Giriş

Plastik sanatlarda her milletin kendine ait yahut kendisini yakın hissettiği bir sanat dalı vardır. İslam sanatından söz edince de akla ilk olarak hat sanatı gelmektedir. Hat sanatını bütün İslam âleminin sanatı olarak görürüz. Bir coğrafi bölgeye has kılınmış değildir. Onu sanatların en üstünü, en şereflisi olarak telakki ederiz. İslam sanatında hüsnühat, plastik sanatların baş tacıdır. Estetik duygumuzu bu mücerret sanat kadar temsil eden başka bir sanat neredeyse yoktur.

Arap, Acem ve daha sonra da Türklerde hayat bulan hat sanatı, sadece, İslam âleminde yazı olarak sanat şeklini almıştır. Yazı, ilahi kelamla buluşmuş, İslam sanatında estetiğin mücerret tarafı hat sanatıyla görünür olmuştur. Bu sanat biçimi de Müslüman sanatkârların elinde şekillenmiş ve gelişmiştir. Hat, artık Müslümanların ruhunun dışarıya sanatkârane bir şekilde taşkınlığı olmuştur.

Allah Resulü’nün hal, hareket, tavır, davranış ve sözleri sadece Arap beldesine has kılınmadığı gibi, İslam’ın kutlu dili olan Arap harfleri de Arap beldesine has değildir. Bu harfler, İslam dünyasının “ruhi tutumuna” sinmiştir. Böylece İslam sanatında sanatkârlar, İslam’dan neşet eden ruhi bir doygunlukla hat sanatına suret vermişlerdir. İslam diye bir din olmasaydı, belki de Arap harfleri sadece sıradan harflerden ibaret olarak kalacak, maddi ve manevi bir anlam ifade etmeyecekti. Onu güzel kılan, İslam’dır. Onun güzel olmasına sebep olan, İslam’dan hareketle aldığı ölçüdür. Allah Resulü’nün ona biçtiği ölçüdür.

Allah Resulü bütün işlerinde ince, zarif ve estetikti. Zevk ve estetik anlayışı sahabîlerinde de vardı. Hz. Peygamber kâtibine “Hokkaya lika koy, kalemi eğri kes, besmelenin ‘ba’sını dik yaz, sin harfinin dişlerini, mim’in gözünü açık, İsm-i Celal’i güzel yazmaya gayret et, ‘Rahman’da kalemin mürekkebini yenile, nun’un çanağını uzat, ‘Rahim’i de güzel yaz.” buyurarak hattın ilk ölçüsünü vermiştir. (Kadı İyaz, eş-Şifa I. cilt, s. 506)

Kur’an'ın hiçbir şekilde bozulmadan, kesintiye uğramadan hükmünün ebediyete kadar sürecek olmasından dolayı onun muhafazası kadar estetik biçimde görünürlüğü de önemliydi. Hazreti Ali'nin, kâtiplerin ve sahabîlerin mübarek dokunuşlarıyla İlahi kelamı estetik bir kaide ile birlikte sunması da Allah'ın bir ikramı olsa gerektir. Çünkü Mutlak Güzel’in ilahi sözleri de O’nun nurunun bir yansıması olarak hat sanatından fışkırmalıydı. Öyle de oldu; hüsnühat tüm güzelliğiyle ilahi kelamı, bedii idrak halinde sundu.

Başka bir açıdan baktığımızda; İslam’ın yayılmaya başlamasından itibaren, Mekke ve sair yerlerdeki resim, ikon, heykel gibi putu temsil eden her şeyi yok etmiş, adeta bir inkılaba vesile olmuştur hat sanatı. Hüsnühat bu manada heykele de vurulan bir darbe niteliğindedir. Böylece hat, yazı olmakla birlikte temsil makamında bir yer edinmiştir.

Hüsnühattın ritmi, ölçüsü, ahengi, niteliği, manası ve feyzi özellikle Allah’ın ayetlerinin yazılması gibi ulvî bir işin varlığı, onu bambaşka bir duruma getirmektedir. Gözümüzün ve gönlümüzün nuru olmuştur. Hadisle de teyit edilip sistemleştirilen hat sanatı, varlığını kıyamete kadar sürdürecektir.

Plastik sanatlara da kendisinden güzellik payı veren hat sanatı, estetik tavrımıza yüklediği mana itibariyle de en üstün sanattır.

Batılı sanatkârlar tanrıyı ikonlara mahkûm edip duvarlara işler, ikonların tanrıyı temsil ettiğini belirtir. Hüsnühat tanrıyı temsil etmez. Onun güzelliğinin nurunun bir tezahürüdür, hatırlatıcısıdır, ruhta ulvî duyguların uyandırıcısıdır. Mutlak Güzel’i hatırlatma aracıdır. İlahi kelamın nurudur. Zarif ve ahenkli üslubu, dile aksettiği gibi yazıya da aksetmiştir. Bu sebeple hiçbir alfabeyi, Kur'an harfleri gibi güzel biçimde yazmak mümkün değildir.

İnsanın bizzat estetik duygularına hitap eden bu mücerret sanat, hiçbir zaman ritim, ölçü ve kaidesinden koparılmamış; başlangıcından bu zamana kadar, geometrik titizliği içerisinde, onu temsil edenince, kurallarına uygun şekilde riayet edilmiş; tüm formları, İslam mimarisini de süslemiştir.

Hat’ta ölçü, noktadır. Bu nokta da “ba” harfinin noktasına tekabül eder. Bu noktaların harfe biçilen rolüyle, ölçü başlar. Diğer harflerin ölçüsü “ba” harfinin noktasının ölçüsüne nisbetle belirlenir. Bu ritim ve estetiği meydana çıkarmakta, adeta geometrinin bir yansıması görülmektedir. Ki İslam mimarisinde hat’la geometri iç içe geçmiş arabeskte adeta izdivaç halinde mimariye ses, renk, ihtişam ve ruh katmıştır.

Hat Sanatının Ortaya Çıkışı

Kûfi, dik ve yatay çizgileriyle geometrik formu olan bir hat yazımıdır. Kûfî ismini de Kûfe şehrinden almıştır. Kûfi hattı ortaya çıkmadan önce yazılan ilk yazı çeşidi, dikey ve yatay olmakla birlikte geometrik düzeni olan Nabat yazısıdır. Yumuşak çizgileri ve kavisleri olan bir başka yazı çeşidi de ‘meşk’tir. Bu yazı çeşitleri stilize edilip tek bir yazı çeşidi olarak Kûfi hattına bağlanmıştır. Kûfî hattı bu sebeple yazıların en başıdır. Hazreti Ali bazı kurallar ekleyerek geliştirmiştir. İlk Kûfi yazısı da Hazreti Ali’nin dokunuşlarıyla oluşmuştur. Artık Kûfi yazısı, karışıklığından ayrışmış, harfler tane tane olmuş, Allah Resulü’nün verdiği ölçüye nisbetle Hazreti Ali’nin dokunuşlarıyla tek harfle de, birbirine eklendiğinde de estetik bir görünüm kazanmıştır.

Kûfi hattının geometrik formu ve köşeli olması itibariyle mimariye de en uygun hat çeşididir. Her yere rahatlıkla oturabilmekte ve mimariye ayak uydurabilmektedir. Bu sebeple İslam mimarisinin ilk camileri olan Mescidi Nebevi ve Kubbetu’s Sahra’ya Kûfi hattı yazılmıştır. Kubbetu’s Sahra gibi geometrik forma sahip olan yapılar, bünyesinde Kûfi hattını rahatlıkla taşıyabilmektedir. Bundan sebep geometrik şekiller de hat sanatıyla ilişki içindedir. Sanki Hazreti Ali, Kûfî hattını meşk ederken gönlünü Kâbe’ye, yüzünü kâğıda dönmüş ve Kâbe’deki formu, Kufi yazısına akıtmış ve sonu gelmez bir güzelin örneğini şekillendirmiş, İslam dünyasını ve İslam sanatını hat gibi ulvi bir sanatla tanıştırmıştır. Bu sebeple ki, hatların her çeşidinde Kûfi’den esintiler, tesirler görmek mümkündür. Kûfi hattı sonrası nesih, sülüs, muhakkak, talik gibi çeşitlerle hat sanatı daha ileri boyutlara taşınmış, çeşitli formlar elde edilmiş, Müslümanların kendi kültür ve zevklerine göre farklı farklı ölçülerde estetize edilmiştir. Günümüze kadar tüm sıcaklığıyla gelen hat sanatı, duruşundan hiçbir şey eksiltmemiştir.

Kûfi hattının da çeşitleri mevcuttur. Tarihte çeşitlerinin çokça örnekleri mevcuttur; Basit kûfî, örgülü kûfî, çiçekli kûfi gibi. Bu hat çeşitleri; İslam dünyasında Endülüs’ten İran’a Orta Asya’dan Selçuklu ve Osmanlı’ya kadar çeşitli formalarıyla varlığını sürdürmektedir.

Kur’an’a hizmet eden fakat aynı zamanda zevken idraka hitap eden bu sanat, en çok da İslam mimarisinde yerini tam manasıyla bulmaktadır.

Kûfi hattının İslam mimarisinde duruşundan örnek vermemiz gerekirse, en iyi örnek Elhamra sarayının duvarlarındaki Mağribi hattı olacaktır. Mağribi hattı, Elhamra’nın duvarlarını adeta bir başka boyuta taşımış, mimari ile hat birbirini tamamlamıştır.

Hüsnühat, adeta güzelliğini taşlardan haykırmakta, oradan ruhlara nüfuz etmektedir.

Cami, saray, medrese, türbe, çeşme, köprü, mezar ve daha nice yerlere, oraların manasına uygun biçimde işlenmiş ve taşı taş olmaktan öteye taşımış, suretleri manaya tebdil etmiş, maddeyi adeta mana hamuruyla yoğurmuştur. Artık orası Allah’ı hatırlatan bir mekân hüviyetine bürünmüştür. Batı mimarisinde hiç göremeyeceğimiz bu unsur sadece İslâm mimarisine has bir unsurdur.

İslam sanatkârı, sanatında sadece estetik yönü öne çıkarmaz, onun tefekkür boyutunu da sergiler. Eser, göreni tefekküre yöneltir. Tefekküre yönelten hat sanatı, yine ruhi bir âleme kapı aralayan İslam mimarisiyle birlikte sanatın üstünde bir sanat halinde tezahür etmektedir. Bu sanat, insanı ilahi kelamın ve Mutlak Güzel’in batini evresine yönlendirmekte, metafizikî boyuta geçirmektedir.

Bu sebeple mekânlara işlenen hat yazıları sadece görsel ziyafet sunmuyor, ayrıca bir öğüt görevi de görüyor.

Maşaallah, Bismillah, Allah, Edeb ya hu, Bu da geçer ya hu, Ya malikel mülk, Ya hafız, Hiç, Ayete’l kürsi gibi hat yazıları; şifa, rızık ve bereket gibi ayetler hat tablolarından insanın kalbine akmaktadır.

Bu gördüğümüz hat yazıları insanı saygıya, sevgiye ve edebe sevk eder. Malın, mülkün asıl sahibini hatırlatır; kibri, riyayı, hevayı uzaklaştırır, kalbi toparlar, Allah’ı ve Peygamberini hatırlatır. Demek ki sadece duvarları değil, mü’min kimsenin de kalbini, ruhunu ve gözünü süsler ve doyurur.

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun deyimiyle sanat, yüce duygular verendir. Hat sanatı, sanatın üstünde bu yüce duyguları insan ruhuna taşırandır. İslam mimarisinde nasıl ki şaheserler (Selimiye, Süleymaniye gibi) taş yığınından öte bir manayı temsil ediyorsa, maddeden manaya geçiyorsa, suretlere manayı giydiriyorsa; hat sanatında da çizimin ortaya döktüğü güzellik yanında kelamın manası da ön plandadır.

Hat'ta, içeriden dışarıya değil, dışarıdan içeriye bir gidiş vardır. Sağdan başlar ve sola doğru gider. Bu aynı zamanda kalbe doğru gidiştir. Onun bütün ahengi, hendesesi, vezni, harflerin birbirine bağlanarak bütünü temsil etmesi, sanki hareket halinde tüm canlılığını korumaktadır. Sonu gelmez ritim, bu sanatta görünür. Birbirine eklenen harfler bütünlüğü bozmadığı gibi birbirine eklenmesi uygun olmayan del, ra, ze, zel gibi harfler de tek başına boşluğu oluşturmakta, İslam mimarisindeki negatif boşluk gibi bütünlüğe nefes aldırmakta, bütünlüğün devamı sağlanmaktadır. Oluşan boşluklar da ayrı bir estetiğe kapı aralamaktadır.

Hat sanatı, Müslümanla daima bir beraberlik halindedir. Mimariden hayatımızın tüm alanlarında gözümüzün önündedir. Adeta tüm sanatları ve sanatkârları kuşatmış vaziyettedir. Bu haliyle Müslümanların merkezindedir.

Kufi hattının köşeli ve dikey olmasının da elif harfiyle doğrudan bağlantısı, ilişkisi bulunmaktadır. İslam mimarisinde inşa edilen camilerin minareleri de elifi temsil ederler. Yani bir'i, bir olanı, tek olanı. Minarelerden her gün 5 vakit “bir” olan nida edilir. İslam mimarisi bu manada tevhit ilkesinin apaçık örneğidir.

Hat sanatının İslam mimarisine yüklediği bu şerefli tezyinatla birlikte; elif ile de İslam mimarisinde minareyi buluşturmuş ve hatla mimarinin ayrılmaz bir parçası olmuştur.

Elif Harfinin Manasına Dair

İnsanı ziyadesiyle tesiri altına alan bu harflerin esrarını da batın ehli kahramanlarının keşflerinden bilmekteyiz. İslam harflerinin kulağa tesiri bir yana, göze tesiri de çok yüksektir. Harfler de insanlar gibi bir âlem ve mertebelerde yaşarlar. Onların “sihri” de buradan gelmektedir. Harfler bir âlemdir ve âlem içinde âlemlere ayrılırlar. Aynı zamanda harfler ilimdir ve her biri sırdır. İbn Arabi hazretlerine göre harfler ilahi mertebededir. Elif, ze ve lam, hakkın ezeliliğinin bilgisini, nun harfi de insanın ezeliliğinin bilgisini verir. Elif-lam-mim’deki elif harfi tevhide; mim yok olmayan mülke, lam ise ikisi arasında bağ olsun diye vasıtadır. (Arabi, Harflerin Sırları, s. 68)

Allah lafzının ilk harfi olması bakımından elif harfi, tevhidi, bir’i temsil eder. Salih Mirzabeyoğlu’na göre elif, bütün harflere ülfet edebildiği için böyle isimlendirilmiştir. Ebced değeri de 1'dir. Temel olarak, bütün harfler elifin kıvrılıp bükülmelerinden türemiştir; ilim maluma tabidir hikmetine nazaran, Hazreti Ali, bütün ilmin toplamı olarak ‘be’nin altındaki noktayı gösterir. (Mirzabeyoğlu, Elif, s. 7)

“Ba harfi ise güzelliğin boyutlarını sembolize eder. Altındaki nokta her şeyin ona döneceği Yüce Merkezi sembolize eden noktayı oluşturur. Nokta, İlahi Zatın tekliğinin simgesi iken, elif vahdaniyet-birlik makamını sembolize eder.” (Nasr, İslam Sanatı ve Maneviyatı, s. 47-48)

İbn Arabi’ye göre; hakikatlerden bir koku duymuş kişiye göre elifin makamı, cem’ (birlik, toplayıcılık) makamıdır. Elif, dairenin noktası ve çevresi, âlemlerin basiti ve bileşiğidir. İnsanın kutbu hayat ise harflerin kutbu da eliftir. Elif ruhaniyetinin her yönünden harflere sirayet eder. Bütün harfler kendisine yerleşir ve ondan oluşur. (Arabi, Harflerin Sırları, s. 88)

Sonuç

Kuran harfleri de “her şeyden önce kelam vardı” hikmetinin suretlere tecelli etmiş halidir. Bazı İslam âlimleri İslam harflerinin esrarına vakıf olmuşlar ve keşf âleminden bizlere bu sırlardan serpmişler ve anlayışımıza sunmuşlar. Kimi İslam sanatkârları ise kutsal sanat olan hat sanatını öğrenerek Allah Resulü’nün ölçülendirdiği biçimde hareket ederek bu sanata hizmet etmiş, daha güzele ulaşmak için kalemlerini hokkaya batırmış, ölçüyü bozmadan çeşitli formlara giydirerek terkip etmişler. Bu vesileyle Müslümanlar bu sanatın her türlüsünden faydalanmış ve bu kutsal sanatın sırlarını zevken idrak etmişlerdir.

Mescidi Nebevi’den Kubbetüssahra’ya, Kurtuba Camii’nden Anadolu’daki Çifte Minareli Medrese’ye, Ulu Camii’den Süleymaniye ve Selimiye Camii’ne kadar İslam mimarisinin yapılarındaki tasarıma en büyük katkıyı hat sanatı sağlamıştır. Kufi hattı ve çeşitleri İslam mimarisini tezyin etmiş ve geliştirmiştir. Klasik Osmanlı Mimarisi’nde ise sülüs hattı kullanılmış ve günümüze kadar bu şekilde süregelmiştir. Klasik Osmanlı Mimarisi’nin üslubu ile sülüs hattının formu birbirine daha çok uyumlu olması sebebiyle bu form tercih edilmiştir. İran’daki mimari ise talik hattının formuna uygun biçimde olduğu için o hat tercih edilmiştir. Hattın tüm çeşitleri, bölgelerin mimarisini şekillendirmiş Mutlak Güzel’in nurunu çeşitli veçhelerle göstermiştir.

Asırlar boyu birçok sanat, ölçüsünü kaybetmiş olsa da Allah’ın bir ikramı olan hat sanatı, ölçüsünden taviz vermeden terkip edilerek günümüze kadar gelmiş ve ölçüsüz yazılan hiçbir İslam harfini bünyesinde barındırmadan ritmini korumaya devam etmiştir.

Aylık Dergisi 201. Sayı Haziran 2021