Tasavvuf eğitiminde bir bilinç olarak terkin önemi ve yeri vardır. Zira tasavvufi terbiye sonucunda kul dünyadan ve dünyalıklardan kaçınır. Büyük mutasavvıflar orucu da terk bilinci ile değerlendirmişlerdir. Mesela Gazalî’ye göre oruç, sakınma (keff) ve terktir. Bütün ibadetler halkın gözü önünde olurken, oruç kul ile Allah arasında bir sırdır. Kulun derununda sabırla ve ancak Allah için ifa edilir. Bu yönüyle kulları değerlendirmelerinin önünü kapattığı için âdeta onların teveccühünü de terk anlamı taşır.
Oruç tutmak Müslümanın dünyalık ihtiyaçlara olan bağımlılığını asgariye indirir ve böylece o da bu ihtiyaçlara bağlılığı terk eder. Bu, terkin ilk makamı olup dünyayı ve dünyaya ait olan şeyleri terk anlamı taşır. Terk bilincinin ikinci aşaması ukbayı terktir. Zira müminin gayesi ne cennet sevinci ve ne de cehennem korkusudur. Kul ibadet ve taatlerini ahirette nail olacağı cennet nimetlerini hesaba katarak yapmaz. Onun esas hedefi, bütün ahiret nimetlerini unutturan ve onların hepsinin ötesinde bulunan cemalullah arzusu ve iştiyakıdır. Oruçlunun esas sevinci müşahede imkânı elde etmesidir. Oruçla kazanılan cemalullahı seyir tecrübesi oruçlunun âdeta hayallerini süsler. Hem dünyadan hem ukbadan vazgeçmesini bilen kul, oruç deneyimi ile terki terk bilincini de kuşanır. Böylece, yaptığı ibadetlere güvenmemeyi, mahviyet bilincine ermeyi, Allah’ın dışında her şeyden ümit kesebilmeyi, sadece ama sadece Hakk’ın divanına yüz sürebilmeyi arzular. Başkalarını terk ile kul Allah’ın ünsiyetini, Hakk’ın dostluğunu ve Rabbimizin ülfetini kazanmış olur. Bu bilinç sonucunda o, yapıp ettiklerine, ibadet ve taatlerine güvenmemesi gerektiğini idrak eder. Oruçla iddiadan kaçınmanın, kendini görmeyi terk etmenin, alışkanlıkları bırakmanın deneyimini elde eder.
İbn Arabî’ye göre oruç, manevi bir zevk hâlidir. Onun değerlendirmesinde zahirî şeriat olan fıkha göre oruç, oruç tutanı orucu bozan söz ve fiillerden engelleme esasına dayanır. Bu anlamıyla engelleme, birtakım fiilleri terk etmek demektir. Bu da oruç adına olumsuz (selbî) bir nitelik sayılır ve oruç engelleyici bir özellik arz eder. Bundan dolayı da oruç “imsak” yani engelleme olarak tarif edilir. Aslında oruç, bir fiil, eylem ve hareket olmaktan ziyade bir “terk”tir. Yani bir şey yapmaktan ziyade, normal zamanlarda fıtrat gereği yapabildiği birtakım şeyleri yapmama esasına dayanır ki buna İbn Arabî “orucun terk özelliği” adını vermektedir. Zira oruç, zahirde görünen birtakım fiillerle eda edilmemektedir. Oruç, hariçte kendisine izafe edilebilecek bir varlığı olmadığı için aslında ona “amel” denilmesi mecazidir. Bizim için hakikat manasında kullanılan “varlık” sözü nasıl ki Allah hakkında mecaz ise, amel lafzının oruç hakkında kullanılması da böyledir. Bu sebeple oruç, “vücûdî bir ma‘kûl” değil, “ademî bir ma‘kûl”dür. Bu duruma göre orucun varlığına ancak Allah muttali olduğu için mükâfatını da ancak O vermektedir. Böylece oruç, esas mahiyeti itibariyle hâlık ile mahlûk arasında kalmaktadır.
Oruç, sadece yeme, içme, cinsel ilişkiyi terk etme ve dünyaya ait zevklerden uzak kalma anlamında bir terk değildir. Zahirî-bâtıni her türlü kötü davranış ve düşüncelerden uzak kalma anlamında genel bir terk özelliği taşımaktadır. Zira oruçlunun kavga etmesi, kötü söz söylemesi, kızması da yasaktır. Bunlar birer fiil olmayıp terktirler. Bu yönüyle de oruç, bazı sıfatlarla sıfatlanma değil, aksine sıfatlanmamadır. Buna göre Hz. Peygamber’in oruçluya verdiği, kendisine sataşıp kötü söz söyleyene ve onunla kavga etmek isteyene “Ben oruçluyum” demesi şeklindeki tavsiye ve irşadının anlamı şudur: Ey benimle kavga etmek isteyen, bana söven kişi! Ben senin yaptığın şeylerden uzak durup onları yapmayan bir kimseyim ve ben terk edenim.
Bu yönüyle oruçtaki “imsak” yani tutma anlamı en iyi şekilde onun terk özelliği ile anlaşılır. Oruç tutup nefsini hazlardan engelleyen sâim, bu sayede yüksek makamlar elde etmekte ve “savm”ın kelime anlamı da ancak bu şekilde tecelli etmektedir. Çünkü sözlükte “savm” yükseklik an- lamına gelmektedir. Oruç, “benzerliği ortadan kaldırma” özelliği taşıdığı için diğer ibadetlerden bir derece daha üstün olur. Oruçta yaratıcı ile yaratan arasında sıkı bir ilişki ve “Hiçbir şey onun benzeri değildir” ayetinin anlamının özel şekilde tadılması vardır. Zira oruç tutan bu bilinçle oruç tuttuğu zaman Yüce Allah zatî sıfatıyla ona tecelli eder. Kul da “amelde kemal” mertebesini elde eder. O zaman oruç, orucu bozan amelleri engelleme anlamından doğru olan ameli yapmaya dönüşür. Bu, orucun olumsuzdan olumlu bir anlama dönüşmesi demektir. Aynı zaman- da oruçta bir yapısal değişiklik anlamı da taşımaktadır. Zira Yüce Allah oruç tutanın bütün güçleri üzerinde hâkimiyet kurmaktadır.
(Devam edecek…)
Abdullah Kahraman, Ramazan ve Oruç