelen tecelliler gerginliğin kaynağı bilinsin, bugün dünya çapında herkes eşi ve benzerine daha önce tesadüf etmediğimiz, kesifleşmiş bir buhranının içinde debelenildiği noktasında hem fikirdir.

Asırlardır birbirine geçerek yumak hâline dönmüş yanlışlar, yanlışları düzeltmek iddiasıyla yanlışlardan türetilen doğrular ve bütün bunların insan ve toplum meselelerinin çözümü iddiasıyla global mânâda bütün insanlığa empoze edilmesinin neticesinde, sakat ve sapkın zalim anlayışların hükümranlığındaki dünya düzeni… Devlet küfür ile ayakta durur ama zulüm ile duramaz da, dünya düzeni zulüm üzere ayakta kalabilir mi? Burada şu hususa da dikkat etmekte fayda var; içinde yaşamaya mahkûm edildiğimiz bu düzen yalnız biz Müslümanları değil, inanan inanmayan herkesi az yahut çok muztarip ediyor, ki bize kalırsa bu düzen içinde kendisine imtiyaz bulan kimseleri de...

İnsanlık, mevcut olanın yerine alternatif başka bir düzene henüz tesadüf etmediği için bu sakat ve sapkın düzen içinde bir şekilde yaşamaya devam ediyorsa da, en azından mevcut olandan memnun olmadığının şuuruna ermiş bulunuyor. Memnuniyetsizliğin şuurunda olunarak geçen zaman zarfındaysa büyük ihtilâle yakıt olmak üzere büyük bir öfke, kin ve nefret depolanıyor.

Bizim anladığımız kadarıyla, “1400 Gergini” ile Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun 1440 senesini işaretle kastettiği 40 yıllık, bugünden bakıldığında ise 43 senelik zuhur ve tecelli sıkıntısının hikmeti de kendisini burada gösteriyor. Öyle ya, Üstad Necib Fazıl’ın biçtiği misyon üzere, biz, Türkiye yahut İslâm âleminin diğer belli başlı bir muhitinde, ışığı kendi kendini aydınlatmaya yetmez düşük mumlu ampule benzer, kerameti kendisinden menkul mahalli inkılaba değil, kıtalar çapında ihtilâl ve inkılaba talib bulunuyoruz. Gerginlik mânâsı içinde değerlendirilebilecek ferdî ruh buhranından tutun da trafik sıkışıklığına, çirkin şehirleşme ve çevre düzenlemesine, oradan gelir dağılımındaki eşitsizliğe ve adaletsizliğe kadar yaşamak zorunda kaldığımız her şey kıymetini bu perspektif içinde buluyor. Yâni bütün bu yaşanmak zorunda kalınan menfilikler, yaşanması mukadder düzen değişimi için statüko ve statükocuların zayıflaması, yeni kapıların açılması ve mucize çapında beklediğimiz kırılmadan sonra bir yenisine geçişin, değişimin bizzat kendisinin başlıca vesilesini teşkil ettiği ölçüde anlam kazanıyor.

İslâm’a Muhatab Anlayış’ın Dünya Görüşü

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, Üstad Necib Fazıl için diyor ki; “Necip Fazıl, beş asırlık tarih dilimimiz ile birlikte içinde bulunduğumuz çağın nabzını yakalayan ve ideali aramayla toprağa bağlanma arasındaki bir berzahta kıvranan insanoğlunun oluş ıstırabını hakikatin hakikatine nispetle heykelleştiren adamdır…”

Mâzinin muhasebesini, hâlin murakabesini ve istikbâlin muhakemesini yapan, beş asırdır darmadağın olmuş anlayışı yeniden İslâm’a muhatab ederek ölçülendiren, İslâm’ı hâkim kılacak devlet, cemiyet ve fert nizâmının neredeyse bütün “nasıl” suâllerini cevablayan ve istikbâlin henüz cevablanmamış meseleleri için de ortaya koymuş olduğu ölçüler manzumesi ile beraber “Mutlak Fikir”e bağlı tefekkür metodu getiren kimsedir Üstad Necib Fazıl.

Yine Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu der ki, “Bilinen ve bulunan aranır.” Bu ölçüyü başa aldıktan sonra, Yürüyen Büyük Doğu olarak, hukuktan edebiyata, devletten dünya düzenine, dilden sanata, psikolojiden sosyolojiye, tarihten iktisada dek çok geniş perspektifte, Üstad Necib Fazıl’ın bildirdiği ve buldurduğu hakikatleri onlarca telif eserle tahkik ederek İslâm’a Muhatab Anlayışı temellendirmiş, “niçin”ini ortaya koymuş ve bu fikrin ileride kol kol açılacağı şubelerde nasıl işletileceğinin metodunu da iş üzerinde göstermiştir Salih Mirzabeyoğlu. Bunun için en başta bütün dünyanın irfan yemişlerini yeni bir dil çarşafına silkelemek ve fikri bu dile konuşturmak suretiyle son birkaç asırdır en büyük meselelerimizden biri hâline gelmiş bulunan başkasının diliyle düşünmek ve nihayetinde o dilin sahibine benzemek zaafımızı da ortadan kaldırarak dil ve anlayışı millileştirmesini bilmiştir. Yine ileriye doğru zuhur eden fikrin her an muhtevasını gösterici temel meseleleri “Kültür Davamız” şeklinde ele alarak ahlâkı temellendirmiş, 21. Yüzyılda herkesin tırım tırım kaçtığı meseleler olan varlık, bilgi, muhakeme usulü, zaman, âlem, insan gibi temel taşlarını yerli yerine yerleştirmiştir.

Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri’nin Üstad Necib Fazıl’a işaret ettiği kaynak, metot ve hedef. Üstad Necib Fazıl’ın bu ölçüler ışığında, elindeki metodu işleterek tayin edilen hedefe nasıl varacağımızı gösterdiği ideolocya örgüsü (Burada ideolocya örgüsü derken yalnız onun başlığı bu olan eseri değil, ortaya koymuş olduğu bütün bir fikir ve aksiyon kastedilmektedir). Ve Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun bütün bu “nasıl”ları, yâni hükümleri temellendirdiği İbda.

Bunu biraz şöyle ele almak lâzım, hani sürekli konuşuluyor ya savunma sanayiindeki gelişmeler vs. diye. Biz, Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri, Üstad Necib Fazıl ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun ortaya koymuş olduğu Büyük Doğu-İbda sayesinde, fikir planında, çağın en ileri silahlarıyla donanmış bulunuyoruz. Bu konuda da açık konuşmak gerekirse hem fiilî ve hem de fikrî her cebhede, herkesle çarpışmaya hazırız.

Kimin Rengi?

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, “Şartlar Türkiye’yi tarihî misyonunu üstlenmeye zorluyor” demişti. Böylesi misyonun üstlenilmesi için Türkiye’nin kendi bölgesinden başlayarak nasıl siyasî, askerî, iktisadî mânâda güç hâline gelmesi gerekse, bize kalırsa bundan da ehemmiyetlisi fikir ve nizâm mânâsında da güç hâline gelmesi gereklidir. Biz, içinde bulunduğumuz Batı nizâmı içinde kaldığımız sürece, bin bir emekle elde ettiğimiz bütün kazanımların son kertede kendi hanemize değil, statükonun hanesine kâr yazıldığının şuuruna ermek durumundayız. Öyle ya, şuraya girdin, burada mücadele ettin, çeşitli kazanımların oldu; fakat iş son kerteye gelip de rengini vermeye geldiğinde, gittin bütün kazanımlarını Batının renkleriyle boyadın çıktın. Yazık değil mi?

Bu işin yeni bir dünya görüşü olmadan olmayacağını yalnız dışarıda değil, içeride de görmek mümkün. Bunca senelik iktidar, yapılan o kadar kavga, elde edilen onca zafer ve neticesinde bir dünya görüşünün rengi verilemediği için sürekli olarak lâik Kemalist sapkın rejimi hayatta tutmaktan başka şeye yaramayan işler.

Nimet

Dünya düzeninin altüst olduğu, yerine yenisinin tesis edilmeye çalışıldığı; fakat mevcut olanın yerine yenisinin bırakın ihdas edilmeyi teklif bile edilemediği bir zamanda, büyük hesaplaşmanın yalnız siyasî, iktisadî ve askerî planda yaşanmayacağı muhakkak. Bütün bunları da içine alan ve ötesine geçen dünya görüşü planında hesaplaşma yaşanacak ve 21. yüzyıl, yâni bizim için 15. İslâm asrında, Allah’ın bu millete lütfu olsa gerektir, Büyük Doğu-İbda sayesinde en hazır vaziyette biz bulunuyoruz.

***

İçeride, dışarıda ve nihayetinde dünya çapında hesaplaşmanın eşiğine gelmiş bulunuyoruz. Geçtiğimiz sayılarda üzerinde durduğumuz ve uzunca işlediğimiz üzere, bir tarafta yalan dünya içinde ondan da yalan bir dünya ihdas etmek ve beşeriyete hayat hakkı tanımamak suretiyle statükoyu yaşatmaya çalışanlar, diğer tarafta ise insana asırlardır yitirdiği insan olma haysiyetini iade etmek ve dünyayı yaşanmaya değer bir yer hâline getirmek iddiasında biz Müslümanlar. Bir noktadan sonra unutulmaması gerekir ki bu hesaplaşma tercih meselesi değil zarurettir. Yâni, öyle “Yurtta sulh, cihanda sulh” falan diye gezenlerin yanaklarından makas aldıkları, başlarını okşadıkları ve baldırlarını mıncıkladıkları günler geride kalmıştır. Bu saatten sonra küfür düzeninin efendileri durmayacak ve mutlaka ama mutlaka bu hesaplaşmaya kendi hesaplarına davranacaklar. Türkiye’nin bu noktadan sonra tercih edeceği şey, bu hesaplaşmaya hazır şekilde girip girmeyeceğidir.

Son olarak, unutulmamalı ki bundan sonra yaşanacak olan hesaplaşma yalnız içte, dışta, siyasî, iktisadî, askerî olmayacak, tek tek ortaya konmuş bütün kavramlara, metodlara, değerlere, görüşlere, fikirlere ve anlayışlara dek, derinliğine ve genişliğine olacak.

Bugünden bakıldığında 43 seneyi bulan zuhur sıkıntısı mutlaka ama mutlaka büyük şiddetle infilâk edecek ve beklenen zuhur gerçekleşecek!

Ve biz inanıyoruz ki, bütün aktüel hadiselerin de dönüp dolaşıp bir şekilde etrafında düğümlendiği merkez Anadolu bu hesaplaşmadan Allah’ın izniyle galip ve hâkim çıkacak:

Doğacak Büyük Doğu bizden doğarak!

Aylık Baran Dergisi 4. Sayı

Haziran 2022