"Niçin ve nasıl varız?" sorularını doğuran iştiyak ve bunlara verilen cevaplar, insanı tabii bir akışla "Mutlak Varlık"ın hududuna getirip dayamaktadır ve buradan ötesi de aklın değil, kalbin, imanın mevzûudur. Bu noktada, aklın getirdiği bütün mantık silsileleri çöküyor ve kalbimizin en derin noktasında hissediyoruz hakikatin ne olduğunu, bu formlardan ibaret, şekillere ve akla hapsolmuş sebebler âleminde. Madde ötesi-metafizik iştiyak, ilk önce kalbimizi sarıyor, akabinde aklımızı pençesi içine alıyor. Aslında, maddî varlığımızın geçici olmasını bilmekten dolayı, sonsuz bir güce ihtiyaç duyuyoruz. Kendimize, ruhen bir dayanak arıyoruz. İşin doğrusu, maddeci anlayışların varlığı kavrayışında, ruhçu olanlardan farkı yok: O da ruhun aynı ihtiyacını maddeyi tanrılaştırarak gideriyor. Temel fark, kendi isteklerine karışan, ahlâkî davranmayı emreden bir üst varlığı kabul etmelerinin nefslerine giran gelmesi, nefslerinin kibrini kırması. Ateizmin arkasındaki temel saik bu: İnsan nefsinin kendini tanrılaştırma arzusu. Allah, âlemleri insan, insanı da kendisi için yaratmıştır. İnsanın aslî yolculuğunun hedefinde her dâim Mutlak Varlık vardır, insan ruhunun en temel ihtiyacı budur. İslâm dairesi dışında kalanlar, şu veya bu şekilde, gah maddeyi, gah kimi mücerret varlıkları, ama her daim kendi nefslerini tanrılaştırarak, sapkın yollardan da olsa bu ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlar. Mücerret manada imanı ve metafiziğe inanma ihtiyacını İslâm hikemiyatını asrımızda bina etmek suretiyle ihya eden Salih Mirzabeyoğlu'nun satırlarından gösterelim:
Varlık, üç ayrı âlemden oluşur
Varlık’ın İbda Hikemiyatı’na göre tasnifine gelince… Varlık, üç ayrı âlemden oluşur: İnsanın nesneleştirdiği kendisinin dışındaki her şeyi -kendi bedeni, çevresi, tüm müşahhas madde ve enerji türleri, vs.- içeren Halk Âlemi. Ruh, melek, ahiret gibi bölünme kabul etmez, tasavvurlarımızın ötesindeki Emr Âlemi. En nihayet, tüm bu varlık kategorilerinden mahiyet itibariyle farklı (mutlaklık-mümkünlük farkı) ve münezzeh, ne ki O sanılır O’na perde, ötelerin sonsuz kere ötesinde Mutlak Varlık’ın zat ve sıfatlarını ifade eden Zat Âlemi. (3)
İnsan, kesiksiz hal üzerinde yaşıyor; zamanı ise, dışındaki varlıkların tezahürlerindeki (fenomen) değişimlerden anlıyor. Geçmiş tezahürleri hafızasında depoluyor, geleceği de hafızasındaki bu bilgilere istinaden sürekli kuruyor. Geleceği, bir bakıma geçmiş gibi değerlendiriyor. Nihayet, maddî âlem, zaman içinde oluşlarla gerçekleşiyor. Maddeyi oluşturan bilebildiğimiz en küçük atom altı enerji paketçikleri dahi sürekli hareket halinde. Modern fiziğin gerçekten elle tutulur bir madde var mı, yoksa madde sürekli hareketin bir tezahürü mü olduğu konusunda kafası karışık. Mutlak sıfır noktasında (-273 derece) bile atom altı parçacıklar durmuyorlar. Hülasa, madde âleminin ayırıcı vasfı, hareket ve dolayısıyla zaman ve oluş. İbda Hikemiyatı’na göre, madde âlemi -ki, ben dediğimiz ruhumuz da onun içinde mahpus- zamana tâbi olmayan zorunlu varlık değil, sürekli gerçekleşmelerle potansiyel varlığını zamanın akışı içerisinde ortaya çıkaran mümkün varlıktır. Bu, varlık kategorilerinin en altında bulunan, mâhiyeti yokluk olan ve sürekli Mutlak Varlık’ın yaratması ile varolan varlık biçimidir. “Tasavvufa göre zaman, bir varlık-bir yokluk temposunda, sürekli ve arasız dönüşte tecelli eder; bu öyle bir hızdır ki, yokluk varlığın-varlık yokluğun aynıdır. Hem varlık ve hem de yokluk, bütün zıtlıkların künhü olarak toplandığı iki kutbu temsil ederken, ‘her şeyin zıttıyla kaim olması’ ölçüsü ile, yaratılmış vasfıyla vardır. ‘Yok’ yoktur; yok da bir mahlûk olarak vardır… Ve Halk Âlemi’nin her ân ‘var’ ve her ân ‘yok’ oluşu içinde zaman tecelli etmektedir.” (4) Sürekli varolan “kesiksiz bir ân”dır ve maddî bünyemiz bu “ân”ın üst üste yığılmasıyla oluşan zamana tâbidir.
Makale: Abdullah Kiracı
Kaynak
1- Salih Mirzabeyoğlu, Bütün Fikrin Gerekliliği, s. 183
2- Salih Mirzabeyoğlu, Age, s. 141
3- Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız, s. 49-50
4- Salih Mirzabeyoğlu, Age, s. 51-52
5- Salih Mirzabeyoğlu, Bütün Fikrin Gerekliliği, s. 172
Yazının tamamı için TIKLA