Mevlânâ Hazretleri’nin Mesnevi’sindeki hikâyelerden seçip, ilginize sunmaya devam ediyoruz. Bu ay “Hayvanların Dili” isimli hikâyeyi iktibas edip sonrasında not aldıklarımızı sizinle paylaşacağız…

Hayvanların Dili

Genç bir adam Hz. Musa’ya gelerek şöyle dedi:

-Hayvanların dillerini öğrenmek istiyorum. Böylece kurdun, kuşun sözlerini duyayım da dinime ait işlerde ibret sahibi olayım. Bana onların dillerini bellet.

Hz. Musa:

-Yürü git, dedi, vazgeç bu sevdadan. Çünkü bunun birçok tehlikesi var. Uyanmayı Allah’tan dile.

Hz. Musa, adamı bu tür sözlerle vazgeçirmeye çalıştıysa da, adam iyice kızıştı, üstüne düştü, ısrar etti:

-Beni bu isteğimden mahrum etmek senin lütfuna cömertliğine sığmaz ey cömert er! Bu zamanda Allah’ın halifesi sensin. İsteğimi yerine getirmezsen beni üzmüş olursun.

Musa:

-Yarabbi, dedi, bu bön adamı taşlanmış şeytan aldatıyor olsa olsa. Öğretsem ziyana uğrayacak; öğretmesem gönlüne kötü düşünceler gelecek.

Allah buyurdu:

-Ey Musa, öğret. Dilediğini yapsın bırak, çünkü dilediğini yapmak kulluğun gereğidir. Sen ona bir kılıç ver ister gazi olsun ister gözü dönmüş bir eşkıya.

Yine Hz. Musa, adama acıdı, öğüt vermeyi denedi:

-İstediğin seni mahcup eder, yüzünü sarartır. Pişmanlıktan ellerini dişlersin, elbiselerini yırtarsın sonra. Gel, bu hevesten vazgeç.

Adam:

-Bari dedi, kapı dibinde yatıp duran, şu kümes hayvanlarının dillerini öğreneyim.

Musa baktı ki olacak gibi değil, kabul etti:

-Peki öyleyse, bu ikisinin dillerini anlayacaksın, yürü git!

 Adam sevinerek gitti. Ertesi sabah da bakalım gerçekten, dillerini biliyor muyum, diye kapı eşiğinde beklemeye başladı. Biraz sonra hizmetçi kadın sofra bezini silkelerken bir lokmacık bayat ekmek düştü. Horoz bu ekmek parçalarını hemen kapıverdi.

Köpek:

-Haydi git, dedi horoza, bize zulmettin sen. Sen buğday tanesi de yiyebilirsin. Halbuki ben yiyemem. Bunu bildiğin halde kısmetimiz olan şu bir parçacık ekmeği bile görüyorsun!

Horoz ona cevap verdi:

-Üzülme, buna karşılık Allah sana başka şeyler verir. Bak, yarın ev sahibinin atı ölecek. Doya doya et yersin, gamlanma.

 Adam bu sözleri duyunca, atını hemen pazara götürdü ve sattı. Böylece horoz, köpeğe karşı yalancı çıktı.

Ertesi gün horoz yine ekmeği kapınca, köpek açtı ağzını, yumdu gözünü:

-A, yalancı horoz. Ne vakte dek sürecek bu yalan? Zalim ve yalancısın. Kara yüreklisin. At sakatlanacak dediydin, hani nerde? Sen düzenci körün birisin, sözünde hiçbir doğru yok!

Her şeyden haberi olan horoz, köpeğe:

-At sakatlandı, sakatlandı ama başka yerde. Ev sahibi onu satıp, ziyanı başkalarına yükledi. Ama için rahat olsun yarın katırı ölecek, köpeklere şölen var.

Bunları duyan adam, götürüp katırını da sattı. Köpek horoza dedi ki:

-Ey davullu, dümbelekli yalancılar beyi, hani nerde sözün?

Horoz:

-Acele katırı da sattı. Fakat yarın kölesi ölecek, ölünce de yoksullara, köpeklere ekmekler dağıtılacak, dedi.

Adam, bunu da duyunca beti benzi kanlandı. Kölesini götürüp sattı. Şükürler etti, sevindi, dünyada üç felaketten kurtuldum, dedi.

Ertesi gün, o zavallı köpek:

-A saçma sapan saçmalıklar yiyen yalancı horoz, diye çıkıştı, yalanın niceye, ne vakte dek sürecek? Sen yalandan başka bir şey bilmez misin?

Horoz:

-Hâşâ, dedi, ne ben, ne de benim cinsimden olan horozlar yalan söylemeyiz. Biz horozlar, müezzin gibi doğruyu söyleriz, güneşi gözetler, vakti bekleriz. Allah bizi, namaz vaktini bildirmek üzere âdemoğluna hediye etmiştir. İçimizden biri yanılır da, vakitsiz öterse, o ötüşü ölümüne sebep olur… Evet sahibimiz kölesini sattı. Köle, alan adamın yanında öldü. Malını kaçırdı ama, iyi bil ki kendi kanına girdi. Çünkü bir ziyana uğramak birçok ziyanları kovacaktı. Canına gelecek belâ malına gelecekti. İşte şimdi, yarınki gün kendisi ölecek. Adam ölünce sana da epey yemek düşecek. Mirasa konan, feryat figan öküz kesecek çünkü. Sonra koca koca ekmekler dağıtılacak. Atın, katırın ölümü bu ham adama perde olacaktı.

O adam bütün sözleri dinliyordu. Birden telâşa kapıldı. Koşarak Hz. Musa’nın kapısına vardı. Korkudan titriyordu:

-Ey Allah’ın peygamberi yardım et bana! Kurtar beni ölümden!

Musa dedi:

-Yürü, kendini sat da kurtul; mademki usta oldun, kurtul kuyudan. Akıllı kişi, işin sonunu gönlüyle önceden görür, Bilgisiz kişiyse işi olup bittikten sonra görür.

Adam:

-Başıma kakma, yüzüme vurma. Bilgisizin biriyim ben, bana güzel bir karşılık ver.

-Artık ok yaydan fırladı, dedi Musa. Onun geriye dönüp yeniden yaya gelmesi âdet değil. Ancak dilerim ölürken imanını kurtarırsın.

O sırada adamın durumu değişti, gönlü bulandı. Dört kişi yatağa götürdüler. Ayakları birbirine dolaşıyordu.

Musa, seher vakti duaya başladı:

-Yarabbi, onu imansız götürme. O yanıldı, şaşkınlıkta bulundu, haddi aştı. Bu bilgi, senin haddin değil dedim ona, sözümü dinlemedi, başımdan savıyorum sandı. Kullarını görüp gözeten Rabbim, o denize atıldı. Fakat su kuşu değil, boğuldu gitti.

Allah (c.c) buyurdu:

“Peki, dedi, onun imanını bağışladım. Yalvarışın hatırı için şimdi onu diriltirim de. Hatta senin için yeraltındaki bütün ölüleri de diriltirim.

Musa şu karşılığı verdi:

-Bu dünya ölümlü dünya. Öbür dünya ise aydın dünyadır. Onu orada dirilt Rabbim. Burası yokluk yurdudur, varlık dünyası değil. O halde eğreti bir geri dönüşte yarar yok.

***

İsra Sûresi’nin 11. ayetinde şöyle buyrulur; “İnsan hayrı istediği gibi şerri de ister. İnsan pek acelecidir.” İnsan fıtratı acele düşünme, acele karar verme, acele davranma eğiliminde... Ancak bu iradeyle kontrol edilebilir. Günümüzde çoğu insan bu eğilimi haddinden fazla safhaya getiriyor. Kendisine soracağı sorulara dürüstçe cevap vermek ve bunların gereğini yerine getirmek, insana yavaşladığı hissini veriyor. Hazza ve hıza bu kadar rağbet edildiği bu zamanda, insan yavaşlamayı kesinlikle reddediyor. Hemen müdahalede bulunuyor. Koşuşturmadan geri kalmamak uğruna aceleyle hareket etmeyi tercih ediyor. Oysa hep tecrübe edilir ki: aceleyle yapılan işten elde edilen kar kısa vadeli. Her şeyi kontrol etme arzusunda olan insan, isteği yerine gelsin istiyor sadece. Gerçekleşmesinin hayrına mı yoksa şer mi olacağını dikkate almıyor. Böylece haddi aşmış oluyor. Çünkü dua etmek, Yaradan’a isteğimizi niyaz etmek bizim sorumluluğumuzda. Fakat sonuç yalnızca Mutlak Gücün iradesinde. İsterse hemen yerine getirir, isterse daha sonra. İsterse de bu ikisi arasındaki milyonlarca ihtimalden birine vesile eder duayı. İnsanın bilmesi gereken yalnızca duasını her daim duyan bir gücün varlığı...

Yüce Yaradan Mukaddes Kitabımızdaki birçok ayette kullarının hiçbir duasını geri çevirmeyeceğini bildiriyor. Peygamberlerin ve bilhassa Allah Resûlü’nün hayatına bakınca; bir Müslümanın sonuç odaklı değil de süreç odaklı olması gerektiğini görüyoruz. Bu sebeple duaya mutlaka istediği şekilde ve istediği zamanda karşılık bekleyen insan, sınırını, kulluk sıfatını aşmış oluyor. Bu durum tehlike arz ediyor. Çünkü haddi aşmak insanı imandan çıkarabilir. Toplum tarafından kabul görmez. Sürekli yalnız olmayı gerektirir. Bu durum ise insan fıtratına uygun değil. Bir de her şeyde olduğu gibi dua konusunda da bütün düşünmenin önemini görüyoruz aslında. Kesitleri düşünen bir kimse duasının istediği anda gerçekleşmesini ister. Yerine gelmezse de reddedildiği hissine kapılır. Oysa bütün düşünen bir kimse dua ederken hem dünya hayatını, hem ahiret hayatını hesaba katar. “Bana kendisine yalvarma kısmetini nasip eden de Allah” der: Gereksiz kaygılara kapılmaktan da kurtulur. Hz. Mevlana Mesnevi’sinde bu mevzu ile ilgili olarak şöyle buyuruyor; “Allah bize yardım etmek dilerse, bize yalvarmak ve münacatta bulunma meylini verir.” Duada bulunmayı nimet bilmek, duayı kapı çalmak, kısmet bilmek anlamlarına getirme iznimiz var; ama ötesine iznimiz yok. Ayrıca Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun Adalet Mutlak’a konferansında üzerinde durduğu “Mutlak gücün kul tarafından izah edilemezliği”ni burada hatırlamamızda fayda var.

Hikâyede hayvanların dilini öğrenmek isteyen adam, insana has bir talepte bulunmuyor. Sıradışı olmak istiyor. İstidadı çerçevesinde hareket etmiyor. Yaradan’ın kendisine verdiği kabiliyetlerle rızasına ulaşması uygunken, o kifayeti olmayanı istiyor. Haddi aşıyor. Bu nokta, bize dua ederken de istidatlarımızı bilmenin önemini gösteriyor. Kendimizi keşfetmenin önemini... Hakk’ın rızasına ulaşmanın yolunun bize verilen kabiliyetler üzerine inşa ettiğimiz emekler olduğu da; hikayeden çıkarılabilecek bir başka kazanç... İbda Mimarı, Damlaya Damlaya Göl Oldu isimli eserinde 33 büyük velinin de büyüğü olan bir velinin sözünü aktarıyor. Şöyle buyuruyor veli; İnsan haddince dua etmeli; duanın kabul olmamasından büyük bela olmaz.”

Aylık Dergisi 209. Sayı Şubat 2022