Günümüzde insanın hayatını kolaylaştırdığını, pratikleştirdiğini düşündüğümüz dijital teknoloji, bir diğer yandan da insanı abluka altına almış durumda.

Sanal dünya ile insanları kendi kontrolü altına alan teknolojik feodalite, insanı dijital dünyaya hapsetmekte ve dijital dünyanın çizdiği bir çerçevede insana “sonsuz haklar” tanımaktadır. Özgürlük zannedilen bu esarette, insana her türlü illüzyonu oynamaktadırlar. Gerçek dünyadan koparılıp sanal dünyaya itilen insan, artık tüm hayatını burada sürdürmektedir. Daha doğrusu farklı bir dünyaya sürüklenmiştir. Öyle ki gerçek dünya ile sanal dünyayı ayırt edemeyecek kadar kaybolmuş haldedir. Nitekim gerçek dünya ile sanal dünya arasındaki mesafe de kapanmış vaziyettedir. Haliyle bu vaziyetin insanı getirdiği nokta da ruhsuzluk, cinnet, esaret ve hiçlik…

Dijital teknoloji ferdî ve içtimaî mânâda insanı tamamen şuursuzlaştırmaktadır. İnsanların beş duyu organına nüfuz ederek bilincini tamamen kendi amaçları doğrultusunda şekillendirmektedir. Bu şekillenmeye tabi tutulan insan, artık önlerine kurulan sanal sofranın “nimet”lerinden faydalanacaktır. Nitekim, reality şovlar, eğlence programları, din ve kültürden uzak ve din ve kültüre karşı düzenlenen film ve diziler, insan nefsini tatmin eden çeşitli gerçeklikten uzak pornografik görüntüler insanın ruhuna perde çekmekte, ferdi toplumsal ilişkilerden ve hayattan koparmaktadır.

Bir diğer yanda ise insanın gerçeklikle sahtelik arasında daha çok sahte yahut sanal olana yönlendirilmesi söz konusudur. Gerçek hayatta mülteci bir çocuğun ölü bedeninin ekranlara düşmesi artık sıradan bir hal alırken, milyonları bir diziye kilitleyen güç, sanal dünyada oluşturulan trajik bir kurguya gözyaşı döktürebilecektir.

Hayat mücadelesi veren, açlıkla boğuşan, türlü soykırımlara maruz bırakılan ülkelerin durumu; bir adada aç bırakılan “Survivor” yarışmacılarının sahte acıları ve ödül için çektikleri zor mücadele kadar dikkat çekici olmayacaktır. Gerçek ile kurgunun birbirine karıştığı mecrada Baudrillard’ın “Gözlerimiz ekran yüzeyinde kaybolmuş̧ gibi, gitgide daha çok yakınlaşıyoruz imgeye. Ve televizyonun serebro görsel komasına kolayca düşüyoruz. Bu anında hayalimizle dolan ekranın durmaksızın bizi vakumlamasından başka bir şey değildir.” dediği yere geliyoruz.

İnsanın duygularını, düşünce biçimlerini, seçimlerini, kararlarını ele alan teknolojik feodalite, yönlendirmeyi de buna göre yapmaktadır. Artık kişilik, davranış ve tutum, söz ve hisler insana ait unsurlar değildir. Dijital dünya, insanı kendisinden koparmamak için bütün bu unsurları elinde tutmaktadır. Bu sebeple ki her insanın kendi kullandığı dijital aracı, bir anlamda kendisidir. Çünkü kişinin düşündüğü, aradığı, gördüğü ve bulduğu her şey; dijital aracında dizayn edilmekte ve ona artık düşünme, görme, arama ve bulma fırsatı vermeden hepsini kendisi yerine getirmektedir. Dijital sektörün diktatörleri işi daha da ileri boyutlara geçerek insanı taciz etmektedir. Görüntü ve dinleme röntgenciliği ile insanda mahrem hiçbir şey bırakmamıştır. Çeşitli vasıtalarla insanı taciz ve takip eden cihazlar, insanın ne dediğini dinlemekte, nereye gittiğini takip etmekte, ne yapmak istediğini gözetlemektedir. Devamlı takip edilmekte olan insan ve toplum, kendi bilincini yitirmekte anlam kaybına uğramaktadır. Bizzat Allah’a savaş açan ve kendilerini tanrı mesabesinde gören bu diktatörler; insanı insandan koparmayı, varlıktan ruhu çekip çıkarmayı amaçlamaktadır. Böylece insana has olan fıtrat bozulmakta, fertler birer robota dönüştürülmektedir. Ruhlarından azat edilmiş fertler ahlaktan da “arındırılmış” vaziyette dinsizleştirilmeye, soysuzlaştırılmaya, erkek ve kadın mefhumundan soyup tek tip “insan” haline getirilmeye başlanmaktadır. “Biçimsiz yığınlar” artık birilerinin elinde yönetilen eşyadan farksızdır.

Gizliliğin yitimi

Ahlakın tasfiye edildiği yerde iyi kötü, güzel çirkin, olumlu olumsuz mefhumları hükmünü yitirir. Toplum, kendisine dayatılan sonsuz ve sınırsız özgürlükle kendinden geçer. Mahremiyetin olmadığı bir mecrada insan için olumsuz hiçbir şey olmayacaktır. Sınırsız özgürlük içinde kendini kaybeden insan, pornografik bir otoritenin görüş alanındadır. Hayatı görüntüler tarafından esir alınmıştır. Olumsuz hiçbir şeyle karşılaşmaz veya karşılaştırılmaz. Doyumsuzdur. Her şeyin daha fazlasını istemektedir. Çünkü onu bu alana hapseden görüş de buna göre ayarlanmıştır. Daha fazlasını talep eden insan, kendinde olandan daha fazlasını da vermektedir/yitirmektedir. Bu alanın sömürüsü altında insanî hasletlerini gitgide kaybeder. Müstehcenlik tabiî hal alır. Bedenin teşhir edildiği bir pazara dönen mecralar bunu olumluluk olarak görmektedir ve rahatsız değildirler.

Ruhun geri çekildiği ve dijital imparatorların bedeni ve bununla beraber varlığı metalaştırdığı yerde din ve değerlere bakan idrakin berraklığı sönecek, kuralların ciddiyeti bozulacak; yalnız iken kendisine karşı bile edebini takınması gereken insan, kitleler önünde her şeyini teşhir etmekten geri durmayacaktır. Kendisine olan saygısını yitirmenin dışavurumudur bu. Artık utancın yerini arsızlık almıştır. Dijital gücün insana uyguladığı pratikliği yahut hızı, insan adeta tüketircesine kullanmaya adapte olarak tüm mahremiyetini ortalığa saçmaktadır.

Sürüler panayırında her şey apaçıktır: İnsan, bilgi, görüntü, düşünce, his, iyi, güzel… Bu panayırda “güzel” güzel olmak dışında her şeydir. Ortanın malıdır. Gizliliği aşikardır ve sırrı bozulmuştur. Görüntünün esaretinde negatif boşluktan uzak olarak görüntüye boğulacaktır. Her şeyin kusursuz olduğu bir yerde bir eksiklik vardır: Kusur.

Kusursuzluk, sanal dünyanın resmidir. Kusursuz olarak sunulan görüntü, anlamını, gizini yitirmiştir. Duyumcul kültürün boşluğa yer bırakmayan anlayışıyla her şey görüntüyle kaplanmıştır. Byung-Chul Han’ın Şeffaflık Toplumu’nda ele aldığı “boşluk” kavramı ile İslam sanatındaki güzeli görmenin bir formu olan negatif boşluk hemen hemen aynıdır. “Şeffaflık toplumunun ne enformasyonda ne de görüş alanında boşluğa tahammülü vardır. Ama gerek düşünce gerekse ilham, boşluğa ihtiyaç duyar. Üstelik Almancada ‘mutluluk’ (Glück) kelimesi ‘boşluk’tan (Lücke) gelir. Yani boşluğun olumsuzluğuna yer vermeyen bir toplum, mutluluk içermeyen bir toplum olacaktır. Görme alanında boşluk bırakmayan düşünme ise bozularak hesaplamaya dönüşür.” (Şeffaflık Toplumu, s.19)

Negatif boşluğa yer bırakmayan otorite, görüntü bolluğunda pornografik bir anlayışı idealize etmektedir. İnsan ruhunu tahrip eden ve müminin nurunu alan bu teşhircilik, göstermenin en üst safhasıdır. Yani herhangi boşluk bırakmayan bu durum, insanın gerçeği okuması ve görmesini engellemektedir. Boşluktan yararlanan insan ise bir nefes almakta ve kendisine sunulan yalancı cennetin farkına varmaktadır. Kendine dönmeye/gelmeye fırsat bulur. Bu sefer pozitif çerçeveyle kaplanmış sanal dünyadan başını çıkardığı için hissi, sezgisi, idraki açılacak; düşünmeye başlayacak, acı ve mutluluk gibi hisleri tadacaktır. Sanal dünyanın insana pranga gibi vurulan olumluluğundan kurtulacaktır. Z kuşağının psikolojisi tamamen bu anlayışa zıt biçimde kanalize edilmektedir. Olumsuzluğa yer vermeyen kuşak, başa gelebilecek hiçbir zorluğa tahammül etmeyecektir. Sanal dünyanın insanı bu manada acımasız ve hırçındır. Duygusu yoktur. İnsanî hasletleri yitmektedir. Zayıflığı kabul etmez. Bu yalancı dünyanın şaşaalı tesellilerine kanar. Sanal dünyanın “…genel yargısı like/beğendim’dir. Facebook’un dislike/beğenmedim seçeneği sunmamaktaki kararlılığı anlamlıdır. …iletişimi sekteye uğratacağı için olumsuzluğun her türünden kaçınır. İletişim ‘beğendim’in ardından ‘beğenmedim’e kıyasla daha çabuk kurulacaktır.” (Şeffaflık Toplumu, s. 23)

Kurgusal savaş gerçek savaşın önünde

Geçtiğimiz günlerde dijital faşizme dair bir haber yayımlandı.

“İsviçre'nin Zürih şehrinde yaşayan sıradan bir mühendis, Google algoritmalarında yaşanan bir hata nedeniyle bir anda "seri katil" haline geldi. Olayın kendisiyle bir ilgisinin olmadığını anlatmaya çalışan Georgiev, bir tekzip yayımlamak zorunda kaldı. Hazırladığı tekzipte başından geçenleri anlatan mühendis, bir internet kullanıcısından e-posta aldığını ve bu e-postanın içeriğini okuduğunda hayatının bir anda değiştiğini söyledi. Mühendisin açıklamalarına göre söz konusu e-postada, Google'a girerek kendi ismini aramasını isteyen bir kullanıcı, fotoğrafının bir seri katille ilişkilendirildiğini, arama yapıldığında sağ tarafta çıkan ve Wikipedia’daki bilgilerin yer aldığı kutucukta bu fotoğrafın görüldüğünü söyledi. Bunun üzerine gelen e-postadaki talimatları uygulayan mühendis, hayatının şokunu yaşadı.”

Görüldüğü üzere dijital teknoloji devleri, dilediği kişiyi aforoz edebilme, dilediği kişiyi suçlu yahut suçsuz gösterebilme, her türlü savaşı çıkarabilme, her türlü bilgiyi kendi tekellerine alarak insanları kanalize edebilme, türlü ağlarla insanları yönetebilme gücüne sahip. Artık gerçek savaşın yerini kurgusal savaş almıştır.

Sıradan bir mühendisi “seri katil” olarak gösterebilen dijital feodalite, medya terörü vasıtasıyla iddialar üzerinden insana istediği suç elbisesini giydirebilmektedir. Artık iddiaların aklanması bu kurgusal savaşta hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Mekanik ürünler, mekanikleşmiş insanı kandırmaya yetecektir. Gerçeklik ilkesinin kaybedildiği yerde, yerine ne koyarsanız koyun hepsinin de iş görebileceği kitle iletişim araçları faşizmini sürdürecektir.

Bilim tanrısı

Küresel diktatörler, pandemi sürecinde önce kendilerini sağlama alarak dünyaya kaos ortamını yaydılar ve ardından “bilim tanrısı”yla birlikte bütün dünyayı kendi yazdıkları senaryoyu oynamaya mecbur kıldılar. Ardından yine bu kaosa “çözümler” üreterek servetlerini ikiye katladılar. Pandemi, plandemi halini almış ve insan adeta Baudrillard’ın dediği simülasyona maruz bırakılmıştır. Simülasyonla aldatılan insan, artık gerçek gibi görünen sanal dünyanın içinde yaşamaya başlamıştır.

Küresel çetenin koyduğu kurallara ve özellikle dijital ağlardan uyguladığı baskılara karşı insan tamamen yenik duruma düşmüştür. İnsanların korkularını kullanarak pandemiyi büyük bir yalanla plandemiye dönüştüren küresel diktatörler, insanı gözetim altına alıp, kendi çarpık ve birbirini tutmayan “bilgi”leriyle diledikleri yönde kullanmayı başarmaya başladılar.

Bazı teknik ifadeleri bu hususta hiçbir malumata sahip olmayan insanlara papağan gibi söylettirmek suretiyle insanlar bir illüzyona maruz bırakılıyor. Öyle ki pandemiyi denetim altına alınmış gibi gösteren küresel çete, asıl, insanın ferdî haklarını kısıtlayıp denetim altına almıştır. Byung-Chul Han’ın tesbitiyle “Pandemi dosdoğru bir biyopolitik gözetleme rejimine götürüyor. Sadece iletişimlerimizi değil; aynı zamanda bedenlerimizi ve sağlık durumumuzu da dijital gözetlemenin nesneleri haline getiriyor. Dijital gözetleme toplumu biyopolitik bir yaygınlaşmaya geçiyor.”

Yalancı cennetin çocukları, bir sarmalın içinde yitip gidiyor. İnsanı sanal prangalara mahkûm eden dijital dünyaya karşı, insanımızı ve toplumumuzu, daha sonra da dünyayı yeniden kurgulayacak, insana yaşanmaya değer hayatı sunabilecek “Bütün Fikir”e ihtiyaç her geçen gün kendini daha fazla dayatıyor.

Aylık Dergisi 202. Sayı Temmuz 2021