29 Ekim 2022 günü basına düşen haberi Yeni Şafak şöyle vermiş:

"- ‘Boğaziçi Film Festivali'nde Fincancı şovu’. Bu yıl 10.’su düzenlenen Boğaziçi Film Festivali’nde ödüller sahiplerini buldu. Törende ‘Karanlık Gece’ filmiyle En İyi Yönetmen Ödülü kazanan Özcan Alper, ödülünü terör propagandasından tutuklanan TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’ya ithaf etti. Oyuncu Burak Haktanır ise buna tepki gösterdi ve salonu terk etti."

Birgün'de de şöyle:

“- ‘Özcan Alper, en iyi yönetmen ödülünü Fincancı'ya ithaf etti.’ Boğaziçi Film Festivali’nde ulusal uzun metraj film dalında "Karanlık Gece" filmi ile en iyi yönetmen ödülünü kazanan yönetmen Özcan Alper, ödülünü, iktidar tarafından hedef gösterilerek tutuklanan TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı'ya ithaf etti."

Sabah'ta da böyle:

"- Oyuncu Burak Haktanır'dan ödülünü Fincancı'ya ithaf eden yönetmene tepki: O kadın TSK'ya iftira attı."

Mevzunun burasında değilim; o onu demiş, bu bunu demiş, öteki şunu demiş kısmıyla ilgilenmiyorum.

Haberleri karıştırırken önüme gelen bu itiş kakışı okuduğumda, “adamlar tüm kültür sanat piyasasını eline geçirmiş, farklı bir açıklama niye olsun!" diye içimden geçirmiştim.

Meğer hem öyle hem de öyle değilmiş işin aslı; mevzuun labirentine dalındığında ortaya çıkan manzara bunu söylüyor çünkü. Üstelik "besle kargayı oysun gözünü" durumu gibi!

Boğaziçi Film Festivali Tabelası

Ödülü veren müessesenin verdiği tabela "Boğaziçi Film Festivali" imiş, bu sene de 10. olarak düzenleniyor. Yani 2012'den beri yapılan bir "ödüllendirme" sözkonusu. Müessesenin tabelaya dair açtığı web sayfasına girdim, orada her şey ortada. Ayan beyan yazmışlar. Mesela web sayfasında yazdığına göre, "festival başkanı"nın ismi Ogün Şanlıer.

Festivalin web sayfasında ayrıca bu "tabela"nın sahibi olan yer de yazılmış:

"- Boğaziçi Kültür Sanat Vakfı (BKSV) tarafından gerçekleştirilmekte olan Boğaziçi Film Festivali; Türkiye’de ve dünyada etik, estetik ve teknik bütünlüğe sahip sinema filmlerinin gelişmesine katkı sağlanmasını, genç yapımcı ve yönetmenlerin yeni filmler üretmesine maddi ve manevi destekler oluşturulmasını, ülke sinemasının yurt içinde ve yurt dışında tanıtılmasını hedeflemektedir."

Tabiatıyla Boğaziçi Kültür Sanat Vakfı-BKSV'nın kuruluş amacı/vizyonu falanı filanı kısmına baktım:

"- Boğaziçi Kültür Sanat Vakfı‘nın amacı, Türkiye’nin kültürel zenginliğini dünyaya tanıtmak, kültürel altyapıların, kültürel üretimlerin ve sanatsal yaratıcılığın sürdürülebilirliği, gençliğe ve geniş kitlelere yeni açılımlar ile kültürel altyapıların sunulması, yerel ve uluslararası farklı kültürler arasında iletişim, işbirliği ve diyalog oluşturmak, dünyadaki kültür ve sanat üretiminin seçkin örneklerini, yeni girişimleri ve değişik akımları Türkiye ve İstanbul’daki sanatseverlere sunmak ve İstanbul’u dünya kültür sanat başkentleri arasında ön sıralara taşımak, geleneksel sanat ve kültürel mirasın korunması, farklı disiplinlerde sanatsal üretiminin sağlanması ve kültür politikalarının geliştirilmesine katkıda bulunmaktır."

O halde 29 Ekim'de gerçekleşen Şebnem Korur F. "tartışmasını" da "kültürel zenginlik"den kaynaklanan bir "hoşgörü" içerisinde "değerlendirmek" mi gerekir bilemem tabii ve bu durumda da "kültür politikalarının geliştirilmesine katkıda" nasıl bulunulacağına dair kafam karışır.

Açık itirafta bulunmanın yeridir, pek "yerli film, dizi" filan izlemem; neredeyse 30-40 bölümlü 4-5 sezonluk, en az üç saat süren, bol bol laf salatası üzerine kurulu, oyunculuk "kabiliyetleri" ekseri kısıtlı tiplerin oynadığı-yazdığı ve "bakanlık sponsorlu" şeylerle hiç işim olmaz. Pek istisnadır seyrettiklerim. Misal "Sayın Bakanım"ı hala ara ara açar seyrederim; kısa ve nettir. BBC dizisinden aparmadır, orijinalini de, "emret milletvekilim", "emret bakanım", "emret başbakanım" sezonlarıyla seyretmiştim. "Politik gırgır şamata"dır orijinali, burada ise aparma olanına bir sezon (13 bölüm) ancak müsaade edilmiştir herhalde. Oyunculuk bakımından neredeyse tüm kadro yetkin bir oyunculuk sergilerken, Kenan Işık ile Ali Sunal'ın oyunculukları sırıtır, yapaydır, Ali Sunal, babasının kötü bir taklidi olmanın ötesine de geçememiştir. Babası da "inek şaban" tipinden başka bir rol (!) oyna-ya-mamıştır zaten. Haluk Bilginer "oyuncu" olduğunu göstermiştir. Ara ara baktığım "Married and Children" ve "Two and a Half Men" isimli -15-20 senelik- komedi dizileri de var; "fena-çirkin'i göstererek, uzak durulmasını işaretleyen" kısa komediler; Amerikan toplumundaki çöplüğü de işaretliyorlar. Neyse. Biz, BKSV'na dönelim.

Festival Fabrikası

BKSV'nın Boğaziçi Film Festivali haricinde iki tabelası daha var: Bosphorus Film Lab, Hollywood Türk Filmleri Festivali. "Bosphorus Film Lab" 2017'de faaliyete girişmiş, 2021'de ödüller vermiş, herhalde 2022 de hazırlanıyordur. İsmi bir garip "Hollywood Türk Filmleri Festivali" de yeni bir şey herhalde. Neyse, bu iki "festival"in TRT ve tabii ki Kültür ve Turizm Bakanlığı "desteğiyle" yapıldığını da yazalım buraya.

BKSV'nin yönetimi şu şekilde imiş:

Yönetim Kurulu Başkanı: Ogün ŞANLIER...

Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı: Mahmut İPŞİRLİ...

Yönetim Kurulu Üyeleri: M. Raif İnan, Zafer Topaloğlu, Anjelika Akbar Tarman, Fecir Alptekin, Nagihan Haliloğlu, Nilüfer Bulut, Necati Sancaktutan. 

BKSV’nin iki idarecisine baktım, diğerlerini siz/okuyucu araştırabilir. Normalde, Antalya Film Festivalinde olduğu gibi, çatlak sesler çıktığında, bizim mahalle hem çatlak sese hem jüriye hem de ödül veren kim-lerse onlara hemen salvo atmaya başlardı. Bugüne kadar hep böyle oldu. Boğaziçi Film Festivalinde çıkan çatlak sese karşı da böylesi bir tepki beklemek hakkımızdı, bekledim, yok, kimseden ne jüri ne festival komitesine tek laf yok!

Abartmadılar bu sefer diye düşünürken, kendim, kendiliğinden, kendi kendime festival ve üst kurum olan vakıf hakkında bir araştırma yapayım dedim.

“Sıkıysa salvo atsınlar tabii!” dedim bulduklarım karşısında!

“Hayaller imkanlara…”

Burada İbrahim Tatlı arkadaşa “selam” göndermek istiyorum. “Erdoğan dönemi kazanımlarının içini doldurmak zarureti ve inkârcı bakışın yanlışlığı” başlıklı makalesinin mürekkebi kurudu mu bilmem. “İçimize” dair söyledikleri bir kenara, “somut ve tutarlı tekliflere de hazırlar, çünkü bütün dünya büyük bir dönüşüm rüzgarına kapılmış durumda” vurgusunu hatırlamak gerekiyor. Aynı zamanda, “büyük Türk düşünürü ve ozanı” İbrahim Tatlıses’in, “Urfa’da Okusfort vardı da biz mi gitmedik!” vecizesini de. Biz daima kendi yolumuzu kendimiz açmak zorunda kaldık; bir de hiç zahmetsiz evlerinin önüne “otoban” inşa edilenler var; Tatlı gönüldaşın “içeriye” dair yazdıklarını ve yapılmasını mümkün gördüklerini bir de “bu açıdan” ve işte aşağıda göreceksiniz “önlerine otoban serilip altlarına Lamborghini verilenleri” görerek “tahlil” etmek gerekir herhalde. Hayır, mazeret peydahlamak gibi düşüklüğe tenezzül etmiyorum, çabalar, faaliyetler, irtibat ve ilişkiler çerçevesinde “realite”yi yazıyorum sadece. Hükümet partisi içindeki “birilerinin”, tüm “iyi niyetli” yakınlaşmalara rağmen köpek gibi korkarak uzak durduğunu, uzak tuttuğunu söylemek istiyorum. Bir de şunu nakledeyim espri olarak. Aşağıda ismi geçecek olan okulun paralelindeki, “Ankara asfaltından” o bölgede “minibüs yoluna” inen Orhangazi Caddesi üstündeki Orhangazi okulundan mezun oldum, aslında dönemi itibariyle pek meşhur bir okuldur okulum, 12 Eylül öncesi (ve bir müddet sonrasında da) Anadolu yakasının sol ve ülkücü gruplarının “okul sorumluları” buradaydı, üzerinize afiyet hatta bizim sınıftaydı. Bana “Abdülhamitçi/Vahdettinci” derlerdi niyeyse. Darbeden sonra okula gittiğimizde bazı öğretmenler ve sınıf arkadaşlarımızın olmadığını fark ettik. Bir binbaşı birkaç defa sınıfa girerek, tabancasını doldur-boşalt yapıp tehdit ederek “vereceksiniz isimlerini, bu sınıfta onlar!” demişti de öyle bakmıştık yüzüne sadece. Neyse, okulumun paralelindeki diğer cadde ise evimin olduğu Talatpaşa caddesiydi. Caddenin minibüs yoluna yakın olan kısmında Orhangazi camii vardır, darbeden sonra caminin arsasına, aşağıda ismi geçecek olan okul açıldıydı. 1989’un 1990’a bağlanmasına birkaç gün kala, minibüsten inmiş evime doğru yürürken, “tipimden şüphelenilip” durduruldum, çantamda Ak-Doğuş’un çıkacak sayısının yazıları bulunmuş, meşhur Kartal Emniyetine götürülmüş, oradan da “şakirt ve Kemalist polisler” gözetiminde Gayrettepe siyasî şubeye götürülmüş, takipsizlik ile savcılıktan bırakılmıştım. Tatlı gönüldaş bu “okul komşuluğu”nun veya “kalitesinin” kimine takoz kimine kaldıraç olarak “iade edildiğine” de dikkat eder herhalde. Hoş, mesela bir sınıf arkadaşım şimdi Kuzguncuk’da Fahrettin Altun’un komşusu ve “el üstünde”, ben de “buralarda!” Neyse, başka yerde devam ederiz buna, konumuza dönelim.

Ödül Verenler Abdestli

BKSV’nin yönetim kurulu başkanı Ogün ŞANLIER ile yönetim kurulu başkan yardımcısı Mahmut İPŞİRLİ “abdestli” insanlar olsa gerek çünkü Kartal İmam Hatip Lisesi mezunlarından!

Bay Ogün Şanlıer, 1999-2001 yıllarında Anadolu Holding, Anadolu Isuzu Otomotiv San. Tic. A.Ş.’de İhracat Uzmanlığı, 2002-2007 yıllarında Feniş Holding, Feniş Dış Ticaret A.Ş.’de İhracat Bölge Müdürlüğü görevinde bulunmuş. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Halk Ekmek AŞ’sinde 2007-2013 tarihlerinde, genel müdür yardımcılığı görevini yapmış. Bilal Erdoğan’dan üç dönem önce mezun.

Halk Ekmek’ten ayrıldığında, 2013, İstanbul Medya Akademisi’ni kuruyor bay Şanlıer. Sonra? Sonrasında TRT’ye bol, çok bol “yapım” üretmeye başlıyor, diziler, belgeseller, haber programları vs. TRT’nin tam bu dönemdeki müdürü İbrahim Eren, o da Kartal İHL’li tabii.

Aynı dönem içinde de işte o BKSV ve “festival tabelaları” kuruluyor; bahsettik yukarıda, elbette TRT ve Kültür Bakanlığı “desteğiyle.”

Ha bu arada bay Şanlıer THY yönetim kurulu üyesi de oluyor. Karşılıklı davalaşma olduğundan kim kimi rahatsız etti bilmem ama, bir “taciz davası” basına düştükten iki ay sonra 2020’nin Mart ayında buradaki “görevden alınıyor.” Festivaller, vakıf, akademi varken nasıl THY yönetim kurulu üyesi olmuş, cevabı muğlak tabii.

BKSV’nin ikinci adamı Mahmut İpşirli. O da Kartal İHL mezunu. Boğaziçi ve Harvard mezunu. 2009’da Turkuaz Medya’nın çocuk kanallarının sorumlusu oluyor. 2012’de de Turkuvaz Tematik Kanallar Grup Başkanlığı görevine geliyor ve “bu görev kapsamında A Haber, Minika Go ve Minika Çocuk kanallarının yönetimini” üstleniyor.

Yönetim Kurulu Başkanı da Serhat Albayrak; A Haber Genel Yayın Yönetmeni ise, Recep Tayyip Erdoğan’ın kuzeni Cengiz Er ve Bay İpşirli bu “görevlendirme” ile Bay Er’in de üstüne çıkıyor. Buna kızan Bay Er de bir müddet sonra istifa ediyor, kendi web sitesi olan “superhaber”i açıyor. Ardından da Serhat-Berat Albayrak ve “Pelikan Grubu” denilenlerden olduğu söylenen gazetecilere karşı “orantısız ve kuralsız yayına” başlıyor. 

Bay İpşirli aynı dönemde Bilal Erdoğan tarafından kurulan Kartal İHL Vakfı’nda da bulunuyor. Bu vakıfta ayrıca TRT -eski- müdürü Bay İbrahim Eren, mezun olduğu okula müdür olarak atanan Bay Mitat Tekçam, Bay Abdullah Gül’ün damadının kardeşi Bay Mustafa Sarımermer, -o dönemki- Es Medya Müdürü Bay Ahmet Bayraktutan, SETA-Türgev-THY’den Bay Abdülkadir Çay da bulunuyor. Bu kadroya “TRT-THY-Turkuaz kadrosu” dense yeridir.

Muteber insanlar, harcanan imkânsız paralar…

Evet.

Beyoğlu Film Festivali’ni düzenleyen “ana ekip” işte bunlar, böylesi bağlantıları olan, herhalde abdestli namazlı, mütedeyyin tipler ve elbette ülke yönetimini elinde tutanlarla bu kadar da yakınlar.

Bir nevi “muteber insanlar” diyebiliriz bunlara. Her devirde, her hükümette bulunur bu levha altında insanlar, sadece Ak Parti’ye has değil. O açıdan bir şey demek mümkün değil. TRT’ye yapılan programlara da bir şey demem aslında; birileri yapacak, niye bilindik insanlara yaptırmayalım mantığı çalışmıştır.

Şu satırları yazarken Boğaziçi Film Festivali “tabelası”ndan bir açıklama gelmiş. “Festival olarak, ödül törenimizde ödül kazananların politik göndermeleri ve sloganlarını kınıyor, kültür ve sanat hayatımızın sağlıklı bir zeminde yükselmesi temennisinde bulunuyoruz.” demişler.

Ama daha ilginci, Boğaziçi Film Festivali Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması jürisinden Irmak Zileli “kınama açıklaması” yaparak tepki koymuş ve “Bir kurumun nefret söylemi içermeyen bir ödül konuşmasını kınaması, ifade özgürlüğünü engelleyen bir ortam yaratılmasına katkıda bulunur. Sanatsal etkinlikler yapan bir kurumun düşünce özgürlüğüne ipotek koyması kendileri açısından büyük bir talihsizliktir.” demiş. Yine Festivalin ödül törenlerinin düzenlendiği Kadıköy Sineması açıklama yayınlamış ve “artık törenlerine salon vermeyeceğiz” demiş.

Gelelim meselemize.

1994’den bu yana ülkeye bedel belediyeleri, yirmi senedir de -ilaveten- ülkeyi idare eden bir parti sözkonusu. Otuz sene veya yirmi senede, bayındırlık (yol, köprü, kanalizasyon şebekesi vs) haricinde dişe dokunur “kültürel nesne” olarak ne üretildi diye sorsak? Makul bir cevap var mı?

Erdoğan’ın kendisinin itiraf ettiği gibi “eğilmedikleri saha”dır “kültür.” Burada da tıpkı siyaset sahasında olduğu gibi “taşeron” kullanmayı, parasını bastırarak farklı “hayat tarzı”na sahip olanları kullanmayı tercih ettiler. Böylece hem onları “muhtaç” hale getirmeyi hem de “kendi kadrolarını oluşturma” zahmetinden (!) kurtulmayı, “parayı verenin düdüğü çaldığı” deyişini tatbik etmeyi düşündüler. “Ertuğrul Gazi”ye “finans reklamı” bile yaptırdılar!

Netice?

Tek bir kayda değer aktör ve aktristi olmayan, nisbetsiz ve sahtekâr “bohem” veya “varoluş sancısı” veyahut “kimliğini bulmaya uğraşan” garip garip şaircikler, “öykücüler”den, bunların birbirlerini pohpohlamasıyla oluşan “çete”lerden etraf geçilmez olmuş!  Ve işin tuhafı, bunları sadece “bizim mahalle” tanırken, bu çete üyeleri de kendilerini ötekilerine beğendirme şehvetinden başka bir şey yapmıyor.

Otuz veya yirmi sene ama etkisi bakımından çeyrek yüzyıllık parti hakimiyetinin geldiği nokta, işte bu!

Düşünsenize hem çeyrek yüzyılda bu “çetelere”, festivallere, belediye ve hükümet destekli, TRT ve bakanlıklar eliyle ne kadar para harcanmıştır? Bir de bunun “basın ayağı” var tabii. Medya (gazete, dergi, tv ve çalışanları) oluşturmak için harcananlar?..

Akılalmaz miktarda para harcandığına, harcanmaya devam edildiğine hiç şüphe yok ama gel gör ki, ödül verilen bir yönetmen tak diye indiriyor her şeyi! Yetmezmiş gibi, koskoca Festival tertipliyorsunuz ama “jüri”yi kendinize yakınlardan teşekkül ettiremiyor ve bir tekme de acımasızca oradan yiyip “yere uzanıp kalıyorsunuz!”

Hakettiniz. Allah bunca (emek, imkan, zaman ve umut) israfın hesabını sorar!

Dinleme Parçaları:

https://youtu.be/nf32DdziWWs

https://youtu.be/BNDCasoJ4rQ

Kaynaklar:

https://www.yenisafak.com/gundem/bogazici-film-festivalinde-fincanci-sovu-3867246

https://www.birgun.net/haber/ozcan-alper-en-iyi-yonetmen-odulunu-fincanci-ya-ithaf-etti-408116

https://www.sabah.com.tr/gundem/2022/10/29/oyuncu-burak-haktanirdan-odulunu-fincanciya-ithaf-eden-yonetmene-tepki-o-kadin-tskya-iftira-atti

https://www.bogazicifilmfestivali.com/

http://bksv.org.tr/yonetim-kurulu/

İbrahim Tatlı’nın makalesi: https://www.barandergisi.net/m/erdogan-donemi-kazanimlarinin-icini-doldurmak-zarureti-ve-inkrci-bakisin-yanlisligi-makale,3484.html

Boğaziçi Film Festivali “tabelası”nın kınama açıklaması: https://twitter.com/bogaziciff/status/1586463884679979011?s=46&t=x-PRGnNWtVyGmgkLM5IT6A

Boğaziçi Film Festivali “tabelası”nın “kınama” açıklamasına jüri üyesi, Gün Zileli babası, Feyza Perinçek annesi, Doğu Perinçek de dayısı olan Irmak Zileli’nin kınama açıklaması:

https://twitter.com/irmakzileli/status/1586635745166589953?s=46&t=ri0G1nnyziUjYKD3G6OyTA

Görüş: İbrahim Haceviç