Tarih boyunca farklı medeniyetlerin kontrolü altında bulunan Karadeniz’in her dönemde jeostratejik ve jeopolitik önemi artmıştır. Karadeniz, Doğu Balkanlardan Güney Kafkasya’ya kadar uzanan, Avrupa ve Ortadoğu arasında iletişim hatlarının, ticaretin, refahın, güvenlik ve istikrarın sağlandığı kıymetli bir coğrafya olarak ön planda yer almaktadır. Hem önemli bir kavşak hem de doğu-batı ve kuzey-güney koridorlarının kesiştiği bir nokta olması nedeniyle Karadeniz Bölgesi Avrupa için büyük önem taşımaktadır. Geçmişten bugüne Karadeniz’e hâkim olan devlet, Balkanlar ve Orta Avrupa’dan Güney Kafkasya’ya nüfuz edebilen etkin bir aktör olmuştur. Nitekim şu anda tüm dünyanın yönünü döndüğü Rusya – Ukrayna meselesi de Karadeniz’in paylaşılamaması olarak değerlendirilmektedir. Türkiye açısından Karadeniz meselesi, Boğazlar, Montrö süreci ve münhasır haklar gibi sebeplerden dolayı önemliyken, Rusya’nın Karadeniz’deki hedefleri ise, Kırım’ın ilhakıyla birlikte başlayan sürecin sonunda Ukrayna ve hatta tüm Karadeniz’in hegemonya altına alınmasıdır.

Son yıllarda bölgede ortaya çıkan sorunlar, bir kaos oluşturmuş ve bölgeyi istikrarsızlaştırmıştır. 2008’de Rusya’nın Güney Osetya’yı işgali Karadeniz’de var olan düzeni bozmuştur. Karadeniz’e komşu olan ülkelerden Gürcistan ile başlayan gerginlik 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi ile devam etmiş, bugün ise Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimiyle devam etmiştir. Elbette burada Batı devletlerinin kışkırtmalarını da gözardı etmemek gerekiyor. Rusya’nın eski Sovyet psikolojisini hatırlayan bu yayılmacı ve saldırgan tutum, bilhassa küresel aktörler başta olmak üzere birçok devletin hoşnut olmadığı bir durum gibi görünse de, bu sürecin ortaya çıkışında Rusya kadar Ukrayna’yı Rusya’nın önüne atan Batı devletlerinin de payı vardır. Tarih boyunca Karadeniz’e ve dolayısıyla sıcak sulara inme hayali Rusya’nın çok istediği hedeflerinden biri olmuştur. Tarihte birçok kez Kırım el değiştirmiştir. Rus imparatorluğu, Sosyalist Ukrayna Devleti ve Osmanlı Devleti uzun yıllar Kırım’ı yönetmiştir. Bu doğrultuda; bu topraklarda eskiden hakimiyeti olan bu ülkeler de Rusya’nın yaptığı gibi Kırım üzerinde taleplerde bulunabilir. Rusya gelenekselci bir bakış açısı ile Kırım’ı ilhak etmiştir. Rusya çeşitli bahaneleri gerekçe göstererek Ukrayna işgalini meşrulaştırmak için bir takım iddialar ileri sürmüştür. Bu hukuksuzluğun ve yayılmacılığın elbette çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Dünyanın değişiyor olması ve değişen konjonktürde aktörlerin de farklı yapısal değişimler içerisine girmesi bu durumun nedenlerinden olmuştur.

Sovyetler sonrası dönemde sonu gelmeyen -çoğu kez “dondurulmuş” olarak adlandırılır- çatışmaların hepsi Karadeniz Bölgesi’nde yaşanmıştır. Bu çatışmalar, organize suçları, kaçakçılığı ve keskinliği körüklemiş ayrıca bunların körükleneceği potansiyele sahip “gri” bölgeler oluşmasına sebep olmuştur. Rusya, Sovyetler Birliği’nden ayrılarak bağımsızlığına kavuşmuş devletlere gözdağı vermek amacıyla bu unsurları kendi çıkarları için kullanmaktadır. NATO bu durumu kendisi açısından sorunlu görmekte, tüm bu çatışmaların bütün bölgenin istikrarını hızla bozabilecek potansiyele sahip olduğunu düşünmektedir. Karadeniz Bölgesi’ndeki bitmek tükenmek bilmeyen bu çatışmalar, AB’nin 2016 yılında benimsenen Küresel Stratejisi’nde “Avrupa güvenliği için bir sorun” olarak tanımlanmaktadır.(1) Bölgedeki mevcut olan istikrarsızlığın ekonomik kalkınmayı ve bölgenin ekonomik açıdan potansiyeline ulaşmasını engellediği gayet açıktır; bu engellemeyi de ancak deniz ticareti ve ekonomik entegrasyon kaldırabilir.

NATO cephesi Karadeniz’de Rusya’ya karşı en başından beri Türkiye ile birlikte hareket etmekte, Türkiye’yi Rusya’ya karşı kullanmayı denemektedir. NATO, Rusya’nın Kırım’ı yasa dışı olarak ilhak etmesini tanımamakta ısrarlı; bu tutumu Kuzey Atlantik Konseyi’nin Temmuz 2017’de Kiev’i ziyareti sırasında da yinelenmiştir.(2) NATO Ukrayna’ya verdiği politik desteğin yanı sıra askeri ve mühimmat desteğini de önemli ölçüde arttırmıştır.(3) Ukrayna’nın güvenlik ve savunma sektöründe yaptığı reformlarını desteklemekte ve aynı zamanda Varşova Zirvesi’nde kabul edilen “Kapsamlı Yardım Paketi” çerçevesinde yetenek ve kapasite geliştirme çalışmalarına yardım etmektedir.(4) Bu paketin bazı hedefleri doğrudan Karadeniz’in güvenliği ile ilgilidir. Örneğin bölgesel hava sahası projesi, Ukrayna’nın hava güvenliğinin dış tehditlerle başa çıkma yeteneğini geliştirecektir. Diğer projeler Ukrayna’nın güvenli komuta, kontrol ve durum bilinci gibi yeteneklerini güçlendirmeye yöneliktir. NATO ayrıca Rusya’nın Kırım’ı yasa dışı ilhakından sonra Odessa’ya taşınan Ukrayna Deniz Akademisi’nin geliştirilmesine de destek vermektedir. Benzer bir durum Karadeniz’de Gürcistan için de geçerlidir.

Gürcistan’ın NATO’nun Geliştirilmiş Fırsatlar Ortakları’ndan biri olması, ABD ile aralarında geniş çapta politik ve askeri etkileşim olmasına imkân sağlamıştır. Ayrıca 2014 yılında Galler’de yapılan NATO Zirvesi’nde başlatılan ve savunma kapasitesi geliştirme üzerine odaklanan NATO-Gürcistan Kapsamlı İşbirliği Paketi de Karadeniz bölgesindeki olumsuz güvenlik şartları doğrultusunda gelişmektedir. “Paket kara, hava ve deniz kuvvetlerine 13 alanda verilen desteği kapsamakta, stratejik düzeyde öneriler ve irtibat, savunma kapasitesi arttırma ve eğitim faaliyetleri, ve çokuluslu tatbikatları içermektedir”.(5) Moldova hükümetinin isteği üzerine savunma kuruluşlarının oluşturulması ve reformları desteklemek için NATO’nun bu ülkeyle angajmanı arttırılmıştır. Galler Zirvesi’nde bir Savunma Kapasitesi Oluşturma Paketi kabul edilmiş, 2017 yılı sonlarında da Kişinev’de NATO İrtibat Bürosu kurulmuştur.(6)

Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) Teşkilatı üyesi devletler arasında NATO’ya dahil olmuş olan beş ortak ülke bulunmaktadır. NATO ise bölgede bu ülkelerle ciddi boyutta işbirliği yapmakta ve bu durum Rusya’yı oldukça rahatsız etmektedir. NATO bir yandan KEİ üyeleri ile bölgedeki ilişkilerini ve ittifaklarını geliştirirken diğer yandan bölgede Avrupa Birliği (AB) ile de ittifak halindedir. NATO üyelerinden yirmi ikisi aynı zamanda AB üyesi oldukları için bu iki örgüt Karadeniz Bölgesi’nde birlikte çalışmaktadır. Nitekim bu iki örgüt doğu ve güneylerindeki hibrid tehditleri göz önünde bulundurarak direnci arttırmak, savunma kapasitesini oluşturmak, siber savunma, deniz güvenliği ve tatbikatlar da dahil olmak üzere aralarındaki işbirliğini kuvvetlendirme konusunda anlaşmaya varmışlardır.

ABD ve NATO bu girişimlerde bulunurken son 15 yılda Rusya’nın Karadeniz’deki gücünü artırmak amacıyla yaptığı faaliyetler giderek yoğunlaşştır. Çünkü sadece ABD ve NATO’nun çabaları Rusya’yı durdurmakta nispeten yetersiz kalmaktadır. Bu yetersizlik hem Güney Osetya’nın hem de Kırım’ın hatta şu günlerde Ukrayna’nın işgali ile net şekilde görülmüştür. Yetersizliğin en büyük sebeplerinden birisi BM’dir. Bir çok meselede olduğu gibi burada da BM’nin işlevsiz bir örgüt olduğu bir kez daha görülmüştür. Rusya, BM’nin en önemli yapısı olan BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimî üyesinden birisidir. Veto hakkı bulunan Rusya, Karadeniz’de yaptığı faaliyetlerin karşılığında alınmak istenen tüm kararları doğal olarak veto etmekte ve bu faaliyetler cezasız kalmaktadır. Bu durum BMGK’da kapsamlı bir reforma yönelik yenileşme ihtiyacını göz önüne sermektedir.

Dünya değişirken uluslararası sistemin temel aktörleri olan fertlerin, devletlerin ve uluslararası örgütlerin değişmemesi, revize edilmemesi mümkün değildir. Devletlerin yüzyıllar içerisinde büyümesi veya zayıflaması var olan dengeleri değiştirmekte, bu değişim ise devletlerin tutum ve davranışlarında köklü değişimlerin görülmesine neden olmaktadır. Güç dengesinin zaman içerisinde değişmesi ise var olan ittifakları ve devletler üstü oluşumları etkilemiştir. 21. yy. ilk çeyreğinin son döneminde Rusya ile Ukrayna arasındaki mesele de aktörlerin, uluslararası örgütlerin ortaya çıkan çatışma ve sorunlar ile başa çıkabilme özelliğini sorgulamasını sağlamıştır. Rusya’nın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) Daimi Üyesi olmasına ve Ukrayna’yı işgal ederek uluslararası hukuk normları olarak görülen kuralları ihlal etmesine karşılık, sorun çözücü, çatışma önleyici ve uzlaştırıcı kimliğe sahip BirleşmişMilletler’in, pasif kalması sistem içerisindeki diğer aktörlerin kuruma olan güvenini yitirmesine ve güvensiz bir uluslararası ortamın oluşmasına neden olmuştur.

BM Güvenlik Konseyi’nin Güney Osetya’nın, Kırım’ın ve Ukrayna’nın işgali sırasındaki etkisizliği aslında şaşırtıcı değildir. Konsey, buna benzer olaylara tepki verme konusunda var olduğundan beri çok yetenekli bir yapı olmamıştır. Eğer Güvenlik Konseyi bu tür konularda etkisiz ve ağır kalmaya devam ederse Dünya’daki büyük çatışmaları ve savaşları engelleme misyonundan ziyade çeşitli şikayetlerin görüşüldüğü ve tartışıldığı bir forumdan ibaret olarak varlığına devam edecektir.(7) Bu durumun farkında olan üyeler arasında Konsey’in bir reforma ihtiyaç duyduğu zaten birçok kere göz önüne serilmiştir. 1946’daki kuruluşundan bu yana Konsey’in yapısı, hemen hemen aynı kalmıştır. Bu durum, BM’nin kuruluş hedeflerine ulaşamamasına neden olmuştur. Güvenlik Konseyi hakkındaki en önemli eleştiriler ve reform istekleri iki temel nedene dayandırılmaktadır. Bunlar; 5 ülkenin sahip olduğu veto yetkisi ve Konsey’de adil bir temsilin olmamasıdır.

Konsey, veto hakkına sahip daimi üyeler arasındaki çıkar çatışmaları sebebiyle çözülmesi gereken konularda yavaş işleyen ve karar alamayan bir hale bürünmektedir. Veto hakkına sahip “P5” olarak adlandırılan daimi üyeler bu hakkı sadece kendileriyle alakalı konularda da değil, aynı zamanda müttefiki oldukları ülkelerle alakalı konularda da rahatça kullanabilmektedir. Örneğin; Rusya son olarak başkanlık yaptığı Konsey’de Ukrayna işgali konusunda veto hakkını kullanmıştır. Bunun yanında Rusya, Beşar Esad rejiminin BM kaynaklarıyla kanıtlanan vahşetlerden sorumlu tutulmasını isteyen toplantılarda yaklaşık 20 kez veto hakkını kullanmıştır. Görüldüğü gibi veto hakkına sahip olan ülkeler, yalnızca kendileriyle alakalı konularda değil, dünyanın herhangi bir yerinde kendi çıkarlarıyla ters düşebilecek her türlü kararı veto edebilmektedir. Dolayısıyla, BM tarafından kanıtlanan bir suçlu hakkında dahi bir karar alınamaması meşruiyet problemini ortaya koymaktadır.

Burada asıl problem teşkil eden kısım; Güvenlik Konseyi’nin mevcut yapısının İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki konjonktürde ortaya çıkmasıdır. İkinci Dünya Savaşı’nın kesin galipleri ABD ve Sovyetler Birliği olarak kabul edilmektedir. İngiltere de bu ülkelerle birlikte savaş sonrası düzenin kurulmasında büyük rol oynamıştır. Bu nedenle, bu üç devletin veto hakkına sahip olan aktörlerden olması kaçınılmaz bir durumdur. Bunun yanında dönemin ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt, uluslararası güvenliğin “dört küresel polis” tarafından yönetildiğini iddia ederek Çin'in de buraya dahil edilmesinde ısrar etmiştir. İngiltere Başbakanı Winston Churchill ise potansiyel Alman veya Sovyet saldırganlığına karşı Avrupa’da tampon görevi görebileceği nedeniyle Fransa’nın da büyük güç statüsünü geri kazanmasına ve bu daimi üyeler arasında yer almasına destek olmuştur.(8) Ancak günümüzde dünya, İkinci Dünya Savaşı’nın sonrasındaki dünyadan tamamen farklılaşş durumdadır. Dolayısıyla çok daha eskide kalmış bir yapının günümüz küresel sorunlarının çözümünde faydalı ve etkili olması söz konusu olamamaktadır.

Eskide kalmışğın yol açtığı sorunlardan birisi de coğrafi dağılım konusunda olmuştur. 1 milyardan fazla insanın yaşadığı ve dünya nüfusunun yüzde 15’inden fazlasını barındıran Afrika kıtasından herhangi bir daimi temsilci bulunmamaktadır. Aynı şekilde 400 milyondan fazla insanın yaşadığı ve dünya nüfusunun yüzde 5’inden fazlasını bünyesinde barındıran Güney Amerika kıtasından da herhangi bir daimi temsilci bulunmamaktadır. Mukayese yapıldığı takdirde, yaklaşık 750 milyon insanın yaşadığı Avrupa kıtasından 3 daimî temsilci bulunurken yaklaşık 1.5 milyar insanın yaşadığı bu iki kıtadan herhangi bir daimi temsilci bulunmamaktadır. Konsey’in faaliyete başladığı zamanlara bakıldığında; beş daimi üyenin nüfusları toplamı dünya nüfusunun yüzde 50’sinden fazlasını oluşturmaktaydı. Günümüzde ise bu oran sadece yüzde 26’dır. Hatta Çin dışarıda bırakıldığında, 4 daimi üyenin toplamı dünya nüfusunun yalnızca yüzde 8’ini oluşturmaktadır. Elbette nüfus tek başına belirleyici bir unsur değildir; fakat adaletsizliğin görülmesi açısından bir kıstas olarak kabul edilebilir. Dolayısıyla anlaşılacağı üzere Güvenlik Konseyi’nin “temsil sorunu” oldukça büyük ve önemli bir sorun haline gelmiştir.

Yukarıda bahsedilen nedenlerden dolayı 2021 başlarında BM Genel Kurulu Başkanı Volkan Bozkır’ın da bahsettiği gibi Güvenlik Konseyi’nin daha geniş temsile sahip, daha etkili, daha şeffaf, daha hesap verilebilir bir yapıya kavuşması son yaşanan olayların da ışığında elzem hale gelmiştir. Eğer bu doğrultuda bir reform yapılabilirse Konsey’in hem karar alma yeteneği hem alınan kararları uygulama yeteneği hem de Konsey’in meşruiyeti önemli ölçüde artacaktır.(9)

Örneğin; dünyanın en büyük 20 ekonomisinin yani G20 ülkelerinin hepsinin veto hakkı olmadan 5 yıllığına Güvenlik Konseyi daimi üyesi olduğu bir durumda tüm dünya nüfusunun yüzde 57’si temsil edilebilecek olmaktadır. Bu temsil artışının yanında G20 ülkelerinin ekonomik güç olarak dünyanın en güçlü ülkeleri arasında olmaları da yine Konsey’in meşruiyetini arttıracak bir durumdur. Nüfusun yanında bölgesel temsil olarak ise bu fikir uygulandığı takdirde; Güney Amerika kıtasından Brezilya ve Arjantin, Kuzey Amerika’dan Meksika, ABD ve Kanada, Avrupa’dan Türkiye, Almanya, Birleşik Krallık, Fransa, İtalya Asya kıtasından, Hindistan, Çin, Endonezya, Rusya, Japonya, Kore, Suudi Arabistan Afrika’dan Güney Afrika Okyanusya’dan ise Avustralya’nın daimi üye olduğu 19 üyeli bir konsey ortaya çıkmaktadır. Görüldüğü üzere nüfus açısından da yüzde 50 temsilin üzerine çıkan bu fikir coğrafi dağılım açısından da mükemmel olmasa da şu an var olandan daha geniş bir temsil ortaya koymaktadır. Bu 19 üyenin yanına BM’ye faaliyetleri için en çok hibede bulunan 2 ülkenin daha 5 senelik süreyle daimi üyelik kazanması da ABD gibi en yüksek parayı veren ülkelerin tamamen kontrolünde olan bir Konsey yapısını engelleyecek ve daimi üye sayısı 21’e çıkmış olacaktır. Bu 21 üyenin olduğu sistemde konseyin karar alabilmesi için 2/3 çoğunluk yani 14 üyenin oyu gerekecek bir karar alma yapısı getirilerek çoğunluğun bir kararı dikte etmesi zorlaştırılacaktır. Aynı zamanda Rusya-Ukrayna örneğinde gördüğümüz gibi tüm Dünya’nın alınmasını istediği bir karar ve desteklediği bir konuda tek bir ülkenin ve birkaç tane müttefikinin bu durumu engellemesinin de önüne geçilecektir.

Yukarıda bahsettiklerimiz sadece birer örnektir; tabiî ki bu veya buna benzer fikirler üzerinde çalışılarak çok daha kapsamlı ve çok daha etkili bir hale getirilebilir. Burada en önemli şey Konsey’in ihtiyaç duyduğu reforma olan inanç ve motivasyondur. Bu konuda da en önemli engel yine veto hakkı olan ülkelerdir. Bahsi geçen P5 ülkeleri sadece konseyin karar alma sürecinde değil konsey ile alakalı reform sürecinde de oldukça güç sahibidir. Doğal olarak; bu ülkeler kendilerinde bulunan gücü kaybetmek istemeyeceklerdir. Hali hazırda bu reformların gecikmesindeki temel neden budur. Bilinmektedir ki dünya hızla değişmekte ve gelişmektedir. Yaklaşık 80 yıl önce ortaya çıkan bir yapının günümüz uluslararası ortamına uyum sağlamadan devam etmesi çok mümkün gözükmemektedir. Bu sebeple eğer veto hakkı bulunan daimi üyeler yapının bu şekilde devam etmesinde ısrar ederlerse kendilerini de bazı tehlikeler beklemektedir. Birincisi, çalışmada belirtildiği gibi Güvenlik Konseyi’nin pratikte artık tamamen fikir tartışmaları yapılan ve herhangi bir etkisi olmayan bir forum haline dönüşmesidir. Çok kutuplu dünyada herhangi bir etkisi olmayan sadece karşılıklı fikirlerin ve zıtlıkların ortaya konduğu bir yapıda önemli bir aktör olarak söz sahibi olmak önemini gitgide yitirecek bir olgu olacaktır. İkincisi ise bu yapının birçok sorunu sebebiyle artık BM Güvenlik Konseyi’nin yapması gereken görevleri bölgesel bazı kuruluşların üstlenmesidir. Örneğin; Karadeniz’de ortaya çıkan bir problemin Güvenlik Konseyi tarafından çözülememesi Karadeniz’deki ülkelerin bir araya gelip çok daha hızlı karar almasına yol açabilir. Böyle bir durum, Konsey’in daimi üyelerinin ellerindeki veto gücünün bertaraf edilmesine neden olacaktır. Diğer tüm dünya ülkelerinin bu ülkelere reform konusunda tavır alması ya da baskı yapması da yine bu ülkelerin yüzleşeceği başka bir problem olarak ortaya çıkacak ve sistem çapında bir değişimi beraberinde getirecektir.

Kısacası, daimi üye devletler de her ne kadar ellerindeki güç azalacak olsa da bu sistemin mevcut şekilde devam edemeyeceğini görecekler ve değişimin bir parçası olacaklardır. Güvenlik Konseyi’nin hem yapısında hem de karar alışsürecinde bir reformun şart olduğu aşikardır. Bu reformun da hızlıca ve var olan problemleri ortadan kaldıracak ya da azaltacak şekilde yapılması çok önemlidir. Bu reformun gerçekleşmesi, tüm dünyada olacağı gibi Karadeniz Bölgesi özelinde de mevcut olan problemlerin ve çatışmaların çözümünde yardımcı olacaktır. Veto gücü elinden alınan Rusya, ABD, İngiltere, Fransa ve Çin faaliyetlerde bulunurken şu an ki kadar rahat ve özgüvenli olamayacaktır. Çünkü uluslararası sistem artık bu faaliyetlere hukuki olarak cevap verebilecek durumda olacaktır.

Dipnotlar

1-Anastasov, Pavel, "Karadeniz bölgesi: önemli bir kavşak", https://www.nato.int/docu/review/tr/articles/2018/05/25/karadeniz-boelgesi-oenemli-bir-kavsak/index.html NATO DERGİSİ, www.netorevıew.com (NATO REVIEW), 25 Mayıs 2018. (Erişim Tarihi: 01.05.2022)

2-Anastasov, Pavel, "Karadeniz bölgesi: önemli bir kavşak", https://www.nato.int/docu/review/tr/articles/2018/05/25/karadeniz-boelgesi-oenemli-bir-kavsak/index.html NATO DERGİSİ, www.netorevıew.com (NATO REVIEW), 25 Mayıs 2018. (Erişim Tarihi: 01.05.2022)

3-Andrew Rettman, “Finland and Sweden to join Nato summit dinner” https://euobserver.com/nordics/133861 (Erişim Tarihi: 03.05.2022)

4-Aaron Mehta, “Warsaw Summit Preview: Many Interests, with Deterrence at Core”, https://www.defensenews.com/smr/road-to-warsaw/2016/06/27/warsaw-summit-preview-many-interests-with-deterrence-at-core/ (Erişim Tarihi: 05.05.2022)

5-Anastasov, Pavel, "Karadeniz bölgesi: önemli bir kavşak", https://www.nato.int/docu/review/tr/articles/2018/05/25/karadeniz-boelgesi-oenemli-bir-kavsak/index.html NATO DERGİSİ, www.netorevıew.com (NATO REVIEW), 25 Mayıs 2018. (Erişim Tarihi: 01.05.2022)

6-Anastasov, Pavel, "Karadeniz bölgesi: önemli bir kavşak", https://www.nato.int/docu/review/tr/articles/2018/05/25/karadeniz-boelgesi-oenemli-bir-kavsak/index.html NATO DERGİSİ, www.netorevıew.com (NATO REVIEW), 25 Mayıs 2018. (Erişim Tarihi: 01.05.2022)

7-Thomas Graham, “Preventing a Wider European Conflict” https://www.cfr.org/report/preventing-wider-european-conflict#chapter-title-0-5 (Erişim Tarihi: 04.05.2022)

8-https://www.cfr.org/backgrounder/un-security-council (Erişim Tarihi: 06.05.2022)

9-https://www.cfr.org/backgrounder/un-security-council (Erişim Tarihi: 06.05.2022)

Aylık Baran Dergisi 4. Sayı

Haziran 2022