Kredi faize döndüğünde yani yardımlaşma/dayanışma aracı olmaktan çıkıp bir kâr aracına, ticari bir emtiaya dönüştüğünde işlevi de ters düz olur, toplumun birlik ve beraberliğine, huzur ve barışına, bolluk ve bereketine doğrultulmuş bir silaha dönüşür.

 

1.     Faiz krediye bir bedel biçer ve böylece esasen bir sözleşme olan kredi düşükten alınıp yükseğe satılabilen, üzerinden kâr edilebilen ticari bir emtia haline gelir. (I. bölümde faizin bir karşılığı olmadığına ve sözleşmenin kendisine bir fiyat biçerek satmanın abesliğine işaret etmiştik.)

2.     Bu emtianın yani kredinin (krediler aynı zamanda para işlevi gördüğünden, paranın) üreticileri bankalar ve bunların gölgeleri, diğer tüccarlar gibi satışlarını ve dolayısıyla da kârlarını ençoklaştırmayı hedeflerler. Bunun anlamı kredi satıcılarının borçlandırmayı arttırmak için ellerinden geleni yapacak olmaları ve faizin geometrik (üstel) olarak artan doğasıyla her geçen gün kredi hacminin dolayısıyla da borçluluğun da hızlanarak artacağıdır. Nitekim genel itibariyle aşırı borçluluktan doğan ekonomik krizler de her seferinde daha da büyür ve yıkıcılığı artar. Emin olabiliriz ki şimdiden kokusu gelen, çok yakında vuku bulacak küresel finans/faiz krizi 2008 konut krizinden çok daha yıkıcı olacak.

3.     Elma, armut satıcıları da karlarını ençoklaştırmak ister ancak elma, armudun ne arzı ne de talebi paranın arz ve talebine benzer. Bugün gelinen noktada bir tuşla para/kredi üretilebilir ancak elma, armut, araba gibi malların üretimi için belirli bir zaman, emek gerekir. Ve o üretimin başarılı ve verimli olup olamayacağı, üretilse bile satışların nasıl olacağı da belirsizdir. Hadi şu banka battı kurtarayım diye kredi hacmi anında iki katına çıkarılabilir ancak elma, armut, altın, gümüş üretimi tek tuşla iki katına çıkarılamaz. Bir de bu kredi zaten faizle geometrik büyüyorsa üretimin buna yetişmesi imkânsız, dolayısıyla derin krizler de kaçınılmazdır.

4.     Talep açısından bakılacak olursa da bir kilo elma ile tatmin olabilen insanın para arzusu sonsuza doğru uzar. Zira para sadece somutu, mevcudu değil belirsiz bir geleceği, hayalleri, arzuları da temsil eder. Bu yüzden borcun bir kazanç aracı olması nefsinde paraya karşı bitimsiz bir arzusu, zaafı olan insanlığı, hem mukriz hem de müstakriz olarak yoldan çıkarır.

5.     Faiz uruyla hızla büyüyen borcun reel üretimle kapanması mümkün değildir, o yüzden mecburen aradaki fark yine daha fazla borçla kapatılır, borçluluk hızla artar.

6.     Kredi artışı, borçluluk özellikle kâr fırsatlarının bol olduğu, fiyatların sürekli yükseldiği, piyasanın iyimserleştiği zamanlarda gerçekleşir. Zira kâr amacıyla krediyi istihdam edenler piyasanın iyimser olduğu bu dönemlerde kredi verecek müşteri bulmakta da kendileri borç almakta da zorlanmazlar.

7.     Kredi hacimleri arttıkça bunların kullanılması için yeni, cazibeli, getiri-risk oranı yüksek finansal araçlar icat edilerek hayvani güdüler, insanların zaafları harekete geçirilir. Hızlı ve bol kazanç adına özsermayesinin kat be kat fazlasına borçlanarak kaldıraçla varlık alımları yapılır ki sadece bu bile varlıkların fiyatlarının doğal arz-talep dengesini bozarak, balon fiyatlara neden olur.

8.     Faizin gözde bir kazanç aracı olduğu bir ekonomide reel üretim ve yatırım da daralır çünkü buralara akması gereken sermayeler, daha hızlı, kolay, kesin ve sabit kazanç vadeden yeni finans enstrümanlarıyla kredi ticaretine yönelir.

9.     Öyle bir sistem oluşur ki artık faizli borç alınarak yine faizli borca, bu borca dayalı enstrümanlara ve de bunların türevlerine yatırım yapılır. Faizli borçlar yeni borçlar almak için teminat olarak kullanılır.

10.  Esasen fiyat risklerine karşı bir tür koruma olan türev adı verilen ürünlerin piyasası muazzam büyüklüktedir, burada hacmin aslan payı da yine faizdedir. Faiz oranlarının değişim yönü üzerine bahse girilen, adeta taraflardan birinin kazanıp diğerinin kaybettiği sıfır toplamlı bir kumara dönüşmüştür bu piyasalar.

11.  Bu borç işlemlerinin büyük bir bölümü de bankalar, finansal kurumların kendi aralarında gerçekleşir. Faizli borçlar ekonomiyi kuşatır. Üretmeden kazanan kesimin aldığı pay her geçen gün artar. Emeğin, maaşlıların (özellikle de alt-orta maaş grubunun) toplam üretimdeki payı ise her geçen gün düşer.

12.  Borç arttıkça temerrüt, dolayısıyla yıkım riski artar. Bir de borçların kendisinin yeni borçlar için teminat gösterilmesi sistemi, daha da kırılgan hale getirir. Herhangi bir tetikleme, tsunamiye dönüşen temerrüt dalgalarıyla birlikte sistem batar.

13.  Zaten faiz, borcun temerrüt riskini daha da arttırır. Bu anlamda borcu ödeyememe riski olan kişilerden daha fazla faiz talep etmek akla aykırı bir durumdur. Çünkü yüklenen daha yüksek faizle borcun ödenmeme riski daha da artar. Dolayısıyla ekstra yüksek faizden dolayı ekstra bir temerrüt riski daha ortaya çıkar ki bunun da fiyatlanması gerekir. Bunun mantıki sonucu ise sonsuz faizdir. Faizin mantığı burada da çöker. Ki zaten bankalar temerrüt riskine karşı kendilerini koruma altına alırlar. İpotek, rehin, bedeli borçluya yüklenen hayat/taşıt sigortası yaptırma zorunluluğu gibi uygulamalarla…

14.  Ekonominin, piyasanın merkezine bir kısmı ödenemeyeceği malum ve faiz yüküyle ödenememe ihtimali kat kat artırılmış borcu yerleştirmek bir çeşit toplumsal intihardır. İşte bu iktisadi intiharla birlikte toplumların elindeki malları gün geçtikçe ölür ama bu aynı servetler bir azınlığın elinde yeniden dirilerek, servetin tekelleşmesine, devletleşmesine sebep olur. Ev, araba, arsa almak artık bir fantazidir.

15.  Nitekim 2002’de Türkiye’de ev sahipliği oranı yüzde 73.1’ken 2022’de bu oran yüzde 56.7’ye kadar gerilemiştir. Ki mevcut ev fiyatlarıyla da bu oranın daha da azalması umulabilir. Dünya Ekonomik Forumunun herkesin kiracı olduğu, mülkiyetin olmadığı bir dünya hülyasına da yakışan bir tablo bu. Ki bugün Türkiye şartlarında kiralama bile çok zor bir hale geldi. Buna ilaveten de korkunç bir servet uçurumu oluştu. İki yıl önce evleri, arsaları, arabaları, hisse senetleri olanlar on kat daha zenginleşirken, sürece yoksul olarak girenlerin ise bu mallara sahip olma zorluğu on kat daha arttı. Faizin ilga edildiği bütün fikre dayalı bir sistem kurmayıp da şirk dünya görüşüne dayalı bir sistemin çerçevesinde faiz indir-faiz bindir sarmalından çıkamamanın bir sonucu. Nasılsak öyle yönetiliriz.

16.  Satın alınsa da kiralansa da bu sistem içinde kalındığı sürece herkes faizcilere çalışır. Yatırım için faizli krediyle satın alınıp kiraya verilen evlerin kira bedelleri faizcilere aktarılır. Benzer şekilde faizle finanse edilen şirketlerde de çalışanların alın terinin bir bölümü bankerlere transfer edilir. Ya da devletin aldığı faizli borçlar da yoksul bir tüketicinin satın aldığı malların vergileri yoluyla faizcilerin ceplerine döndürülür. Öğrenciler bile -özellikle ABD’de-eğitimlerini faizle tamamlayabilir ve daha mezun olmadan, henüz cebine para bile girmemişken gelecekteki maaşları ipotek altına alınır. Bir tarafta girdiği borçları ödeyememe kaygısı, ailesiyle sokaklara düşme korkusuyla köle maaşına bile razı gelmek zorunda kalan, patronlarının her isteğine boyun eğen uysallaştırılmış çalışanlar.  Öteki tarafta ise her geçen gün emekten, reel üretimden üretmeden daha fazla pay alarak kitlelerin tüketim gücünü emen, parazit yaşam formundan da aşağı olan faizci tayfa. 

17.  Kredi esasen toplumdaki dayanışma ve yardımlaşma aracı olarak özellikle kötü günde, dar zamanlarda ortaya çıkması gereken bir sözleşme. Dozunda, gerektiğinde, güzel bir biçimde kullanıldığında ise tüm topluma oldukça da faydalı bir ilaç.

18.  Ancak kredi faize döndüğünde yani yardımlaşma/dayanışma aracı olmaktan çıkıp bir kâr aracına, ticari bir emtiaya dönüştüğünde işlevi de ters düz olur, toplumun birlik ve beraberliğine, huzur ve barışına, bolluk ve bereketine doğrultulmuş bir silaha dönüşür.

19.  Faizli bir ekonomide hava günlük güneşlikken krediler bollaşır ve krediye asıl ihtiyaç duyulduğu fırtınalı havalarda ise daralır, kesilir. Halbuki kredinin asli görevi bu tip zamanlarda devreye girmek. Hatta bunun da ötesinde kredi yardımlaşma/dayanışma amaçlı olduğunda bu tip zor dönemlerde borçlar da affedilebilir (zekat-sadaka olarak bağışlanarak). Ne de olsa gerçek krediye niyetlenen güzel kişiler bunu kâr aracı olarak görmez, bu affedilen miktarı kolayca zekatlarına sayabilirler çünkü zaten en başında bu kredinin geri dönmeyebileceğini de kabul ederler. Ancak kâr amaçlı bir sözleşmeye dönüşen kredinin odağında kazanç olduğu zaman elbette bu tip yardımlaşma/dayanışma gibi hedefler de gözetilmez, zor zamanda bilhassa, herkes kimden ne kaparsam kârdır anlayışla saldırır oraya buraya. Şeytanın tersinden göstermesidir bu.  Krediyi yoldan çıkarması.

20.  Reel ekonomiden kendini soyutlayan, faizle katlanarak geometrik artan borçluluk sürdürülebilir değildir.

21.  Kredi bir kazanç aracı olduğunda sermaye, getirisi belirsiz ve zahmetli fiziki yatırımlara değil getirisi kesin ve zahmetsiz borç, faiz enstrümanlarına doğru akar. 

22.  Fiyatların hızla yükseldiği dönemlerde herkes büyük bir coşkuyla borç harç demeden bu fiyat artışlarından nemalanmak için sıraya girer adeta. Dertleri krediyi ençoklaştırmak olan kurumlar ise bu ‘mallarına’ yoğun talep olan atmosferden son derece memnun olur, ‘sattıkça satarlar’. Daha fazla borç verip kazanç sağlamak için kendilerinin de borç yükünü aşırı arttırırlar. Ama onların malı kredi olduğundan satış arttıkça borçluluk yani ekonominin kırılganlığı da artar.

23.  Borca talebin kesildiği, kâr fırsatlarının ortadan kalktığı, varlık fiyatlarının yükselişinin durduğu, borç ödemelerinin aksadığı, bir siyah kuğu hadisesiyle ekonominin rüzgarının tersine döndüğü, temerrütlerin, iflasların birbirini izlediği darlık dönemlerinde krediler de anında kesilir. O bonkör (!) finansal kurumlar cimrileşiverir. Böylece ekonomik darlıklar daha da acılı bir hale gelir. Borçla işlerini döndürmeye alışmış bankalar, finansal sistem bir anda borca ulaşmakta güçlük çeker, coşkuyla girdikleri açık pozisyonlarını kapatamazlar. Borçların can havliyle kapatılması için eldeki varlıklar yok pahasına satışa çıkarılır, fiyatlar daha da düşüşe geçer, krediler daha da daralır. Faizli kredi bağımlısı ekonomi yoksunluk sendromuna girer.

24.  Bankalara karşı bir güvensizlik hâkim olduğunda ise hücum eden mudiler paralarını sistemden çekmeye yönelirler.  Bu ise krizi daha da derinleştirir. Faizli borçla dönmeye alıştırılmış ekonomi bir anda duruverir.

25.  Halbuki kredi bir kâr aracı olmayıp yardımlaşma/dayanışma amacına uygun kullanılmış olsa ve ekonomi buna göre yapılandırılsa hem aşırı balon dönemler olmaz hem de darlık dönemlerinde devreye giren gerçek kredi sayesinde darlık dönemleri derinleşmez.

26.  Kriz döneminde güçlü olanlar bir şekilde kredi ve devlet desteği bulup yollarına devam ederken krediye alışmış orta ve küçük ölçekli kurumlar sahneden çekilir, büyük balıklara yem olur. Piyasa tekelleşmeye doğru gider. Büyüklerin kıyameti kopmasın diye kamunun kaynakları kullanılır, bu ise o büyüklerin daha da büyüyerek gelecekte daha da pervasız olmasına, krizlerin daha da derinleşmesine neden olur. Ölüm düşmanı olan faizin, kurumlarına da bu ölümsüzlük arzusu, kıyamet, son saat inkarcılığı bulaşır. Onlar için kıyamet kopmaz, kopsa bile kendilerini daha iyi yerde bulurlar; inançları böyledir.

27.  Özellikle krizin vurduğu, IMF tarzı kurumların yardımına muhtaç kalan ülkelerde borç alabilmenin şartları küresel şirketlerin yereldeki potansiyel rakiplerini alt etmelerine yardımcı olacak şekilde olduğu artık herkesin malumu.

28.  Faizci sistem böylece sadece faizle sömürmez, tekelleşmeye sebep olarak tekel rantı üzerinden de toplumun fakirleşmesine sebep olur. Fazla iri, tekel gücüne yakın bir şirket olmak ise son dönemlerde gördüğümüz üzere süper karlara kapıyı açar. Enflasyonun oluşturduğu puslu ortamlarda bu tip şirketler maliyete nispetle çok aşırı fiyatlar belirleyerek aşırı karlar elde ederler. Faizci sistemde her geçen gün emekçinin pastadaki payı azalır.

29.  Kriz dönemlerinde ekonomiyi karamsarlık kaplar. Bu karamsarlık ortamında özellikle borçları olanlar borçlarını ödeyememe kaygısıyla tüketimlerini keser, daha çok tasarruf ederler. Bu ise ekonominin daha da durgunlaşmasına sebep olur. Bunun yanısıra bu tip buhran dönemlerinin insanda fakirlik korkusuyla birlikte kalıcı bir cimriliği tetiklemesiyle birlikte tüketim, güven uzun yıllar eski seviyelerine ulaşamaz ve ekonominin kendini toparlaması çok uzun zaman alabilir.

30.  Öte yandan ideal bir sistemde zekât fonu koruyucu hekimlik gibidir, bu fonun bir kısmı borçlulara ayrılır, böylece borcun kritik bir seviyeye gelerek derin bir kriz oluşturmasının da önüne geçilir. Zaten faiz yasağıyla kredi bir kazanç aracı olmadığından borçluluğun artması için de en önemli teşvik ortadan kalkar. Zekât fonundan borçların ödenmesi tabii ki sadece müstakrizleri değil mukrizleri de korur, tekrar kredi verebilmelerini sağlar gönül rahatlığıyla. Böylece kredi kanalları kapanmaz. Ne de olsa arkada bir kredi sigorta kurumu vardır. Ama bu, kredi kâr amaçlı olmadığından ahlaki tehlikeye (moral hazard) yol açmaz. Halbuki batan bankaların kamu kaynaklarıyla kurtarılması, adeta sigortalanması, krediler faizli yani kâr amaçlı olduğundan ahlaki bir tehlikeye yol açar. Finans kurumlarını daha fazla risk alıp daha fazla kazanç sağlamaya teşvik eder.

31.  Bunun yanısıra, İslam borçluların gerektiğinde affını da tavsiye eder. Bu ise borçların mukrizin zekatından/ödeyeceği vergiden düşülmesiyle teşvik edilir. İşte böylece Şeriata, Mutlak Fikre dayalı sistem, faiz yasağı ve zekât fonuyla ekonominin fay hatlarında şiddetli depremler oluşturabilecek borç enerji birikimini önler ve böylece toplumun malını muhafaza eder.

32.  Faizin yasaklanmasının bir hikmetinin kredinin emtialaşmaması olduğuna dair en ibret verici hadise herhalde 2008’deki ABD konut krizi.

33.  Çeşitli konut kredileri paketlenir, menkul kıymetleştirilir ve tüm dünyada yatırım yapılabilir bir gelir aracı olarak satışa sunulur.

34.  Kredi derecelendirme kuruluşlarının çok güvenilir olarak değerlendirdiği bu yatırım araçları, (onlar da bol keseden, bu aslında riskli araçlara yüksek not vererek bu işten güzelce nemalanırlar. Zira dürüst olsalar bu sefer kimse onlara derecelendirme işini vermez) risksiz ve sabit gelir arayışındaki kitlelere sunulur.

35.  Geliştirilen yeni finansal araçlarla birlikte bankaların borçlunun ödeyip ödeyemeyeceği gibi bir derdi kalmamıştır. Zira risk, kredinin satılmasıyla üçüncü bir tarafa aktarılır. Bunun anlamı ise ödeyemeyeceği belli olan kişilere bile kredi sağlanabilmesidir. Artık strateji şu olur: Hızlı hızlı borç ver, sonra bu borçları paketle ve sat.

36.  ‘Kat kat faizin’ bir manası da şu olsa gerektir: ABD faiz krizinin gelişiminde öncelikle giriş katında konut kredisiyle faiz getirisi elde edilir. Bu yetmez, bir üst kat çıkılır, burada tekil faizli kredi işlemleri toplanıp kategorilere ayrılarak CDO (Teminatlandırılmış Borç Yükümlülükleri) paketleri halinde satılır sabit, faiz geliri arayışında olanlara. Yani eski borçlara yeni mukrizler bulunur. Sonrasında ise bir ya da birkaç CDO bir araya getirilip paketlenerek buna dayalı bu sefer CDO-kare adlı yeni katlar çıkılır. Böylece CDO tutan kurumlar riski yeniden başkalarına transfer eder, sürekli ürün (borç) satarak da kazançlarını, komisyonlarını arttırırlar. Bunun da üstüne bu sefer CDO-kare ürün dayanak yapılarak CDO-küp (CDO üstü üç) katı çıkılır. Yani türevin türevinin türevi alınır. Hormonlu türev ürünler.  Bu noktada artık yatırım yapanlar neye yatırım yaptığını bile bilmezler. Tek bilinen sabit ve devlet tahvilinden daha yüksek bir oranda faiz geliri elde edileceğidir. Bu da yetmez CDS (Kredi Temerrüt Takası) adında sigortalar düzenlenir kredi temerrüt riskine karşı.  Ancak tabii ki bu da yetmez ve bir kat daha çıkılarak -artık paketlenip satılacak reel kredi kalmadığında- sentetik CDO adında CDS gibi türev ürünlerin paketlendiği ve hiçbir varlığa sahip olunmayıp sadece borçlunun temerrüde düşüp düşmeyeceğine dair bahse girilen kumarvari yeni türev araçlar piyasaya sürülür. Bir taraf temerrüde düşüleceğine dair bahiste bulunur (bir yandan da temerrüde düşeceğine dair bahiste bulunduğu varlıkları çok güvenli olarak müşterilerine pazarlar) diğer taraf ise aylık ödemelerin aksamayacağına dair. Çok sayıda kişinin başkasının evini sigortalamasına benzer bu. Ev yanarsa da hepsi para kazanacaktır. Başkasının evi için sigorta yapmanın makul tek açıklaması sigortalayanın evin yanacağına dair kesin bir bilgisinin olmasıdır. Ki bu bilgi aynı zamanda evi yakacak olanın kendisi olmasına da dayanabilir. Sizin eviniz ciğeriniz yanar, ailenizle sokakta kalırsınız, öte yandan onlar sigortadan alacakları paranın keyfini sürerler. Hatta aynı anda çok ev yanıp da sigorta şirketi ödeme yapamaz duruma gelirse de devlet eliyle sizden, yoksul fakir demeden tüm halktan vergi toplayarak bu parayı yine alırlar. İşte kat kat katlanarak bir çığa dönüşen faiz krizi. Faizin bir ur gibi tüm topluma yayılması. Yanlış üstü yanlış üstü yanlış.

37.  Kat kat faiz demek ki sadece bileşik faizi ifade etmiyor, tekil bir malın mislinin daha fazlasıyla değişimi işlemiyle başlayan bozukluğun, kredi satışına dayanan farklı enstrümanların da devreye girmesiyle nasıl katlanarak bir kanser hücresi gibi çoğaldığına delalet ediyor. Tek tek faiz işlemlerinin üzerine, faizin krediyi alınıp satılır üzerinden kar elde edilir ticari bir emtiaya dönüştürmesiyle trilyonlarca dolarlık, çok katlı katmanlı bir yapı, bir kumarhane inşa ediliyor ve trilyonlarca dolarlık sermaye reel üretim, endüstri, fiziki kaynaklara yatırım yerine faize akıyor. Hem de dünyanın dört bir köşesinden. İşte faizin hem ekonomiyi nasıl daralttığının hem de bazılarına göre tefeci faizi olmadığı için, düşük oranıyla oldukça masum gözüken basit bir faiz işleminin nelere yol açabileceğinin ibret verici bir örneği.

38.  Kredilerin menkul kıymetleştirilmesi, alınıp satılan bir mala dönüşmesiyle birlikte (100 dolar kredi verilir 200 dolar geri istenir. Sonra aynı kredi başkasına 120 dolara satılır. 120 dolara alan 130’a başkasına, o kişi de bunu 140’a bir başkasına satabilir. Ve bu böyle devam edebilir. İşte faizin yol açtığı budur. O ilk 100 dolarlık faiz miktarı sonsuz bölünme imkanıyla ekonomiyi borçla felç edinceye kadar yayıldıkça yayılır.) ABD’de John’un aldığı kredinin ödemelerine yatırım yapan Almanyalı emekli Hans, Japonya’daki Hiroşi bu yolla ilişkiye girer. Faizli konut kredileri böylece tüm dünya finans sistemine yayılır.

39.  Faiz krizinin gelişimine biraz daha yakından bakalım. 2001’de ABD borsasındaki teknoloji hisseleri balonun patlamasıyla girilen resesyondan çıkmak için faizler düşürülür. Böylece bol ve kolay, düşük faizli kredilerle evlere talep artar, fiyatlar yükselir, ev sahipleri konutlarının fiyatları arttıkça zenginleşir. Yatırımcıların yüksek getiri elde ettiği, finans kurumlarının yüksek ücretlerle servetlerine servet kattığı ve hükümetin de halkın ev sahipliğinin artışının seçim sandıklarına olumlu yansıyacağı neşesini yaşadığı böylesi bir saadet zinciri oluşur. Ama 2004’ten itibaren yükselen fiyatlarla bir balon, enflasyon oluştuğu endişesiyle bu sefer faizler yukarı çekilmeye başlanır Amerika merkez bankası FED tarafından. (Bugün de yine benzer bir süreç yaşanıyor. Covid sırasında düşürülen faizlerden sonra yine bunu takip eden enflasyonla mücadele etmek için faiz artırılmaya başlanır. Bunun sonu ise 2008’den çok daha dehşetli bir kriz olacak küresel çapta. Eli kulağında.)

40.  Faiz artışları ile beraber bu sefer ev kredilerine talep azalır, dolayısıyla fiyatlar da gerilemeye başlar. Değişken faizli borcu olanların faizlerin artmasıyla da birlikte aylık ödemeleri artar. Borçlar ödenemez hale gelir, temerrütler çoğalır ve sonrası malum çöküş. Temelinde tekil konut kredisi, faiz işlemi olan kat kat yükselmiş faiz kulesi bu temerrütlerle yıkılır.

41.  Görüldüğü üzere sorun ne faizin düşüklüğü ne de yüksekliği. Faizin kendisi; kredinin bir kar aracı oluşu sorun. Fazlası da hasta ediyor azı da. Ve insanlık, ‘bak faizi indirdim her şeyi yoluna koydum’, ‘bak şimdi de artırıp yine denge sağlayacağım’ dalaveresiyle aldatılıyor. Bir düşük faize bir yüksek faize baktırılan bir ilüzyon, bir sihrin ortasında bir türlü asıl sorunun faiz işleminin, sözleşmesinin kendisi olduğunu göremiyor.

42.  Faize dayalı kredi sistemini ilga etmek, suçu onda görmek yerine birçokları da krizleri bankerlerin ‘kar hırsına, iştahına, açgözlülüğe’ dayandırıyor. Halbuki kar hırsı, zengin olma arzusu mutlak anlamda kötü değildir hatta topluma faydalıdır da. Bir tüccar kar edeceğim diye okyanusları aşar, tehlikeli vadilerden geçer ve uzak bir ülkedeki bir ürünü çok daha ucuza yerel pazarına getirir yani ithal eder. Böylece hem yerel halk, pazarında olmayan ve olsa bile pahalı olan arzuladığı bir ürüne kavuşmuş olur böylece fayda sağlar, hem de tüccar. Kar iştahına benzer şekilde cinsel iştah da faydalıdır, insan nesli bu şekilde devamlılığını sağlar. Ama mesele nedir? Bu cinsel iştahın meşru bir şekilde, nikahla karşılanmasıdır, ensest ilişkiler yoluyla değil. İşte kar iştahında da aynıdır. Bunun meşru ticarete dayalı yollara yönlendirilmesi, o şekilde tatmin edilmesi gerekir. Ama bugünkü gibi faiz, kumarvari piyasalardaki envai çeşit enstrüman yoluyla bu iştahı tatmin yolları genişletilirse buradaki tek suçlu kar iştahı olan kişiler değil, bu sisteme izin veren toplumdur. Bu, ergen bir genci çıplak kadınların olduğu daracık bir odaya koyup sonra da ‘gençler cinsellik düşünmekten derslerine odaklanamıyor, notları düşüyor’ diye şikâyet etmeye benzer. "İnsanlara ahlâklı olun demek yetmez. Önemli olan, insanların ahlâklı olabilecekleri şartların temini ve gayrı ahlâkî olan sosyal gerçeklerin ve bozuklukların ortadan kaldırılmasıdır."  İşte İslam bu zenginlik arzusunu yadsımaz, ama bu arzuya hem o kişiye hem de topluma fayda sağlayacak şekilde meşru ticaretin, ortaklığın, girişimciliğin yolunu gösterir, faiz, kumar yoluyla bunun tatmin edilmesini ise yasaklar. Aynı zamanda namazı, orucu, zekâtı, çeşitli ibadet pratiklerini de emrederek ferdin sisteme uyumu için ahlakını da olgunlaştırır.

43.  Sonuç olarak 2008 konut krizinde, faiz üzerine kurulan, faizle sürdürülen trilyonlarca dolarlık finansal sistemin çöküşüyle tüm dünya sarsıldı, oluşturdukları kriz yüzünden Çin’in en ücra köşesindeki bir fabrikadaki işçi bile işinden oldu. Evsizler ordusu oluştu, savaşlarda şahit olunan mülteci kampı benzeri çadır kentler kuruldu, kimileri karavanlarda yaşamını sürdürdü, kriz öncesi istihdam sağlayan fabrika merkezli kasabalar atom bombası atılmış gibi bomboş kaldı bir anda. İntiharlar, boşanmalar, aile içi şiddetler, huzursuzluklar, bunalımlar, stres kaynaklı hastalıklarla sağlığın bozulması ve buna bağlı ölümler, hırsızlık gibi suçlarda artış ve henüz anlatılmamış sayısız hikâye…

44.  ABD ‘göçebeler diyarına’ dönüştü. Diğer etkilenen ülkelerde kemer sıkma adına sosyal yardımlar kesildi, buna ihtiyacı olan sayısız ailenin sıkıntıları daha da arttı.

45.  Bir savaştan bile daha masraflı oldu bu ABD halkına. 2008-2010 yılları arasında, faiz krizi sebebiyle artan harcamalar ve azalan gelirlerin toplam maliyetinin, Afganistan’da 17 yıl boyunca süren savaşın maliyetinin iki katını geçtiği tahmin ediliyor. 

46.  Krizin temel para birimi olan faiz parazitli doların ayrıca küresel rezerv para olması, ekonomisi kırılgan ülkeleri krizde daha da zayıf hale getirir.  Dolar akışının donmasıyla kriz özellikle dış ticarete bağlı, küçük ekonomili ülkeleri fazlasıyla etkiler. Batan şirketlerin borcunu devletler üstlenince bu sefer devletler de borç sıkıntısına girer ve bunu para basarak aşmaya çalışırlar. Ancak ABD ile diğer ülkeler arasında temel bir fark vardır: Dolar rezerv paradır, dolayısıyla ABD’nin parasal genişlemesi diğer ülkelerdeki gibi kolay kolay ülkenin temerrüde düşmesine sebep olmaz. Parası kendi ülkesinin dışında bir prestiji ve dolayısıyla kullanımı olmayan ülkelerin ise para basınca ABD gibi enflasyonu ihraç etme gibi bir opsiyonları da yoktur. Küresel ticarette en geçerli olan, dolayısıyla da mal akışını sürdürebilmek için muhtaç oldukları doları bulmak için mecburen dolar fazlası olan diğer ülkelerin veya IMF gibi kurumların kapısına gitmek ve zor, milli çıkarlarına ters ama emperyalistlerin ticari çıkarlarına uygun şartlarda borç almak zorunda kalırlar. Bu arada sosyal yatırımlar, yardımlar kemer sıkma politikalarına bağlı olarak azalır, desteği kesilen yerel üreticiler, şirketler ise korunmasız kalarak küresel şirketlere yem olur. Öte yandan bu ülkeler değeri gün geçtikçe azalan para birimlerinin talep görmesi, dışarıdan dolar gelmesi içinse aşırı yüksek faiz vermeye zorlanırlar. Dolayısıyla öncelikle emperyalistlerin bir silahı olup dünyayı örümcek ağı gibi sarmış faiz virüslü dolardan kurtulunması gerekli. Dolar ve bunun bağlı olduğu faizci sistem tüm dünya ekonomileri ve insanlık için en büyük iktisadi tehdit. Öte yandan burada asıl olan faizci düzenden kurtulmak, yoksa dolardan başka bir faize dayalı para, kredi sistemine geçmek marifet değil.

47.  Faiz virüsü girmiş dolardan kurtulmak için tabii ki güçlü bir orduya, D8 benzeri güçlü ittifaklara, güçlü silahlara da ihtiyaç var. Doları en fazla rezerv olarak tutan ülkelerin Almanya, Japonya gibi II. Dünya Savaşının mağluplarının olması tesadüf değil. Japonya, Almanya gibi ülkeler cari fazlalarını dolarda tutarak ABD’yi finanse ediyor ve böylece ABD dünyayı mukriz olarak değil müstakriz olarak sömürüyor. Ülkelerin rezervlerinde dolar yeşil kâğıt formunda değil borç senedi olarak durmakta. ABD böylece çok düşük maliyetle fonlanmakta, borç temin edebilmekte. Demek ki faiz yasağının sadece yoksullardan alınan, fakiri ezen faizle alakası yok. Zaten yine Hz. Resul hikmetiyle sadece faiz alanı değil, vereni, şahit olanı, yazanı bile lanetleyerek işlemin taraflarından ziyade işlemin kendisinin lanetli oluşu konusunda uyarır.

48.  Son olarak iki faiz krizi örneği daha vererek bu bahsi tamamlayalım. Döneminde ABD’nin en büyük hedge fonu olan LTCM’nin (Long-Term Capital Management) hikayesi de yine faizle birlikte emtialaşan kredinin nasıl büyük krizlere yol açabileceğinin örneği. Nobel ödüllü iktisatçıları yönetim kuruluna atayan, iddialı matematik modellerle yüksek ve sözüm ona riskten arındırılmış kârlar vadeden bu şirket, sermayesinin çok üstünde borçlanarak riskli araçlar kullanıyordu. Basitçe iş modelleri, farklı faiz oranları arasındaki küçük farklardan yüksek hacimli işlemler yoluyla kazanç sağlamaya dayanıyordu. Ve bu işlemleri borçlanarak yapıyordu. Kaldıraçlı işlemlerin özelliği ise fiyatlardaki az bir değişimin bile özsermayeyi hızla eriterek iflasa neden olabilmesidir. Basitçe: 1 liranız var ama 100 liralık işlem yapıyorsunuz. Yani 99 lirası borçla (Unutmayalım ki faiz yani kazanç amaçlı kredi olmasa o borçları da bulamazlar. Borç verenlerin de derdi krediden kazanç sağlamak çünkü. Faizle birlikte kredi bir kazanç aracına dönüşünce aşırı borçluluk da kaçınılmaz olur). 100 liralık bir yatırım eğer yüzde bir artarsa sermayeleri iki katına çıkar (1 liraları 2 lira olur). Tam tersi bir durumda yani yüzde birlik bir düşüş ise şirketin iflası demek. İşte böylesine riskli bir işlem. Elbette bu tip şirketlerin batışı bunlara borç veren birçok finansal kurumun da krize girmesi demek. 1998’de ise yine faizli borçların (Rusya’nın tahvillerinin yukarı yönlü, ABD tahvillerinin ise aşağı yönlü gideceğine dair bahis yaptılar, ancak her ikisi de tam tersi yönde hareket etti) üzerine yaptıkları işlemlerden dolayı iflas edince tüm finans sistemini tehdit eder hale geldi. Bu kuruma borç veren bankalar da LTCM’nin yüzde doksanını satın alarak olası büyük bir krizin önüne geçtiler. Faizli borçla şirketi yürütüyorlar, aldıkları borcu ise yine faizli borçlarla ilgili işlemlere, faiz oranları üzerinden kazanç sağlamaya yönlendiriyorlar. Hasılı tam bir faiz krizi örneği. Aşırı büyük sermayeler reel üretim, yatırım yerine faize yöneliyor. Kazansalar da kaybetseler de zarara uğrayanlar gerçekten emek vererek üretenler oluyor. İnsanlığa çok faydalı olabilecek en zeki beyinlerin buralarda israf olması da cabası.

49.  Bir faiz krizi örneğini de Türkiye’den verelim. 2001’deki Cumhuriyet tarihinin en büyük krizi de kredi ticaretinden para kazanmak isteyenlerin tetiklediği, derinleştirdiği bir faiz kriziydi. Dönemin bankaları da iç dış demeden dolarla dahi borçlanıp hazine bonolarına yani yine borca yatırım yapıyorlardı. Dolarla borçlananlar daha sonra getirilerini o dönemde hareketi adeta bu sıcak para operasyonuna fayda sağlayacak şekilde sınırlandırılmış dolara (döviz çıpası programıyla) tekrar çevirip (borçları geri ödeyip) bu işten kolay para kazanıyorlardı. Yani sermayeler üretim, yatırım yerine yine kredi ticaretine gidiyordu. Ancak faizler yükselince bu bono ticareti de sürdürülemez oldu ve likidite krizi baş gösterdi. Elbette bir ülkede bir bankanın batışı tüm sistemi etkiler. Faiz sisteminde kriz anında krediler, borçlar bir anda kesilir. Tabii ki krediye bağımlı işlem yapan kurumlar da kredi bulamayınca bir anda iflasla karşı karşıya kalırlar. Yabancılar sıcak sıcak getirdiklerini aynı sıcaklıkla geri götürür, döviz borçlanmış olan bankalar açıklarını kapatamazlar. Dövize hücum, yerel paranın değerinin bir anda erimesi ve bu erimeyi durdurmak, liraya talep çekmek adına verilen aşırı yüksek faizler ve derinleşen kriz. Elbette kredinin ticari bir emtia olduğunda mantıki sonucu da budur. Ve yine halk ödemiştir bu faizli kredi ticaretinin batışının sonuçlarını, temel tüketim maddelerindeki zamlar ve vergiler ile. Faiz sisteminin zaten ister istemez, azı çoğuyla götüreceği yer burasıdır; daha fazla zam, daha fazla vergi, çoğunluğun her geçen gün daha da düşecek olan alımgücü, artan yoksulluk. Ve köleliğe doğru adım adım yaklaşma. Peki tüm bunun fitili ateşleyen işlem ne? Faiz, bir malın mislinin daha fazlasıyla değiştirilmesi, kredinin kâr amaçlı kullanımı. Bu yasaklanmadığı, toplum topyekûn bundan kurtulmayı irade etmediği sürece bu krizler de daha şiddetli, daha sömürücü, her geçen daha da köleleştirici, tekelleştirici bir sisteme doğru götürecektir. Mevduat faizini, faizli kredi işlemlerini hoş gören, şerliliğine kör ve sağır olan bir toplumun sonu budur.

50.  İdeal bir toplumda, bir malın mislinin daha fazlasıyla değişimi işlemine dayanan kâr amaçlı kredi sistemi toptan ortadan kaldırılır, bu cürümü tekrar işlemeye kalkanlar ise ekonomiye, topluma verdikleri zarar nispetinde, gerçekten caydırıcı bir ceza olarak idamdan sürgüne, el ve ayaklarının kesilmesine kadar ağır bir şekilde cezalandırılır. Bu dünyevi ceza tüm insanlığa verdikleri zararın yanında çok hafif kalır tabii ki.

51.  Kapitalizmdeki bu krizler sistemin dışındaki, olağandışı bir durumdan ileri gelmez, her ne kadar ani öngörülemeyen bir hadise tarafından tetiklense de. Sistemin kendisidir sorun. Sorunun çözümü faizleri indirmek çıkarmak değil, kredinin gelir, kazanç amaçlı kullanımını engellemek, mevcut kredi sistemini ilga etmek, Hz. Süleyman’ın ifritleri zincirleyip onları topluma faydalı işlere yönlendirdiği gibi faizcileri de meşru ticarete yönlendirmek ve güzel, yardımlaşma-dayanışmaya dayalı bir kredi sistemi kurmaktır. Toplumun kredi ihtiyacı bedelsiz, güzel bir şekilde yine toplumun kendisi tarafından sağlanmalı, kredi gelir aracı olmaktan çıkarılmalıdır. Gelir, kâr ise reel ticari işlemlerde, girişimcilikte ve bu iktisadi faaliyetlere ortaklık yoluyla katılımda aranmalıdır.

52.  Çoğu sarhoş edenin azının da haram olması gibi faiz de her çeşidi ve oranıyla haramdır.

53.  Resulullah’ın faizi özellikle anneyle olan zinaya benzetmesindeki bir hikmet de şu olsa gerektir. Normal biriyle zina nikah akdinin kurulmasıyla meşru hale gelebilir. Ancak anne ile nikah tutmaz, dolayısıyla bunun hiçbir şekilde meşrulaşması, ‘İslamileştirilmesi’ mümkün değildir. İşte aynı şekilde mevcut para ve bankacılık sistemi içinde kalıp bunu İslamileştirmek beyhudedir zira faize dayalıdır. Yani nikah tutmaz. Yapılması gereken, makul olan, sistem içinde kalıp bir de buna ‘rasyonel’ diyerek faizi indirmek çıkartmak değil, mevcut kredi sistemini toptan ilga etmek, bu nikah düşmeyen sistemden tamamen kurtulmaktır.

54.  Sabri Orman’ın ‘İktisat, Tarih ve Toplum’ başlıklı eserinde işaret ettiği üzere ‘Kur’an-ı Kerim faiz yasağı yoluyla aslında dolaylı olarak başka bazı şeyleri tasfiye etmeyi hedeflemektedir. Bunların başında, daha önce göstermeye çalıştığımız sebeplerle, kredi müessesesi gelir.’

55.  Ensest bir iktisadi ilişki olan faizle gerçekleşen büyüme sağlıklı değildir. Batı’nın üretimdeki artışına, geçici olan zenginliğine bakıp faiz sistemini olumlayanların mantığıyla hareket edilirse ensest ilişkiye dayalı olarak nüfusunu arttırıp çoğalan bir toplum da güzellenmeli ve nüfuslarının fazlalığıyla gurur duyulmalıdır. 

56.  Bu anlamda faiz sistemini olumlayanlar şu diğer ribevi özelliklere sahip bir toplumu da zımnen onaylamış olurlar: Enseste dayalı cinsel ilişkiyle nüfusunu arttıran bu toplumdakiler aynı zamanda cinsel tatminleri, fantazileri için de sık sık homoseksüel ilişkilere girer, sürekli partner değişikliğiyle de heyecanlarını yüksek tutarlar. En çok sayıda partnerle homoseksüel ilişkiye geçenleri her yıl özel devlet töreniyle ödüllendirirler. Öte yandan manevi güçlerini arttırmak için birbirlerinin kanını içer ve ölülerini de israf etmeyerek etlerini pazarlarında satışa sunarlar. Dolayısıyla et üretimi konusunda da dünyanın bir numarasıdırlar. Ölü insan etinin faydaları üzerine yazdıkları bilimsel makalelerle birçok bilimadamı da Nobel ödülüne layık görülmüştür. Halen kuzu kurban edip de etini yiyen toplumları barbar, gerici olarak görürler. Kendileri de hayvan etini zaman zaman yerler ancak tüketilen, eceliyle veya başka bir hayvanın saldırısıyla ölmüş hayvanların yani leşlerin etleridir. Bu anlamda son derece merhametli, şiddete karşı, ilerici bir toplumdur. Dinlerine de ayrıca bağlıdırlar. Taptıkları atalarının kabirlerinde belirli günlerde toplanır ve son dönemlerde ölen en başarılı bilimadamlarının etlerini ve kanlarını sundukları özel ayinler düzenlerler.  Elbette bu özel insanların etlerinin satışa sunulması yasaktır, sadece ibadet maksadıyla kullanılır ve bu ayinlerde de tadına sadece elit yönetici ve zengin sınıf bakabilir. Mükemmel bir laik olarak dinlerinin bu ayinlerin dışındaki hayatlarına karışmasına izin vermezler. Din işlerine bakanlar, halka sadece bu ayinlere dair bilgiler vermekle yükümlüdürler. İşte Batı’nın iktisadi kalkınması üzerinden faizi olumlayanların iç dünyasında zımnen, kendileri farkında olmasa da onayladıkları esasen tüm bu ribevi davranışlar, eylemlerle böyle bir toplum modelidir.

57.  Kredi sözleşmesine dönersek, esasen o bir güzellik ifadesidir. Faiz ise bu güzelliğin üzerine sıçratılmış pislik. Güzel kolaylaştırandır. Yap bana bir güzellik denir, bunun anlamı işi kolaylaştırmaktır. Faiz borçlunun yükünü ağırlaştırır, işini zorlaştırır. Öte yandan kredinin/karzın asli amacı borca ihtiyacı olanın hayatını kolaylaştırmaktır. Nitekim karz işleminde borçlu zor durumdaysa mukrizin bir güzellik daha yaparak borçluya müddet tanıması, daha da ödeyemezse sadaka, zekât olarak bağışlaması tavsiye edilir ki zaten zekât sınıflarından biri de borçlulardır. Güzel acıyı dindirir. Kredinin özelliği acıyı, sıkıntıyı dindirmektir. Likit sıkıntısı yaşayan, işçilerin maaşlarını ödemekte güçlük çeken bir işyerine verilen kredi oradaki tüm emekçilerin acısını, sıkıntısını dindirir. Borcunu ödemekte gerçekten güçlük çeken biri mali bir acı çekiyor demektir. Dolayısıyla kredide güzellik yapılarak ona süre verilmesi, borcunun gerektiğinde affedilmesi mali acısına merhem olur. Faiz ise bu acıyı daha da arttırır, mali acılara aile içi çatışmalar, boşanmalar, intiharlar gibi manevi acılar da ekler. Güzellikte zıtlıklar ortadan kaybolur, bir harmoniye, uyumlu bir düzene kavuşur. Kredinin de asıl amacı toplumdaki yoksul-zengin zıtlığının uyumlu bir düzene kavuşmasıdır. Düşenin ayağa kaldırılarak omuz omuza, herkesin dik bir şekilde durduğu saf düzeninin korunmasıdır. Faizde bu zıtlıklar daha da belirgin hale gelir, piramit düzeniyle bir grup yerlerde süründürdüğü ezgin kitlelerin sırtından geçinir. Güzel yalnızlığı giderendir. Kredi esasen kişinin yalnız olmadığını, kardeşlerinin de kendileri için diledikleri iyi yaşamı borca ihtiyacı olan kişi için de dilediklerini hissettirir. Faizde ise kişi herkesin mal peşinde olup düşenin dostunun olmadığı bir dünyayla yüzleşmek zorunda kalır. Güzellik varlıklar arasındaki işbirliğidir. Bir taş diğer taşlarla birlikte işbirliği yapıp kenetlendiğinde ortaya güzel mimari eserler çıktığı gibi medeniyet adlı insanlık eseri de işte ancak dayanışmayla, yardımlaşmayla ortaya çıkabilir. Güzel korku ve umutsuzluklardan kurtarır, ruhumuza rahatlık ve huzur gelir. Kredinin de asıl amacı budur, ancak faiz tam tersi korkuyu ve umutsuzluğu artırır. Güzel ölümle barıştırandır. Güzel kredi insanı malından ayrılmaya yani malının ölümüne alıştırır, bunu kabullendirir. Faizse malı ölümsüz kılmaya çalışarak ölüme karşıt bir tavır alır. Ölüm karşıtlığı ise sonsuz arzu alevleriyle milyarlarca insanın hayatına kasteder. Ölüm karşıtlığı yaşam karşıtlığını da getirir. Güzellikte varlığın özü zuhur eder. Kredide aslında sonunda zekâta dönebilecek şekilde mal verilir. Karşı taraftan hiçbir karşılık beklenmemesiyle birlikte Rızıklandırılmayan Rızıklandırıcı’nın, ahiretin hakikati ortaya çıkar. Zira karşı taraftan bir şey beklemeyen kişi alacağını kimden alacaktır? Elbette sonsuz zengin O’ndan. Borçluya hiçbir karşılık beklemeden süre tanınması Merhametlilerin Merhametlisi’ni, O’nun Halim, Ğafur, Ğaffar isimlerini tecelli ettirir. Hasılı, kredi güzel bir eylemdir, faiz ise bu güzel eylemi kirletir, çirkinleştirir. Kredi tekrardan güzelliğine kavuşturulmalı, faiz pisliğinden, kirinden arındırılmalıdır.

58.  Çevremizde gördüğümüz tüm çirkinliklerde faiz sisteminin payı var. Doğanın dengesinin bozulmasından kanser vakalarındaki artışa şehirlerin kaosuna kadar. Ekonominin bünyesinde hastalıklı bir büyümeye sebep olan faiz paraziti tüm üretim süreçlerine de bu hastalığı yayar. Faizli borcun artış hızına üretimin normal işleyişiyle yetişememesi yüzünden üretim de sınırlarını aşması için teşvik edilir. Hızla büyütülüp satışa çıkarılan hormonlu tavuklar, sağlığa zararlı katkı maddeleri ile raf ömrü uzatılan, ölmeyen ürünler, küflenmeyen ekşimeyen yoğurtlar, bozulmayan sütler (dikkat! hep ölüm karşıtı hareketler bunlar ve bu ölüm karşıtlığı insanların sağlığını bozarak ölümle kuşatıyor hayatı) hep bu sürecin ürünleridir ki yine bir büyüme, ölümsüzlük hastalığı olan kanserin de faiz yayıldıkça, borçluluk her yeri sardıkça insanlığın vücutlarını sarması, adeta bir salgına dönüşmesi rastlantı olmasa gerek. O halde toplum sağlığı için (hem bedenen hem de ruhen) ilk bırakılması gereken kötü alışkanlık, diyetten ilk çıkarılması gereken ne şekerdir, ne de tuz ama faiz ‘yemektir’. 

59.  Faizle birlikte aşırı artan kredi ve borçluluk doğal kaynakların da aşırı kullanımını getirir, dengeleri alt üst eder. Borç ve Çevre (1991) eserinin yazarı Morris Miller da doğal kaynakların tükenmesini de uluslararası borçların faiz ödemelerine bağlar. 

60.  Maddi ve hatta manevi hayatın çirkinliğinin temel kaynaklarından olan faiz sisteminin karşı kutbunda ise şiarlarından biri zekât olan Bütün/Mutlak Fikir vardır. Zekatla faizin çirkinlikleri temizlenir. Dolayısıyla faizden kurtulup şiarı zekât olan sisteme geçildiğinde tüm çevremiz, yediklerimizden içtiklerimize giydiklerimizden bindiklerimize kullandığımız araç gereçlere oturduğumuz evlere, sokaklara kadar her şey hayallerimizin bile ötesinde güzelleşecek, bugünün sahte bolluğun aksine gerçek bir bolluk, bereket ve güven ortamını yeryüzündekiler ancak o zaman tecrübe edebilecektir.

Aylık Baran Dergisi 19. Sayı, Eylül 2023