Çok şükür 28 Şubat bitti. Ne kadar şükretsem, hamd etsem az. Bugün, bir yerlere kar’ı yağacak olan 1 Mart hamdolsun.

Bir haftadır hep “mağdur”lar, “mağduriyet”leri üstünden ekranlarda, sosyal medyada... Midem bulandı. Başı örtülüymüş okula almamışlar, atmışlar, yurtdışında okumuş, denklik vermemişler diplomaya, zaman ve maddi birikim israfına uğramışmış! Askerden atmışlar, eşinin başı örtülü, kendi de namaz kılıyor diye, disiplinden attıkları için tazminat alamamış, ailesinin yardımlarıyla ayakta kalmış o zor dönemde…

Bunları söyleyenlere bakıyorsunuz, ya bilmem ne partisinin bilmem ne şeyi, ya bilmem ne kurumunun şeyinin şeyi, ya falanca firmanın şüdürü, pardon müdürü, müdüresi veya ortağı!

Mağduriyet, sonradan bol bol dünyalık olarak kendisine iade yapmış ama gözü hâlâ “kıdem tazminatı” ve hatta “emekli maaşı” farkında! Gören de sadece bunlar ve bu mağduriyetler var zannedecek. Konuşanlar böyle. Zaten “oralarda” oldukları için konuşuyorlar. Asıl okulundan, işinden, subaylıktan, polislikten atıldıktan sonra, sessiz sedasız evine, köyüne dönen, ev hanımı, işinin patronu, bir yerde çalışan kadın ve erkeklere o “mikrofonu uzatmak” lazım.

Niye hiç konuşmamışlar? Niye işine-gücüne bakmışlar? Arayıp soran olmuş mu, olduysa ne demişler? Veya Hüda Kaya’ya sorsalar ya! O da, ailesi de “28 Şubat mağduru” değil mi? Niye ona “mikrofon uzatmaz” kimse? Veya o niye hiç bahsetmez, bahsetse de farklı bahseder?

Hüda Kaya, HDP milletvekili, “bölücü bebek katili örgütü savunan” biri diye konuşturmazlar. Oysa, bu farkını kaldırın aradan, şimdi ekranlarda “mikrofon uzatılıp” nasıl mağdur edildiklerini anlatanların ekserisiyle arasında pek fark bulamazsınız. Hangi açıdan? Dine bakış!

Lakaytlardır en azından. Geçmişlerine bakın, ya “maklubeye kaşık sallamışlardır” ya maklube masrafını ödemişlerdir veya “rasyonel sahih İslam” şeyine inananlardır.

Yoksa “oralara”, o “makam ve mevkiilere” zor gelirlerdi zaten. (İstisnalar kaide-mi bozmaz)

Bunlar, mağduriyetlerinin hesabını gidip kendilerini el ele tutuşturup, ardından yurtdışına gönderenlere, bilhassa Viyana’ya gönderenlere sorsunlar. Soramazlar ama. “Mağdurlar Kulübü”nü birlikte kurup, en başta Viyanalıları “memurlaştıranlar”, hep birlikte onlar çünkü.

***

Gelelim Refah Partisine… Görünürde 28 Şubat’a direnmiş. Görünürde! Ama biliyoruz ki, o malum kararları da imzaladı. Geciktirdi, zorla imzaladı goygoyuna lüzum yok, istimna ile uğraşmayın, erkek olun, enerji operasyonlarında kolluğun önünün kesilmesini MGK toplantısının başında gündeme getirip bunu düzeltmesini isteyen ve bu sebeple “anayasa kitapçığını fırlatan” (masada kaydırarak ona uzatan aslında) A. N. Sezer’i, “küçük hüsameddin” ve ortağı Mesut Yılmaz ile toplantıyı terk edip “şiddetle aaağlayarak kınayan” Ecevit gibi, çıkıp basın toplantısı yapsa, “TSK’yı, emniyeti, devleti, bürokrasiyi babalarının çiftliği zanneden bir avuç darbeci şerefsiz köpek bana baskı yapıyor, tehdit ediyor” deseydi, kim ne yapabilirdi? Milyonlar sokakları tıpkı 15 Temmuz gibi teslim almaz mıydı? Alırdı.

Nereden biliyorum?

Biz, İBDA ve etrafımızdaki samimi bir iki grupla DİRENDİK, göğüs göğüse savaştık da, oradan biliyorum.

BİZ’ler direnirken, TSK’nın “kalbi” GKB koridorlarına “Hesap Vereceksiniz/ İBDA-C” yazıları yazılıyordu, inanmayan o günlerde Karadayı’nın özel kalemi olan şimdinin MSB bakanı olan Hulusi Akar’a sorsun. İnanmayan, Akar ile arası (o günlerde diyelim) çok iyi olan eski CB Abdullah Gül’e sorsun, evet, bunlar ve bilmediğimiz başka kimbilir hangi hadiseler olurken o direnişte, “zorla imzaladı” denilen yerin basın organlarında “İslam barış dinidir, hoşgörü dinidir” omurgasızlığı için “iskele sancak” yapa yapa yürünüyordu!

“Askerlere bırakılmamalıydı. İslâm’ı kötü gösteren grupları, içimizden biz atmalıydık.” diyorlardı, inanmayan Ahmet Hakan Coşkun’a sorsun, inanmayan Vadi’nin papucumun sosyologlarına, “sözcü” Ömer’e, “arındırıcı tezkereci” Yasin’e sorsun!

Omurgazsızların sarhoş sarhoş iskele sancak yapa yapa sosyo-mok yalpalamaları yüzündendir ki, bugün onların cemaziyülevvelleri hep önlerine konulur, onlar da “ama o 17/25’den önceydi” misali, laf söyledi bal kabağı rolüne bürünür, yeni satışlara yelken açarlar veya “maden kazarlar!”

BİZ ise, olması gerekeni her daim yapmış olmanın, en basitinden 15 Temmuz ile bunun doğru bir tavır olduğunun herkes tarafından görülmesi sebebiyle, lafta kahraman (!) bu mağdur tiplerin çetelesini tutmaya devam ederken, çanlarına ot tıkayacağımız günün şafağının ilk kızıl çizgisini görmenin zevkine sarılmış, bekliyoruz.

Darbeciler, İslâm karşıtları elde var bir zaten, ama en çok bu tipler için hazırlanıyoruz.

Hepiniz Zonguldak’ta, Şırnak’ta, “zorunlu doğu hizmeti” emriyle maden ve demir ocaklarında çalışmaya gideceksiniz! Veya yurtdışına “hicret” edersiniz, ilahiyatçı hocalarınızla “rasyonel İslâm’ı” papazlara anlatmaya…

Karar sizin. Midemi bulandırıyorsunuz çünkü.

Görüş: İbrahim Haceviç