İnsanın değeri ilgi duyduğu şeylerin değeriyle ölçülür. Ve bir kültürün iç dünyası, hayatında da sanatında da belirleyicidir. Dahası, hafızası idealistik değerlerle yüklü bir insanla, hafızası duyumcul teori ve anılarla dolu bir insan, sanki farklı bir yaratılışta gibidirler.

Dolayısıyla duyumcul bir kültür ortamına doğan ve ruhla dolu olan, ruhî bir iştiyak duyan insanın, böyle bir ortamda kendisini yaratılış gayesine yükseltecek bir hürriyet alanı bulması zor, hatta imkânsızdır; yaratılış gayesi hilâfına bir hayat sürmek gibi büyük bir talihsizlikle karşı karşıyadır.

Zira, iç âlemindeki derunî ahengi yitiren insan kendisine yabancılaşmış, ne olduğunu kendisinin de bilmediği bir düzen arayışı içinde kıvranıyor demektir. Yönlendirildiği “çekim havuzları”nda teselli araması boşunadır.

Çünkü ilgisinin bilgisi ölüdür, ilgi duyduğu şeyleri de ölü bir dilin içinden yansıtmaktadır. Bu tür bilgi, elde edilişi itibariyle, bilgiyle varlığı karşı karşıya getiren bir bilme biçimidir, eşya ve hadiselerin teshirinde tam bir tanıma sağlamaz.

Dolayısıyla, bilinenlerin çoğu eşyaya değil, eşya hakkında söylenenleri bilmeye dairdir, dedikodudan ibarettir.

Mevlüt Koç

Yazının tamamı için TIKLA