İki yıldır süren ve on binlerce masum Filistinlinin hayatına mal olan acımasız bir soykırımın ardından Gazze'de sağlanan kırılgan ateşkes, Orta Doğu'daki güç dengelerini temelden sarsan karmaşık bir diplomatik ve siyasi mücadelenin ürünü olarak dikkat çekiyor. Siyaset analisti Sami Hamdi'nin detaylı değerlendirmelerine göre, bu süreç ne insani bir uyanışın ne de İsrail'in bir iyi niyet gösterisinin sonucu. Aksine, ateşkesin mimarisi; ABD Başkanı Donald Trump'ın kişisel finansal çıkarlarının tehdit edilmesi, İsrail'in stratejik bir hesap hatası yapması ve Türkiye'nin bu kaotik ortamda ortaya çıkan fırsatı ustalıkla değerlendirmesi üzerine kurulu.
![]()
Gazze'nin geleceği, artık iki ana eksen etrafında şekillenen acımasız bir mücadeleye sahne oluyor: Bir yanda Türkiye, Katar ve Mısır'ın oluşturduğu barış ve istikrar arayan kamp, diğer yanda ise İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) başını çektiği, Filistin direnişini tamamen ezmeyi hedefleyen soykırım yanlısı kamp.
Ateşkesi Tetikleyen Kıvılcım: İsrail'in Stratejik Blöfü ve Trump'ın Kişisel Öfkesi
Yaygın kanının aksine, ateşkese giden yolu açan gelişme, İsrail'in Gazze'deki askeri "başarısı" değil, tam tersine Katar'a yönelik pervasız saldırısı oldu. Analist Hamdi'ye göre, Trump yönetiminden habersiz gerçekleştirilen bu saldırı, Başkan Trump için bardağı taşıran son damlaydı. Zira bu saldırı, Trump'ın ve ailesinin Körfez'deki milyarlarca dolarlık kişisel yatırımlarını doğrudan tehdit ediyordu. Trump'ın damadı Jared Kushner'ın Suudi Arabistan ile yürüttüğü 50 milyar dolarlık devasa anlaşma ve oğlu Eric Trump'ın Katar'da planladığı büyük projeler, İsrail'in saldırısıyla bir anda risk altına girdi. Trump'ın, "Benim paramı tehlikeye atıyorsunuz" mesajını net bir şekilde verdiği bu olay, Netanyahu hükümeti üzerinde daha önce görülmemiş bir baskı oluşturdu. Bu kişisel öfke, Trump'ı, bugüne dek İsrail'in en büyük destekçisi olarak bilinen damadı Kushner'ı Hamas ile doğrudan müzakere masasına oturmaya itti; bu, Amerikan diplomasisi için bir devrim niteliğindeydi.
Türkiye'nin Stratejik Yükselişi: Sabrın ve Fırsatın Diplomasisi
Bu yeni denklemde en dikkat çekici rolü üstlenen aktör ise Türkiye oldu. Sami Hamdi, "Erdoğan Gazze'yi kurtardı" tezini kesin bir dille reddederken, Ankara'nın mevcut süreçteki rolünün kritik olduğunu vurguluyor. Analize göre, Türkiye soykırımın yaşandığı iki yıl boyunca İsrail ile ticareti sürdürmek ve ekonomik çıkarlarını korumak gibi pragmatik bir denge politikası izledi. Ancak İsrail'in Katar saldırısıyla yarattığı çatlak, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan için tarihi bir fırsat penceresi araladı. Ankara, bu andan itibaren "bekleme" stratejisini terk ederek proaktif bir diplomasiye geçti.
Hakan Fidan'ın Washington'da kurduğu derin temaslar, özellikle Filistinlilere yönelik sert söylemleriyle bilinen isimlerle dahi diyaloğu sürdürmesi, Türkiye'nin pragmatik ve sonuç odaklı yaklaşımının bir göstergesi oldu. Türkiye, Trump'a şu net mesajı verdi: "İsrail size kaos ve istikrarsızlık getiriyor, oysa biz size istediğiniz manşeti, yani 'barış' zaferini getirebiliriz. Hamas ile konuşabilen, bölgedeki dinamikleri anlayan ve barışı garanti edebilecek tek aktör biziz." Bu strateji, Netanyahu'nun Trump nezdindeki sarsılmaz görünen konumunu zayıflatmada etkili oldu.
Türkiye'nin masaya koyduğu en somut ve iddialı plan ise Gazze'ye NATO veya BM şemsiyesi altında uluslararası bir barış gücü konuşlandırılması teklifidir. Bu plan, içinde Türk askerlerinin de bulunacağı bir gücün Gazze'de güvenliği ve insani yardımların dağıtımını sağlamasını öngörüyor. Bu hamle, İsrail için tam bir kabus senaryosu anlamına geliyor. Zira Gazze'ye yerleşecek bir Türk askeri varlığı, İsrail'in gelecekte yeni bir soykırım girişiminde bulunmasını veya Gazze topraklarını ilhak etme planlarını kalıcı olarak rafa kaldırmasını sağlayacaktır. İsrail yönetimi, "Erdoğan Gazze'ye bir kez girerse bir daha asla çıkmaz" korkusuyla bu plana şiddetle karşı çıkıyor.
Bölgesel Kamplaşma: Barış Arayanlar ve Soykırımın Devamını İsteyenler
Gazze'nin geleceği üzerindeki mücadele, bölgede net bir kamplaşmayı da beraberinde getirdi. Bir tarafta, şaşırtıcı bir şekilde Türkiye, Katar ve Mısır'dan oluşan bir üçlü ittifak şekillendi. Suudi Arabistan ve BAE'nin, Filistinlileri Sina'ya sürme planları konusunda Mısır'a yaptığı baskı, Sisi yönetimini Ankara ve Doha ile yakınlaşmaya itti. Bu kamp, ateşkesin kalıcı hale gelmesini ve bölgede istikrarın sağlanmasını istiyor.
Diğer tarafta ise İsrail, Suudi Arabistan ve BAE'nin oluşturduğu katı bir cephe bulunuyor. Bu kampın tek bir hedefi var: Hamas'ın ve Gazze'deki tüm direniş unsurlarının tamamen yok edilmesi. Bu hedefe ulaşmak için en acımasız kozlarını oynamaktan çekinmiyorlar. Yaptıkları ortak açıklamada, "Hamas Gazze'de var olduğu sürece yeniden inşa için tek bir kuruş bile vermeyeceğiz" diyerek Trump yönetimine açıkça şantaj yapıyorlar. Hamdi'nin de vurguladığı gibi bu durum, tarihi bir ahlaki çöküşü gözler önüne seriyor: Bu rejimler, sahip oldukları trilyonlarca dolarlık finansal gücü soykırımı durdurmak için bir koz olarak kullanmazken, şimdi soykırımın hedeflerine ulaşması ve direnişin tamamen kırılması için bir tehdit unsuru olarak kullanıyorlar.
Amerikan İç Siyasetindeki Tektonik Kayma: "Önce Amerika" İsrail Lobisine Karşı
Gazze denkleminin en önemli değişkenlerinden biri de Amerikan iç siyasetinde yaşanan devrim niteliğindeki değişimdir. Yıllardır Amerikan dış politikasını demir bir yumrukla yöneten İsrail lobisi (AIPAC), ilk kez ciddi bir meşruiyet kriziyle karşı karşıya. Soykırımın sosyal medya aracılığıyla filtresiz bir şekilde Amerikan halkının ekranlarına düşmesi, kamuoyunda büyük bir kırılmaya neden oldu. New York Times gibi ana akım medya kuruluşlarının yaptığı anketler bile, özellikle 40 yaş altı Amerikalılar arasında Filistin'e yönelik sempatinin İsrail'i geçtiğini gösteriyor.
Bu değişim, siyasete de yansımış durumda. Muhafazakar kanatta Candace Owens, Tucker Carlson ve Marjorie Taylor Greene gibi isimlerin İsrail lobisini ve koşulsuz desteği hedef alan açıklamaları, "Önce Amerika" (America First) hareketinin sadece bir dış politika sloganı olmadığını, aynı zamanda İsrail'in Amerikan siyasetindeki ayrıcalıklı konumuna bir başkaldırı olduğunu gösteriyor. Bu hareket, "İsrail'e soykırım için gönderilen milyarlarca dolar neden Amerikan halkının sağlık, eğitim ve altyapı sorunları için harcanmıyor?" sorusunu sorarak geniş kitlelerde yankı buluyor.
Yaklaşan ara seçimler, bu mücadelenin bir referandumu niteliğinde olacak. New York'ta "Önce Amerika" adayı Zaid Mamdani'nin İsrail destekli Andrew Cuomo'ya karşı yükselişi, Michigan'da Abdul El-Sayed'in durumu ve Marjorie Taylor Greene'nin kendi seçim bölgesindeki performansı, İsrail lobisinin gelecekteki gücünü belirleyecek. Eğer "Önce Amerika" adayları bu seçimlerden zaferle çıkarsa, pragmatist bir lider olan Trump'ın siyasi rüzgarın yönünü fark edip İsrail'den daha da uzaklaşması kaçınılmaz olacaktır.
Belirsizliğe Mahkum Edilen Bir Gelecek
Gazze, iki yıllık cehennemin ardından şimdilik nefes almış olsa da, geleceği pamuk ipliğine bağlı. Önümüzdeki dönemde her şey, birkaç kritik faktörün nasıl şekilleneceğine bağlı olacak: Donald Trump'ın çabuk sıkılan ve dikkati kolayca dağılan karakteri Gazze meselesine ne kadar odaklanacak? Türkiye'nin diplomatik manevraları, Suudi-BAE finansal şantajını ve İsrail'in yıkıcı lobisini ne kadar dengeleyebilecek? Ve en önemlisi, Amerikan halkının uyanan vicdanı, sandıklara yansıyarak Washington'daki "Önce İsrail" paradigmasını kırabilecek mi?
Gazze halkı, Müslüman liderlerin ve dünyanın büyük bir kısmının utanç verici sessizliği altında destansı bir direniş göstererek kendi kaderini ve küresel kamuoyunu değiştirdi. Şimdi soru, bu onurlu direnişin siyasi bir kazanımla taçlandırılıp taçlandırılamayacağıdır. Cevap, önümüzdeki aylarda Beyaz Saray, Ankara ve Riyad üçgeninde oynanacak olan bu karmaşık siyasi satrançta gizlidir.




