Nedim Urhan Hoca Kimdir?
Ruhî hayatyı merkezde olmak üzere kendi dilinden:
1934-1935 Şavşat Meydancık köyü doğumlu, Osmanoğlu Nedim Urhan… İlkokulu köyümde, ortaokul ve liseyi İst. İmam-Hatip okulunda okudum. Şavşat ortaokuluna kayıtlı olarak hafızlığıma çalışırken bir gazete parçasında İst. İmam-Hatip Okulu’nun açıldığını (1971) öğrenip, hemen İstanbul’a geldim. Yol parasını şube katibi vererek, İst. İmam-Hatip okuluna kaydoldum. Kıyafetimden dolayı Rus ajanı olacağımdan şüphelendiler. Müdür Celal Öktem benimle konuşarak, psikolojimi anlayarak beni kaydetti.
Arapçacı Mahmut Bayram Hoca, Fatih’te Dersiam kürsüsü olan Akaid hocası Arnavut Hüsrev Hoca bilinen iyi hocalarımızdan.
İstanbul İmam-Hatip'de bazı hocaları boykot ettik. Öğretmen olan Eminönü kaymakamının hanımını boykot ettik. Matematik hocası Rasim Uslugil’i, arkadaşım Yusuf Karaca ile beraber boykot ettik. Besmelenin rümuzunu tahtaya yazmıştı Yusuf Karaca. Rasim Hoca gürledi, Atatürk falan filan diye. Ben sınıf başkanı idim. Hocaya gerekenleri söyleyip sınıfı boşalttık. Müdüre çıktık. Köstek değil, destek bulduk. Hocalara da haddini bildirmeyi bildik, öyle idi o dönemlerde. Köprülerin altından çok sular akmış. Bazı arkadaşlar hassasiyetlerini devam ettirdi, bazı arkadaşlar hayat tarafından yutuldu. Bazı öğrenciler, boykotçular nerede şimdi?
Hasan Ali Yücel'in meşhur Köy Enstitüsü’nden 1800 kişi mezun oldu. Maarif bunların etkisiyle gelişti. İmam-Hatip ve İlahiyatlardan binlerce kişi yetişti? Nerede bunlar, ne yapıyorlar? Bütün bunlar bizim pasifliğimiz yüzünden oldu.
Yüksek İslâm Enstitüsü açılınca oraya girdik. 1962-1963.
Ahmet Davutoğlu merhum hocamız müdürdü Y.İ.E. de. Yahya Kutluoğlu, Halil Kanyılmaz bize yardımcı oldular. Nevzat Ayasbeyoğlu, K. Edip Kürkçüoğlu hocalarımızdan bazıları. Ahmet Davutoğlu Hoca, Türkiye ve Balkanların bir numaralı fıkıh otoritesi. Ezher mezunu, Bulgaristan Nuvab mezunu. Tavizsiz İslâmcı mücadelesinden dolayı, Bulgaristan’da 12 defa elektrik şokuna sokmuşlar Hocayı. Ömer Nasuhi Hoca. Biliyorsunuz Ö. Nasuhi hoca doğudaki medreselerden mezun idi. Dersim isyanı, Şeyh Said isyanından oraya gidenler yüzünden çıktı. Ö. Nasuhi Hoca Dersim isyanlarından dolayı o kadar zulüm gördü ki, küfür demesine rağmen, İlahiyattaki derslerinde 83 yaşında olmasına rağmen (1973-74 lerde) üç sene boyunca fötür şapkayı başından atamadı, psikolojik etkisinden dolayı. Zulmün büyüklüğünü anlayın.
Ahmet Davutoğlu Hoca’nın Türkiye’de çok acı hatıraları var. Bunlardan biri Hayrettin Karaman'ın ihaneti. Türkiye’de yaşadıkları için A. Davutoğlu hoca şöyle dedi:
“Ne garip! Ben Bulgar Komünistlerin zulmünü görüyordum ama, burası daha ağır geldi bana!” Konya’da bir konferansta, “Allahın sözü geçmeyen nikah batıldır” dedi, 1 sene Paşakapısında cezaevinde yattı. Mahkeme bilirkişi oluşturdu. Müftiler ise Hayrettin Karaman'ın “resmî nikah geçerli olur” sözünü delil olarak mahkemeye verdiler ve A. Davutoğlu hoca mahkum oldu.
Bir yandan A. Davutoğlu Hoca’yı mahkum ettiler, diğer yandan da hocaya çok sevdiği su böreğini H. Karaman ve B. Topaloğlu taşıdılar… Biz ise onu yalnız bırakmadık; A. Davutoğlu Hoca bize Şeyh Nedim ve şeyh Ali (Nar) diye iltifat ederdi.
A. Davutoğlu Hoca, 27 Mayıs 1960 darbesinde de Yüksek İslâm için çok direniş gösterdi. N. Sami Banarlı da Cemal Gürsel'in karşısına çıkıp, “her ile bu okullar açılmalıdır” dedi.
Millî Birlik Komitesi, okulun olduğu Beşiktaş’taki binaya geldiler. Davutoğlu Hocayı karanlık bir odaya aldılar. Biz de kapıda teşkilatlı bekliyorduk. Korgeneral silah çekti hocaya Tabancayla tehdit etti. Albay Mehmet Güneş de oradaydı. Hocamız odadan çıktı, buz gibi bir suratla. Tabiî hemen anladık mevzuu. Fakat bizim taraf da bastırdı. Kapatamadılar İslâm Enstitülerini.
Öyle hocalar vardı ki, İslâm düşmanı ve işleri güçleri İslâma pislik etmek. Kemal Turan (tarihçi) ve Saadettin Evrin (asker), “niye kadınlara çok evlilik (teaddüt-i zevcat) yok diye” herzeler yiyorlardı. Bir gün bunları sıkıştırdık sınıfta. Kapıları kapattık. A. Turan hocanın hanımı da gösterişli idi. Hocaya yönelterek şunu sordum:
“Taaddüt-i zevcata sizin hanımınızdan başlasak! Hocam müsaade ediyor musun?”
Kıyamet koptu… Yahya Kutluoğlu ve Halil Kanyılmaz da bizden yana… Bizim yarı yılımıza mal oldu ama okulda disiplini sağladık elhamdülillah.
Selçuk Eraydın, Erkut Yasin gibiler ise Beşiktaş sahilinde geziyorlardı o zamanlar. Biz ise işimize bakıyorduk.
Böylece Enstitüyü bitirdik. Giresun'a tayin oldum, orada 6 sene, İmam-Hatib'i kurdum, müdürü oldum. 1975-76 yılları.
Kemal Şadoğlu da yardım etti orada. Topal Osman'ın torunu ile kavgam oldu, İmam-Hatip'in arsasını istimlak için. Giresun deyip geçmeyin. İlk komünist partisi Giresun'da kuruldu. Faizin en yüksek seviyede uygulandığı yer Giresun'dur. Ben dikkatlice baktım, fındıktan dolayı. Dükkanlarda bir çuval fındık var ama, milyarlarla uğraşıyorlar.
1977'de Y.İ.E. ne geldim. Hadis bölümüne. Muavin olarak da idarecilik görevim oldu. Nuri Ünlü ve Nurettin Bayburtlu bizi atlayarak akademik imtihanlara girdiler. Ankara ekolü bizi istemiyor.
Boykotlar akademi olsun diye idi. Fakat Din Eğitimi genel Müdürü Tayyar Altıkulaç ve buradakiler istemiyorlar, talebeler serbest, şahsiyetli olacak diye, kendi güdümlerinden kurtulacak diye.
Müdür Nuri Ünlü, boykotçu gençlerin talebeliklerini kaldırmak için Üsküdar'da mahkemeye verdi. Ben de gittim, Başmuavindim. Mahkemeye dedim ki:
“Talebelerin üzerine yürüdüler. Bu çocuklar tahrik edildi. Ben tahriklerde yoktum ama ben makul olanı savunurum, hakkı savunurum. Talebeler ne kadar suçlu ise, yönetim de o kadar suçludur.”
Boykot esnasında, Nurettin Bayburtlu, Yaşar Kandemir, Muammer Eroğlu beni suçluyorlar. Talebeyi topladım, “akademiden yanayım” dedim. Talebelerin hak talebinden ve buna bağlı isyan duygusundan olan boykotlara kendileri karar vermişlerdi. Benim azmettirici olduğum iftirası üzerine müdür Ali Özek'in odasına daldım, odasında İsmail Karaçam, o ekip orada, bildiğim hocalar orada toplanmış. Onlara dedim ki:
“Benim boykotu yaptırdığımı söyleyen hangi namussuz, hangi ahlaksız, hangi edepsiz, hangi imansız? Bana bakın! Bundan sonra ayağınızı denk alın! Başka bir şey olursa o zaman karşınızda beni bulacaksınız. Kapılarınızdan (Hayrettin Karaman'ın, Saim Yeprem'in ve Muammer Eroğlu'nun), “buradan gidin, buradan ölünüz çıkar!” afişlerini siz indiremiyorsunuz, ben indiriyorum. Utanmazlar!”
Y.İ.E. müdürü Nuri Ünlü'nün makam odasında talebeler tarafından hastanelik edilinceye kadar darb edilmesi hadisesi var, biliyorsunuz . bunun üzerine dedim ki:
“Talebe hocasına el kaldırmaz fakat bunu hak ettiler. Bir müdür kendini dövdürmez ama dövdürüyor. Müdür, okulun flamasını indirmek için niye yukarı çıkıyor. Enstitüyü temsil eden flamayı vermediler, öğrenciler yürüyüş yapacaklardı onunla.”
O zaman talebe derneğinde olan-şimdi bir Üniversitede Prof. Ali Rıza Abay beyanat verdi gazetelere, “biz haklıydık, hocalar hakkımızı vermediler. Boykot bundan dolayı” diye.
Hocaları topladım dedim: “gördünüz mü şimdi?” Ankara'nın değil vicdanınızın sesine kulak verin biraz.
Neyse… İbnul-Cevzî Ebul-Ferec'in “Ahkamül- Nisa” yazma Hadis kitabı üzerinde doktoramı yaptım. İçinde 500 yazma Hadis var, bunları ta'dil ve tahric ettik. 1984-1985 yılları.
Yardımcı doçentliği aldık, öğretim görevliğine geçtik.
Doçentliğe Arapçadan girdim.
1997'de Giresun'da MSP'den aday oldum, 1400 reyle kaybettim. Erbakan Hoca'nın Ankara'da müşavirlik teklifini kabul etmedim. Okulda devam ettim.
2002'de Marmara İlahiyattan, öğretim üyesi sıfatıyla emekli oldum.
Sosyal faaliyetlerde bulunmaya devam ediyorum. Tuba Kız Kuran Kursu ve AGD'ye bağlı kurslarda, lise mezunlarına ve Üniversiteyi türban yasağından dolayı terk edenlere, fıkıh-tefsir-Hadis bölümleriyle ben onları disipline ederek, ihtisas bölümleriyle ders veriyorum. Hanımlarla ilgili bütün fetvaları okuyoruz.
Konferanslara ve seminerlere gidiyorum, sosyal faaliyetler içindeyim Müslümanların isteklerine ve eksikliklerine elimden ne gelirse, ne varsa yardımcı oluyoruz.
İslâmda emeklilik yok… Allah buyurmuş:
“Ölüm gelinceye kadar Allaha hakiki kullukta devam et!”
Bunu temin edebilirsek ne mutlu bize!
*
(Dergimizin arka kapağında Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin fotoğrafını görüp söze başlıyor...)
Abdülhakim Arvasi merhumdan Necip Fazıl’ın anlattığı bir husus var.
Üstad Necip Fazıl’ın Taksim’de şu an Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı olan eski Spor Sergi Sarayın da konferansları oluyordu. Biz takip eder ve herkesi oraya gelmesi için zorlardık. Sen yetişmiş olabilirsin… Orada, o gençlik onu coşturdu. Necip Fazıl bir konuşma yapıyor. Hiç kopukluk yok; öyle birbirine bağlı, ekli, zincirli gibi, birbirini takviye eden. O arada şeyhi aklına geldi ve dedi:
“Karşımda bir gençlik görüyorum. Gençlik mi gençlik! Zifirî karanlıkta ak sütün içinde ak kılı fark eden gençlik!”
Bu çok büyük manidar, hassas bir tespit.
Bunu görecek kim? Orada birbirimize baktık. Kimi kastediyor diye. Yanımda Ali Nar da vardı. Tepebaşı Tiyatrosunu yıkarken birçok şeyler yaptık; fakat o kadar hassas ölçüsünün adamı mıyız, değil miyiz diye kendime sordum içimden.
Necip Fazıl’a Allah lütfetti o hizmet etti. Hapishanede ona hizmetimiz oldu. Erenköyde Necmettin Akça ona sahip çıktı, köşkü verdi ve bazı yardımlar yaptı. Necip Fazıl zor durumda idi.
Erenköy deki o köşkü biliyorum. Akıncı Güç çıkınca, yıl 1979. Üstad bakıyor, baştan sona Büyük Doğu destanı ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nu çağırıyor. Kumandan’ın yanında hasbelkader bulundum. O köşkte Üstad bize imam oldu. Kumandan Üstadın vefatına kadar 5 sene boyunca onunla sohbetleri oldu; eserlerinden takip edilebilir. Kumandan Büyük Doğu Yayınlarına götürüyor- getiriyor Üstadı. Raporlarda “Yeni Dostlarım” takdimiyle Kumandan’nın yazıları yayımlanıyordu. Akıncı Güç aksiyonunu Üstad Necip Fazıl “Müjdelerin Müjdesi” ve “Işık” yazılarıyla tebcil ediyor. “Aradığım genci buldum, gençlikle köprübaşı” diyor Kumandan için. Ve Salih Mirzabeyoğlu’nun “Kültür Davamız” isimli eseri için Üstadın kendi el yazısıyla takdimi şu:
“Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk ciddi fikir sesi ve ilk ciddi nefs muhasebesi”
Yine Üstadın “sende ifrat halde tecrit” var tesbiti. Bütün bunlar, “Zifiri karanlıkta ak sütün içinde ak kılı fark eden bir gençlik” sözü üzerine aklıma gelenler. Üstad böyle bir mânâ görmüş ki Kumandan'a böyle iltifat etmiş.
Kumandan'ı artık kimse bertaraf edemez. Taraf olmuş artık.
Üstadın el yazısıyla bu takdimi.
Öyle mi! Kumandan'ın şu an durumu ne, onu söyle?
Kumandan'a 2002’de idam cezası verildi, idam cezası kalkınca ağırlaştırılmış müebbet hapse döndü 2004’de. Şimdi tek kişilik hücresinde Bolu F Tipi Cezaevinde çilesini dolduruyor.
Dualarımız eksik demek. Yapmamız lazım. Ulaştırmamız lazım…
Tabii ki Büyük Doğu ve Necip Fazıl bu gençliğin yetişmesinde, davanın sabit kadem olmasında büyük etkileri var. Hiç kimse bunu inkar edemez, bu etkiler bugüne kadar gelmiş. Bu gençliğin bir dava sahipliği varsa gerçeği söylemek lazım, Üstadın bu gençliği Büyük Doğu kanalıyla yetiştirmesidir. Başkaları kabul eder-etmez, bizi ilgilendirmez…
Mahkemelerde Üstadın söylediği, “Eşeğin kendini bırakıp semerini dövüyorsunuz. Ben fikir adamıyım. Benim fikrime müdahale edemezsiniz. Buna hakkınız yok. Bak siz de fikir üretiyorsunuz. Beni mahkum etmek için neler arıyorsunuz, neler. Bu fikirdir.” Sultanahmet’te Üstadın mahkemelerine gittiğimizde etraf tedirgin oluyordu. Onun için Büyük Doğu bizleri yönlendirdi ve birçok kimseyi halen yönlendiriyor. Şimdi Çile eserini insan bir kere değil bin defa okusa bir şeyler elde edip bir yol-istikamet bulma şansı vardır. Tabi bu arada Üstadın bazı yönleri Peygamber hariç herkesin hatası olur. Üstad fikir adamlığında dünyada bir.
Salih Mirzabeyoğlu’na Metris’te yapılanları duyduğumuzda çok ızdırap duyduk, demiştiniz önceki ziyaretimde.
Tabiî. Salih Mirzabeyoğlu diğer adıyla Kumandan'a yapılanlar bizi çok üzdü. Büyük Doğu’nun etkisiyle yönlendirmesiyle en ufak bir zararı olmadan devam eden mücadelesi büyük zahmetlere-meşakkatlere tahammül etme fırsatı verdi ona. Onu duyduk, gördük. Hatta Metris’e gittik. Sadrettin Hocanın Metris'te hapis edildiği anda onu da getirdiler, orada tutmadılar. 1980-1990’larda.
Ben tabiî ki Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun çektiği zahmetleri gözümle görmedim ama Sadrettin Hocaya hasta iken yapılanları gördüm. Tuvalete çıkarmıyorlardı, nedendir bilmiyorum, prostatı var kıvranıyor ama kasıt mıdır nedir? Hangi vicdan müsaade eder?
Salih Mirzabeyoğlu’na neler yapıldığını matbuattan öğreniyorduk, gidenlerden gelenlerden öğreniyorduk. Zulüm yerde kalmaz! Kim sebep olmuş kim onu yapmışsa, bu istikamet üzere devam eden neslin kim önünü kesmek istiyorsa, Allah bunlara hesabı dünyada da soracak, ahrette de. Şimdi ben bu hususların şahidliğini yaşıyorum. Rahmetli Menderes’i mahkum edenler, idama götürenler, Salim Başol ile Altay Egesel’in bugün çektiği durumu Allah kimseyi çektirmesin.
Beter olsun!
Beter olsun tabiî olacak. Bunlar daha ağırını çekecek. Şimdi öyle haberler alıyorum ki adamlar pencereden bakmaya bile korkuyorlar. Biri görür de bilmem ne olur, diye. Yani Allah zulme kimseyi devam ettirmez. Zalimin hasmıdır Cenabı Hak. Mazlumun yanındadır.
Bu kadar Kumandan zahmet çekti-meşakkat çekti zulüm gördü ama yine dimdik ayakta. Bunu insan düşünecek ya! Yani ben daha ileriye götürmek istesem, bizim Üstadlarımız İmam-ı Azam, İmam-ı Şafi nerede vefat ettiler, şehid oldular. Hapishanede. Ha demek ki bu kadar ağır zulüm görülmüş ki. Salih bey bu zulmü bile bile meydana atıldı, bile bile sabrediyor; çünkü bunun arkasında bir nimet var, bir rahmet var. Bunları bilmese kimse tahammül edemez. Sen kendi haline bak, yani sen bak, ben bakayım. Az mı zulüm gördük, biz görmedik mi? Benim şu an doçentliğim bekliyor. Vermiyor adam, ne yapacaksın? Tabancayı çekip çıkayım mı?
Sizin zamanınızdakilerin hepsi oldu profesör?
O olur, bir başkası olur ama seninle benim şansımız yok. Onun için bu dava çile davasıdır. Bir hadisle başlamak gerekiyor sahih bir hadis: “İslâm garip başladı garip devam edecek. Gariplere müjdeler olsun”. “Tuba lil gureba” demiş Peygamber. Sahabi neslini tanıyor Garipleri biliyor, o fedakarlıklarını bizzat aynen yakın görmüş. Böyle bir peygamberin ümmeti olarak bugün de onları örnek alabilecek, onları takip eden nesil var mı, var ama?
Her devirde vardır.
Kim ise bu yolda… Akif diyordu Safahatında: “Âkif’in nesli diyordun, nesilmiş gerçek. Çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek.” Ben Büyük Doğu ideolojisi altındaki nesile, gençlere bu nesil gözüyle bakıyorum. Meseleyi bu yönde düşünmek lazım. Şöyle bir paragraf açmak lazım.
Buyurun Hocam.
Biz yaratılan varlık olarak insanız. Cenabı Hak bize birçok misyon yüklemiş. Hakkıyla yerine getirilmesi ve bu yolda en ufak bir taviz verilmeden, en ufak tabirini kullanıyorum bu dava bize emanet edilmiş. Bu dava Kur’an, Sünnet davası. İslâm davası. Şeriat davası. Mukaddes emanetler!
Bu nesil boş bir tarih miras almamış, dolu dolu tarih almış. Bu neslin içinde merhum Üstadlar var. En ufak bir taviz vermeyen, önünde engelleri aşmayı bilen. Engelleri aşabilmenin de metodlarını bilen. Ama bir musibet-bir bela geldiğinde sabreden önümüzde Üstadlar var, bunları örnek almak lazım. Bir İskilipli Atıf Hocayı bir daha yerden çıkarıp getiremezsiniz. Bu zat nereye bağlı idi, selefine bağlı idi, eskiye bağlı idi. İmam-ı Şafiler, İmam-ı Azam, Ahmed b. Hanbel hepsi çile, hapis çekmiş. Peygamber, “Gariplere müjdeler olsun” demiş. Bir başka hadiste:
“Ümmetin ıslahının istikamet üzere olabilmesi iki zümreye bağlıdır. Ulema. umera” Ben soruyorum ulema nerede, umera nedere? Ama bakın şimdi Büyük Doğu nesli, Büyük Doğu ideolocyası altında neslin yetişmesinde katkıda bulunanların nereye konulması gerektiğini çok iyi bilmek lazım…
Ulema nerede, umera nerede? Buradan bir soru yöneltmek istiyorum.
Buyurun.
İmam-ı Gazali Hazretleri, “Din ve siyaset ikizdir. İslam temelini siyaset korur ve bunu fıkıhla yapar” der ve fıkhı da fehm-anlayış olarak izah eder. Talak, itak, li’an, selem ve icare meselelerini bilmek fıkıh-fehm değildir. Bilakis sadece bunlarla uğraşmak kalbin korkusunu azaltır, der.
Fıkıh-fehm-anlayıştan İslam'a muhatap anlayış davasına geçebiliriz. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu İdeolocya ve İhtilal adlı eserinde şöyle diyor:
“Tatbik fikri olmadan tatbik olmaz, tatbikten bahsedilemez.”
Mutlak fikir ortada, Kur’an sünnet ortada. Bunları tatbik için asrımızda tatbik fikrimiz İslam'a muhatap anlayışımız nerede? Bunu örgüleştiren BD-İBDA ideolocya örgüsü etrafındaki bakışımız ne durumda?
Orada ufuk açıcı şeyler ortaya konmuş.
Mukaddes emanetleri temsil ve devam ettirici mânâda kendimizi kabul etmedikçe bunun adına ister fiilî cihad, ister cihad deyin, bunlar tahakkuk etmez. İslam'ın emirlerinin en çok bahsedileni cihaddır ama bugün unutulmuştur. İBDA’nın ideolocya örgüsü ve Salih Beyin bu çileyi çekmesinin sebebi ne? Çünkü o unutmamış mukaddes emaneti. Ne kadar unutturulmak istenmişse de o unutmamış. Mesela Necip Fazıl unutmamış.
Bugün Salih Mirzabeyoğlu’nun cezaevinde olduğunu bile ağzına almak istemeyen, Müslümanım deyip düzene yaslanmışlar, rahata dalmışlar bir yanda, diğer yanda da...
Şu an öyle bir nesil var ki karşımızda Mekke dönemindeyiz. İmanı kurtarma dönemindeyiz diyorlar. Neyin altında, tüy yataklarının altında, mersedes arabalarda, köşklerde, bir yediğini bir daha yemeyen insanlar. İddiaları Mekke dönemini yaşıyoruz. Bu kadar tezata düşmek görülmemiş. Mekke döneminde Sahabiler nasıl yaşadı, ne çileler çekti.
Biz kendimize birçok şeyleri yakıştırdık, müsaade etmememiz gerekenleri ettik. Bundan dolayı bugün davaya sahip çıkmıyoruz. Bir insan şu an rahat yaşıyorsa, sistem, düzen ona dokunmuyorsa, bir şey yapmıyor demektir. Ben şimdi herkese soruyorum, söylüyorum. Kaç gün hapiste yatabildin? Bir adam hapiste ne için yatar. Körü körüne yatmaz.
Davasına sahip çıkmıştır. Karşı taraf onu davasından caydırmak için elinden geleni yapıyordur. Taviz vermiyordur o zaman iftiraya uğrar, zulme uğrar, hapise düşer. Bunları çekeceksin, çekmek gerekiyor, sabredeceksin. Nerede şimdiki bu alimlerin bu kadar zulüm görenleri? Ömer Nasuhi Hoca, bizim hocamız, Dersim isyanında çektiği isyanı anlatırken gözleri yaş doluyordu. Hasan Basri merhum, mecliste yaptığı mücadelenin neticesini alamamanın ahından dolayı ağlıyordu. Yani bütün bunları göz ardı edemeyiz. Bugün şimdi hoca denen, alim denen, kendisinde ilim var kabul eden kimseler çekilmişler kabuğuna, “ye aşı, kıl beşi”, beş vakit namazı kılıyor, cihad, dava, yönlendirme yok!
Büyük Doğu etrafındaki İBDA gençlerinin bu mücadelesini kimse göz ardı edemez, etmemesi lazım.
Benim iddiam hep şudur: Kâmil iman olmadan, sağlam ilim elde etmeden olmaz. Allah insanların derecelerini imana bağlamış ve sonra ilme bağlamış. Ondan sonra amel gelir. Biz bugün hep amellerle uğraşmışız. İman ve ilim yok.
Hocam siz daha iyi bilirsiniz. İlim üç mertebedir. İlmi taklidi, ilmi istidlali ve ilmi hakiki. Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’nu, irfan, tefekkür ve hikmet manasında ilmi hakiki olarak görüyoruz.
İlmi hakiki Cenabı Hakkın bir lütfüdür. Salih Bey'deki var olan bu bildiğimiz özellikler, Necip Fazıl'da olan özellikler. Nereden? Mevhibe-i ilahidir bu. Kimsede yok mu vardır ama cüzi olarak çok basit olarak. Ama ben bir şeye bağlantı yapıyorum diyorum ki kamil iman, alternatifi olmayacak. Bir şeyi kabullendin mi, o kabullenmeden, bundan dönme yok, ne pahasına olursa olsun. Bunu göremedik biz, göremiyoruz başkalarında.
Tavizsiz olmaları ve bu çileleri göğüslemeleri onların imanlarının ve bilmelerinin derinliğinde yatıyor diyorsunuz.
(Öfkelenerek soluksuz bir şekilde konuşuyor.)
Başka ne diyeceksin? Taviz kabul etmez bir imanlarının ve ideoloji dediğimiz alt yapıların varlığındandır. Başka nedendir? Bunu başka türlü söyleyemesin ya! Bir adam göz göre göre dayak yiyor, çileye atılıyor ya! Ne yapar. Sahabelerin örneklerini söyleyelim, bilelim. Bir Bilali Habeşi bile, müsaade edilmesine-ruhsata rağmen söylemiyor, izin var, söylemiyor, taviz vermiyor.
Salih Bey akılsız mı ki zulüm görüyor, boşuna mı zulüm görüyor? O inandığının tavizini kabul etmiyor, o kadar derinden inanmış, imanında o kadar samimi. İman böyle olur. Sümeyye validemiz, sahabelerin bir çoğu. Yani sen şimdi bunları örnek aldığın zaman, dava bunların temeli üzerine oturmuş. Salih Mirzabeyoğlu bir sahabeyi belki örnek almıştır bilmem. Salih Mirzabeyoğlu bir sahabeyi örnek alır veya Necip Fazıl bir sahabeyi örnek alır ve o sahabinin, Resulullah Efendimizin “gökteki yıldızlar” tabirini kullandığını o sahabinin izindeki sahabilik vasıflarını devam ettirebilir. Ben bunları yakından bilmediğim için, bunun altında bu zahmetleri çekmesinin altında bir şey var. O da söyleyebilir, taviz verebilirdi, dönenler gibi. Ama buna Salih Mirzabeyoğlu’nu döndürmeyen bir şey var. Bilali Habeşi gibi. Yani bunları düşünmek lazım, iman böyle alternatifsiz olacak Bilali Habeşi kapkara, simsiyah ama, o zulmün altında “Allahu Ehad” diyor. Şimdi bunları bir başkasıyla bir yere koyamazsın.
Şimdi “Bilali Habeşi yanlış yaptı” diyebilir misin? Onun imanı ona tavizi müsaade etmemiş. Alternatifi olmayacak. Kur’an’a, sünnete ve uygulamada tatbik edilmiş, tecrübe edilmiş ilme. Sonra bu ilmin gerçekleriyle ameli salih. Ahlâkı mazbut, selefleri gibi.
Adam ömründe 50 kere Hacca ümreye gidiyor. Hapishanelerde ihtiyaç sahibi olan veya diğer ihtiyaçlıları düşünmeden 50 kere hacca gideni hangi cihada çağırabilirsin?
Ben her zaman tekrar ediyorum. Bizim üzerimize bir ölü toprağı serilmiş. Müslümanım diyenlerin üzerindeki ölü toprağından kurtulmamız gerek. Ama Cenabı Peygamber bir hadiste buyuruyor, bunları da göz ardı etmeyelim:
“İnsanlar uykudadır. Öldükleri zaman uyanırlar.”
Rabbin kim, kitabın ne, Peygamberin kim?
Oradan önce, ölmeden önce ölmeyi, çok iyi analiz etmek lazım. Dava böyle kalkınır. İbretle baktığımız bu şeylere rağmen hâlâ “yanlış yaptılar” dersek olmaz. Bu zahmeti niye çektiler be! (Sesini yükselterek) Bunu söylemek bir mümine yakışır mı yakışmaz mı? Bunu bilecek mümin.
Hocam burada söylemek istiyorum. Ben cezaevinden çıktıktan sonra Mahmud Efendi haber yolladı, gelsin görüşelim diye. Ve yanına gittiğimde, etrafındaki kalabalığın da duyacağı yüksek sesle, bana ilk sözü şu oldu!
“Siz boşuna yatmadınız, büyük ecir kazandınız!”
Fakat nice Müslüman var ki içeride yatmayı boşuna görüyor.
Aziz Kâzımcığım. Zaten hoca efendinin bunu tesbiti herkese mesaj vermesidir. Fakat hâlâ bunu anlayamayan-anlamamazlıktan gelen müritler var. Dünyada bir hapishane var. Cenabu Peygamber “dünya, müminin zindanıdır, kafirlerin cennetidir” buyuruyor.
Çile çekenler için ise, içinden gelen bir iman infilakı hâlinde, kendileri ve cemiyetin üzerindeki ölü toprağını atmaya çalışan kahramanlar diyebilir miyiz?
Öyle tabiî. Allah ona vermiş (Salih Mirzabeyoğlu’nu kastediyor) buna vermemiş. Ben istemişim, istememişim, bunları düşünmemiz lazım ya! Misal diyorum, ona vermiş de bana niye vermemiş Allah.
Demek ki o, imanını o istikamette yönlendirmiþ.
Bizim de o yöne göre saf tutmamız elimiz, dilimiz, gönlümüzle.
Bunu her yere bağlarsın. Bakın şimdi mevkinin kaybolacağından, dünya nimetlerinin azalacağından, endişe ederek davaya sarılan insanlardan bugüne kadar hayır gelmemiş, gene gelmez.
Makamlara gelenler ve ondan sonra hizmet ederiz diye erteleyenler, bakmışız makamlar içinde kaybolmuşlar.
Efendim, bugün neyi yapabileceksen onu yapacaksın. Dünü getiremezsin buraya, yarın da belli değil ne olacağı. Bugün önemli olan, mümin bugünü değerlendirecek.
Makamlara geldiler ondan sonra dinlerarası diyalog sapıklığına başladılar.
Tabiî. Dünyada görülmemiş. Geçmiş İslam devletlerinde, Emevî, Abbasî, Selçuklu, Osmanlı görülmemiş. Bir Müslüman kendi eliyle bir kilise, bir havra yaptırdığı yok ama bugün değiştiği iddiasında bulunanlar yapıyor işte. İslam hukukunda kiliseye, havraya engel yok, mensupları yapabilir. Ama biz kendi paramızla yapamayız. Caiz değil. Fakat yapıldı. Ilımlı İslam. Neyin Ilımlı İslam'ı? İslam, İslam'dır. Allahu Teala buyuruyor. “Allah katında din İslam'dır.” Bitti. Ilımlı İslam neymiş? İbrahimî dinler neymiş? Bunları meydana getirenleri Allah ahirette çok ağır bir imtihandan geçirecek ve kazanamayacaklar. Dünyada bunu şu ân içlerine yerleştiremeyen insanlar. Diyalog? Neyin diyaloğu ya?! Sen utanmadan-sıkılmadan-arlanmadan Hristiyanların amentüsüyle bizim amentümüz arasında fark yok, dersin? İnsan nasıl bu hâle gelir veya getirilir? Bunların arkasında ne var, kim var, bilinmesi lazım. Davayı baltalayanlar bilinmesi lâzım. Yoksa dava yürümez.
Bir kısım insan dava için hapishanelerde büyük zulüm görür, ama bu yüzsüzler gene rahattır. Dünyada en ufak bir şey bana uğramasın diye, yer-içer hayvan gibi. Aslında bunlar rahat değil, endişelidir.
İslâmî gözle bakmalı-değerlendirmelidir. Bir insan çile çekmişse bunun altyapısında bir şeyler vardır. Sen çile çekmeye razı olabilecek durumda ne yapıyorsun? Kur’an’dan- Sünnetten uzak kaldık. Görünüşte “Sünnet, sünnet” denmesine de bakmayalım. Bu iş şekil işi değil, önce ruh işi. Hocam, dedim, bu müridlere Allah rızası için cihad nedir öğretelim dedim. Sadece şalvar giymek, sarık sarmaktan ibaret değildir din. Genelde böyleleri cihaddan uzak durdukları için şöyle diyorlar: “Zulüm görmezlerdi şöyle-şöyle yapsalardı.”
Böyle söylemeye hakkımız yok, hakkımız yok! Seni hafif esen bir rüzgar bile rahatsız etmiyor. Ama o kişi, zulmün bilfiil ne olduğunu tatmış biliyor. Ne için? Dünya ve menfaat için mi? Hayır. Dünya menfaati olsa idi, çok şeyler elde edilirdi… Dava… Mukaddes emanetler için. Çok şey var konuşacağımız, çok şey olmalı.
Biliyorsunuz BD-İBDA Ehli Sünnet çizgisinde. Bu minvalde rahmetli Sadrettin Hoca ile de temaslarımız, fikrî alışverişlerimiz oldu. Taraf Dergisi’nde bize birçok ilmî katkısı oldu, moralimizi de artırdı, teşvik etti.
Tabiî. Sadrettin Hoca ile 11 yıl beraberdim. Uçak kaçırma ile ilgili fetvası vardı… Mehmet Metiner nerede şimdi? Bir insanın bu kadar değişeceğini… Mehmet Metineri düşürdüğü yere Allah kimseyi düşürmesin o kadar sapık, o kadar değişik. Dünyanın menfaatlerine talip olma durumu var ki.
İğrenç bir durum.
Mesele şu. “Allahtan hakkıyla âlimler” korkar ölçüsü. Âlimlerden kasıt, ilmiyle âmil olanlar diye tercüme edilmiş. İlim kendisine yön vermiyorsa, imanını kuvvetlendirmemişse, İslâmî davada bir yere getirmiyorsa, çileye talip değilse, o ilim şeytanî bir ilmin parçasıdır.
Demokrasiye çok iman etmiş, partilere çok iman etmiş bir halimiz var. Bu partiler eskiden de vardı. Necip Fazıl da bu partileri uyarmıştı zamanında, dinlemediler. Partiye güven yan gel yat, dört sene de bir oy ver. Yaşasın demokrasi ve AB diyebilir mi Müslüman?
Bunlar İslâmî bir prensip değil. İslâmî bir inanış değil. Ama bir şeyin varlığından başkaları istifade edebiliyorsa, sen de, ben de istifade etmeliyiz. Ama her şeyi oraya bağlama (burada sesini yükselterek) hakkımız yok! Şimdi ben yaptım, biz yaptık demek yok. Bunlar imanı zayıflatan hususlardır. “Sen atmadın Allah attı” ölçüsünden uzak kaldık. Her şeyi biz yaptık diyoruz. Dua var ya: “Rabbim ilmimi ve anlayışımı artır.” Bunlarla inanacak ve çileye talip olacağız. Olmadık mı olmaz.
Ayette, ilmin yanında ayrıca anlayış diye zikrediliyor.
Bu ilmi nerede kullanacağını bilmiyorsan talip olma.
Mesela Kaşar Nuri gibi ilmi var ama hınzırca yapıyor.
Ötekiler de öyle. İlahiyat Fakültesinde onlara dedim ki, bakın dünyalığınız var, mevki makamınız da var ama yetmedi size. Huzur bulamadınız müesseseden. Bu ilahiyat Fakültesi’nde huzur bulamadık. Bunun bir sebebini arayalım dedim. Bakın benim bir maddiyatım yok. Sadece davam uğrunda bir şeyler yapmaya çalıştım ama bu bana yetiyor, huzurluyum.
Hocam Yüksek İslâm boykot döneminde biliyorsunuz bir talebe hareketi oldu, samimî bir hareket oldu. Siz de bizi samimî bulduğunuz için desteklediniz. Onlar ise hem mevki makam yolunda idi, hem de itikaden bozuk bir yolda idiler. O zamandan bu zamana ne değişti?
Siz hak bir davada idiniz ben de sizi destekledim. Fakat onlar aynı, biz de aynıyız. Yardımcı Doçent olmak için cebime tabanca koydum çıktım ortaya. Siz Bayburtluyu, Nuri Ünlü’yü yapacaksınız, Nedim Hocayı yapmayacaksınız. Neyim eksik benim, dedim.
Fazlanız var, fazlanız. Bunu her izan sahibi teslim eder.
Ben o iddiada da değilim, o davada da değilim. Bütün bunları biz yaşadık.
Sizin branşınız hadisle ilgili. Hocam, hadis tartışmaları oluyor. Kimler neden yapıyor? Böyle direk sorayım. Siz anlarsınız.
Eğer biz İslâm’ı yaşayacaksak hadislerle olacak. Tartışma çıkaranların niyeti bunu yok etmek, İslâm’ı yaşanamaz kılmak. İslâm’ı aslî hüviyetinden uzaklaştırmak için. Kur’an’a dokunamıyorlar, çünkü dokundukları zaman Allah dokunuyor onlara. Ama bir fırsat bulduklarında hadislere dokunuyorlar. Bugün Diyanet’in hadis ayıklama durumu var. Onu da biliyorsunuz!
Hadis müessesi sapasağlam ortada değil mi, neyi ayıklıyorlar?
Ayıklıyorlar efendim. Niye? AB istikametinde bir çok değişiklikler yapılıyor ya, oraya uyum sağlamak için.
Avrupa Birliği Müslümanların hadislerine ne hakla karışır ve Diyanetin vazifesi bu cinayetlere ortak olmak mı?
Avrupa isteği üzerine maalesef, kadınların İslâm’daki durumlarını belli eden o Hadis-i Şerifler ayıklanıyor şu anda. Her ne kadar uyanık insanların muhalefeti varsa da, gençlerden tepkiler varsa da, Ankara ekolü bunu başlattı, İlahiyat Fakültesi. Ama bunu başaramayacaklar inşallah. Çünkü alttan onlara cevap veren nesil yetişti, genç nesil.
Tesettürü baltalamak.
Kadınlara güya haklar vermek. Bozgunculuk. İşte o kadar!
“Zayıf hadis-kuvvetli hadis” mevzuundan tartışmaya giriyorlar, sanki zayıf hadisle uydurmak hadis arasında bir ilgi var gibi.
Şimdi İslâmî ilimlerde veya dünya ilimleri arasında bir tenkid ilmi var. Hani bizde, ta’dil ve tahric vardı, usulü hadiste. Tenkid usulü. Hadisin bize nakli, birbiriyle irtibatı var. Tabiî alimler çalışmışlar. Birinci nesil sahabi ikinci nesil tabiin, üçüncü nesil tabe-i tabin. Ondan sonra hadis rivayet etme yetkisi yok. Üç nesil. Niye?
Sahabi asıl, tabiin ondan sonra, üçüncü nesil ise, tebe-i tabiin. Bugün İmam-ı Azam Ebu Hanife tabiinden. Sahabiye yetişmiş. İmam-ı Şafi tabiinden. Kime yetişmiş, tebe-i tabiîne.
Şimdi bunların doğumları vefatları bilindiği için hadislerin kaynağını mütevatir-sahih-hasen-zayıf diyerek tasnif etmiş âlimler.
Zayıf denen hadis, hadis değil mânâsında değil. Ama zayıf hadis niye denmiş, ravisi tek kalmış. Onunla amel edilecek yerler var, yerler var. Ama mütevatır hadis ve sahih hadisi inkar küfürdür İslâm alimlerine göre. Onun için hiç kimse sahih hadislerle uğraşmasın. Hz. Peygamber bana emanet bırakıldı diyor. Biri Kur’an, diğeri Sünnetim diyor. Bu iki emaneti muhafaza edemeyen İslâmı muhafaza etmiş olmaz.
Mütevatir ve sahih hadisin inkarı küfürdür.
Sahih hadisi de mi?
Evet. Mütevatır demek çok ravisi ve adil ravisi olan. Sahih olan ravisi üçten çok ama mütevatire yetişememiş, ama sahih. Mesela Hz. Ömer’den rivayetle gelen üç tane sahabi var, üç tane tabiin, üç tane tebe-i tabiin varsa bu hadise Kur’an Kerim nazarıyla bakılır. İnkarı küfürdür. Onun için hadislerle oynamak Kur’anla oynamaktan daha tehlikelidir. Rahmeti ilahî, affî ilahî Kur’an’da mevzu bahistir. Hadiste mevzu bahis değildir.
Hadisler o kadar önemli demek.
“Benim aleyhimde yapmadığımı söyleyen cehennemde yerini hazırlasın” diyor Peygamber. Bir insan Kur'anı inkar eder, mürted olur, döner, onu rahmetî ilahî kendisi affederse eder. Ama Peygamber efendimiz öyle değil bu işin bir numaralı tatbikçisi o.
Şöyle bir benzetme yapsam. İslam’da Allah hakkı affediliyor, ama kul hakkı affedilmiyor. Bunun gibi mi?
Olabilir efendim. Bu da bir yorumdur, gayet güzel. Peygamberimize olmayan bir şeyi isnat etmek, olan bir şeyi yok saymak. Kul hakkı işte!
İslâm velilerinin tereddüt ettikleri Hadis-i Şerifler için, Hadisi yazanla mânen ve ruhun buluştuğunu, sonrasında daha doğru bir neticeye varmak için Allah Resûlünün ruhundan sorup ve öğrendiğini biliyoruz. Dinin inceliklerinden yoksun bazı kimselerin “böyle bir şeyin olmayacağı” yönündeki görüşleri hakkında ne dersiniz?
Buharinin hayatı ile ilgili eserlerde. Buhari toparladığı hadisleri iki rekat namaz neticesinde ilahî bir beklenti sonucunda kesinleştirirdi.
Çünkü Buhari Hz. bir yere gittiği zaman hadis rivayet eden bir adamın, bir hayvanı boş yem torbasına çağırdığını görmüş ve o kadar hassas davranmış ki, o adamdan hadis almamış. Onun için Kur’an dan sonra en sahih kaynak Buhari’dir, sonra Müslim veya her ikisi birden. Şimdi bütün bunların alt yapısında manevî hayatında, rüyalarla teyid edimiş. Hatta Kur’anı Kerim “Ben insanlara vahyederim” diye buyuruyor. Var mı?
Var.
E, ahmaklar! Cenabı Hak lütfederse olur her şey. Bunu reddetmenin manası ne? Kime olur? Herkese olur, manasına gelmez. Hiç de olmayabilir. Olan varsa, olabilecekse buna engel de yok. Cenabı Hak arıya vahyettim diyor, insanlara da vahyetmiş. Yaşar Nuri “Bana da vahye- der” diyor zaten. Neydi sizin isimlendirmenizle?
Kaşar Nuri.
Kaşar Nuri. Şimdi bütün bunları ben, çizmeden dışarı çıkma mânâsıyla anlıyorum. Allahın kudretiyle lütfedeceği veya rahmet edeceği insanların önüne engel getirmek caiz değil. O lütfedecek, o affedecek Cenabı Hak dilediğini affa mazhar edecek dilediğine azap edecek onun elinde. Biz bu teslimatı yapamıyoruz. Haşa Cenabı Hakkın kudretine ortak oluyoruz. Biz affediyoruz, bu cennetliktir, şu şudur. Şeriatı müstakimde devam etmeyen cenneti bulur manasında da hiçbir kimsenin hakkı yok. Bu sapıklıklara da dikkat! Kâfirlere cenneti vermek, kimsenin hakkı hududu değil. Bu nedir? İlahi kudrete ortak olmak, Allaha şirk koşmaktır!
Allahın adaletinden şüphe etmek, aklını Allaha eş görmek.
Küfürdür. Şirktir. Başta söylediğimizi unutmamak lazım. Kamil imanın bir alternatifi yok, başka alternatifi olamaz. Sağlam ilim. Kur’ana, Sünnete dayalı ilim. Yalnız aklın mahsulü olan ilim değil. Vahye dayalı ilim. İlimin kaynağından biri de vahyi ilahidir.
Cesaret, adalet, fazilet, meziyet hepsi bu imanın içinde, sağlam ilmin içinde. Bir insan sağlam ilim sahibi oldu mu cesaretli olur. Çünkü kullandığı ilmin neticesi onu cennete götürür.
Cesareti yoksa ilminin de kıymeti yok!
Cesareti yoksa imanın da kıymeti yok. Cesareti yoksa ilmi de eksik. Cesareti yoksa ameli eksik. Cesareti yoksa ahlâk hiç yok! Cenabı Peygamber sahih hadisinde şöyle buyuruyor:
“Yarabbi korkaklıktan, acizlikten, tembellikten, ihtiyarlığın olumsuzluklarından sana sığınıyorum.”
Yaşlandım be diyor. Ne demek yaşlandım?
Allah, kulluğuna ölene kadar devam et, diyor.
Allah bizi bu istikamette haşretsin.
Hocam, müminin yaşlanmaz olduğunu sizin aşk ve heyecanını görünce daha iyi anlamış olduk. Allah razı olsun. Gönlümüze su serptiniz.
Çok teklifler geldi. Şu mütevazi evim bile Cenabı Hakkın bir lütfu. Şu eşyalar bi şey değil ha, öyle değerli değil ha.
Cuma vakti geldi hocam. Mülakatı sonlandırabilir miyiz?
Tabiî. Benim bütün niyetim etkili olsun. Başka niyetim yok. Van’dan biri aradı mülakatı okudum, size dua ediyoruz diyor. O yetiyor bana. Sana da yeter bana da yeter. Bu niyetle etkili, faydalı olması. Enelik olmadan bu işlerin dava uğrunda yapılmasını ve Cenabı Hakka kulluk ve onun Peygamberine ümmet olmayı Allah bizlere nasip etsin.
Amin.
Baran Dergisi, 153. Sayı, Aralık 2009