Kovid19’un memleketimizde görülmeye başlanmasının ardından hükümet zaruri olarak aldığı bir takım tedbirlerle virüsün yayılımını engellemeye çalıştı. Bu tedbirlerin bazıları cemiyetin hak ve hürriyetlerini kısıtlayıcı olduğu gerekçesiyle eleştirilirken hukukî olup olmadığı noktasında da tartışmalara yol açtı. Bilhassa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 29 Nisan-17 Mayıs arası memleket genelinde tam kapanmaya geçileceğini ilân etmesinin ardından alınan bu kararın hukukî olup olmadığı noktasındaki soruları tekrar gündeme getirdi.

Av. Balcı

“Eşitlik ilkesine uyulmuyor”

Hükümetin temel hak ve hürriyetler konusunda kısıtlama yetkisi olup olmadığını değerlendiren Av. Muharrem Balcı, “Yasalarımızda bir ceza uygulamaları, bir de tedbirler vardır. Güvenlik tedbirleri, sağlık tedbirleri gibi… Şu an uygulanan kısıtlamalar kamu sağlığı ile alâkalıdır. Dolayısıyla hükümet kamu sağlığı açısından gerekli gördüğü tedbirleri alır. Maske ve sokağa çıkma yasakları konusunda temel hak ve özgürlüklerin nasıl sınırlandırılabileceğinin kriterleri var, bunlara uyulması gerekir.” ifadelerini kullanırken kısıtlama kararlarının eşitlik ilkesine uymaması bakımından ise bir sorun teşkil ettiğini belirterek kısıtlamaların bazı kişilere uygulanırken bazılarına uygulanmadığını söyledi.

“Müslümanlar kanunların etrafından dolaşmak yerine İslâm’a nisbetle yeniden yapmalı!”

Sokağa çıkma kısıtlamaları normal şartlarda hukukî temele dayandırılabilir; fakat şu anda hukukî temele dayandırılmadan yapılıyor.” diyen Av. İlhami Sayan ise, Müslüman kimliğiyle öne çıkan iktidarın, Tanzimat’tan bu yana kültürümüzle ve İslâm inancıyla bağdaşmayan kanunlardan dolayı Müslümanların kanunları etrafından dolaşılması gereken bir şey olarak algıladığını belirterek, “Kanun hem yönetenler hem yönetilenler açısından bir güvencedir. Müslüman toplumlar açısından kanunun İslâm’a dayanırlığı önemlidir; fakat İslâm’a dayanmasa da kanun bir güvencedir. Bunlar esasa değil, usûle dair görüldüğü için önemsenmiyor; fakat usûl esastan önce gelir. Dolayısıyla burada hükümetin yapması gereken kanunların etrafından dolaşmaya çalışmak değil, kanunları ve anayasayı İslâm’a nisbetle yeniden oluşturmaya çalışmaktır.” ifadelerini kullandı.

Salgın sürecinde uygulanan yasakları hukukî bakımdan kriterlere uyulup uyulmadığı noktasında değerlendirirken “Şu an uygulanan yasakların tamamı kanuna ve anayasaya dayanılarak da yapılabilirdi. Türkiye’de yasal olarak kişi hak ve hürriyetlerini sınırlandırmanın iki yöntemi var. Birincisi, “olağan zamanlarda” sınırlandırmadır ve Anayasa’nın 13. Maddesine dayanır. İkincisi ise, olağanüstü zamanlarda sınırlandırmadır ve bu da Anayasa’nın 15. Maddesinde yazılıdır. Normalde idarecilerin yapması gereken bu kanunlardan birine dayanmaktır.” ifadelerini kullanan Sayan söz konusu maddeleri de şu şekilde açıkladı:

Bunların belli şartları var, Anayasa’nın 13. Maddesi, ‘temel hak ve hürriyetleri bu maddeye göre olağan dönem içinde sınırlandıracaksan kanunla sınırlandıracaksın, ölçülü olacaksın, temel hak ve hürriyetin özüne zarar vermeyeceksin ve belli gereklilikler olacak’ diyor. 15. Madde ise yöneticilere daha fazla yetki veriyor; çünkü olağanüstü bir durum söz konusu. Savaş tehlikesi, terör olayları, salgın gibi sebeplerle ortaya çıkan ve OHAL ilan edilen dönemlerde yöneticilere özel bir yetki tanıyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de bu yetkiyi kabul ediyor. Bu durumda kanunla sınırlandırma mecburiyeti ortadan kalkıyor, genelge ve yönetmeliklerle, hatta valilik kararları ile de kısıtlama getirilebiliyor. Yani 15. Madde kısıtlama getirme noktasında yöneticilere geniş bir yetki tanıyor ve sadece ölçülülük ve uluslararası sözleşmelere uygunluk şartının sağlanmasını istiyor. Buradan anlaşılacağı üzere OHAL ilan edilmemişse kanun ile kısıtlama getirilmesi gerekiyor. Memleketimizde OHAL ilan edildi mi? Hayır. Dünya Sağlık Örgütü’nün ‘pandemi’ ilânı, Türkiye’de OHAL ilan edilmiş gibi kabul edildi. Bu açıkça Türkiye’nin egemenlik hakkına aykırıdır. Bu, Bülent Ecevit’in ‘Afganistan konusunda Amerikalılar ikna olmuşsa, biz de ikna olmuşuzdur.’ diyerek Türkiye’yi Amerika’ya bağlamasıyla aynı şeydir. DSÖ’nün ‘pandemi’ ilânı Türkiye’de OHAL ilan edildiği mânâsına gelmemektedir. Türkiye’nin salgın sebebiyle bir OHAL ilan etmesi gerekirdi, ki fiilen zaten olağanüstü hâli yaşıyoruz.

OHAL ilan edilmesinin artı ve eksilerini de değerlendiren Sayan, “Olağanüstü hâl ilan etmek devlete yükümlülükler getirir; fakat getirisiyle götürüsünü kıyasladığınızda devlete ve hükümete sağladığı imkânın götürüsünden fazla olduğunu görürsünüz. Verdiği hak fazla, yüklediği sorumluluk daha azdır.” ifadelerini kullandı.

“Cezalar usûl yönünden sorunlu”

Av. Muharrem Balcı, kısıtlamaların hukukiliğinin yanısıra diğer bir tartışma konusu olan sokağa çıkma kısıtlamasının ve maske kullanımının ihlaline dair cezalar hususunda ise “Tedbirlerin cezaya dönüşmesi noktasında sorun var. Polislerin kestiği ceza makbuzları hukukî değil. Polis ceza kesemez; hukuka aykırılığı tesbit edip tutanağı hazırlar ve gerekli mercie gönderir, karar organı neresi ise orayı cezayı keser. Bu sebeple polisin kestiği cezalar Anayasa Mahkemesi tarafından birkaç defa iptal edildi.” dedi.

Balcı, maske cezalarının iptal kararının emsal teşkil edip etmeyeceği hususunda “İdare mahkemesi kararları sadece o hadise ile alakalı olduğu için emsal olmaz. Danıştay yahut Yargıtay kararı olması gerekiyor. Ya hükümet diyecek ki “polis bundan sonra ceza kesmeyecek, tutanak tutacak, cezayı idare kesecek” yahut da vatandaş her bir cezada mahkemeye gidip iptal ettirecek. Yüz kişiden sadece 3-5 kişi mahkemeye gideceği için de bu hususta bir düzenleme yapılacağını zannetmiyorum.” ifadelerini kullandı.

Av. Sayan

“Ekonomik açıdan büyük soruna sebep olacak”

Av. Sayan tedbirlerin ve cezaların hukukî temelinin yanı sıra toplumun ekonomik vaziyetine tesiri üzerinde de durulması gerektiğini belirterek “Devlet yeterli ekonomik desteği verecek güçte değil. Burada fiilen uygulanan OHAL koşullarından alt sınıf olumsuz yönde çok fazla etkileniyor. Buna mukabil üst sınıf, yâni bankalar, market zincirleri vesaire ise gelirini kat kat artırıyor. İşin hukukî boyutu kadar vicdanî ve iktisadî boyutu da ehemmiyetli.” ifadelerini kullandı.

Soruşturma: Faruk Hanedar