Yeni Dünya kavramı, hep bugün yani içinde bulunduğumuz dönem için söylenmiş bir sözdü. Toplumsal manada, Çağdaş dünya… Dünya toplumları; belki de yüz, yüz elli yıldır bu Çağdaş Dünya’ya girmek için, delicesine önüne ne kondu ise, onu gerçekleştirmeye çalıştı. Sanki, bir mucizeye koşuyordu!.. Ama, bu yeni dünya, hiç de beklendiği gibi hayatı daha mutlu hale getiremedi.

Belki, iktisadi faaliyetleri arttırdı, teknolojiyi alabildiğine geliştirdi, hayatın maddi ve eşyalar dünyasını zenginleştirdi. Fakat; insani ve medeni hayatı, ilerletmek şöyle dursun; geriletti ve hatta ilkel bir noktaya getirdi.

Modern dünya, bize neler getirdi ve ne hale soktu?

Yeni bir dünya, yaygın kanaate göre Batı dışı toplumları yeniden insanileştirecek ve sosyalleştirecekti. Acaba insanlık; o dönemden sonra, kendi insan niteliğini ve sosyal alandaki yükseliş veya alçalışlarını ölçebildi mi? Birilerinin, çağdaşlaşan toplumları iyi ve güzel diye tanıtmaları yeterli miydi? Filmler, ticari reklamlar, güzellik ürünleri ve modacıların “güzel” dediği şey, neyin güzelliğiydi? İnsanları, kendi muhitlerine, kendi ideolojilerine çekmek için, söylenen sözler, sahte bir iddia mıydı? Çağdaş dünyanın hayatı, toplumları mutlu etmek mi istiyordu, yoksa; sundukları eşya ve eğlencelerle onları ruh ve akıl dünyasından mı uzaklaştırıyorlardı? Yapılan organizasyonlar, sunulan modeller ve yüceltilen sanatçı, sporcu ve aktörler; toplumların kültürlerinin gerçek değerini mi ortaya koyuyor; yoksa, onları, kendi değerlerinden uzaklaştırmayı mı hedefliyordu?..

Bize gelince, bu yeni dünyanın aktörü müydük, yoksa; bu yeni dünyada, seyirci veya figüran mıydık? Batılılaşma, Çağdaşlaşma ve Modernleşme gibi doktrinler; bize, neye sahip olduğumuzu soruyorlar mıydı? Bizim hangi tarih ve medeniyetin insanı olduğumuz, onların umurlarında mıydı? Bile bile, kendi kültürümüzü ve kimliğimizi terk etmemizi isteyenler, bunun yerine neyi koyacaklarını bize açıkladılar mı?

Bize sundukları sistem, onları mutlu etmiş de, onun için mi; bize hiç sormadan hayatımızı değiştirmeye çalışmaktaydılar? Bu soruların cevabı, şimdiye kadar verilmedi maalesef.

Çünkü bu soruların cevabı, “evet” olamıyordu. Biz, toplum olarak; yeni dünya diye önümüze konulan dünyayı, “tanımadan ve bilmeden” kabul etmek zorunda kalmıştık. İçimizden, birilerinin yanılmasına ve şaşırmasına dikkat etmeden, yabancı bir dünyanın içine; bilinçsizce sokuşturulmuştuk.

Başka bir Yeni dünyaya uyanmak

Madem ki, yeni diye önümüze koyulan dünya; bizi mutlu ve huzurlu etmedi. O zaman, yeni bir dünyaya uyanmak, bizim vereceğimiz bir karar.

Sosyal hayatın her alanında, büyük bir yıkım ve rahatsızlıklar içinde, eşyaların bolluğu, teknolojinin yüksekliği, cinsi arzular ve ihtirasların bizi kültür ve mana dünyasından çıkardığı günleri yaşıyoruz. Güven, samimiyet, dostluk, huzur ve dayanışmanın kaybolmaya yüz tuttuğu bu modern dünyada, sadece lüksün, tüketimin, sahte tutumların ve gelecek korkusu ile yüzyüze kalmaktan kurtulmak için, yeni bir dünyaya kapıların açılması gerektiğini düşünüyoruz.

Yeni bir dünya, öncelikle insanın ahlaki ve ruhi yönden, olgunlaştığı bir dünya olmalıdır. Çünkü, birçok değerimizi ve hatıramızı kaybettik. İnsanın, sadece kendini değil, yakınlarını ve diğer insanları düşündüğü bir topluma ihtiyacımız var. Eşya çöplüğü içinde değil, kendi ihtiyacı kadar mal ve gıda ile hayatını sürdüren ve dış yönünü güzelleştirmek yerine, bilgisini ve olgunluğunu geliştirmeye kendini adayan insanların olduğu bir cemiyet hayatını oluşturmamız gerekli. Menfaati için; bırakın yabancıyı, kendi kardeşine ve ailesine kötülük yapmayı düşünmeden; sahip olduğu her imkânı, başkalarıyla paylaşan bir sosyal anlayışın hâkim kılınması şart.

Başka kültürlerin müziği, giyimi, bağımlısı veya aşığı değil; kendi tarih ve medeniyetinin gerçek sahipliğini ve onun kazanımları üzerine yenilerini ekleyecek, dava sahibi insanları beklemekte toplum.

Reklamlarda, filmlerde ve romanlarda mutluluğu arayan değil; gerçek hayatta doğru ve dürüst bir hayatı gerçekleştirmeyi düşünenlere sahip olmalıyız.

Yeni bir dünyaya uyanmak; kendi kültür ve insan medeniyetimize, kurum ve kavramları ile ulaşabilmek durumundayız. Yoksa; halen olduğu gibi, başka ve yabancı iklimlerden gelen kurumlar, kavramlar ve anlayışlar ile uyanış gerçekleşemez. Özellikle son yıllarda, ithal edilen değer ve kültür ile, gerçek uyanış ve dirilişi, Batı’nın sunduğu sanal kültür ve medeniyet ortamıyla sağlamak mümkün değildir.

Yeni bir dünyaya uyanmak; sözü, özü ve davranışları aynı, yüce bir kültür ve tarihin sembol ve misyonuyla kendi istek ve arzularını, toplumsal beklenti ve ihtiyaçlar karşısında ikinci plana atan anlayışlar ile elde edilecektir.

Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber