Samedâniyyet (Tenzîhiyyet) Makamı Olarak Oruç

İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye adlı eserinde orucun esrarını anlattığı yetmiş birinci bölümüne uzun bir şiirle başlamaktadır. Bu şiirde yer alan bazı mısralar şöyledir:

Oruçta bir anlam var ki, onu bir düşünsen

Hiçbir yaratık senin elde ettiğin zenginliğe eremezdi

Orucun benzersizdir, böyle dedi bana

Onu emreden; artık bunu düşünün!

Çünkü oruç terktir, nerededir o yaptığın

Ya da nerededir senin (yaptım) iddian!

İş aslına dönmüştür

Rabbim de seni böyle dost edindi

Orucun hikmetlerini bir düşünsen

Onun asıl anlamı senin manandadır

Sonra O’nun nezdinden bir haberci geldi

Senin emredilmiş orucundan seni soyutladı

Oruç Allah’a aittir, cahil olma!

Sen onun tecelligâhısın, bunu bilmelisin!

Bir fakih olarak İbn Arabî, orucu zahirî ve bâtıni fıkıh (tasavvuf ) açısından tahlil eder. Oruç meselelerinin fıkhî hükümlerini kısaca ifade ettikten sonra kendine ait “bâtıni” yorumlara yer verir. Böylece fıkıh-tasavvuf ilişkisine ve “hikmetü’t-teşri‘”e ait güzel bir örnekle bizi baş başa bırakır.

Samedâniyyet (Tenzîhiyyet) Makamı Olarak Oruç

İbn Arabî, ibadetleri izah ederken, ilgili hadislerden de hareketle her birini bir ilahî sıfat veya hakikatle irtibatlandırmaktadır. İbn Arabî’ye göre her bir ibadet, kulda ilahî isimlerden bir veya birkaçının tecelli etmesini temin eder. Mesela, mümin namaz kıldığı zaman Allah’ın en-Nûr isminin tecellisine erer ve manevi inkişafa nail olur.

Gazze’de soykırımın yeni perdesi: Netanyahu-Trump ittifakı Gazze’de soykırımın yeni perdesi: Netanyahu-Trump ittifakı

Zekât verdiği zaman “el-Kuddûs” isminin tecellisine mazhar olur. Böylece zekât ile hem malını hem de nefsini temizler. Oruç tuttuğu zaman ise Allah’ın “es-Samed” isminin tecellisine erer. Ancak kul için Allah’ın isimleri ile sıfatlanmak mutlak değil, kayıtlı, sınırlı ve geçicidir. Buna göre samedâniyyet/ tenzîhiyyet sıfatları Allah için asli ve sürekli, kul için geçici ve izafidir.

Oruç, ilahî isimlerden “el-Muhyî” ve “el-Mumît” isimlerinin tecelli etmesini de sağlar. Zira orucunu kasten bozanın kefaret ödemesi gerekmektedir. Ödenecek kefaret kalemlerinden biri de fakirlere yemek yedirmektir. Yeme içme olayı hayatı devam ettirmenin bir göstergesidir. Orucunu bozup da kefaret ödemek zorunda kalan mükellef, orucunun kefareti olarak bir fakiri altmış gün veya altmış fakiri aynı anda doyurmak zorundadır. Bu hareketiyle o, yeme ve içmeye muhtaç, âdeta açlıktan öle- cek durumda olanları hayatlarını idame ettirecek şekilde doyurduğu için Allah’ın “el-Muhyî/hayat bahşeden” ismiyle isimlenmiş olmaktadır. Oruç tuttuğu zaman da nefsine hayat veren şeylerden uzak durduğu için “el- Mümît/öldüren” ismiyle ahlaklanmıştır.

Ona göre namaz nur, sadaka burhan, sabır yani oruç ve hac aydınlıktır.

Oruç ibadetine derin tasavvufi anlamlar yükleyen İbn Arabî’nin burada orucu Allah’ın sabır sıfatıyla izah edişi ve aydınlık olarak niteleyişi dikkat çekmektedir. Gerçekten de sabrın merkezî bir yer işgal ettiği oruç, layıkıyla tutulduğu zaman eşyanın hakikatini idrak hususunda ışık neyi sağlıyorsa oruç da onu temin eder.

İbn Arabî oruçtaki benzemezlik, beri ve uzak durma hallerini, Allah’ın hiçbir şeye benzemezliği ile yani es-Samed oluşu ile birlikte değerlendirmektedir. Zira nasıl ki es-Samed olan Yüce Allah hiçbir şeye muhtaç değilse, oruç ibadeti de kulda böyle hiçbir şeye muhtaç olmama durumu meydana getirmektedir. Çünkü oruç tutan kul nefsini yeme içmeden azade kılınca ve nefsinin tabii ihtiyaçlarına bile iltifat etmeyince bu bilinçli ve iradi durum onda samedâniyyet ve tenzîhiyyet sıfatlarının tecellisini sağlamaktadır.

İbn Arabî’nin değerlendirmesine göre mutlak anlamda oruç, aslında hiçbir şeye muhtaç olmayan yani samed olan Allah’a mahsustur. Her şeye ve her zaman muhtaç olan kul ise normalde oruca tahammül edemez. Zira kul aç kaldığında tabiatı gereği olarak ölür. Ancak oruçlunun uzun süre açlığa ve susuzluğa tahammül edebilmesi, Allah’ın samediyyet sıfatından istifade etmesi sebebiyledir. Çünkü oruç tutan kul, yalnızca Allah’ın bu sıfatının tecelligâhı olmaktadır.

Bazı hadislerde geçen “Orucun benzeri yoktur”, “Oruç ancak benim içindir” gibi ifadelerden hareketle İbn Arabî, oruçta tenzîhiyyet ve samedâniyyet sıfatlarına vurgu yapmaktadır. Ona göre bu ifadeler orucun benzersiz bir ibadet olduğunu ifade etmektedir. Bir ayette Yüce Allah bu ifadeyi “O’nun hiçbir benzeri yoktur” diyerek kendi zatı için kullanmaktadır. Buna göre Yüce Allah ile oruç aynı sıfatın sahibidirler. Çünkü Yüce Allah’ın benzeri bir varlık olmadığı gibi, orucun benzeri bir ibadet de yoktur.

Kudsî bir hadiste “Âdemoğlunun bütün amelleri kendisi içindir, ama oruç başka. O, benim içindir, mükâfatını da ancak ben veririm” buyurularak bir taraftan orucun benzeri olmadığı, diğer taraftan da orucun Allah’a ait olduğu ifade edilmiştir. Buna göre oruç kul ile Rabbi arasında ikiye ayrılmıştır. Yarısı Allah’a yarısı ise kula aittir. Yarısının Allah’a ait olması, kulun gündüz tenzîhiyyet ve samedâniyyet sıfatlarına bürünerek ve orucu sadece Allah için tutarak onu rabbanileştirmesi ile gerçekleşir. Yarısının kula ait olması ise kulun iftar vakti orucunu açması, gündüzün fıtraten muhtaç olduğu şeylerden tenzîhiyyet anlayışıyla uzak durduğu şeylere ulaşması ve dolayısıyla asli kulluğuna dönmesiyle ifade edilir.

Allah’ın başkasına benzemediğini ifade eden selbî (olumsuz) sıfatları olduğu gibi, orucun da böyle bir niteliği vardır. Böylece bu sıfat özelliği bakımından Allah ile oruç arasında sıkı bir münasebet vardır. Kul oruçlu iken bu ilahî sıfatla sıfatlanmaktadır. Çünkü yaratılmışların tabiatı ve hakikati yeme, içme ve cinsel arzuları gerektirdiği halde oruç bunlar- dan uzak ve münezzeh olma hakikatine göre ifa edilmektedir.

İbn Arabî, iftarın, kulun muttasıf olduğu bu sıfatı geçici olarak kesintiye uğratacağını ancak teravih namazıyla yeniden irtibatın sağlanacağını ifade etmektedir.

Teravih âdeta orucun tamamlayıcı bir cüzüdür ve aslında farz iken kullara hafifletmek için farziyeti kaldırılmıştır. Teravih namazıyla oruç arasındaki ilişkiyi çok ileri boyuta taşıyan İbn Arabî’ye göre, ramazanda oruç ile namaz birleştirilmiştir. Ramazan’ın gündüzünde kul, rabbani sıfatlara bürünerek Allah ile birleşir, geceleyin ise Allah birlenir.

Onun düşüncesine göre asıl oruçlu kul değil, Allah’tır. Bu sebeple kulun oruçlu olduğunu söylemesi sadece bilgisizliğinin bir sonucudur. Çünkü gıda alıp beslenen bir kimsenin tenzîhiyyet ve samedâniyyet hakikatine göre mutlak anlamda oruç tutması mümkün değildir. Bu sebeple oruç tutan bir bakıma insan ise de aslında oruç Allah’a aittir. “Oruç benimdir” ifadesinden bu da anlaşılabilir. Buna göre kul bir taraftan oruç tutarak rabbani bazı sıfatları kendisinde tahakkuk ettirir ve “sâim” adını alır. Diğer yandan tenzîhiyyet ve samedâniyyet anlamında mutlak olarak oruç Allah’a ait olur.

İbn Arabî’ye göre orucun kalkan olması ancak kulun orucun kendisine değil de Allah’a ait olmasını düşünmesiyle gerçekleşebilir. Bu sebeple o, oruçla ilgili ayetin sonunda geçen “Umulur ki korunursunuz” şeklindeki ifadeyi, “Umulur ki orucu sizi koruyacak bir siper edinirsiniz” şeklinde yorumlamıştır. Dolayısıyla orucun farz kılınmasının hikmeti de kulların onu kendileri için koruyucu kalkan ve siper edinebilmeleridir.

İbn Arabî, oruçtan bahsederken zaman zaman Allah ile kulu sanki bir noktada cem etmektedir. Bu, vahdet-i vücud anlayışının yansımasından ve ifadesinden başka bir şey değildir. Buna göre oruçla kul ilahî sıfatlarla muttasıf olup Hâlık ile bir noktada cem olmaktadır. Ancak şeri anlamda ibadet kula, mutlak tenzîhiyyet ve samedâniyyet ise Allah’a aittir. Bu bakımdan da Hâlık ile mahlûk ayrılmaktadırlar. O, bu birleşme ve ayrılmayı Ramazan ayında inen Kur’an’ın, cem etme anlamına gelen “Kur’an” ismi ile ayırıcı anlamına gelen “Furkan” isminden hareketle yapmaktadır. Buna göre oruç, tenzîhiyyet bakımından Allah’a ait olsa da benzersiz bir ibadet olması yönüyle kula aittir. Bu sebeple de kul kuldur, Hak da Hak’tır. Rab ile kul, bir yönden oruç isminde ortak olup bir araya gelseler de, daha sonra oruca ilişkin iki ayrı durum bakımından birbirlerinden ayrılmışlardır.

(Devam edecek…)

Abdullah Kahraman, Ramazan ve Oruç