Bilindiği gibi Tahran’da 22 yaşındaki Mahsa Emini, sokakta başörtüsünü düzgün takmadığı için; “kıyafet kurallarına uymadığı” gerekçesiye “Ahlâk Polisi” olarak vasfedilen İrşad Devriyeleri tarafından 13 Eylül’de gözaltına alınmış, bu süreçte komaya girmiş ve 16 Eylül’de ölmüştü. İran’daki bu hâdise, “İrşad Devriyeleri Mahsa Emini’ye işkence yaptı” şeklinde iddialarla dünya basınında manşetlere taşındı. Sosyal medyanın etkisiyle İran’da büyük bir kesimdede aynı kanaat oluştu ve Baskıcı Molla Rejimini protesto etmek için halk sokaklara inip eylem yapmaya ve rejim aleyhinde sloganlar atmaya başladı.

Bununla birlikte ülke çapında lise ve üniversitelerde, “Sivil İtaatsizlik” veya Satyagraha; Pasif Direniş diye nitelendirilebilecek eylemler yapılmaya başlandı. Bu eylemlerden en dikkat çekeni, Safevi Şeyhi Şah İsmail’in zuhur yeri olan Erdebil şehrinde 16 yaşında lise talebesi Asra Panahi’nin eylemiydi. Panahi, Mahsa Emini’nin öldürülmesini protesto etmek amacıyla Şii İran’ın lideri Ali Hamaney’i öven marşı okumayı reddetti, akabinde polis tarafından dövüldü ve kısa bir süre sonra hayatını kaybetti. Bu hâdise de İran’da protestoların artmasını tetikledi.

Bu protestolarda, “Ahlâk Polisine Ölüm”, “Kadın, Yaşam, Özgürlük” gibi sloganlar dikkat çekmekle birlikte, İran bayraklarının yakılması ve kadın eylemcilerin saçlarını bizzat kendilerinin kesmesi, gayet anlamlı fiili eylemlerdi. Bu eylemler dünyanın birçok ülkesinde, hem o ülkede yaşayan İranlı kadınlar, hem de İranlı kadınlara destek veren yerli kadınlar tarafından da tatbik edildi. Fakat iş bir anda sanki Şii İran bir İslâm devletiymişçesine İslâm karşıtlığına da dönüştü. Meselâ İstanbul’da yaşayan İranlı kadınlar miting düzenleyip; “İslâmi rejim istemiyoruz, kıyafet dayatmasını kabul etmiyoruz” şeklinde slogan attılar, basın açıklaması yaptılar. İstanbullu feminist kadınlar da İranlı kadın eylemcilere destek verdi. Bazı kadın sanatçılar Mahsa Emini’ye-nâşına destek için konser öncesi saçlarını kesti. İstanbul Barosı seçimlerinde dahi bazı avukat hanımlar saç kesme eylemini icra etti. Vesair...

İranlı kadınlar için, “saç kesme” eylemi gayet mânidardı. İranlı kadınların bu eyleme yükledikleri anlam; nasıl ve hangi şekilde olursa olsun, “bedenlerine hükmedilmesine itiraz etmek” kastından mülhemdi ve hükmedici-otoritenin, “ellerini de kesmek” anlamına geliyordu. Yani İranlı kadınlar baskıcı olarak gördükleri otoriteye; “Bugün saçımı kesiyorum, yarın sizin ellerinizi keseceğim” diyor, demek istiyordu.

Peki bu eylemlerin asıl amacı neydi?

Yurtdışında firari olan İran Kürdistan Komünist Partisi Lideri İbrahim Alizadey katıldığı bir televizyon programında; eylemlerin önceden plânlandığını ve eylemcilerin koordineli hareket ettiklerini söyledi.

Washington Post’tan Miriam Berger, Missouri Eyalet Üniversitesinde Kürt tarihi çalışmaları yapan Djene Rhys Bajalan’ın fikirlerine de yer verdiği analiz yazısında; İran’daki hâdiselerin sistemi yıkmaya yönelik olduğuna ve PKK tarafından organize edildiğine vurgu yapıyordu. İran İçişleri Bakanı Ahmed Vahidi ise; “Bu isyan hareketi, sabıkası son derece kötü olan Komele, İKDP ve PJAK örgütlerince tertip edilmiştir” şeklinde demeç veriyor, hâdiselerde etken olan Kürt kimliği ve organizesine dikkat çekiyordu. Bu analizlerden mülhem olarak da rejim, Kürt İttihat Cephesi yöneticilerinden olayları teskin etmelerini istiyor, bunu başaramayınca da yöneticileri tutukluyordu. Bu tutuklamalar da ayaklanmaya, “tuz-biber” oluyor, Kürtlerin yoğun olduğu bölgeler bir tarafa, İsfehan, Şiraz, Gazvin ve Yezd gibi Farisilerin çoğunlukta olduğu birçok şehirde halk sokaklara iniyordu. Tebriz, Erdebil ve Zencan gibi şehirlerde ise, Satyagraha modeli ile daha bir ivme kazanıyordu…

İrşad Devriyelerinin Mahsa Emini’ye işkence yaptığı ve bu yüzden öldüğü iddialarına karşı ona ait olduğu belirtilen karakoldaki kamera  görüntülerinin “işkence yapılmadığına dair” bir argüman sunması ayrı bahis.

Bir kadın başörtüsü takmaya zorlanabilir mi yahut başörtüsü takmadı diye zulüm yapılabilir mi? İslâm şeriatında böyle bir nass veya içtihad, hattâ geleneksel bir uygulama var mı?

Başörtüsü takmaya dair nass; emir ve tavsiye mevcut, yalnız baskı ve zulüm yok. Hattâ, Müslüman olmayan kadınların bu emre itaat etme gibi bir zorunlulukları dahi yok. 20. yüzyıla gelene kadar İslâm cemiyetleri böyle bir sorunla karşılaşmadığı gibi, Hıristiyan Batı toplumunda kadınların kılık-kıyafetleri de bugünkü gibi değildi. Monteigne, “Denemeler” adlı eserinde, “Perulu kadınların açık-saçık” olan kılık-kıyafetinden bahseder ve Fransız toplumu için bu kıyafetlerin uygun olmadığını vurgular. Goethe Faust’ta, “nâmus ve günah” kavramını ön plâna çıkarır; aff-ı İlâhi’ye dikkat çeker. Kezâ Ortodoks Rus halkı da aynıdır; Dosteyevski ve Tolstoy’un eserlerinde buna dair birçok argüman vardır. Meselâ bir fotoğrafçı vitrininde bir kadının topuklarının göründüğü fotoğrafa halkın nasıl tepki verdiği anlatılır. Kendi  toplumlarının büyük mütefekkirleri bugün, ülkelerinin bu manzarasını görselerdi, vâveyla kopartırlardı.

Kısaca, Hıristiyan ve Yahudilerde dahi bir tesettür hassasiyeti vardı; I. hatta II. Dünya Savaşı film ve videolarında dahi bu hassasiyete dair bir hayli argüman vardır. Bugünkü ahvâl, şehirlerin kalabalıklaşması ve her türlü fabrikasyon ve dijital iletişim araçlarının mârifeti olsa gerek. Dahası ve daha mühimi; Tanrıyı Kıyamete Zorlamak (!) isteyen Hıristiyan ve Yahudi Mesihçilerin mârifeti…

Tekrar Mahsa Emini’ye, İran’a gelirsek, kısaca:

Bilindiği gibi İran’da Şubat 1979 yılında Şii Mollalar “Ruhullah Ayetullah Humeyni” rehberliğinde bir devrim yaptı ve adına İslâm Devrimi dediler. “Lâ Şii, Lâ Sunni, Vahdet Vahdet” sloganları Tahran ve bütün İran şehirlerini inletti. Güya İran, mezhep ayrımcılığına son verecek, önce İran, daha sonra da bütün İslâm ülkelerinde birliği (İttihad-ı İslâm) sağlayacak, Büyük Şeytan Amerika’ya da, tarihî dersini verecekti. Gel gör ki bunun tam aksi oldu. Diğer İslâm ülkelerine devrimle birlikte Câferi fıkhını ihraç etmeye başladı ve bu da İslâm ülkelerinin tamamında ayrı bir fitneye sebep oldu. İşte Türkiye’de Hizbullah Örgütü; değil cemiyette, kendi aralarında bile önce Vasat iken, daha sonra İlim ve Menzil diye ikiye ayrıldılar ve birbirlerini katlettiler. Amerika’ya da 44 yılda 44 kurşun dahi sıkamadılar. Lâkin on küsûr yıl Irak’la savaştılar. 2003 yılında da, İran’da konuşlanan Irak Dâva Partisi ve el-Hekim gibi Şii gruplar, Molla Sistani ve Iyad Allavi gibi din ve siyaset adamları ABD ile anlaşıp Saddam Hüseyin’i devirdiler ve idam ettiler. Aynı yıllarda Afganistan’da Taliban rejiminin devrilmesi için Azeze Şiilerini kolladılar ve Kuzey İttifakı’na destek verdiler. Böylece ABD Afganistan’ı işgal etti. Gerçi yirmi küsûr yıl sonra Afganistan’ı tekrar devirdikleri Taliban’a bırakmak durumunda kaldılar.

Şubat Devrimi demiştik!

Her devrimde olduğu gibi elbette İran Devrimi de kendi kanun ve anayasalarını kendileri belirleyecekti. Yani İran Devriminin Hizbu’t-Tahrir gibi örgütlerin, “Kâmil Anayasa”larına ihtiyacı yoktu. Bu mânadan mülhem olmak üzere İran’da; “kamusal alanlarda kadınların başörtüsü takması” kanun ile yürürlüğe girdi, aykırı davranış sergileyenlere para veya hapis cezaları getirildi.

Şu mühim bir husustur ki, devrim ile birlikte İran’da bütün kanunlar On İki İmamcı İsna-ı Aşeriyye-Câferi mezhebine göre yapıldı. İran Anayasası’nın 72. maddesine göre kanun yapmak görevini icra eden İslâm Danışma Meclisi, Câferi mezhebinin hükümlerine aykırı kanun yapamaz. Tamam da. Câferi Mezhebi demek, İslâm’ın bütünü demek değil ki. Ve hani, “Lâ Şii, Lâ Sunni, Vahdet Vahdet” sloganı, İttihad-ı İslâm ilkesi nerede kaldı?

Kamusal alanda başörtüsü takma zorunluğu gibi kadınları denetleme kanunları, çağlar boyu hürriyetleri kısıtlanmış Batı toplumlarına mahsus kanunlardır. Buna dair olarak Kanunların Ruhu adlı eserinde Montesqueu; “Atina’da da kadınların davranışlarını denetleyen özel memurlar vardı.” der. Doğu, ziyadesiyle İslâm toplumlarının böyle kanunlara ihtiyacı yoktur, olmamıştır da. Çünkü meâlen; “dinde ikrah yoktur” buyruğu, Müslüman olmayan bir insana herhangi İslâmi bir ibadeti yapmaya veya kıyafeti giymeye zorlamayı men eder ve otoritenin baskıcı tutum izlemesinin önünde engel teşkil eder. Tarihte de İslâm cemiyetlerinde böyle husûsi bir denetim mekanizması olduğuna dair herhangi bir argüman yoktur. Çünkü, hürriyete dayalı bir inanç sisteminde böyle bir zorlamaya hiçbir zaman ihtiyaç olmadı. İnsanlar hem dünya hem âhiret saadet ve selâmeti için kendiliklerinden dini emirlere riayet ediyorlardı. Bazı aymazlar ise hani “mahalle baskısı” nedeniyle haddi aşamıyorlardı. Hadler aşılmayınca da illâ ki, “başörtüsü takmadın!” diye kadınlar hiçbir zaman maddî ceza veya hapis ile cezalandırılmadı. Meselenin fıkhî hükmü ve sosyal içeriğinin tafsilatı, ayrı bahis. Buradaki meselemiz, Mahsa Emini’ye yapılan yanlış uygulama.

Devlet aklı, kendi halkından birisine böyle bir sebepten dolayı şiddet uygulamaz, uygulamamalı. Kişi Müslümansa ikaz ve irşad edilir, yok değilse, hiç kimsenin haddi aşmayan kılığa kıyafete karışma selahiyeti yoktur. İrşad Devriyesi adı taşıyan bir kurumun görevlilerinin, “başörtüsünü düzgün takmadı” diye, bir kadıncağıza işkence etmesi olacak şey mi? İrşad Devriyeliğin nerede kaldı?..

Bu uygulamalara karşı “insan hak ve özgürlükleri kısıtlanıyor, etnik ve mezhebi kimlik ayrımcılığı yapılıyor” vâveylası koparılıp, sokaklara inilmesi ve eylem yapılması tabiîdir. İran halkı Ekim 2019 tarihinde de hayat pahalılığını protesto için sokaklara inmiş, Molla Rejimi buna mukabil Pastarları (Devrim Muhafızları) sahaya sürmüş ve 1500 küsür vatandaş katledilmişti. Emini vesilesiyle düzenlenen eylemlerde de yüz küsür vatandaşın katledildiği söyleniyor. Rejimin bekâsı için olsa bile bu, devlet eliyle vatandaşı katletmek yanlış olduğu gibi, bu eylemlerin rejimi devirmek (yıpratmak değil) için tertiplendiği iddiası da o kadar tutarsız olsa gerekir. Bu tür eylemler herhangi bir rejimi devirmek için bir taktik olabilir, lâkin genel bir stratejiniz yoksa, bir değil bin eylem olsa hiçbir rejimi devirmeye yetmez.

Batı; İlluminati ve Hıristiyan ve Yahudi Mesihçiler, Yeni Dünya Düzeni yahut Federatif Dünya Devleti teorik mimarları, “22 ülkenin sınırları değişecek” şeklinde beyanat veren ABD devlet erkanı, Sarı Yeleklilerin Fransa’nın altını üstüne getirmeleri, Türkiye’de Gezi olayları ve 15 Temmuz darbe kalkışması, PKK faaliyetleri gibi hâdiseler hep Yeni Dünya Düzeni için atılan adımlar cümlesindendir. Bu mânada İran’daki hâdiseleri de bu çerçevede değerlendirmek gayet yerinde olsa gerekir. Yalnız, şu günlerde bu çetelerin hiç birisi İrandaki Molla rejiminin büyümesini istemediği gibi, yıkılmasını da istemez. Zira İran devrimi hemen tüm İslâm ülkelerinde İslâmî hareketlerin önünü kesmek adına yap(tır)ılan bir devrimdir. Gerek Şah’ın ve Genelkurmay Başkanı Karabaği’nin anılarında, gerekse devrim öncesi BBC yayınlarında Humeyni’nin demeçlerine fazlasıyle yer verilmesi ve Humeyni’nin Fransız uçağıyle Tahran Havalimanına indirilmesi gibi nice argüman hep buna dair birer hüccettir.

İran, İslâm ülkelerine devrim değil, fitne ihraç etti. Şimdi de İslâm düşmanlığı ihraç ediyor…

Hülâsa; İrşad Devriyeleri tarafından yapılan işkence sonucu ölen Mahsa Emini bahane edilerek halkın sokaklara inmesi ve eylem yapması, Molla rejimini yıkmaya değil yıpratmaya yönelik bir eylem dizisi olabilir. Ayrıca, Molla rejimini şimdilik yıkmak, kurucu ve yardımcı ağababalarının da işine gelmez. Çünkü, şayet Molla rejimi bugün yıkılırsa Irak, Suriye ve Yemen, hattâ Afganistan gibi ülkelerde gerçekleşen Şii-Vahhabi savaşında Şiilerin hamisi kim olacak? İran yıkılırsa hangi devlet Şiileri kollayacak? Hangi devlet Müslüman katliamı yapacak? Yıktıkları rejimin yerine hangi sistemi ikame edecekler?

Bakınız! Afganistan’da 20 küsür yıl önce yıktıkları rejimi tekrar yerine koymak zorunda kaldılar. Aslında ABD için bu zorunluluk, “Irak’tan çıktığımız gibi neden buradan da erken çıkmadık” gibi pişmanlıklardan kaynaklanıyor olabilir; Doha’da Birader’le görüşülmesi, buna dair bir argümandır.

Churchil’in; “Türkiye solarsa sulayın, büyürse budayın!” sözü, şimdi neden İran için de geçerli olmasın?

Molla rejiminin Ortadoğu’ya tam hâkim olacak kadar büyümesi imkânsızdır. Lâkin Ortadoğu’da savaş ve iç savaşların devam etmesi için, rejimin solmaması da gerekir. Hani Derin ve Gizli Güçler; “BOP, hele yarı yolu tamamlasın, ondan sonra Molla rejiminin de icabına bakarız, şimdilik biraz yıpratalım!” hesabı güdüyor da olabilir. Vesselâm.

Görüş: Sedat Bulut