Devletin mümeyyiz vasfı, hukuk oluşturup onu korumaktır. Kendi tebaası arasında veya kendisi ile tebaası arasında çıkabilecek her türlü meselenin hallini, mümkün olduğunca objektif kurallara bağlamaktır. Hukukun aslî kaynağı, ahlâk, ahlâkın kaynağı da, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, dindir. Yine, diğer her beşerî hususta olduğu gibi, hukukun nihaî kaynağı peygamberlerdir. Bu mânâda ahlâk ve hukukun mutlak kaynağı Allah'tır. Devlet, kaba kuvvetin hukuka teslim olduğu müessesedir. Hukuksuz devlet olamaz; yazılı veya sözlü anlamda mutlaka o devletin yapısını oluşturan bir kanun düzeni mevcuttur. Ama carî hukukun inandırıcılığını kaybettiği, hukukî müeyyidelerin adamına göre işlediği vaziyetlerde, bir devletten değil, bir çeteden bahsetmek lazım gelir. Devletin, bünyesi içine aldığı ferdlerin asgarî hayat şartlarını temin etmesi gerekir. Aksi halde, o ülkede yozlaşma, yıkım ve netice olarak isyan kaçınılmaz hâle gelecektir.

Hukukun kaynağı ahlâktır, dedik. İbda Hikemiyatı'na göre hukuk, ahlâkın pıhtılaşmış hâlidir. Ahlâk; “'fail' olmak yerine 'münfail' sıfatta, yani 'fiilin içine işlemiş ve işletici' sıfattadır.” (S. Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız, sh. 85) Ahlâk ise referansını en temel insanî his olan “inanç”ta bulur. Yukarıda bu hususa da değinmiştik. Ahlâk kuralları, insanın üzerinde bir kaynaktan, kendisi gibi olmayan, kendisinden üstün olan, doğruluğundan şüphe edilmeyecek bir üst akıldan, “müteâl” varlıktan geldiğine İNANILINCA tatbik kuvvetini haiz olur. Bu inancın olmadığı yerde o kurallar işletici/yaptırıcı vasfını kazanamaz. Hülasâ, inanç, ahlâk ve hukuk arasında doğru yönde bir münasebet mevcuttur. Bu münasebet üzerine bina olunan devlet, sağlıklı bir şekilde işlemeye namzettir.

Yazının tamamı için TIKLA