ABD, millet olma hususiyetine erememiş kırılgan bir yapıya sahip olan cemiyetini, diğer milletleri sömürmek suretiyle elde ettiği “ekonomik refah” sayesinde yıllarca bir arada tutmayı başardı. Zaman zaman büyük problemler yaşanmasına rağmen genel müsbet manzara sayesinde olumsuzluklar bir şekilde görmezden gelinebildi. Bu refahın ortadan kaybolmaya başlamasıyla birlikte ise tüm sorunlar gün yüzüne çıktı.

2000’li yıllar ile beraber dinî, siyasî ve iktisadî amiller sebebiyle ABD’nin bir iç çatışmaya muhatap kalabileceği, yine ABD’li akademisyenler tarafından sıklıkla dile getiriliyordu. Bunu görmelerine rağmen mâni olma kabiliyetinde değillerdi, olamadılar da…

Önceden marjinal görülen hareketlerin Trump sayesinde genişlemesinden sonra muhtemel bir iç savaşın durdurulamaz olduğu 2021 yılının başında gerçekleşen Kongre Baskını ile iyice anlaşıldı. Yüz sene boyunca “Amerikan rüyası” diye propaganda yapanlar artık bir “Amerikan kâbusu” ile karşı karşıya ve muhtemel bir iç savaşın senaryosunu yazmakla meşgul…

Bu yazılardan biri geçtiğimiz ay, Foreign Policy dergisinde Stephen Marche imzasıyla yayınlandı. Bu yazıyı okurlarımız için tercüme ettik:

Amerikan ordusu muhtemel bir iç savaşa niçin hazır değil?

Amerika’nın önemli bir kısmı siyasi otoriteyi yıkma arayışında. Peki başarılı olurlarsa ne olur?

Tahayyül dahi edilemeyecek bir şey Amerika’da gerçekleşti: Çeteler Beyaz Saray’ı istila etti, tanklar Washington sokaklarında boy gösterdi, protestocular ile asker arasında çatışma gerçekleşti, silahlı isyancılar hükümet yetkililerini kaçırmaya çalıştı, iktidarın barışçıl yollarla yeni sahibine devredilmesi noktasında belirsizlikler meydana geldi. Şayet bu satırların başka bir ülke hakkında yazıldığını görseniz, muhtemelen halihazırda bir iç savaş çıktığını düşünürsünüz. Bir gerçek var ki o da Amerika’nın bugün bir savaşın eşiğine gelmiş olma ihtimalidir. Amerikalıların bu durumu ciddi bir mesele olarak gündemlerine alması gerekiyor. Sırf siyasi olarak da değil muhtemel bir askeri senaryo ve potansiyel bir kaos durumu olarak da düşünmeliler.

ABD herhangi bir ülke değildir, burası dünyanın en uzun süreli demokrasisinin ve en büyük ekonomisinin olduğu yerdir. Ancak giderek daha az sayıda ABD’li bu büyüklük ve gücün onları koruyacağını düşünüyor. Eski Başkan Donald Trump’ın seçilmesinin ardından Thomas Ricks Foreign Policy adına bir grup ulusal güvenlik uzmanına, gelecek 10-15 yılda bir iç savaş çıkma ihtimalini sordu. Uzmanlar yüzde 35’lik bir ihtimal olduğunu söylediler. 2019 yılında Georgetown Üniversitesi’nin yaptığı bir ankette ise katılımcılara 0 ila 100 arasında oran vererek ABD’nin ‘bir iç savaş kıyısına’ ne kadar yakın olduğu soruldu. Katılımcıların üçte ikisine denk düşecek şekilde yüzde 67.23’ü buna yakın olunduğunu söyledi.

Bu sonuca güvenmek için birçok sebebimiz var. Amerika mevcut haliyle iç savaşın eşiğinde olan tipik bir ülke konumundadır. Siyasi sistem, her politik kararı eriten ve en iyimser şekilde ülkenin sırf yarısının iradesinin yansıması olan radikal-partizanlar tarafından tamamen darbeleniyor. Hukuki sistem giderek siyasi kavgaların arenası halini aldı. Ülkenin en büyük hükümet karşıtı askeri yapılanmalarından biri olan The Oath Keepers, etkileyici bir şekilde polis güçlerine ve Cumhuriyetçi Parti’ye sızıyor. Seçilmiş yetkililer kapılarını meclislerini istila eden vandallara açıyor. Bu durum siyasi rakiplerine karşı şiddet çağrısında bulunan siyasi temsilciler için artık normal bir hal aldı. “Silahları ne zaman kullanacağız?" sorusunu sormak sağcıların buluşmalarında sıradan hale geldi. Siyasi şiddet yükselişte ve mahkemeler hukuksuzlukları meşrulaştırmakla meşgul. Kyle Rittenhouse davasına bakmak bile bu durumu anlamak için yeterli olacaktır.

Sadece bir kıvılcıma yani, ülkenin algısını değiştiren büyük bir iç terör olayına ihtiyaç var. Ardından federal otoriteye karşı öfkesini olan ve patlayıcı yüklü bir insansız hava aracını Capitol kubbesine uçurmak isteyen hükümet karşıtı bir vatansever veya birlikte müdahale doktrinini savunmak için silah almaya karar veren şerifler görmeye başlayacağız. Hatta askeri güçlerin harekete geçirilme ihtimali bile mümkün olabilecek. Ohio Eyalet Üniversitesi'nde askeri tarih profesörü olan ABD Ordusu emekli Albayı Peter Mansoor, Irak savaşı görmüş birisi ve şimdi de geçmişteki isyanları inceliyor. Başka yer ve zamanlardaki iç savaşlara benzer çağdaş bir Amerikan iç savaşı hayal etmekte zorluk çekmiyor. Mansoor muhtemel yeni bir iç savaşın geçmişteki iç savaşlar gibi olmayacağını belirtiyor ve şunları ekliyor: "İnançlara, ten renklerine ve dine dayalı, herkesin içinde olduğu, komşuların birbirine girdiği bir savaş olacağını düşünüyorum. Ve bu korkunç olurdu."

ABD hükümeti için, ülke sınırları içinde yaygın bir siyasi şiddet salgını mutlaka askeri bir operasyona dönüşecekti. FBI'ın ya da İç Güvenlik Bakanlığı'nın isyancılarla başa çıkmak için yetersiz kalacağı bir konumda ABD milisleri oldukça önemlidir. Sadece Amerikan ordusu isyancı güçlerle başa çıkabilir. Ve taktik açıdan, ABD güçleri ile bir milis (veya bu konumda herhangi bir isyancı güç) arasındaki herhangi bir çatışma tamamen tek taraflı olacaktır. Sağcı milislerin hazırlıklarına ve ABD halkındaki mevcut silah sayısına rağmen, ABD Deniz Piyadeleri hala Amerikan Deniz Piyadeleridir. Hiçbir milis veya örgütlü milis grubu savaşta onlarla yarışamaz.

Asıl sorunlar yasal ve bürokratik olacak ve bu sorunlar da hızla askeri bir karaktere bürünebilir. ABD ordusu kültürel veya kurumsal olarak yeterli bir yerli aktör olacak şekilde tasarlanmamıştır. Amerikan hayatındaki rolü, özellikle iç operasyonlarda ‘etkisiz hale getirmek’ için tasarlanmıştır. Ordunun kullanımı başlı başına bir anayasal kriz oluşturmayacaktır; çünkü ABD topraklarında askeri güç kullanımını düzenleyen yasal emsaller ve açık yürütme emirleri vardır. Ancak sivil ayaklanmalara karşı herhangi bir askeri tepkinin kontrolden çıkarak genişletilmiş isyana dönüşmesi muhtemeldir. Ve Amerikan ordusunun tüm kabiliyetlerinin sonucu tamamen belirsiz olacaktır.

Yabancı ülkelerdeki işgalci güçler, neredeyse istisnasız, yerel halk tarafından gayrimeşru olarak görülür. Peki ABD topraklarındaki bir Amerikan gücü de aynı temel direnişle karşı karşıya kalır mı? Ne de olsa Amerikan kuvvetleri Amerikalılardan teşekkül etmektedir. Ancak ABD diğer ülkeler gibi değildir. Burası hükümete karşı direnişle var olmuş bir ülke. ABD tarihi, federal otoriteye karşı devlet direnişiyle doludur. Ve daha önce de kendi güçleri tarafından işgale karşı direniş yaşadı.

Amerika Birleşik Devletleri şu anda ‘hayatta kalma’ meraklılarından neo-Nazi hareketlere ve egemen vatandaşlara kadar çeşitli hükümet karşıtı hareketleri barındırmaktadır. Onlar aynı zamanda silahlılar. Bu grupların çok sayıda üyesi düşük dereceli nükleer silahlar inşa etmek için gerekli malzemelerle yakalandı. Amerikan kamuoyunun önemli bir kısmı aktif olarak siyasi otoritenin yok edilmesini seyrediyor. 6 Ocak 2021 olaylarının bize açıkça gösterdiği gibi, federal hükümeti devirme ve özgürlük vizyonlarını silahlı şekilde uygulamaya devam ederlerse ne olur?

Ortak Bildiri, silahlı kuvvetlerin vatan savunmasındaki rolünü ABD'nin "egemenliğini, topraklarını, iç nüfusunu ve kritik altyapıyı, Başkan'ın yönlendirdiği gibi dış tehditlere ve saldırganlıklara veya diğer tehditlere karşı korumak" olarak tanımlamaktadır. Peki hangisi? Ordu "dış tehditlere" karşı korunmak için orada mı? Yoksa "diğer tehditler" kategorisi isyancı milisleri de kapsayacak kadar geniş mi?

İsyan Yasası ikincisini şart koşar. İlk olarak 1807'de yürürlüğe giren yasa, valinin isteği üzerine bir eyalet hükümetine karşı bir isyanın bastırılmasını sağlar. Ayrıca, Birleşik Devletler Kanunu’nun 10. Maddesinin 253. Fıkrası (1) bir kısmının veya bir vatandaş sınıfının anayasal haklardan yoksun bırakılması ve devletin bu hakları koruyamaması veya reddetmesi yahut (2) herhangi bir federal yasanın yürütülmesini engellemesi durumunda, başkanın isyanı bastırmak için silahlı kuvvetleri kullanmasına izin verir. Bu tür doğrudan angajmanın emsalleri vardır: İç Savaştan sonra Güney'in yeniden inşası, Başkan Dwight D. Eisenhower’ın 1957'de Little Rock- Arkansas'a asker çağırarak ayrımcılığa son vermelerini emretmesi; 1992 Los Angeles ayaklanmaları…

Ancak 1992 Los Angeles ayaklanmaları sırasında 7. Piyade Tümeni'ne verilen yetki, sivil şiddet olaylarına tepki olarak verilen minimum güç seviyesindeydi. Bugünkü siyasi şiddetin çok daha organize olması muhtemel. Asıl soru, Amerikan ordusu aynı şekilde karşılık vermek zorunda kalırsa ne olacak?

İsyan Yasası'nın koşulları altında, Adalet Bakanlığı, vatan huzuru noktasında önde gelen federal ajanstır. Uygulamada bu, başkanın askeri operasyonları denetlemesi için başsavcının üst düzey bir sivil temsilcisini atayacağı anlamına geliyor. Polis harekâtı ve askeri harekatın çifte rolünden doğan iki katmanlı otorite, istihbarat toplama çabalarını ezecektir. Reagan yönetimi, 12333 sayılı Yürütme Emri'nde ordunun sadece ABD vatandaşları söz konusu olduğunda vaziyeti anlamak için yeterli bilgi toplamasına izin verildiğini açıkça belirtmiştir. Sorunun özü, Savunma Bakanlığı'nın deyimiyle "operasyonel ihtiyaçları karşılamak için gerekli" ifadesinin etkili bir tanımını ortaya çıkarmaktır. İsyancıların anayasal haklarının yerine getirilmemesi, hükümetin gayrimeşru olduğu iddialarını haklı çıkaracaktır.

Mücadele, tarihteki tüm Amerikan askeri operasyonlarından daha fazla inceleme altında gerçekleşecektir. ‘Bilgi harekâtı’ ABD ordusunun büyük zaaflarındandır. Hükümetlerin meşruiyet kaynağı olan basit ama güçlü anlatılar, en parlak askerlerin dahi unutulmasını sağlamıştır. Dört yıldızlı Ordu Generali John Galvin 1986’da orduyu “savaşın toplumsal boyutlarıyla beraber huzursuz” bir zihniyete sahip olarak tanımlamıştır. Kontrgerilla operasyonları konusunda yazı yazan veya Afganistan ve Irak’taki başarısızlığı raporlayan her general ki bunlara emekli generaller David Petraeus ve Stanley McChrystal da dahil, kültür ve çatışmanın etkileşimini anlamak noktasında benzer zayıflıktan dem vurmaktadır. Askeri liderler insancıl olmaktan çok, tabiatları icabı mekaniktirler. Onlar politikacı değillerdir. Genelkurmay Başkanlığı’nın 21. Yüzyıldaki çatışmanın bilgi niteliğini tespit etmekteki başarısızlığı, harp durumundaki krizlere bir örnektir. Çünkü generaller her zaman son savaşa hazırlanırlar.

Bir saha operasyonu sırasında, bilgi desteği sağlayan askeri elemanlar, herhangi bir donanımlı askerden ya da mühendisten çok daha önemlidir. İster siyasi ister hukuki olsun herhangi bir hareket, son derece kutuplaşmış bir medya ve meşruiyeti azalan bir hukuk sistemi içerisinde gelişecektir. Ülkenin yarısı için, demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü korumak adına isyancı veya teröristlere karşı askeri müdahale gereklidir. Diğer yarısı için ise, bu bireysel özgürlüklerin sonu olacaktır. Amerikan vatandaşlarına karşı ABD askeri gücünün her türlü eylemi, otomatik bir gayrimeşruluk hissi doğuracaktır. Zaten ortaya çıkan meşruiyet krizi daha da şiddetlenecektir.

60 yıllık ABD tecrübesi, isyanla mücadele konusunda da aynı dersi verdi: Kaybetmişsen kaybetmişsindir ancak kazandıysan yine kaybetmişsindir. Bugün ABD’nin kontrgerilla stratejisi, 2006’da Patraeus’un oluşturduğu “temizle, elde tut ve inşa et” versiyonunun devamıdır. ABD ordusuna kontrgerilla operasyonları için bir doktrin sağlayan Ortak Yayın (Joint Publication) 3-24'ün güncel baskısında, kuşak yaklaşımını (isyanlara katılma ihtimali en büyük olan gençlerle etkileşimde bulunmak) ve ağ etkileşimini (sosyal medya aracılığıyla) içeren bir isyan bastırma stratejisi "şekil ver, temizle, elde tut, inşa et ve aktar" olarak özetlenmiştir. Tüm bu stratejiler askerin operasyon yöntemlerindeki çaresizliğin göstergesidir. Ordu bu stratejileri strateji olduğu için tutuyor, işe yaradıkları için değil. ABD ordusu yıllardır yabancı ülkelerdeki isyancılara karşı etkisizliği ile bilinir. Anavatanında nasıl daha iyisini yapsınlar ki?

Temel problem bir işgalci olarak meşruiyeti inşa etmenin imkansızlığıdır: Elde tutma süreci, tüm iyi niyete rağmen daima yıkıcı ve aşağılayıcı bir şeydir. Herhangi bir işgalci gücün -Cezayir ve Çinhindi'deki Fransızlar, Afganistan'daki Ruslar, gittikleri yerlerdeki İngilizler gibi- gayri meşruiyeti, her zaman “Amerikalılar Amerika’da” bağlamından daha büyük bir muhalefetle karşılaşacaktır. Meydan okuma, federal hükümetin gayri meşru olduğu iddiasıyla başlar. Hükümet karşıtı bir vatanseverin sığınağını yahut herhangi bir devlet kurumunu işgal ederseniz zorlanırsınız. Yerel halk hükümet istemez. Asıl mevzu da budur. Ortak Bildiri 3-24'ün belirttiği gibi, herhangi bir güç, meşrulaştırma vasıtaları olmadan "şiddetin ardında yatan nedenleri” nasıl tespit edebilir?

ABD topraklarında başarısız bir işgal örneği bulmak için çok uzağa bakmanıza gerek yok. Güney, Yeniden Yapılanma kapsamında kuzey yönetimi birleşme projesinden vazgeçene kadar uğraşan Ku Klux Klan, Kırmızı Gömlekliler ve Beyaz Lig'i gibi terör örgütleri ortaya çıkardı. İç Savaş sonrası işgalin izleri günümüze kadar gelen bir hınç doğurdu. Güneydeki pek çok kişi Sherman'ın Denize Yürüyüşü'nün suiistimallerini unutmadı ve Kuzeyli yetkilileri boyun eğmelerinden dolayı affetmedi. İşgal altındaki Amerikalılar işgalci Amerikalılardan nefret ediyordu. Bu nefret devam ediyor.

Bu durum, şiddetin kendisini inşa ettiği isyan çatışmasının tabiatında vardır. En son karşı isyan kılavuzu, algı sorununu kabullenmeye başladı. Asiler ve İsyan Karşıtları şu anda birbiriyle rekabet eden hikâye anlatımlarıyla uğraşıyor. "İsyancı gruplar, hem iç hem de dış kitlelere yönelik şikâyetleri, hedefleri ve eylemlerin gerekçelerini iletmek için anlatılardan yararlanıyor.” diyen Ortak Bildiri 3-24, devamında ise şunları ifade ediyor: “İsyan anlatılarının üç unsuru veya bileşeni vardır: Aktörler ve faaliyet gösterdikleri ortamlar, zamansal bir süreklilik boyunca olaylar ve nedensellik, ilk iki unsura göre neden ve sonuç." Buradaki anahtar ise seyircidir. Asıl soru ise şudur: Herhangi bir askeri güç seyircilere oynamakta ne kadar iyi olabilir?

Amerikan ordusu ile herhangi bir yerli milis güç arasındaki savaşların taktik açısından değerlendirilmesi tamamen önemsiz olacaktır. Çünkü bu iki taraf arasındaki muhtemel bir çatışmada, taktik uzmanlığı olan bir kimse tek taraflı bir çatışmadan başka bir şey hayal bile edemez. Profesyonel askeri güçler profesyoneldir.

Aynı şekilde, isyanla mücadele konusunda herhangi bir siyasi uzmanlığa sahip bir kimse bu zaferlerin hiçbirinin önemli olacağını hayal bile edemez. North Carolina Eyalet Üniversitesi'nde tarih dersi veren emekli Tuğgeneral Daniel Bolger için isyanla mücadele sorunu temelde askeri bir sorun değildir: “Çatışmalarda peş peşe alınan zaferler aslında yeni bir durum oluşturmaz”. Bolger'in 20 yıllık ABD karşı ayaklanmasının başarısızlıklarını yerinde rapor eden Why We Lost kitabını okuduğunuzda, kayıpların olacağını anlar, beklemeye başlarsınız. Amerikalılar her şartta ve durumda savaşın galibidir. İyi yürütülen mükemmel planları vardır. Zafer koleksiyonları önemsizdir. Bolger şunu ifade eder: “Tanım olarak, işgalci sizsinizdir ve yaptığınız her şey, yerel halka 'yerel yönetimlerinin' bir araçtan başka bir şey olmadığını gösterir.”

Askerler ne zaman bir iç direniş karakolunu yıksa, bu alttaki krizleri daha da derinleştirir. Bolger, "Zaman zaman insanların 'Bir ayaklanmadan endişelenmiyorum çünkü ordu tüm tanklara ve Hava Kuvvetleri'nin bombardıman uçaklarına sahip' dediğini duyacaksınız." diyor ve ekliyor “Eğer bu şekilde hadiseyi sadece girip insanları öldürmeye indirgenirsen, isyanı çözemezsin. Bilakis yayarsın. Daha fazlasını garanti edersin.” İnsanları sizden nefret ettiği için cezalandıramazsınız. Ordu bir cezalandırma aracıdır. İşlevi onu bu konuda işe yaramaz hale getirir.

Bu beyhudeliği her açıdan gören Bolger için isyanla mücadele stratejisi bir çelişkidir. Bu, tek kazanma stratejisinin oynamamak olduğu bir oyundur. Ama herkesin de oynamama lüksü yoktur.

Emekli Albay Mansoor'un bakış açısı ise farklıdır. Mansoor için bir isyan bastırma teşebbüsünün başarısı hayati bir inceliğe sahiptir. Bir kere, asiler Peru'daki Aydınlık Yol veya Bolivya'daki Che Guevara örneğinde olduğu gibi yerel halk tarafından sevilmediklerinde başarısız oluyorlar. Mansoor bu ayaklanmaların "en başta meydana gelme nedeninin siyaset” olduğunu kabul etse de "En önemli şey siyaseti doğru yapmaktır ve eğer politikayı doğru yaparsan, bir karşı isyan kazanabilirsin.” demektedir.

Ordunun Mansoor'un görüşüne göre rolü, siyasi ilerleme kaydedilebilmesi için şiddeti kontrol altına almaktır: “Çok fazla şiddet varsa, siyaset dondurulur.” Irak’taki 2007 dalgalanmasının arkasından diyaloğu desteklemek için istikrara ihtiyaç duyulduğu düşünüldü. Ve orada, genişletilmiş bir kontrgerilla stratejisi, siyaseti mümkün kıldı. Ardından taraflar kendilerini tam olarak şiddet olaylarının öncesindeki hallerinde buldular.

Bir sonraki ABD iç savaşının çözümü, Amerika'nın zaten karşı karşıya olduğu krizlere çözüm bulmak olacaktır. Ordu, en iyi ihtimalle, ABD'nin şu anda sorunlarını müzakere etmek için sahip olduğu alanı oluşturabilir. Eğer Amerika bu sorunları şimdi çözemiyorsa, şiddet olaylarının ardından nasıl çözebilsin ki?

Kontrgerilla operasyonu başladıktan sonra, kuvvetlerinizi geri çekmek neredeyse imkansızdır. Hayatta kalma savaşının ortasında, bir insan modelini korumayı nasıl başarabilir? Bolger, "Odaklanıyorsunuz, çünkü devriyelerde, pusularda, gece baskınlarında hayatınız her an tehlikede. Bunu yaparken de umutlusundur. Emir komuta kademesinin yukarısında olanlar da şöyle düşünüyor, ‘Bu adamlara bunu yaptırıyorum, çünkü bu bizi istediğimiz şeye yaklaştırıyor.' Tecrübelerime göre bunu bu yüzden yaptırıyorlardı çünkü biz de öyle yaptık. Benim tespit edebileceğim genel bir planları olduğunu sanmıyorum. Kendi ülkemizden bahsederken, riskler çok daha yüksek olacaktır."

Mansoor için, ABD'nin coğrafya ve nüfus açısından büyüklüğü büyük bir askeri sorun teşkil edecektir. "Şiddeti kontrol altına almak için çok sayıda güvenlik gücüne sahip olduğunuz birliklere ihtiyacınız var. Amerika Birleşik Devletleri, büyük bir nüfusa sahip; çok büyük bir devlet. Bunu sağlayabilmek için o kadar çok üniformalı insan olabileceğinden emin değilim. Göreceğiniz şey, muhtemelen her iki taraftaki milislerin sayısının artmasıdır." Ordunun rolü şiddeti bastırmak olacaktır. Şiddeti bastırmanın tek yolu ise ülkeyi kilit altına almaktır.

Mansoor, "Toplumu kontrol etmek zorundasınız." der. "Bağdat'ta bunu, şehri beton bariyerlerle bölerek, sıkıyönetim ve nüfus sayımı ile yaptık. Sokağa çıkma yasağı vardı. Her yerde kontrol noktaları vardı. Silah ve mühimmat aramak için kordonlar kurduk ve arama operasyonlarında insanların evlerine girdik. Terörist ve isyancı liderleri ortaya çıkarmak için geniş çaplı bir istihbarat operasyonu yaptık. Şehri 7/24 gözetim altında tuttuk.” Yaşama alanları etnik kökene göre 3 metrelik çelik takviyeli duvarlarıyla bölündü. Vatandaşlar her ayrılışlarında ya da mahallelerine her girdiklerinde sorguya çekildiler. Şüpheli olan herkes tutuklandı. "Bu da meydana gelecek diğer bir şey: ABD genelinde, itaatsiz olduğundan şüphelenilen veya sadakatsiz olduğu düşünülen kişilerin konulduğu devasa gözaltı merkezleri." Ki zaten Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın en çok hapsedilen toplumudur.

Böyle bir baskı ne kadar sürebilir? Mansoor, "ABD'de gelecekteki bir iç savaştan bahsediyoruz, bu mücadele tetiklediği tutkular nedeniyle kestirilemez olarak uzayacaktır." dedi. Bir tarihçi ve emekli bir subay olan Bolger için, olağanüstü olan, ABD'nin kendi topraklarındaki asilerden bile ne kadar az şey öğrendiğidir. İngiliz Ordusu Devrim Savaşı'ndaki neredeyse tüm meydan savaşlarını kazandı. Ancak İngilizler ülkeyi, sakinlerinin iradesine karşı elde tutamadılar. İç Savaş'ın ardından yeniden yapılanmanın başarısızlığı, Amerikalıları hoş göremeyecekleri bir siyasi rejim altında tutmanın neredeyse imkânsız olduğunu ortaya koyuyor. Kuzey savaşı kazandı; ama işgali hazmedemedi. Bolger bunla alakalı olarak şöyle söyler: "Gerçekte olan şey neydi? Kuzey güçleri, 1877'ye kadar çok küçük bir askerî güce sahip olan hükümetin geçici desteğiyle silahsız ve insansız bir şekilde mücadele ediyor ve herkes ‘Bu iş ne zaman bitecek?’ diye düşünüyordu. Peki ardından ne oldu? 1877'ye kadar neredeyse hiçbir hakkı olmayan Afro-Amerikalılar temelde yine hiçbir hakkı olmayan piyonlar haline geldi ve Kuzey'deki insanlar bunu kabul ettiler çünkü bu konuda hiçbir şey yapamayacaklarını biliyorlardı. Her bir Güneyliyi öldüremezlerdi." 1877 Uzlaşması nihayetinde federal gücün geri çekilmesiydi. Bolger, "Güney esasen kendi yönetimine kavuştu." Yeniden yapılanma bir anlamda ilk başarısız Amerikan işgaliydi.

Sıradan insanlara, teröristlerin şiddeti ile devletin baskısı arasında hayatlarını yaşamaya çalışan Amerikalılara göre; zafer ve yenilgi aynı olacaktır. Bolger, "Bir toplumu bastırmak için silahlı güç kullandığınız bir durumdaysanız, ya bir grup insanı öldürmek zorunda kalacaksınız ya da çekilip yerel kontrole sahip olmalarına izin vereceksiniz." der. "Onları asla kendi yöntemini kabul etmeleri için ikna edemeyeceksin." Birleşik Devletler, bir iç savaştan sağ çıktı. Bir sonraki iç savaş için soru, ABD'nin hayatta kalıp kalmayacağı değil, ABD’nin tanınabilir bir devlet olup olmayacağıdır.

Hem sağ hem de sol bir takım yapısal avantajlarla başka bir iç savaşa girişecek. Sağ, tabanının vahşiliği ve militarizasyonundan, radikal sağın devlete önemli ölçüde sızmasından, senato ve seçim mirasından yararlanacak ve bu da sayılarının daha az olmasına rağmen ordunun ele geçirilmesi için anayasal bir temel oluşturacaktır. Sol ise ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturuyor ve para onlarda. 2020'de Joe Biden'a oy veren bölgeler ulusal GSYH'nın yüzde 70'ini oluşturuyor. Her iki tarafın da güçlü yönleri olduğunu düşünürsek, en başından itibaren baskın gelen veya net bir kazanan olmayacaktır.

Bir darbe de global anlamda eşi görülmemiş bir şey olmayacaktır: 1973'te Şili'de, yaklaşık 48 yıldır ordu huzuru dayatana kadar yürürlükte olan ve kazananın hepsini aldığı anayasal demokrasi, sıfır toplamlı partizan siyasete dönüştü. Diğer ülkeler, hatta Kanada gibi yerleşik demokrasiler, şiddetli siyasi kargaşanın ortasında sıkıyönetim uyguladılar. Ancak ABD’de sert bir darbenin -ülke üzerinde askeri kontrol sağlamak için Pennsylvania Bulvarı'nda yürüyen tanklar- pek mümkün olmadığı belirtiliyor. El Paso'daki Teksas Üniversitesi'nde siyaset bilimi profesörü olan Taeko Hiroi'ye göre, hemen hemen her darbenin derin nedenleri "yoksulluk, çoğunlukla toprağa dayalı ekonomik faaliyetler ve melez siyasi rejimlerdir". Ne otoriter ne de demokratik ülkeler en savunmasız ülkelerdir. Darbelerin ani tetikleyicileri "sosyal istikrarsızlık, hükümet karşıtı protestolar, ekonomik kriz ve rejim geçişleri" olma eğilimindedir. Bu koşullar ABD için düşünülemez değil, ancak sert bir darbenin muhtemel olmamasının gerçek nedeni, bunun daha önce gerçekleşmemiş olmasıdır. Hiroi, "Bir ülkenin darbe yaşamasındaki en önemli faktörlerden biri tarihtir." diyor. "Darbelerin, darbe yaşayan ülkelerin başına gelmesi daha muhtemeldir."

ABD'nin darbe geçmişi yoktur, ancak hem geniş siyasi suikast geçmişi hem de işgal altındaki iç savaş ve isyan geçmişi radikal bir siyasi şiddet geçmişi vardır. İsyan çatışmalarının tipik sonucu ise her iki tarafın zaferi değil, her tarafından tükenmişliğidir. Yorgunluk, ABD'nin siyasi manzarasını yeniden şekillendirir. Bolger "Şiddeti durdurmak için yerel makamlarla ne gibi pazarlıklar veya anlaşmalar yapılacak?" diye sorar. Yetki devri, herhangi bir resmi mevzuat bile gerektirmez. Geçiş oldukça gizli olabilir. Federal hükümetin hangi yasaları uygulamayı seçeceği merak konusudur. Emsaller var. Federal yasalara göre uyuşturucu yasak olsa da bazı eyaletler marihuana satışına ve tüketimine izin vermiştir. "Sonuçta ortaya çıkan şey bugün bildiğimiz Amerika'ya çok mu benzeyecektir? Bilmiyorum. Soru şu ki, toplumun bir bütün olarak hangi noktada kırılmasına neden oluyor? Hangi noktada çok ileri gidiyor ve diyorsunuz ki, 'Tamam, burası artık bir ülke değil. Hepimiz aynı şeymiş gibi davranıyoruz." Bu soru sadece gelecekteki Amerikalılar için değil. Şu anı da belirliyor. İç savaş olsun ya da olmasın, Amerikalılar varoluşsal bir soruyla karşı karşıya kalacaklar: Artık aynı ülkenin bir parçasılar mı? Yoksa sadece rol mü yapıyorlar? Amerikan deneyi yavaş yavaş sona eriyor.

Meseleyi mümkün olduğunca basit bir şekilde ifade etmek gerekirse, ABD siyasi şiddeti yatıştırmak ve yavaşlatmak için etkili bir yola sahip değil. Müzakere etmek için hala biraz zaman olsa da, politika yapıcılar en azından ABD topraklarında gelecekte herhangi bir askeri güç kullanımıyla karşı karşıya olan bürokratik bataklığı en azından açıklığa kavuşturmalı veya mütevazı bir şekilde çözmelidir. Şu anda, ordunun bunu yapmaya yönelik herhangi bir girişimi, bunun altında kalan gerginliği daha da artıracaktır. Sistemdeki arızalarla uğraşan sistemlerin kendisi bozuk. Şimdi mesele, bunun ne kadar uzak olduğu ve ne kadar uzun süreceğidir.

Tercüme: Abdulkerim Kiracı